- Jacqueeline Moretz
- Mesaj Sayısı : 25
Kayıt Tarihi : 14/04/12
Nerden : klavye.
Lakap : jac.
line.
C.tesi Nis. 14, 2012 2:46 pm
İstenilen bina; Leondier.
Kısaca karakteristik özellikler; Adeta bir mutluluk topudur, etrafına daima mutluluk ve pozitif enerji yayar. Genelde hiçbir şeyi umursamaz, canı o anda ne yapmak istiyorsa onu yapar ve içinden geldiği gibi davranır. Yani kızımız için anı yaşıyor diyebiliriz. Hayalperest bir kişiliğe sahiptir. İlk bakışta size içine kapanık, asosyal bir kız izlenimi verebilir ama ona güven verip gerçek benliğine ulaşabilirseniz ne kadar geveze ve hiperaktif birisi olduğunu görebilirsiniz. Herkesi ve her şeyi sever, özellikle doğayı ve hayvanları. Yeşili koruyalım kafasında yaşar birazcık. Azıcıkta cesur bir kişiliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Onu kızdırırsanız sonuçlarına da siz katlanırsınız. Ama ne olursa olsun kimseye karşı kötü duygular besleyip kin tutmaz.
İstenilen dönem; IV.
Örnek RP;
Kısaca karakteristik özellikler; Adeta bir mutluluk topudur, etrafına daima mutluluk ve pozitif enerji yayar. Genelde hiçbir şeyi umursamaz, canı o anda ne yapmak istiyorsa onu yapar ve içinden geldiği gibi davranır. Yani kızımız için anı yaşıyor diyebiliriz. Hayalperest bir kişiliğe sahiptir. İlk bakışta size içine kapanık, asosyal bir kız izlenimi verebilir ama ona güven verip gerçek benliğine ulaşabilirseniz ne kadar geveze ve hiperaktif birisi olduğunu görebilirsiniz. Herkesi ve her şeyi sever, özellikle doğayı ve hayvanları. Yeşili koruyalım kafasında yaşar birazcık. Azıcıkta cesur bir kişiliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Onu kızdırırsanız sonuçlarına da siz katlanırsınız. Ama ne olursa olsun kimseye karşı kötü duygular besleyip kin tutmaz.
İstenilen dönem; IV.
Örnek RP;
- Spoiler:
- Başka bir site için yaptığım RPG idi, umarım bir sorun çıkmaz.
Yeni bir gün, yeni yeni dertler demektir her zaman benimi çin. Yeni dertlerle dolu, kocaman ve parlak bir güne gözlerimi açmıştım bende. Güneşin keskin ışıkları öylece gözüme giriyordu. Sıcacık yatağımda bir kedi gibi gerinerek başladım güne. Yataktan çıktım ve çıplak ayaklarımla, soğuk betona basarak, aheste aheste yürüdüm banyoya. Her sabah yaptığım gibi, günlük banyomu yapmıştım sıcacık, benim için hazırlanmış suda. Uyandığım farkedilsin diye de gürültü yapmaya çalışıyorudum. Banyodan çıktım ve yeşil-mor çizli havluma sarıldım. Kapıdan cılız ve kulak tırmalayıcı birisi seslenmişti bana.
"Küçük efendi hanım, kahvaltınız hazır. Ne içmek isterlersiniz bugün?"
Bu ev cinimiz Pinn'in sesi idi. Zavallıcık, annemden yediği dayaklar ve azarlardan dolayı bana böyle davranıyordu. Onun bu hallerine içim yanıyordu. Bütün gün anneme katlanmak, çok zor olsa gerek.
"Sen ne hazırladıysan onu içerim Pinn, gidebilirsin."
Bunları yumuşak bir şekilde söylemiştim. Zavallı bir tek benden böyle iyi tavır görüyordu. Ne isterlerdi bu küçük cinlerden? Odama gitmek üzere kapıyı açtım. Açar açmaz da yüzüme bir ferahlık geldi ve tüylerim diken diken oldu. Odama yavaşça girdim. Sadece yere düşen su damlacıklarının çıkardığı pıtırtılar vardı odada. Başka hiçbir ses yoktu. Penceremden doğanın güzelliklerine bakıyordum. Balkonumun camı açık olduğu için titremeye başlamıştım. Camı ve perdeyi kapattım ve giyinmeye başladım. Dışarıya çıkacaktım. Üzerime bir kot pantalon ve bir tişört giydim. Etrafımda gördüğüm ilk ayakkabıyı gördüm. Şansıma da topuklu ayakkabı gelmişti. Odam çok dağınıktı. Ama toplayacak vaktim yoktu bile. Saçımı beyaz bir havluya sardım ve su damlacıklarının yere düşmemesine dikkat ederek banyoya, saçımı kurutmaya gittim. Kurutma makinesinin sıcaklığı ensemi yakıyordu. Buna aldırış etmeden kurutmaya devam ettim. Telefonum çalıyordu. Tam almaya gidecekken Pinn telefonumu getirdi. Pinn'e teşekkür ederek telefonu açtım.
"Merhaba Alex. Hazır mısın?"
"Evet, hazırım Drew. Beş dakika sonra ordayım."
"Gelmene gerek yok, ben kapının önündeyim."
"İnanamıyorum sana. Bekle, hemen geliyorum."
Aramızda ki diyalog bittiğinde koşarak kapıya yöneldim. Pencerelerden süzülen ışık, açık pencereden esen rüzgâr ve topuklu ayakkabılarım koşmamı yavaşlatıyordu ama ben aldırmadan koşmaya devam ediyordum. Kapıya geldiğimde derin bir soluk aldım ve kapıyı yavaşça araladım. Güneşin yakıcı ışınları doğruca vücuduma hücum etmişti. Çantamdan güneş gözlüğümü çabuk bir hareketle çıkardım ve hassas gözlerimi korumak için doğruca gözüme götürdüm. O sırada sağımda melodik bir korna sesi duydum. Başımı çevirdiğimde yüzümde sıcacık bir gülümseme oluşmuştu, bunu hissedebiliyordum. Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı zorluklara rağmen büyük adımlarla Drew'in arabasına doğru ilerlemeye başladım. O da son model siyah spor arabasından çıkmış, bana doğru geliyordu. Yüzünde sabırsızlık ve sevgi dolu bir ifade vardı. Birkaç saniye sonra birbirimize sonsuz bir özlemle sarılıyorduk. Sıcacık ve güçlü kolları, beni bir daha bırakmamak üzere sarmıştı adeta. Bu sarılma bir dakika sürmüştü. Daha sonra geri çekildik ve el ele tutuşarak arabaya doğru ilerledik. İlk konuşan Drew oldu, her zamanki gibi.
"Seni çok özledim. Ben yokken neler yaptın bakalım?"
"Bende seni çok özledim. Sen yokken kızlarla buluştuk, teyzemlerdeydim ve küçük Mauren ile yer cücelerini ayıkladık ve bir kaç iksir yaptık. "
"Ah, kendini geliştirmişsin bu sefer."
Bunları büyük bir sırıtışla söylüyordu. Gözlerimi abartalı bir şekilde devirdim ve derin bir iç çektim. Cevap vermeyecektim. Gözlerimi cama doğru çevirdim ve dışarının güzelliğini izlemeye başladım. Güneş artık gözlerimi rahatsız etmiyordu. Eh, arabanın siyaha yakın renkte camları olunca dışarıyı bile güçlükle seçebiliyordum. Leo'nun bu halime güldüğünü göz ucuyla görebiliyordum. Aldırış etmeden arkama yaslandım ve uslu bir çocuk gibi davranacağıma kendi kendime söz verdim. Ama bu işte bir terslik vardı. Çok hızlı gidiyorduk. Birden bire heyecanlanmıştım. Camdan dışarıya baktığımda ağaçları bulanık şekilde görüyordum. Kaza yapacaktık. Sesimi kontrollü bir biçimde tutmak için biraz çaba sarfettikten sonra konuşmaya başladım.
"Drew, biraz yavaşla. Kaza yapacağız."
"Telaşlanma bebeğim, kaza falan-"
Drew sözlerini tamamlayacakken karşıdan bir kamyon geldiğini gördük. Çaresizce çığlık atmaya başladım. Çığlıklarım arabanın içinde yankılanıyordu. Endişe ile bakan gözlerim yaşlarla dolmuştu. Etrafı bulanık görüyordum göz yaşlarım yüzünden. Çaresizce çırpınıyorduk. O koca kamyona çarpacaktık ve ölecektik. Geri sayım başlamıştı. Üç, iki, bir. Gözlerimi açtığımda, bir yatakta mavi kıyafetlerle yatıyordum. Duvarlar bembeyazdı. Etraf hijyen kokuyordu. Anlamam biraz uzun sürmüştü ama en sonunda nerede olduğumu anlamıştım. Hastanedeydim. Başımda birkaç hemşire bekliyordu. Uyandığımı görünce ilgilenmeye başladılar benimle. Söylediklerini umursamıyordum. O anda aklım Drew'daydı. Kalkmaya çalışmıştım ama ayağım buna izin vermemişti. Ayağımda, acıyan yere baktığımda sargıda olduğunu sörmüştüm. Büyümüş irislerimle hemşirelere baktım. Güçlükle konuşmaya başladım.
"Drew, o nerede? Nereye götürdünüz onu? Nerede o?!"
Son cümleyi bağırarak söylemiştim. Hijyen dolu odada yankılandı sesim. Hemşireler üzgün bir şekilde bana bakıyorlardı. Yoksa, yoksa. Korktuğum şey gerçek mi olmuştu? Drew, o ölmüştü... Bir kaç dakika boyunca bir yere sabit bir şekilde bakarak ayladım. Daha sonra hıçkırıklarla ve bağırarak ağlamaya başladım. Çıldırmış gibi davranıyordum. Hemşireler beni sakinleştirmek için uğraşıyorlardı. Sakinleştirici bir iğne yapmışlardı beni sıkıca tutarak. Göz kapaklarım hafifçe kapanıyordu ve ben sayıklıyordum. Uykuya dalmadan önce son bir kez daha fısıltı geldi dudaklarımın arasından, sonsuz aşk ve özlemle çıkmıştı bu sefer.
"Drew..."
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz