leviathan rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
Ulfhedin Faborg
Ulfhedin Faborg
Gryffindor V. Sınıf
Gryffindor V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 76
Kayıt Tarihi : 12/04/12

Sert Kaya Empty Sert Kaya

Ptsi Nis. 16, 2012 5:01 pm
    Güneşin gökyüzündeki hükmünün son zaman dilimlerinde, maviliğin arasına kızıl bir renk karışmıştı. Ufuk çizgisine doğru koyulaşarak kırmızı bir rengi aldığında bulutlar, kızıl renk ile lekelenmişti. Gece sanki işlediği katliamın izlerini bulutlara resmediyordu. Gece bütün müttefikleri ile birlikte, gündüzün dünyevi sancılar arasında ufuk çizgisinde kaybolmasına uğraşıyor gibiydi. Kum sarısı saçları arasında hissettiği soğuk esinti ile ürperdi Ulfhedin. Gözlerini gökyüzünden çekip aldığında, kalabalık ve neşeli bir sokak karşıladı onu. Taş duvarlardan yapılmış, ortaçağ mimarisini andıran yapıtların arasında git gel yapan insanların neşeli kahkahaları selamlıyordu, laciverte dönen gökyüzünü. Hogsmeade Köyü… Şuan ki kalabalık, köy ismini bünyesinde taşıdığına isyan eder gibiydi. Küçük bir şehir gibiydi burası. Okul zamanı ve okul sonrası daima öğrencilerin uğrak yeri olmayı başarabilmiş yegane yerlerden birisiydi. Ulfhedin, birkaç dakika önce cisimlenmenin verdiği o garip histen hâlâ kurtulamamıştı. Düzensiz nefes alışverişini düzene sokmak için, ciğerlerine defalarca derin bir nefesi boca etmişti. Çehresine yapışmış olan biraz küstahça, biraz mütevazilik ve biraz da muziplik katan gülümsemesi ile etrafı selamlıyordu. Önünden ilerleyen arkadaşlarının sırtlarındaydı kehribar bakışları. Birbirlerin omuzlarına vuran, etrafta dolaşan genç kızları bacakları ve göğüslerini tartışan, en önemlisi büyüce dünyadan olduklarını belli eden Quidditch’den açılan sohbetleri ile meydandaki gürültü bulutuna karışan dört büyücüye bakıyordu. Kehribar bakışları, taşlarla örülmüş duvara monte edilen ve acı bir melodi ile ses çıkartan tabelaya kaydı. Pislenmiş ve üstündeki renkler gri bir anaforla kirlenmiş Domuz Kafası’nın önündeydi. Garip şişe takırtıların arasından dışarıya, garip gürleme sesleri geliyordu. Ahşap ve eskimiş kapının hafif aralık olması, içerideki hava ile dışarıdaki havanın birbiri ile etkileşmesini sağlıyordu. Zihninin kilitlendiği bu noktada, kalabalığın arasından kendi isimin defalarca söylenmesini dinledi genç büyücü. Arkadaşlarının kah şaka amaçlı küfürler savurduğunu, kah onu ciddi bir ses tonu ile sabrının taştığını belirten kelimelerin gürültü bulutu arasına azat edilişini dinledi. Kehribar bakışları, küçüklüğünden beri onu esrara ve gizeme boğan bu mimarinin içinde gezmeyi arzularken, gözlerini isteksizce arkadaşlarına çevirdi. Kendisine bakan dört çift gözün içinde şaşkınlık parıltıları bir anlık belirip kaybolduktan sonra, yol boyunca tartıştıkları konuya geri dönmüşlerdi. Genç büyücü dört bedenin tam arkalarında adımlıyordu. “Hey Ulf sence nereye gidelim?” Ona dönen ilk kişi, sıska ama uzun boyu ile dikkat çeken, ince, oval ve çenesi hafif uzun olan esmer bir delikanlı idi. Kahverengi gözleri onun kehribar bakışları ile buluşurken, diğerlerinin de kendisine baktığını fark etti. “Madam Puddifoot.” Sözcükler dudaklarının arasından azat edilir edilmez, arkadaşlarının mekanda olacak kızları tahmin yarışına girdiğini fark etti. Çehresine bir gülümseme yerleşirken, kalabalığın yavaş bir şekilde dağıldığını fark etti. Gece, mavi gökyüzünün o kusursuz tonlarına hunharca saldırıyordu. Soğuk esinti tenini yalayıp geçerken o önündeki dört kişilik güruhu takip ediyordu.

    Gür bir kahkaha, ardından bir kapının tokmağının çevrilip açılması ile birlikte, garip çan sesinin duyulması… Onları takip eden mimarinin içindeki şen kahkahalar, portakal, ıhlamur, yeşil çay ve nicelerinin harmanlanmış kokusu ciğerlerine dolduğunda, karamsarlığa düşmüş olan vaziyetinden çekip aldı kendini. Ona yakışan gülümsemesini çehresine yayılmaya başladığında, birçok cadının gözleri bedenindeydi. Bakışlarını yere indirip, ileride boş duran masaya doğru adımlamaya başladığında, yürüyüşündeki o küstahça tavır hemen belli oluyordu. Sandalyeyi çekip oturduğunda, iyice yayıldı. Gözleri ona bakan kızların bakışları içinde geziyordu. Hafif kıkırdamalar ve kahkahalara gülümsemesi ile eşlik ediyordu. Şimdi arkadan takip eden o değil onun arkadaşları olmuştu. Masaya ondan sonra gelip oturduklarında, etraftaki kızlar hakkında yorumlara girişmişlerdi. Yuvarlak meşe ağacından yapılmış, vernik ile parlatılmış masanın tam ortasında duran yuvarlak sembol hareket ederek tahta bir beden halini aldı. Ulfhedin buraya defalarca geldiği için bunun ne olduğunu biliyordu. Prototip bir garson. Her masadaki müşterilerin siparişlerini anında alıp, anında masalarında olmasını sağlıyordu. “Yeşil çay.” Dudaklarından çıkan kelimenin ardından önünde bir anda beliren çayın buharı, çehresini selamlamıştı. Aynı şekilde yanında oturduğu arkadaşlarının önünde beliren içecekleri izliyordu. Sıcak bardağı eline alarak içindeki sıvıdan bir yudum aldı. Sıcaklık genzine yayılırken, gürültünün içinde duyulan ve kapının açıldığını belirten o garip çan sesi ile, kehribar bakışları kapıya yöneldi. İçeriye kendini beğenmişliği ile adımlayan ve bütün erkeklerin bakışlarını üzerine toplayan bir genç cadı girmişti. Gürültü bulutu sanki onun bedeni ile kesilivermişti. Biraz önce sadece kızların dudaklarının sükut ettiğinde, bu durum bir aşağı kademesi sayılabilirdi. Dudaklarına götürmek üzere olduğu bardağı öylece havada asılı kaldı. Platin rengindeki saçları, mimarinin içindeki silik kayısı rengindeki ışıklar eşliğinde parıldıyordu. Kusursuz teni ile kaplı omuzlarını örtüyordu. “Ah işte… bu o… Améthyste. Okulun en popüler kızlarından birisi. Ve dostum o kız sana izin vermedikçe onu asla tavlayamazsın.” Dışarıda ona nereye gideceğini soran uzun sıska bedenin hayranlık ve yapış yapış ses tonundaki meydan okumayı sezmişti genç büyücü. Kehribar bakışları onunkiler ile buluştuğunda ne demek istediğini anlamıştı. Çayından bir yudum aldığında, kapının eşiğinde duran cadının iki kişilik mütevazi masalardan birisine gittiğini görmüştü. “Bu kızı şuanda burada tavlaya bilirim? Var mısınız bahse?” Tekrar yükselen gürültü bulutuna arkadaşlarının alaylı kahkahası girmişti. Ulf, hafif öfkeli bir şekilde masayı terk ettiğinde, arkasından onunla alay eden sesleri duymazdan gelebiliyordu. Cadının oturduğu masanın karşısında duran sandalyenin arkasında durdu. Cadının çıldırtacak şekildeki sakin ve yavaş hareketlerinin verdiği o çılgınca hazzın çok bahsi geçmişti. Şimdi onlardan birisiyle karşı karşıya kalmak üzere olduğunu adı gibi biliyordu. Soğuk iradeli yapmacık bir gülümse ile kutsanan mavi bakışları onun kehribar bakışları ile buluştuğunda, sorgulayıcı bir tavır sezmişti genç büyücü. “İzninle size bir yeşil çay ısmarlayabilir miyim matmazel?”

Améthyste de Nacria
Améthyste de Nacria
Slytherin V. Sınıf
Slytherin V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 235
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Yaş : 31
Nerden : Fransa
Lakap : Amy

Sert Kaya Empty Geri: Sert Kaya

Ptsi Nis. 16, 2012 9:44 pm


    Kasabanın en yeşil çimenli evinin üst odalarından birini yolun her yanından görebilirdiniz. Evin en büyük odasıydı o. Açık camları odanın içindekileri görmenizi oldukça kolaylaştırıyordu. Güneş ışıklarının odaya bıraktığı turunculuğu yansıtan beyaz duvarların içi bomboştu. Camın tam karşısında duran iki kişilik büyük, pofuduk yatak gri renkteydi. Üzerine atılmış yeşil yastıklar ve yorgan etrafa saçılmıştı. Yatağın biraz ilerisinde, köşedeki dolabın kapakları sonuna kadar açılmıştı. Etrafa saçılmış kıyafetlerden bir genç kızın odası olduğu hemen göze çarpıyordu. Yandaki beyaz kapı açıldığında içeri dolan buğulu havayla birlikte bir kız odaya girdi. Beyaz teni sarıntığı havluyla uyum içindeydi. Islak kirpiklerinin arasından parlayan yeşil gözleri odasını kısaca taradı. Başını tıpkı vücudu gibi beyaz bir havluyla sarmıştı. Havlunun yanlarından çıkmış, ıslak, sarı saçları omuzlarına damlalar bırakıyordu. Çıplak ayaklarını yumuşak zemine bakarak odasında ilerledi genç kız. İnce bilekleğini üzerindeki havlunun köşesine dayamıştı, böylece havlu üzerinde sabit duruyordu. Bunun rahatlığıyla yere atılmış bir çift topuklu ayakkabının üzerinden atladı. Pencerenin önüne geldiğinde yeşil gözleri tenha sokağı bir kere taradı. Hemen ardından camdan birkaç adım gerileyerek havlusunu yere bıraktı. Güneş tenini yakarken bütün bedeni gözler önündeydi. Kıvrımlı hatları öylesine düzgündü ki bakan kesinlikle büyülü bir kız olduğunu hemen anlardı. Bir süre camın kenarında yüzüne çarpan havayı içine çekti. Burun deliklerinden geçen taze yaz havasıyla dolgun dudakları kıvrımlandı. Yüzüne yayılan rahatlamışlığın gülümseyişiyle dolabına ilerledi. Elini öylesine attığı zümrüt yeşili tonunda korseli bir üst çıkarttı. Askılı üstü giydiğinde dolgun göğüsleri daha belirgindi. Altına giydiği kot taytını da sevmiş olacaktı ki elini bacaklarında bir kez gezdirerek gülümsedi. Sarı saçlarını çözdüğünde omuzlarına düşen ıslak saçları elini birkez sallayarak diplerinmden şekil vermeye başladı. Saçlar sonunda düz bir şekilde omuzlarına düştüğünde boynuna taktığı zümrüt yeşili kolyesiyle görüntüsünü tamamladı. Saçlarını savurarka aynanın önünden ayrılmıştı şimdi. Hızlı adımlarla odasını geçtiğinde köşedeki dolaptan aldığı yeşil, dolgu topuk sandaletlerini giymişti. Kapısının arkasından aldığı çapraz takım çantasıyla odasından çıktı. İşte o sırada içine dolan bütün güneş sönmüştü genç kızın. Hiç görmeyi istemediği bir yüzle burun buruna geldiğinde gözlerini kısarak annesine baktı. Genede karşısındaki kendine çok benzeyen bu kadın daha erken davranarak konuştu.

    "Nereye?"
    "Hogsmeade'ye gideceğim. Neden?"
    "Gidip o sümsük arkadaşlarınla takılma. Birazdan cepleri para dolu arkadaşlar gelecek. Eminim sen de onları çok seversin."
    "Erkek avına çıkacak halde değilim. Canım sıkıldı."
    "Çıkman lazım. Yoksa aç kalacağız. Sana burada kal dedim."
    Genç kız son defa karşısında duran kadına baktı. Bu durumu hiç sevmemişti. Küçükken odasına kapatılıp annesinin eğlenceli kahkahaları arasında erkekleri tavlamasını dinlerdi. Şimdi bu görev ona da düşüyordu. Annesi tam-veela olduğundan çok daha güzeldi. Yaşına rağmen kadının kıvrımlı vücut hatları elbisesinin altında bile dikkat çekiyordu. Sarı saçları her zaman ışıkla parlardı ve teni gece bile parlayan pürüzsüzlüğe sahipti. Gözleri yırtıcı bir yılan gibi bakardı. Améth'i doğduğundan beri eğiten bu kadın istediği her erkeği tek bir bakışıyla bile tavlayabilirdi. Hatta Améth bazen bunu yapmak için veelalığa bile ihtiyacı olmadığını düşünürdü. Kadının şu anda üzerinde bulunan kırmızı elbise bütün kıvrımlarını hiç cimrileşmeden gözler önüne sermişti. Dolgun dudaklarına sürdüğü aynı tonda rujla Améth kadınları bile kendine çekebilecek güzellikte annesine baktı gene. Cebi para dolu, aptal erkekleri tavlamak için kıza ihtiyacı olmadığına emindi. Bu yüzden genç kız başka bir şey söyleme gereği duymadna hızla merdivenlere yöneldi. Elini trabzana bıraktı ve sakin adımlarla inerken "Geç kalmam." diye soludu. Kapıyı arkasından kapatırken annesinin sinirli haykırışı kulağına çalınmıştı. Oysa Améth artık erkeklerle oyun oynamaktan bile sıkılmıştı. Sonuçta hepsi elindeydi zaten, tek yapması gereken birazcık parlamaktı. Bu da onun için artık hiçte zor değildi. Güneşin yüzüne vurmasıyla beraber başını eğdi genç kız. Çapraz taktığı çantasına iki eliyle sarıldı ve tatlı adımlarla yolda ilerlemeye başladı. Sarı saçlarına yansıyan turuncu güneş ışıkları her adımında biraz daha artıyordu. Saçları havanın hareketiyle iki yanında salınıyordu. Birkaç adım sessizce yürümesinin arkasından yolun sonunda durdu. Topuklarında dönerek biraz önce çıktığı evine baktı. Odasının açık camından dışarıya çıkmış perdeleri rüzgarla sallanıyordu. Genç kız yüzüne gelen saçları tek eliyle geriye tarıyarak toparladı. Sonunda gözlerini kapatarak rüzgara eşlik etmeye başladı. Sokaktaki rüzgar arttı ve Améth birkaç saniye sonra kayboldu.

    Genç kız gözlerini kapatarak kendine birkaç saniye tanıdı. Cisimlenmenin verdiği tatlı burukluğu atmak adına yüzüne çarpan rüzgarı biraz daha fazla hissetmeye çalışıyordu. Yere doğru bakarak gözlerini kırpıştırdığında kumlu yolu gördü. Hogsmeade'de olduğunu kumlu yolun tek bir taşına bile bakarak söyleyebilirdi. Güneş kumların üzerine parıltılar yayıyordu. Kızıllığın etrafa tanıdığı renk cümbüşünü görmek adına başını kaldırdı. Önüne gelen manzarayla bir süre sessiz kaldı. Okul zamanı pekçok öğrenciyi içinde barındıran Hogsmeade yazın bile tıklım tıklımdı. Köy artık taşmak üzereymiş gibi her yanından çeşitli kahkahalar saçıyordu. Büyücüler neşeli sohbetler veya bazen karanlık bakışlarla köyün içinde bir oradan bir buraya gidip duruyorlardı. Birkaç dükkan sahibi dükkanlarının önünde oturmuş harıl harıl muhabbet ediyorlardı. Göreve yeni başladığı belli olan bir dükkan çalışanını azarlayan yaşlıca bir adamın sesi bütün köyü inletiyordu adeta. Bir çocuk birazcık şekerle şeker dükkanını terk ediyordu. İki sevgili köşeden çıkmış birbirlerine sarılarak güneşin tadını çıkartıyor gibiydiler. Améth bu manzaraya baktığında gülümsemesine engel olamamıştı. Genede içine dolan burukluğuda kendi yaşıyordu. Hiçbir zaman doyasıya güldüğü anlar olmamıştı onun. Gerçek bir sevgilisi veya şeker aldırabileceği bir ailesi yoktu. Kimseye bir işi berbat etti diye bağıracak durumda da değildi. Bu ufak şeylere pek takılır gibi görünmüyordu ama bazen doğduğundan beri eğitildiği bu katı yapısına lanet ediyordu. Bir grup gencin çay dükkanına girdiğini gördü. Öğrenciler genelde oraya giderdi zaten. Kendisi de oraya gitmek için adımlarını atmaya başladı. Oraya girdiğinde gene bütün gözlerin ona döneceğinin farkındaydı, birkaç kız lanet savuraktı, belki köşedeki birkaç oğlan laf atacaktı. Genede Améth yerine oturduğunda herkes ne konuştuğunu unutup onu tartışacaktı. Hatta özellikle erkeklerin istemsiz bunu yapacağının farkındaydı. Genede bunu bile gülümseyerek karşılıyordu. Tek elini çantasının üzerinden çekerek kapıyı tuttu. Tokmağı sertçe çevirdiğinde kapı geriye bir zil sesi bırakarak açıldı. Genç kız içeri süzüldü ve çay kokularını içine çekti. Kaynıyan çaydanlıkların zil seslerinin tatlı kahkahaları dışında o anda çayhanedeki bütün sesler kesilmeye başlamıştı. Birkaç kız kahkahalarını yarıda kesip yanlarındaki oğlanların neye baktığını anlamak için döndüler. Erkeklerin hepsi muhabbetlerini çoktan kesmişti bile. Genç kız bu duruma alışkın kendine beğendiği iki kişilik masalardan birine yürüdü. Masaya doğru oturduğunda birkaç fısıldaşmanın başladığına tanık bile olmuştu. İleride oturan grup kendi arasında döndüğünde içlerinden birinin ona baktığını fark etmek zor olmamıştı. Genç kız onları daha önce de görmüştü. Okulda Leondier'de okuyan bir grup erkekti bunlar. Öyle çok büyük özellikleri yoktu, birkaç binadaki kızların onların çapkınlıklarını konuştuğunu duymuştu ama bu da Améth'i pek etkilemiyordu doğrusu. Genede çocuğun masalarından kalkması ve birkaç alaylı lafı arkasında bırakarak Améth'in masasına gelmesi ilginç bir durumdu. Genç kız ününü duyan birinin buna cesaret etmesini övgüyle karşılayabilirdi ama bu çocuğun tavırlarından Améth'i tanımadığı belli oluyordu. Rahatlıkla oturduğu karşısına oturan çocuğa diktiğinde gözlerini bir hareket bekliyordu. Gülümsemesinde tatlı bir alay vardı ama genç kız bunu sezdirmeyecek kadar ustaydı artık. Kehribar renkli gözleri gördüğünde gülümsemesi biraz daha şekillendi. Çocuk aslında yakışıklı bir çocuktu, kendinden emin tavırları ve iyi bir vücudu vardı. Améth okuldaki hemen hemen bütün kızları tavlayabileceğini az çok tahmin edebiliyordu. Genede Améth o kızlardan olmaktan çok uzaktı. Çocuk bunu fark etmemiş gibi bütün nezaketiyle ona sorusunu yönelttiğinde genç kız hafifçe gülümsedi. Resmiyetini bozmaya pek niyeti yoktu. Şayet bunu yapacak olsaydı veela yeteneğini kullanarak çocuğu tıpış tıpış arkadaşlarının yanına göndermesi gerekirdi ama bunun çok aşağılayıcı olacağına emindi. Bu yüzden bu seçeneği geçerek konuştu. "Yeşil çay sevmiyorum, teşekkürler." Çocuğun gözlerinden gözlerini çekerek yanında biten garsona döndü. Tatlı bir gülümsemeyle adama siparişini söylemeye başladı. "Ben bir portakallı bitki çayı alacağım. Beyfendinin masasına da benden bir yeşil çay bırakırsınız eminim. Hatta arkadaşlarıyla içmek isterse arkadaşlarına da lütfen."

Ulfhedin Faborg
Ulfhedin Faborg
Gryffindor V. Sınıf
Gryffindor V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 76
Kayıt Tarihi : 12/04/12

Sert Kaya Empty Geri: Sert Kaya

Çarş. Nis. 18, 2012 1:12 pm
    İnsanoğlu ilk günahını işlediği vakit, şeytan bütün günah çekirdeklerini onların vücutlarına serpmişti. Bir erkeğin bir kadına ihtiyaç duyması, ya da bir erkeğin bir kadına… Bundan doğan birçok çarpık ilişkiler zincirinin günaha dönüşmesi. O günahlardan birisine çoktan bulaştığını biliyordu genç büyücü. Hayatta iki zaafından birisiydi çapkınlığı. Güzel bir kadın gördüğünde devreye ona sol tarafından yaklaşan şeytanının kolunu yavaşça kendine çekerek o kadın ile ilgili günahkâr düşüncelere dalıyordu. Şeytanı ile müzakere ederek, meleklerine kendine küstürüyordu. Bedenine dolan haz, arzu ve şehvet duyguları ile birlikte kıvranıyordu ruhu. Bu zamana kadar kaç kadınla beraber olmuştu? Kaç kızın hayallerini ömürleri boyunca süslemesine ortam yaratmıştı? Kaç bedene ileride güzel ya da kötü bir anı bırakmıştı? Uçkuruna düşkünlüğü yüzünden hayatını günahkârlık yoluna sürmüştü. Bunları biliyor muydu? Biliyordu elbette. Şeytanın insan içine yerleştirdiği o zevk alma duygusunun kapanına kısılmış kalmıştı. Kum sarısı rengindeki saçları arasında dolaşan portakal çiçeklerinin kokusuna sarılmış çayların harmanlı kokusunu ciğerlerine boca ediyordu. Kulaklarına fısıldanan gürültü bulutunu tamamen soyutladığında, zihninde oluşan cismani görüntü arkadaşlarının onunla dalga geçen anını bozuk plak gibi tekrar tekrar sarıp izletiyordu. Bedenine dolan istek duygusuna baskın çıkan kin duygusu, sanki karşısındaki cadıyı sırf ortadaki bahis konusu yüzünden tavlaması gerektiğini söylüyordu. Ama öyle değil miydi? Karşısındaki kızın güzelliği ve popülerliği dillere destandı. Annesinin güzelliği bile bina arkadaşlarının konuşmaları arasındaydı. Soğuk iradeli zümrüt yeşilini andıran bir parıltı ile kutsanmış bakışları, genç büyücünün üstüne sabitlenmişti. Hiçbir duygu kırıntısının olmadı gözlerinden alamıyordu kehribar bakışlarını. O soruyu o sırada bir kez daha sordu kendine. Bahis için miydi her şey? Belki evet belki hayır. Etkilenmişti onun güzelliğinden. Sanki ondaki bir şey genç büyücüyü kendine çekiyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışmadan önce, melodik sesi soyutlanmış olan diyarını hançer misali kesip atmıştı. Taviz vermez o ses tonunu süsleyen melodik ses ile birlikte irkilmişti biraz. Yeşil çay sevmediğini belirten cümleyi duyduğunda, içinden kendine küfürler yağdırmaya başlamıştı. Soğuk iradeli yeşil bakışları yanlarında duran, genç büyücünün ne zaman geldiğine anlam veremediği garsona döndü. Tekrar o melodik sesle konuştuğunda, oturduğu sandalyeye şaşkınlıkla çakılıp kalmıştı. Genç cadının bakışları üstüne dönmeden önce söyledi cümleleri kafasından içinde bir kez daha duyma isteği duymuştu. Cadı portakallı bir bitki çayı isterken, genç büyücüye de bir yeşil çay ısmarlamıştı. Ve dalga geçer gibi bir de onu masasından kibar bir şekilde kovmuştu. Şaşkınlık bütün çehresine yerleştiğinde, ilerideki masadan gelen kahkahaları duymuştu. Oraya dönmenin ne kadar küçük düşürücü bir durum olduğunu düşündü. Dalga geçen sesler, küfürler yağdıran ve ben sana demiştim sesleri… Sinirleri bozulmuştu. Küçük bir kahkahayı ortama azat ederken başını öne eğip sağ eli ile saçlarını birazcık dağıtma isteği duydu. Başını kaldırdığında kehribar bakışlarını cadıdan ayırmayarak kelimeleri dudaklarından azat etti. “Teşekkür ederim. Ama ben burada sizinle birlikte çayımı yudumlamayı tercih ederim.” Garson araya giren sükûnetten gelebilecek ufak bir sözcüğü beklerken, topukları üstünde dönerek siparişleri getirmeye gitmişti. Cadının Soğuk iradeli yeşil bakışlarına karışan ciddiyeti umursamaya çalışıyordu. Sanki ortamdaki gizli bir mistik güç ona gözlerini onun bakışlarından çek al der gibiydi. Genç büyücü tüm bunlara rağmen, cadının bakışlarına kilitlemişti kehribar bakışlarını. “Seninle burada bir çay içmeme izin verirsin umarım. Zira ortamda o kadar erkeğin zihninde günahkâr hayallere süslemene rağmen buna cesaret edip senin yanında olan kişi ise benim.” Kelimeler tüm küstahlığı ile dudaklarından azat edildiğinde, kaşlarının altından ona bakıyordu. Biçimli kaşlarına, onu süsleyen kusursuz tenin üstündeki o hafif parıldamaya, çehresini iki yandan kaplayan platin rengindeki uzun saçlarına, boynunda duran kolyeye, ardından dolgun dudaklarını süsleyen rujun renginde gezindirdi bakışlarını. Göğüslerini şehvetli hatları ile öne çıkaran elbisesinden yayılan parfüm kokusunu çekti içine. Ciğerlerine boca ettiği havanın içinde duyduğu o aromatik tat başının hafif bir biçimde dönmesine sebebiyet vermişti. Ruhuna dikilen arzu duygusunun bir anda tüm bedeninde yangına sebebiyet veren bu koku, parmak uçlarının hissizleşmesine neden olmuştu.

    Sükût masada hâkimiyetini korumaya devam ederken, içecekleri gelmişti. Yeşil çayın kokusu arasına karışan ve kekremsi bir aromayı andıran portakallı bitki çayının, genç cadının parfümüne hunharca karışmasından doğan o çirkin kokuyu boca etti ciğerlerine. Kehribar bakışları, dumanları tüten, çeşitli motiflerin bardak üzerinde hareketlerine kilitlenmişti. Bardağın sıcaklığını parmaklarında hissederken, parmak uçlarındaki o hissizlik sıcaklık ile buluştuğunda tatlı bir acıya dönmüştü. Dudaklarından içeriye giren sıcak sıvının tadına vardığında, bardağı masaya bırakmadan masadaki sükûtu bozdu. “İnan bana ne kaçırdığının farkında değilsin. Portakal bitki çayını denemiştim. Ama yeşil çay kadar enfes olmaması soğuttu aramızı.” Çehresine yakışan gülümsemesini yerleştirdiğinde, bardaktan bir yudum daha aldı. Tek ümit ettiği şey, karşısında ona tamamen hayranlık duygusunun peydahlandığı ve bahsi bile unutturan cadının ona ufak bir ışık yakmasıydı.

Améthyste de Nacria
Améthyste de Nacria
Slytherin V. Sınıf
Slytherin V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 235
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Yaş : 31
Nerden : Fransa
Lakap : Amy

Sert Kaya Empty Geri: Sert Kaya

Çarş. Nis. 18, 2012 2:56 pm


    Erkek denilen ırk kendi doğaları gereği değişmemeye mahkum bırakılmışlardı. Oysa, yüzyıllar önce onlara tanrının bir lütfuymuş gibi arz ettikleri şehvetleri ve çapkınlık dürtüleriyle hareket etmek doğalarında vardı. Kadınların etrafında gezinmek için yaratılmış bir pervane gibiydiler. Kendi egoları için yaratıldığını düşündükleri kadınların onları bir şekilde oynattıklarını fark edemeyecek kadar yoksunlardı belkide. Adem'le Havva'dan beri süre gelmiş, İncil dahil her kutsal kitapta bile varlığını sürdüren bu dürtüleri yok olmayacak ve bilinçlerine asla ulaşmayacak gibiydi. Genç cadı karşısında oturan bu yakışıklı bedenin içinde sıkışmış hastalıklı erkek ruhunu görebiliyordu. Kendi günahlarıyla yıkanmış bir beden sırf dürtüsü için aklını kullanmaktan çok uzak görünüyordu. Améth'in her hareketini izleyen kehribar rengi gözler değişik bir buğuyla bakıyordu. Améth bu buğunun erkeklerin içine yaydığı tohumu öğreneli çok olmuştu. Genç kızı tavlayan olmanın, hatta belkide başını döndürmenin getireceği arkadaşları arasındaki hazzı ve tabii ki bunun yanında genç kıza akıtacağı şehveti onu yönlendiriyor gibiydi. Bir kızı kendine bağlamak, sıcak vücuduyla onu yakıp kavurduktan sonra bir daha dönmemecesine soğukla buluşturmak amacıyla baktığını belli eden bir buğuydu. Bunun farkında olanlar böyle dürtülerini kendilerine saklamayı düşünecek kadar centilmenlerdi, diğeriyse şeytanın kutsadığı evlatlar olmuşlardı bile. Karşısında oturan genç adam da onlardan biri olmalıydı ki vücudu geriye dönmeyeceğini belirtircesine sabitti. Genç kız aslında karşısında duran bu kararlı vücudun düzgünlüğü karşısında etkilenebilirdi. Gerçekten tanıdığı pekçok erkekten -ki Améth gereğinden fazla tanımıştı.- çok daha iyiydi. Platin rengi kıvırcık saçları kısa kesilmişti, kesimin düzgünlüğünden düzenli olarak kestirdiğini ve görünüşüne önem verdiğini anlayabiliyordunuz. Yazın getirisi olan kirli sakalları kıvrımlı dudak çevresinde hoş bir dolgunluk yaratmıştı. Sakalının tene değince vereceği ufak kaşıntıyı genç kız hisseder gibiydi. Aslında bu tatlı his gerçekten sevgiyle birleştiğinde vücuduna bırakacağı güzelliği istiyordu genç kız. Genede bunu alamayacak kadar uzaklaşmıştı artık erkeklerden. Oysa karşısındaki çocuk çok yakınında gibiydi. Öyleki her karesini dikkatlice inceleye biliyordu. Yüzünün ortasında özenle yerleştirilmiş gibi dikkat çeken burnu sabit bir düzenle nefes alıyordu, ne yavaş ne hızlı tam kararında. Améth bu genç adamın beklenenden fazla düzgün, hatta mükemmel olduğunu görebiliyordu. Genede burada olmasını gerektirecek hiçbir sebep gözüne çarpmamıştı. Dışarıda gezip, gerçekten yakışıklı olan ve durmadan kız tavlayan diğerlerinden hiçbir farkı yoktu. Kısacası genç kızın ilgisini çekecek bir özelliğe sahip değildi. Oysa gitmemekte kararlı genç adam biraz daha öne doğru eğildi. Elini başına doğru götürdü ama saçlarına dokunmadan duraksadı. Ufak kahkahasının ardından garsona çayını burada alacağını belirten bir konuşmayı ortama bıraktı. Améth'se bu konuşmayla hafifçe kıpırdandı. Çocuktan kolay kurtulamayacağını anlamaya başlıyordu ama fazladan ona tanınmış yeteneğini de kullanmak istemiyordu. Çünkü her ne kadar denesede bir kez yeteneğini kullandımı kendi şehvetinide bastırması için birini tavlaması gerekiyordu ve çocuk bunu ona çoktan sunuyor gibiydi. Sunduğu başka şeylerde vardı elbette genç adamın. Seçtiği kelimelerin arkasındaki tatlı gizzi genç kız buram buram hissediyordu. Öylesine kendinden emin duruşu konuşmasının tokluğuna ve kelimelerinin seçimindeki özene bile yansımıştı. Biraz hınzır ses tonundaki tatlı tınıyı genç kız içine çekerken hiç ifadesini bozmadı. Adamın gözlerine yayılmış başarma arzusu kehribar rengini delip geçiyordu. Hatta Améth'in zümrüt yeşili gözlerine ulaştığında yırtıcılığını hala koruyordu. Genç kız ruhuna çektiği kalkanı kıramayacak kadar güçsüz yıtıcılığı özenle inceliyordu. Çocuğun kelimeleri sessizliğe karıştığında bir süre bekledi. İçercekleri geldi ve tek parmağını sıcak bardeğin ağız kısmına değdirerek konuşmaya başladı. "Senin de aralarında bulunduğun her erkeğin fantazilerini süslemek benim için çok doğal. Burada benimle isteğim dışında oturabilecek kadar büyük bir küstahlığı yapabilme cesaretininse, binanın özelliği olduğunu düşünüyorum. Kısacası hala pek bir farkını göremedim."

    Gözlerini çayına bakarak sürdürdüğü bu seçici konuşmasının ardından dudaklarına yayılan hafif bir gülümsemeye izin verdi. Daha demin çocuğun bilerek seçtiği kelimelerin karşısında kendi kelimelerini kullanmak istemişti. Bunu çok güzel başardığını bildiğinden gözlerini hala çocuktan uzak tutuyordu. Çayın turunculuğunda süzülen kırmızımsı çay tanelerini izliyordu. Çocukluğundan beri bu çay taneleriyle oynamayı sevmişti. Şekilleri hep bir şekilde kendisiyle bağdaştırırdı. Kırmızıyla sarının birleşiminden doğabilecek her ton gözlerine yansırdı. Kaşığını çocukça bardağın içinde bir kere sallamasının ardından potakalın çaya kattığı hafif kokuyu içine çekti. Mükemmel denmekten oldukça yoksun bu kokuyu olabildiğince aklında tutmaya çalışıyordu. Bu yüzden büyük bir nefes daha almasının ardından ellerini bardağa doladı. İki eliyle tuttuğu bardağını büyük bir zarafetle dudaklarına götürdü. Dudakları sıcak bardakla buluştuğunda çocuğun arzulu tınısını birkez daha duydu. Tepkisiz kalan vücuduyla birlikte dudaklarının içine doğru süzülen hafif portakalı tadımsadı. Boğazına doğru ilerleyen sıcakla birlikte yeşil gözlerini yukarıya kaldırdı. Bardağı getirdiğinden daha hızlı bir biçimde masaya bırakırken kontrolünü bir saniye olsun kaybetmiyordu. Hareketleri de şimdi konuşması kadar seçici bir özene sahipti. Tek elini boynunda bulunan zümrüt yeşili kolyeye doğru götürdü. Kolyenin işlemeli etrafında parmağını birkaç kez gezdirdi. Daha demin sıcaktan kurtulmuş parmağı demirin soğukluğuyla ferahlarken "Mükemmel olanları sıkıcı bulduğumu hiç düşünmüş müydün? Yeşil çayın gibi..." diye soludu. Hareketi bitmiş dudakları hiçbir ifadeye yer vermeksizin birleşiyken karşısındaki çocuğun gülümsemesine bakıyordu. Aslında onunda mükemmel olduğunu ve bu yüzden genç kıza sıkıcı geldiğini anlaması için, genç kız özel bir tonlama kullanmıştı. Bunun arkasından çocuğun kalkıp gitmesini ve daha fazla uğraşmamasını bekliyor gibiydi. Aksi türlü son kozuna başvurmak zorunda kalacaktı, çünkü zaten düşünceleri yeterince onu yoruyordu. Bir de kendi hazzına düşkün genç adamlarla uğraşamayacaktı. En azından bu gün havasında değildi.
Ulfhedin Faborg
Ulfhedin Faborg
Gryffindor V. Sınıf
Gryffindor V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 76
Kayıt Tarihi : 12/04/12

Sert Kaya Empty Geri: Sert Kaya

Cuma Nis. 20, 2012 1:47 pm

    “Mükemmel olanları sıkıcı bulduğumu hiç düşünmüş müydün? Yeşil çayın gibi…”

    Genç cadının dudaklarından azat edilen kelimler, büyücünün kulaklarına aynı melodik tını ile ulaşmıştı. Yakışıklı yüzüne yakışan -biraz küstahça da olsa- gülümsemesi çehresine daha da fazla yayıldı. Zihninde canlanan günahkar hayallerin yerini, bozuk plak gibi tekrar tekrar genç cadının biraz önce dudaklarından azat ettiği kelimelerin hapsoldu zaman dilimi canlanıyordu. Dudaklarının kendini beğenmişlikle kıvrılması, zümrüt yeşili bakışlarındaki o garip parıldama… Genç cadıyı etrafından soyutlayan özellikler onun mükemmellik mertebesine çıkarıyordu. Belki de arkadaşları haklıydı. Şuanda karşısında duran cadı istemediği sürece onu tavlayamayacaktı. En azından denemesi biraz yol kat ettiğini düşündürdü genç büyücüye. “Hiç yoktan iyidir.” Felsefesi ile hareket etmeyi düşündü.

    Küstahça gülümsemesini çehresinde biraz daha yer etmesini sağlarken, cadının bunu görmesini ister gibi sandalyeye yaslandı. Sırtına değen tahta parçasının rahatsız edici olduğunu düşünse de o şekilde oturmaya kararlıydı. Bardağındaki, bağımlısı olduğu sıvının son demlerini de boğazından midesine boca etti. Kırmızı renginin koyu tonlarına sahip olan dudaklarının çay ile ıslanmasının ardından garip bir renk kazandığını biliyordu. Daha belirgin bir kırmızı. Dikkat çekici türden. Kehribar bakışlarının cadının zümrüt yeşili bakışlarına kilitledi. Sanki gözlerinin arkasından geçecek olan ufak bir parıldamanın, ya da birazdan kalkıp gitme isteğinin olup olmayacağını bilmek ister gibiydi. İşin bu kadar inada binmesi onun ve arkadaşlarını eğlendiriyordu. Karşısındaki kızın taviz vermez tavırları, genç büyücüyü ona daha çok bağlanmasını ve daha ateşli bir tutku ile arzulamasına neden oluyordu. “O halde aynaya bakarken baya sıkılıyorsundur.” Azat ettiği kelimelerin üstünde biraz ciddiyet vardı. Savaşı kaybeden bir mağriplinin ciddiyeti… Savaşı kaybettiğini biliyordu. Ama babasının sözlerinde buluyordu teselliyi. “Kaybetmekte aslında bir zaferdir. Eksikliklerinin nerede olduğunu anlatır sana.” Sözler zihninde cismani bir varlığa dönüşerek, ilahi bir ses tonu ile kulağına fısıldanıyordu. Babasının silik, beyaz dumanlar altında kalmış bedenin, herhangi bir düşünce bulutunun rüzgarı ile dağılıp gitmesinden korkuyordu. Çünkü bu hayatı ondan devralmıştı. Annesi bile tanımıyordu. Gözlerini ilk açtığı anı hatırlasa, belki annesinin ölmekte olan, kül rengine dönüşmüş teninin çehresinde çökmüş bir ifade kazanmış halini hatırlayabilirdi. Ama o sadece babasını hatırlıyordu. Yaşamını ve ölümünü… “Etrafına bak, mükemmellik abidesi olan kişi sensin şuanda. Bütün gözler senin üzerinde. Mükemmelsin ve daha mükemmel olmaya çalışıyorsun.” Konuşurken iki kolu sandalyenin yanında yükselerek garip hareketler eşliğinde arkasına doğru bir kuvvet uyguladı. Sandalyenin ön bacakları havaya doğru kalktı. Sadece birkaç saniye sonra tekrar yere indiklerinde Ulfhedin ayağa kalkmayı tercih etti. Evet bu savaşı kaybetmişti genç büyücü. Her ne yaptıysa, arkadaşlarının dalga konusu olmaktan kurtulamamıştı. Ama karşısındaki cadıya beslediği arzuyu körüklemişti. Zihnindeki günahkar isteklerinin zevkine varmayı diliyordu şuanda. Ama daha bu işin daha sonraya kalması sanki ona daha çok zevk vermiş gibiydi. Kehribar bakışları cadının zümrüt yeşili bakışlarına kilitlenirken masaya doğru eğildi. Cadının bedeninden yayılan parfüm kokusunu derin bir nefes ile ciğerlerine boca etti. Onun sıcak ve portakal kokan nefesi yüz hatlarını yalayıp geçiyordu. Dolgun ve çay ile ıslanmış olan dudaklarının şehvet dolu görüntüsü altında ezilse de uçkuruna hakim olmayı diliyordu. “ Daha mükemmel olma sebebin ise, senden daha mükemmel birisinin olması değil mi?” Sözcükleri üstündeki ciddi ve soğukkanlı ses tonu, sanki bedenine dikilen ruhunun çok ötesinden gelmiş gibiydi. Karakterine uymayan bir bakış, ifadesiz ve ürkütücü bir çehreye sahip olmuştu o anda. Ayağa katlığı için arkadaşlarının masasından yükselen alaylı sözcükleri duymazdan geliyordu. Kendi masasına yönelirken bile bakışlarını karşısındaki cadının tehditvari bakışlarından ayırmadı. Başını kendi masasına çevirdiğinde büyük bir curcuna mekanın mimarisinde büyük bir gürültü bulutunun peydahlanmasına sebep oluyordu. Evet başaramamıştı. Ama o cadıyı daha fazla arzulamasına neden olmuştu. Küçük yaşlarda, süpürgeye binme isteği gibi bir şeydi bu. Çabuk büyümeyi ve süpürgeye binip, rüzgarın uğultusunu ve ilahi bir melodiyi andıran o sesi kulaklarında duyma isteği gibiydi. Şuanda ona ulaşamamıştı. Ama ulaşmak için elinden geleni yapacağına emindi.

Améthyste de Nacria
Améthyste de Nacria
Slytherin V. Sınıf
Slytherin V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 235
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Yaş : 31
Nerden : Fransa
Lakap : Amy

Sert Kaya Empty Geri: Sert Kaya

C.tesi Nis. 21, 2012 10:27 am

    Çay kokularının arasında süren keyifli atışmalar devam etmekteydi. İnsanların gözleri artık merakını gizlemeye bile çalışmadan Ulfhedin'le Améth'in arasında olacaklara dönmüştü. Birkaç kız Améth'in cevap vermezse aptal olduğuna dair yorumlarını bile umursamazsa savurmuşlardı, oysa erkekler Ulf'un bunu başaramayacağını en başından biliyormuşçasına rahat durmaya çalışıyorlardı. Tabii ki hepsinin istediği gneç büyücü yerinde olmaktı. Sonuçta denediği için bile bir şansı vardı karşsıındaki genç adamın. Açıkçası Améth bundan etkilenmişti bile, ama elbette genç adam onu çözmeden bütünüyle onu tavlayamazdı. Bunu yapmak için canlarını bile verenler olmuştu ama genç kız hiçbir zaman bu kadar büyük bir taviz vermemişti. Bakışları arasındaki çekişmeli rekabet iki büyücü arasında devam ediyordu. Genç kız bu gün için fazla bile uğraştığına emindi karşısındaki adamla, ama bir şekilde biraz daha çabalarsa Améth kendinin de ona çekileceğini düşünüyordu. Sıkıcı bir mükemmelliyeti olabilirdi, hatta belki özünde sıkıcıydı. Genede kendini bilecek kadar küstah olması hoşuna gitmişti genç kızın. Yeşil gözlerindeki parlama da bu yüzdendi belkide. Oysa karşısındaki büyücü bu parlamayı hiçbir zaman fark etmeyecekti. Çünkü genç cadı bunu hiç istemiyordu. İşaret parmağını masaya bıraktığı bardağının üzerinde gezdirirken gözleri kırpılmadan bile çok uzak odaklanmıştı karşsındaki kehribar renkli bakışlara. Elinden geldiği sürece uzattığı bakışları arasında çocuğun mümüklerini inceliyordu. Mütemadiyen yenilgisini belli etmekten kaçınan genç adamın gözleri küstahça parlıyordu, dudakları bunu desteklercesine daha fazla kıvrılmıştı şimdi. Tek elini sandelyesinin koluna koyup geriye yaslandığında inatla sırtını tahta zemine bastırıyordu. Genç kadının ondan kurtulamayacağını anlatmak isteyen bedeni üzerindeki ince kumaştan belirgin bir biçimde görülüyordu. Şekilli vücudunu nefes alıp verişiyle hareketleniyordu. Göğsünün her inip kalkışında kasları daha fazla çıkıyordu. Gerçekten kızların dediği kadar yakışıklıydı bu genç adam. Şimdi okul boyunca ona Ulfhedin'den bahseden kızların ne gördüğünü anlayabiliyordu. Oysa Améth dünya üzerinden bu genç adam gibi mükemmel milyonlarca erkek olduğunu bilincinden bir saniye olsun silmiyordu. Belki bunun için eğitildiğinden, belki sildiği tek an genç adama gerçekten bağlanabilecek kadar zayıf olduğundan olabilirdi bu ama iki seçenekte umurunda değildi. Çünkü kulağına çalınan buğulu tınıyla beraber umursayacağı daha önemli şeyler olduğunu fark etti. Genç adam mağlubiyetini ilan edercesine solumuştu bu kelimeleri. Karşısındaki kızın güzelliği okul boyunca dillere destan olabilirdi ama ilk defa biri bunu genç kıza küstahça vurgu yapıyordu. Améth'se bu davranışın anlamını çözmeye çalışırken kaşlarını çatmıştı. Elini bardaktan çekip kucağına bıraktı. Adamın birkaç saniye süren donuk ifadesini izledi. Son birkaç dakikadır pes etmeyen bu genç adam sonunda bütün kozları genç kızın eline bırakarak malubiyetini ilan ediyordu. Hatta bunu dalga geçmenin boyutlarında taşıyor gibiydi ama gördüğü ciddiyet karşısında genç kız bir şey söyleyemiyordu. Buğulu tını bir kez daha hareketlendiğinde iltifatın açıklaması savruluyordu genç adamın dudaklarından. Oysa sonu hiç beklenmeyen bir cümleyle bitmişti. Mükemmel olmak? Améth gerçekten buna çabalıyor muydu? Yoksa yalnızca bir hayalle mi yetiniyordu? İşte o sözcüklerle beraber kafasında canlanan düşüncelere kapılmıştı genç kız. Bu yüzden karşısında hareketlenen çocuğa donuk gözlerle bakıyordu şimdi.

    Hatırlıyordu genç kız, üçüncü sınıftaydı. On beş yaşının sonlarıydı. Okul tatil olduğu için eve dönmek zorunda kalmıştı. Annesinin en kötü dönemlerinden biriydi. Parasız kaldıkları dönemin başlangıcını ve genç kızın veela eğitiminin bitişini simgeliyordu bu durum. Her gece evlerine ziyarete gelen farklı erkekler, kıyafetleri dışında her şeylerini bırakarak terk ediyorlardı evi. Genç kız geceleri annesinin büyüsünü hissediyor, yan odadan gelen seslerle birlikte uykusunu törpülüyordu. Onun için donatılmış pofuduk yatağında bir o yana bir bu yana dönerek geçirdiği uykusuz gecelerden sonra her sabah uyuya kalıyordu. Hava kararmaya yakın uyandığında her şeyin başa sarılacağı bilinciyle yaşıyordu sanki. O gün de aynısı olmuştu. Genç kız güneşin koyu kırmızı olduğu saatlerde uyandığında yan odadan tıkırtılar geliyordu. Bıkkın bir tavırla yatağından doğrulduğunda sarı saçları iki yanına dökülmüştü. Bozulan uyku alışkanlığı yüzünden bitkin görünmesi gerekirken kanında bulunan sihirli öz bunu engelliyordu. Hala mükemmel duran genç kız çıplak ayaklarını tahta zeminin soğukluğuna bastırarak yan odaya geçmişti. Annesi her zamanki gibi büyüleyici güzelliğine ulaşmışken kızına dönerek tatlılıkla gülümsedi ve eve geç kalacağını mırıldanırken odayı terk etti. Genç kız bu gece uyuyabileceği düşüncesiyle mutlu birkaç saat geçirmişti. Gecenin ilerleyen saatlerinde çalan kapıyla yerinden kalkmış, parşomenlerini bir kenara bırakmış ve beklediği sarhoş annesini karşılamak adına kapıyı açmıştı. Karşısına çıkan adamı şimdi dahi hatırlıyordu. Burnuna dolan o içki kokusu bütün bedenini sarmıştı. Sarhoş adamın annesinin adını sayıklarken eve dalışı gözlerinin önüne geldikçe ağlayacak gibi oluyordu. Hızla içeri süzülen adam ağzından dökülen anlamsız laflarla kıza doğru atılmıştı. Bu sırada ayağıyla zar zor ittirmeyi başardığı kapı arkasından kapandığında Améth korkuyla geriye kaçmıştı. Genede genç kızın yakalanan bileği daha fazla uzaklaşmasını engellemişti. İşte o gece her aklına geldiğinde kendini kaybediyordu genç kız. İlk defa veela yeteneği istemsiz aktifleşmişti ve onu geçirmek için hiçbir şey yapamamıştı. Yırtılan pijamasının geride kalan parçaları yere düşerken genç kız iri adamın arasında ilk defa kendini birine sunmuştu. Daha doğrusu o sunamadan alınmıştı. O günden sonra şimdi karşısında çocuğun bahsettiği kadar mükemmel olabilir miydi? Hiç sanmıyordu, bu yüzden boş bakışları karşısındaki sandalyenin yere düşimesiyle yerinden sıçramasına neden olmuştu. Gözlerini genç adama dikerken nerede olduğunu fark etti. Burnuna dolan kötü kokuyu silmek adına bir yudum çayından aldı. Sıcak bardağı yerien bırakırken üzerine doğru eğilen bedene bakışlarını dikti. Ulfhedin'in ağzından çıkan sözcükler Améth'in üzerine yükmüşçesine inerken genç adam hızla kendi masasına ilerledi.

    Améth bir süre sessiz kalmıştı. Ne yapacağını bilemeden genç adamın sesi durmadan kulağında çınlıyordu. Ağlamak istiyordu ama bunu yapamayacak kadar güçlü olduğunun bilincindeydi. Son defa kulağında çınlayan soruyla yerinden sıçradı. Uzandığı bardağında son kalan çayı kafasına dikti. Alev alev yanan gözleri karşı masada arkadaşlarına dönmüş bedene odaklandı. Siniri gittikçe artarken topuklarına basarak ayağa kalktı. Alev saçmak yerine parlamaya başlayan genç kız bu sefer gerçekten etraftaki herkesi kendine çektiğinin bilincindeydi. Süzülerek geçtiği masaların arasından en ufak bir şüpheye yer bırakmayacak kadar parıldıyordu. Erkeklerin ona dönmüş boş bakışlarına aldırmadan Ulfhedin'in yanına ulaştı. Daha demin küstahça olan kehribar gençlı gözler şimdi büyülenmişti. Bakışları genç kızın üzerine odkalandığında masasında oturan bütün erkekler ona dönmüştü. Genç kadın uçuşan sarı saçlarıyla adama baktığında gözlerinin yeşili bile kırmızıya dönmüş olabilirdi. Hırsla tuttuğu kaslı omzu eliyle sıkıştırdı. Genç adam ona tepki veremezken kırmızı dudakları "Ben mükemmel değilim. Tahmin etmeye çalıştığın mükemmel kişiyse benden de daha kötü. Genede senin bilinçsiz beyninle oynayabilecek kadar yetenekliyim. Oysa sen bunu bile fark edemeyecek kadar aptalsın." diye hareketlenmişti. Sözcüklerinin bir melodi gibi çıktığını fark eden genç kız birazdan yerlere düşen sandalyelerde erkeklerin ona doğru hareket ettiğini fark etti. Arkasında duran erkeklere doğru ufak bir kahkaha atmasının ardından Ulfhedin'in tam karşısında oturan çocuğu yakaladı. Kumral çocuk masadaki en az mükemmel olan kişiydi belkide. Siyah dağınık saçları, sıradan yeşil gözleriyle asla dikkat çekmeyecek bir tipti. Genede genç cadı çocuğa dopğru eğildi. Kırmızı dudaklarını çocuğun soğuk pembeliğine bastırdığında elinin altında olan bedenin titrediği hissetti. Gerisin geri çocuğu sandalyesine doğru bırakırken "Hepiniz aynısınız." diye soludu. Gerisin geri bakışlarını Ulfhedin'e çevirdiğinde boş bakan kehribar rengi gözlere odaklandı. Çocuğun onu içten içe anladığından emin yaklaştı. Aralarında bir santimlik bir mesafe bıraktığında soluğunu çocuğun dudaklarına bırakarak "Sen de buradaki herkes kadar sıkıcısın." diye soludu. Karşısındaki çocuk dediklerini umursamadan boş bakışlarıyla ona doğru eğilirken hızla geri çekildi. Topukları üzerinde döndü, vücuduna ve saçlarına yayılan parlaklık sönmeye başladı. Etrafındaki erkekler tatlı bir büyüden uyanıyormuş gibi başlarını sallarken masaların arasından hiç teklemeden geçti ve çayhanenin kapısını hızla savurarka dışarı çıktı. Ulfhedin'e bırkatığı tek şeyse ona ısmarlaması gereken portakallı bitki çayının borcuydu.
Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz