leviathan rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
avatar
Damian McGlazy
Gryffindor IV. Sınıf
Gryffindor IV. Sınıf
Mesaj Sayısı : 136
Kayıt Tarihi : 11/04/12
Yaş : 31
Nerden : İstanbul

Somewhere Over The Rainbow Empty Somewhere Over The Rainbow

Ptsi Nis. 16, 2012 10:09 pm
RPout: Bu RP'ye katılmak isteyenler buraya devam ettirebilirler. En fazla iki kişi katılabilir. Teşekkürler.
*Okul açılıp açılmadığı konusunda kararsız kaldım. Bir yazı bulamadım. O yüzden göndereyim dedim. umarım sorun olmaz.
O an üzerinde bulunanlar & Dış görünüşü:
    “Ben ve hayata adapte olmaya çalışan bedenim. Çelişkiler içinde gidip gelen beynim. Ben oyum. Anne, bir adam öldürdüm. Kocaman, korkmadan. Bir ağaçta, kurumuş bir ağaçta asılı hayallerim ve hepsi birer intihar sebebim. Gitmeliyim.”

    Boş ve sararmış bir parşömen kâğıdına işledi bu kelimeleri Damian, ince uçlu tüy kalemi ile. Yazmayı seviyordu. Sonsuz olasılıkları barındıran boş bir sayfaya yepyeni hayatlar inşa edebilirdi. Yepyeni dünyalar yaratabilirdi. Gitmek istediği yerlere gidebilirdi. Olmasını istediği bir mekânı resmedebilirdi. Bir ressam için renkler ne ise, bir müzisyen için notalar ne ise Damian için kelimeler ve harfler de oydu. Her ne kadar dışarıdan umursamaz ve hayatını düzensiz ve amaçsız bir şekilde yaşayan birisi gibi görünse de, içinde büyük bir boşluğa sahip birisiydi. Büyük ve karanlık bir boşluk, her gün onu biraz daha içine çeken… O boşluğu okuyarak doldurmayı düşünüyordu. Yeni şeyler öğrenerek. Bilgi değil miydi bu dünyada önemli olan zaten? Hiçbir zaman anlamamıştı. Büyük ihtimal anlayamayacaktı. Güneş bulutların arasından bakıyordu yeryüzüne. Toprağı yalayan bir tavırla bırakıyordu ışınlarını. Sanki bir daha gelmeyecekmişçesine ısıtıyordu, bir daha doğmayacakmışçasına ışıtıyordu. Yeşilin tüm tonlarını barındıran ağaçlar hafif esen rüzgâr ile yapraklarını birbirine çarptırıyor ve doğa ananın melodisini oluşturuyorlardı. Karşısında bulunan gölün mavi-yeşil rengi dalgalarla boyanıyordu. “Soğuk” diye mırıldandı kendi kendine. Rüzgâr şiddetini arttırdıkça ara ara, garip bir titreme geliyordu ona. Ellerini yumruk yapıp cübbesinin kollarının içine sokuyordu. Kafasını omuzlarının arasına indiriyordu. Bu halde oturmayı seviyordu. Bir süre daha seyretti karşısındaki manzarayı. Tanrıya inansa, ona bunları yaratığı için minnet duyabilirdi. Ancak ona inanmayalı yıllar oluyordu. Ona gire Tanrı yetişkinlerin Noel Babasıydı. Eşit yaratmadığı insanlar için onları yargılayan bir Tanrı’dan bahsetmek ona göre imkânsızdı. Ellerini cübbesinin kollarından tekrar çıkardı. Kolunun altına koyduğu defterini çıkardı ve içine bir şeyler daha karalamaya başladı:

    “Oysa gölgeleri pek sevmem, izleniyormuşum hissine kapılmama neden oluyorlar hep. Bir de hep gizliden gizliye hareket ettiklerini düşünüyorum. Biliyorum bende sorun. Ancak renkli olsalardı keşke, bir şansım olabilirdi belki. Neden olmayacak şeylerle dolu ki hayat. Bir metni okurken beynim, görmek istediğini görüyor artık. Söylemek istediklerimi saklama çabası içinde ne dediğimin farkına bile varamaz oldum. Tamam, kabul ediyorum, şu sıralar fazla pesimist davranır oldum, belki de manik depresif yada belki ne anlama geldiğini bilmediğim ama okunuşunun hoş olduğu ruhsal rahatsızlıkların birisi ancak emin olduğum bir şey var ki; farklı bakıyorum. Bundan rahatsız değilim ancak herkesin aşağı doğru indiği bir yürüyen merdivende yukarı doğru tırmanıyorum. Oysa ters yönden gitmek daima en sevdiğim şey. Bana, sana ters gitseler bile, bu biraz zamanını alsa bile gideceğin yere varıyorsun, mesajını veriyordu. Ancak diğerlerinin deli olduğumu düşündüğünün farkındayım. Sanırım bazen biraz deli olmalı insan. Kısacası hayat bazen; doğmayacak bir güneşi beklemek gibi. Susturmaya çalıştığım bir bebek, uzanıp tutmaya çalıştığım bir gök kuşağı, yakalamaya çalıştığım her yağmur damlası. Son dakikada kaçırdığım otobüs. Yatağa yattığımda söndürmeyi unuttuğum ışık gibi. Güzel bir rüya gibi… Ancak zorla da olsa kendimi güldürmesini biliyorum.”

    Başını defterden kaldırdı. Biraz önce yazdığı birkaç satırlık cümlelerin bulunduğu parşömeni de katladı ve defterin arasına sıkıştırdı. Muggle eşyalarını seviyordu. Muggle şehrinde yaşamak ve onların hareketlerini gözlemlemeyi seviyordu. Özellikle muggle şehrinde metroya binmek en sevdiği şeyler arasındaydı. İnsanlar sana bakmıyordu metroda ve sen onları istediğin kadar inceleyebiliyordun. Muazzam!

    Damian’ın aklı son günlerde çok farklı konularda dolanıyordu. Okul açıldığından bu yana, birkaç defa Hogsmeade kasabasına gidip oradaki mezarlığa girmişti. Neden gittiğini bilmiyordu ancak her seferinde kendini orada buluyordu. Bunun için okuldan ceza alabilirdi. İzinsiz gidiyordu, ancak gizli birçok geçidin olması okuldan Hogsmeade’e gidişini kolaylaştırıyordu. Bir ses duyuyordu, kadın sesi mi erkek sesi mi ayırt edemediği. Derinden gelen bir ses… Ona, onunla alakalı bazı gerçeklerin o mezarlıkta olduğunu söylüyordu. Ona yardım edeceğini ve karışığında bir şey isteyeceğini söylüyordu. Damian ne zaman gitse Hogsmeade Mezarlığına, orada bazı nesneler buluyordu. Sanki onları almak için gitmişçesine emin bir tavırla o nesneleri alıp tekrar okula dönüyordu. Bu zaman kadar; bir tarak, içi boş iki parşömen kâğıdı, kurumuş, uzun ağaçların bulunduğu eski bir fotoğraf karesi ve bir tüy bulmuştu, mavi ve beyaz renklerden oluşan. Bunlarla ne yapacağını ve neden ona verildiğini bilmiyordu. Yatakhanede çekmecede saklıyordu. Bu zamana kadar hiçbir kimseye anlatmamıştı bu başından geçenleri. Anlatmayı da düşünmüyordu bir süre. Diğer insanların onu anlayacağını düşünmüyordu. Hem ne yapabilirlerdi ki? Yada gidip onlara ne diyecekti: “Merhaba, ben Damian, geceleri mezarlığa gidip garip nesneler toplayıp gelen bir deliyim.” mi diyecekti? Zaten davranışları bakımından gayet farklı biz gözle bakılıyordu okulda. Asi, kurallara uymayan, ukala, kendini beğenmiş ve bilgisi fazla. Defterini çıkardı tekrar, ardından yine karalamaya başladı bir şeyler:

    “Daha fazla yalnız hissetmeye başladım artık, daha fazla dışlanmış ve kendi içine hapsedilmiş. Kırmızı çiçeklerin bulunduğu bir bahçede açan tek sarı çiçek benim sanki. Rüzgâr yanlış yere sürükledi beni aslında. Artık “Nasılsın?” diye sorduklarında cevap veremez oldum. Konuşmaz oldum, aslında sustuğum zaman çoğu şeyi anlattığımı düşünüyordum ama onun da işe yaramadığını anladım. En azından yalan söylemiyorum. Sokakta kulağımda kulaklık ve arkada çalan cough syrup şarkısı ile insanları izlediğim zaman, hayatlarının boşa geçtiğini görüyorum ve acıyorum. Aslında en kötüsü ne biliyor musunuz; kendimi de çoğu zaman öyle buluyorum. Ne yaptığımı bilmiyorum. “Life’s too short to even care at all” diyor şarkıda. Ben önemsiyorum. Sevdiğim kıza, metroda karşılaştığım adama, uçakta tanıştığım kadına, doğum gününe çağırmayan çocuğa, benimle dalga geçen birkaç insana, birçok kişiye birçok şey söylemek istiyorum. Sonra ne söyleyeceksin ki? İnsanlar anlamaz! Diyorum kendime. Bazen sınırı biraz aşıyorum. Sanırım daha fazla farkına varıyorum kim olduğumun ve neler yapabileceğimin. Biraz fazla karşı atak içerisinde oluyorum son günlerde. Yakın arkadaşım olan insanları üzdüğümü fark ediyorum. İstemiyorum ve bu yüzden konuşmuyorum pek. Zor nefes alıyorum. Gerçekten zor. Suyun altında gibi, çıkmak istiyorum, çıkmak istiyorum, maviden çıkmak istiyorum, out of the blue - mutsuzluktan çıkmak… Yazmak, sadece yazmak istiyorum. Konuşmak istemiyorum çünkü insanlar anlamıyorlar seni. Bu yazdığım tarzda konuşmaya başladığımda yüzlerinin aldığı ifadeyi görüyorum ve “Sus Damian, sus. Anlamayacaklar ki.” diyorum. “Anlamadılar zaten hiç” Sonra susuyorum. Hani Orenthia’nın sarmaşıklarından bahsetmiştim ya bir ara: ”… Orenthia’nın sarmaşıkları yemyeşildi, huzur veriyordu bana. Elma gibi. Sevilesi. İki gün sonra sarıya dönmüştü hepsi. Anlaşmışlardı sanki birbirleri ile ve aynı anda sarıya dönmüşlerdi. İki gün sonra turuncu... Portakal turuncusu. Portakal rengini sevdiğimi mi duymuşlardı yoksa? Belki de turuncu olmayı seviyorlardı. Ardından kırmızı. Aşk gibi kırmızı; ancak hepsi değil. Bazıları. İnsanlar gibi. Sadece bazıları kırmızı oluyor ve gerçek aşkı anlıyor. Diğerleri ise; öteki renklerde aşkı anladıklarını sanıyor. Gerçek aşkı bulana kadar diğer renklerle yaşıyor…” işte o sarmaşıklar bile ilgimi çekmez oldu artık. Hangi renkteler bilmiyorum. Tek bildiğim bir ağaç var, dalları canlı dursa da içi kurumuş, solmuş, unutulmuş. Eğer bulabilseydim bir çıkış yolu bu zor durumdan, kaçardım oradan.”

    Defteri tekrar kapattı. Aklında sorular, elinde geçmişini ve düşüncelerini döktüğü bir defter ve yemyeşil çimenlerin üzerinde muhteşem manzarayı izliyordu.
Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz