leviathan rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
Alicja Arnovez
Alicja Arnovez
Hufflepuff IV. Sınıf
Hufflepuff IV. Sınıf
Mesaj Sayısı : 233
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Nerden : paradise.
Lakap : ja.

Günbatımı Kahvesi. Empty Günbatımı Kahvesi.

Çarş. Nis. 18, 2012 7:17 pm
Günbatımı Kahvesi. Tumblr_m0g0pi0hsV1qcqfmno2_250 x Günbatımı Kahvesi. Tumblr_m2o6rky4T51qee9xeo3_250

    Devasa büyüklükteki ağaç dalları arasından sızan güneş ışığı huzmelerine teslim etti, beyaz tenini. Göz bebeklerinde gezinen sarı parıltılar, yanaklarına lütfedilen bir nebze sıcaklıkla birlikte, boynundan omuzlarına süzülürken, mavi topukların kıvrımlı patika üzerine yaydığı hışırtılı melodiye odaklandı. Her adımda vuku bulan sesiz ritimlere akan düşüncelerini sabit tutma çabası boşaydı, bilirdi. Bilmek bilmemekten iyiydi, bunu da bilirdi. Hiçbir şey bilmemek isterdi, genç kız. Sonbaharda yıkanan solgun yapraklar kadar acizdi. Nefret ederdi. En ufak darbede un ufak edilebilme olasılığı hep vardı. Zayıflığı midesini bulandırdı. Hızlanan adımlarına eş yönde hareketlenen düşüncelerini, zararsız vızıltılara indirgeme çabasına buruk bir gülümseme eşlik etti. Zihninin buğulu camlar ardına gizlenen bir fotoğraf karesini, ilk günkü netliğiyle su yüzüne çıkarma girişimi sinir sistemini tetikleyen tek şey değildi. Kelimeler. Baş etmesi en zor iplik mamulleri. Tek tırnak darbesi görecekken gereğinden fazlasını, parçalanmaya hazır beyazlıkları içinden çıkılmaz labirentlere dönüştürme yeteneği baş gösterirdi. Dingin ruhunun derinliklerinden çıkagelip, pembe dudak kıvrımlarıyla buluşan zararsız bir lanet karışırken boşluğa, göz bebekleri ışıltılı tabelada gezindi. Hisler değişmezdi. Bedenini terk eden umutsuzluğun ardından ciğerlerine çektiği hatıra kokusu gözlerinin parıldamasına neden oldu. Umursamaz edanın millerce öteden alınan tadı sarmaladı, beyaz bedeni. Mükemmeliyetin hüküm sürdüğü, şehir ışığı altında hayret verici bir edaya bürünen mimarinin gölgesi altına sığındı.

    Hafif esen rüzgarın tenine bıraktığı narin dokunuşları hissedebiliyordu. Sonbahardan nefret etmesine rağmen, kendini güvende hissettiren tek mevsim olması kafasını karıştırırdı. Bu hep böyleydi. En büyük tezatlıkları, en büyük güvenceleri olurdu. Kaybetmekten korkarken, elleriyle uçurumdan boşluğa bıraktığı vanilya kokulu düşleri sızdı zihnine, tıkamayı unuttuğu ince bir çatlaktan. Vazgeçmenin adı kazanmak olurdu bazen, ve Alicja bu silsilede zarar gören ilk insan değildi, bilirdi. Sorgulamaktan uzun süre önce vazgeçmişti. Adımlar atılırdı, nefes alma zorunluluğundan dolayı nefes alınırdı. Hiçbir yere sığmayacak kadar dolmuş beden öylece bakınırdı, etrafına. İnsanlar geçerdi, şarkılar söylenirdi, palavralara gülünürdü. Kısık seste yalanlar fısıldanırdı kulaktan kulağa. Cevapları belli yine de sorulması gerektiğinden sorulan sorular sorulurdu. Her gün bir ruh ölürdü, katilsiz cinayetler olarak kalırdı suçlar, failleri bilinmezdi. Her şey başladığı gibi, anlamsız halde sürüp giderdi. Işık sönerdi ve ne kalmadıysa geriye sadece o kalırdı. Hiç. İçine sadece kendinin sığabileceği kadar büyük bir boşluk. Gerek yoktu. Zihnini yormaktan vazgeçtiği çıkmazda boğulmak, istekleri arasına girmeye aday değildi. Sustu. Dinledi meltemin ağaç dalları arasında vuku bulan şehvet dansını. Ve tereddütle araladı, el yapımı, meşe kapıyı.

    Ufak bir gıcırtı eşliğinde, içeri sıkışıp kalan sıcak hava moleküllerinin soğuk teninde bıraktığı ürpertiyi hissetti. Garip bir şekilde iyi hissettirmişti. Bu tuhaftı. Petre yanında olmadığı zamanlarda, iki kelime eşliğinde, bedeninde var olan tüm enerjinin yavaş yavaş çekildiğini hissederdi. Geriye kalan şey, iç açıcılıktan çok bembeyaz bir ruh olurdu ki bu, hayatın buhran tekdüzeliğinin tek kaçış noktasıydı. Düşünmeyi durdurmayı deneyerek boş bir masa aramaya koyuldu. Gözlerden uzak, el yapımı maviliği süsleyen pembe ve sarı çiçeklerin içinde kelebekler uçuşturduğu bir masaya yerleştirdi bedenini. Sarışın, kısa bacaklarını sürükleyerek, zar zor, elindeki tepsi ile masasına ilerleyen garsona yöneldi bakışları, usulca. Pantolonunun belinden sarkan sarı havlu bezi çekti dikkatini. Sarı, mavi ve pembe. Harmanın yaydığı akustiğe bayılırdı. Ahenk. Ön plandaydı, seçimlerinde. Beyaz parmakların masasına bıraktığı fincana uzandı. Yüzünü kaplayan gülümseme, her zamanki pembeliğinden çok ötede, hafif bir gri tonunu yansıtmaktaydı. Umursamamaya çalıştı. Hayatta oksijenden daha önemli bir şey olamazdı değil mi? İşittiği kelimeler karşısında hafifçe kıkırdadı; "Ah, evet. O herifin tek damla göz yaşını dahi hak etmeyeceğinin farkındasın değil mi? Yoksa değil misin? Emin ol Alicja, sana, onun sana verdiklerinden daha fazlasını verebilirim. Biliyorsun, tek kelime... Bir tane... Tek..." Narin parmaklarıyla gülümsemesini bastırma çabaları sonuç vermedi. Kesik bir nefesin ardından araladığında pembe dudaklarını, kelimelerin güttüğü yegane amaç, kalp kırmamaktı; "Jeremy! Çok naziksin. Gerçekten. Aı. Sadece... Kahve için teşekkür ederim."
Ulfhedin Faborg
Ulfhedin Faborg
Gryffindor V. Sınıf
Gryffindor V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 76
Kayıt Tarihi : 12/04/12

Günbatımı Kahvesi. Empty Geri: Günbatımı Kahvesi.

Cuma Nis. 20, 2012 2:21 pm
    Güneşin dünyevi sancılarının, ağaçlar arasından sızarak ilerleyen ve kum sarısı rengindeki saçlarına garip bir parlaklık katan ışınların ılıklığını hissediyordu teninde. Çehresindeki, vurdumduymaz ifadesi, onu etrafındakilere hatırlatıyordu. Zihinlerinde kalan o vurdumduymaz ifade ile etrafta dolaşan genç büyücüyü tekrar tekrar hatırlamalarını sağlıyordu. Üstünde “v” yaka beyaz bir tişört vardı. Boynunda babasından kalma, süpürgeyi pençeleri ile kavramış bir Kafkas kartalının bulunduğu kolyesi vardı. Gümüşi parlaklığı ile etrafı selamlıyordu. Gün ışığının soluk ışıkları onun üstünde dans ediyordu adeta. Sağ bileğinde, düşecekmiş gibi duran bilekliği vardı. Üstünde kendi baş harflerinin bronz kakmalı bir şekilde oluşturulmuş kabartması bulunuyordu. Gri pantolonun arka paçasına takılan ve bu yüzden sürekli küfrettiği siyah ayakkabıları ile arşınlıyordu meydanı. Kehribar bakışlarının parıltısını daha da derinleştiren, ufuk çizgisi üzerinde yeryüzüne veda etmekte olan güneşin cılız ışınlarından başkası değildi. Turuncu renginin en açık halini alan gözleri, yakışıklı çehresini daha çekici kılmıştı. Dudaklarının kurumasını dili aracılığı ile engellediği için, kırmızı renk cılız gün ışığında ruj sürmüş gibi bir izlenimi bırakıyordu. Bu düşünce zihnin içinde canlandığında, bu konuda kendisi ile dalga geçen babasını hatırladı. Babasının o yuvarlak çehresini, siyah kaşları altındaki lapis lazuli mavisi gözlerinin parıltısını, yüzünden hiç eksilmeyen tebessümünü, sol tarafa doğru düşen ince telli siyah ve yer yer ağarmış saçlarını… Çehresinde tıpkı babasının yüzünden eksilmeyen bir tebessüm belirmişti.
    “Hey Ulf nasılsın evlat?”
    “İyiyim Bay Jackson Siz nasılsınız?”
    “Nasıl olabiliriz. Lanet olası bu düzen yüzünden hep zarardayız hep. Ben diyorum beni Sihir Bakanı yapın diye dinlemiyorlar ki. Bana delisin diyorlar. Potter zamanında Kingsley’i bakanlıkta ben kurtardım…”
    Çatallanmış ses tonu ile, biraz önce önünde durduğu genç büyücüyü soyutlamış bir şekilde, yanından geçip gitmişti yaşlı beden. Üstünde paçavrayı anımsatan bir kıyafet vardı. Onun üstünde ise, yer yer yamalanmış eskiden siyah olduğunu tahmin ettiği ama şimdi toz ve kirden çok farklı bir renk alan cübbesi vardı. Uzun kirli saçları sakalına karışmıştı. Yer yer siyahlıkların olduğu ak saçlarının çevrelediği, derin çizgilerin süslediği bir çehresi vardı. Kaba bir biçimde duran kaşları dağılmış bir vaziyetteydi. Kahverengi gözleri, eskiden ciddi olan ama şimdi alay konusu olan bir ciddiyetlikle kutsanmıştı. Kurumuş dudakları yer yer çatlamışken, çarpık parmaklı ellerini havada tehditkar bir şekilde sallayarak kendi çapında ateşli bir konuşmaya girmişti Bay Jackson. Potter döneminden olduğunu biliyordu. Hatta ismi lazım değil diye adlandırılan karanlık lorda karşı durduğunu da. Bunları bilmese şimdiki halini gördüğünde, efsanelerde yaşadığını düşünürdü genç büyücü. Kehribar bakışları, kendi kendine konuşan yaşlı bedenin sırtındaydı. Onun gidişini hafif bir tebessüm ile seyrettikten sonra, Madam Puddifoot’a adımlamaya başladı. Kapıyı araladığında, o tanıdık çiçek ve çay kokusunun harmanlanmış hali, çehresine büyük bir hızla hücum etti. İçerisi kalabalık sıfatının biraz daha alt mertebelerinde kalıyordu. Mimariyi dolaşan kokunun arasında, bedenlerden yayılan gürültü kulaklarına çarpmıştı. Kehribar bakışlarının parlaklığını daha derinleştiren güneş ışığının cılız ışınları kaybolmuştu. Çehresinde hissettiği tatlı sıcaklık ortamdaki çey buharlarından kaynaklanan bir durumdu.

    İki kişilik masalara doğru yöneldiğinde, Jeremy adlı garsonu görmüştü. Arkadaşları ile dalga geçtiği ama ona dostça bir bağ ile bağlı olduğu bedenin servis yaptığı masaya takıldı gözleri. Narin parmakları ile gülümsemesini bastırmaya çalışan genç cadının tanıdık çehresi onun dudaklarında vuku bulan bir tebessüme neden olmuştu. O masaya doğru yaklaştığında, garsonun omzuna koydu ellerini. “Jeremy hanımefendiyi rahat bırak, ayrıca bana da bir yeşil çay getir lütfen.” Omzunun üstüne konan ellerin baskısı karşısında, omzunun üstünden ona bakan çehre homurdanarak uzaklaşmaya başladığında kendini sandalyeye öylece bırakıverdi. Karşısında ona şaşkın gözlerle bakan çehrenin saflığı karşısında etkilenip gülümsedi. Kestane rengindeki bukleleri kusursuz çehresini adeta kutsarcasına bir pozisyon almıştı. Omuzlarına dökülen saç telleri, ilahi bir güç ile sanki orada tutuluyormuş gibiydi. “Alicja Arnovez dimi? Şu gıcık Petre’nin saf güzelliği dillere destan sevgilisi… Ben Ulfhedin… Ulfhedin Faborg. İnan bana Jeremy’e bir daha gülümseme, ona bir şans verdiğini zanneder ve sana sarkıntılığı bir üst mertebeye taşır.” Azat ettiği kelimelerini yakışıklı yüzüne yakışan bir gülümseme ile kutsadıktan sonra, kehribar bakışlarını cadının kusursuz teni ile kaplı çehresine kilitledi.

Alicja Arnovez
Alicja Arnovez
Hufflepuff IV. Sınıf
Hufflepuff IV. Sınıf
Mesaj Sayısı : 233
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Nerden : paradise.
Lakap : ja.

Günbatımı Kahvesi. Empty Geri: Günbatımı Kahvesi.

Cuma Nis. 20, 2012 3:30 pm
    Gri ile kutsanmış bir şehir. Ürkütmeye fazlasıyla yetmişti bu kelimeler. Yenemeyeceği zorluk olmadığını düşünürdü, bazı zamanlar. Sonra çıkarırdı tuvalini, dikerdi parlak gün mavisi göz bebeklerini beyazlığa, saflığın temsilcisi olduğu ruhuna bulaşan bir miktar griyi sezerdi. Omzuna hunharca yüklenen sorumluluk çuvalları, bedeninin yalpalamasına olağan sağlayan tek etken miydi, kararsızdı. Çoğu zaman umursamazdı. Denerdi, o grilikten kurtulmayı. Başardığını düşündüğü zamanlar, yalnız olmadığı zamanlardı. Yalnızlığı bu denli isterken, bu sıfat ile kutsandığında kaçabildiği kadar uzağa kaçması ironik tadardı. Griden ziyade, düşünceleriydi içinde boğulduğu. Kendinden bir haber, saf bir genç kız. Sürekli pembeyi görmesi tembihlenmiş küçük bir beyinden, sorgulamasını beklemek anlamsız olurdu, bilirdi. Anlamsızlık silsilesinde batmak üzere olan bir insanın anlaması gereken ne vardı? Düşünmeyi bırakmasının söylenmesi kadar mantıksız tınıyordu kelimeler kulaklarında. İrdeledikçe anlamsızlık denizini, kaybolacaktı sorgulama amacı güden her cevapta. Bu yüzden, ucunu açık bırakırdı kelimelerin. İnsanlara dayatmak istedikleri yoktu. Kelimelerinin, onların renk cümbüşü düşünce süzgeçlerinden geçtiklerinde ne hale geldiklerini zevkle izlerdi. İnsanları tanımanın başka yollarının da var olup olmadığı konusuna hiç kafa yormamıştı halbuki. Öğretilmemişti ki. Petre. En sevdiğiydi, tanınanlar arasında. Her kelimesini gülümseyerek katardı ruhuna. Yüzüne çarpan en buyruksal melodilerden dahi pembe bir koku almayı başarırdı. İlginçti. Kaybetmek isterken, kaybetmekten korktuğu yegane varlığı...

    Biçimli dudaklardan masasına lütfedilen iki çift kelimenin tınısı bölerken düşüncelerini, yüz ifadesini toparlamaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Mavi göz bebeklerini çevreleyen sarı kirpikler esir aldı düşüncelerini. Pencereden sızan ay ışığı huzmeleri öyle güzel oynaşıyordu ki sarı parıltılarda... Geniş çenesinin gerilerek, yanaklarında iki dar çukur oluşturmasını gözlerini devirerek izledi. Gülümsemesine eşlik eden kelimeler çınladı kulaklarında bir süre. Anlam veremedi, birçok şey gibi, bunlara da. Ulfhedin... Onu daha önce gördüğüne emin değildi; ama ismini kesinlikle işitmişti. Belki de Petre bahsetmişti, hatırlamıyordu. Gözlerini, gencin çukurlarından kahvesine kaydırdı. Parmaklarında mevcut olan ısının giderek azaldığını hissedebiliyordu. Bu yüzden fincanı sıkıca kavradı ve gözlerini fincanından boşluğa yükselen yoğun buhardan ayırmadan mırıldandı; "Teşekkür ederim. Bunu aklımda tutmaya çalışırım." Ne kadar düşündüğünü bilmiyordu, hatta düşünüp düşünmediğini dahi bilmiyordu; ama gözlerini fincanından ayırıp gencin maviliklerine odakladı. Denizin köpürdüğünü hissedebiliyordu ve bunun iyi olmadığının da farkındaydı. Alnına düşen bir tutam saçı tedirginlikle kulağının arkasına sıkıştırırken, dudaklarında asılı kalan kelimeleri boşluğa bıraktı; "Ulfhedin... İsmini bir yerlerde işittiğime eminken, ne yazık ki seni görmüş olabileceğim düşüncesi düştüğünde zihnime, bu denli kesin konuşamıyorum. Bu ilginç."
Ulfhedin Faborg
Ulfhedin Faborg
Gryffindor V. Sınıf
Gryffindor V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 76
Kayıt Tarihi : 12/04/12

Günbatımı Kahvesi. Empty Geri: Günbatımı Kahvesi.

Paz Nis. 22, 2012 9:13 am
    Cadının biçimli dudaklarından dökülen sözcükler, ilahi melodik bir ses tonunu taşıyordu. Kahverengi buklelerinin çevrelediği kusursuz çehresi, bedeninde yaşanan tüm duyguların dışarıya ifşa olmasına sebep olacak gibiydi. Bakışların insan üzerinde yarattığı o garip duygunun tesiri altındaydı. Petre gerçekten işini biliyor diye düşündü. Saf güzelliğinin yanı sıra insanı kendine çeken bir mistik güç kullanıyordu sanki. Babası da ona annesinden böyle bahsederdi. O mistik gücün tanımını gerçek aşk diye sıfatlandırmıştı. Şimdi büyücü için sadece anlık bir arzulama duygusundan başka bir şey değildi. Anlık zevklerin tesirini seviyordu genç büyücü. O tesirin damarlarına zerk eden kanın içine pompalanışının verdiği o haz duygusu, tenine kafeslenmiş ruhunun ilahi bir bağımlısı gibiydi. Günahkâr tutkular ve istekler içinde yıkıyordu ruhunu. Aşk duygusundan mı korkuyordu? Belki evet belki hayır. Düşüncelerinden sıyrılmasına sebep olan önüne sert bir şekilde konulan fincanın gürültüsüydü. Kehribar bakışları fincanı getiren bedene kilitlendiğinde tanıdık bir çehre selamladı onu. Biraz önce tehditkâr homurtularla siparişleri getirmeye giden Jeremy’di. Çehresine küstahça bir gülümseme peydahlandığında, onun tehditkâr bir şekilde, cadıya bakarak homurdandığını duydu. “İsmini tabi duymuşsundur. Hogwarts’ın gelmiş geçmiş en iyi kadın avcısıdır o.” Sözcüklerinin çarpık dudaklarından tehditkâr bir şekilde doğmasının ardından onun çehresi kehribar bakışları ile buluşmuştu. “İltifatın için teşekkür ederim Jeremy.” Küstah gülümsemesini çehresine biraz daha yerleştirdiğinde, bedenin ona sessiz birkaç küfrü savurmasını izledi. Hemen ardından ayaklarını sürüye sürüye masadan ayrılışını izledi kehribar bakışları.

    Evet bir kadın avcısıydı. Günahkâr isteklerine cevap verebilecek olan her kadının avcısıydı. Gördüğü her güzel kadını tavlama gibi bir bağımlılığı vardı. Elde etmenin vereceği o zevkin doruklarına ulaşma isteği… Kehribar bakışları cadının bakışlarında buluştuğunda, yine aynı mistik güce kapılmıştı. Genç cadı garsonun söylediklerinden biraz ürkmüş gibiydi. Yakışıklı yüzüne yakışan ve karşı konulmaz o gülüşü peydahladı çehresinde. Masasında duran sıcak yeşil çayın bulunduğu fincandan çıkan grimsi buhar, havada belli belirsiz şekiller çizerek kayboluyordu. Buharın içinden büyücünün ciğerlerine yeşil çayın o alışmış olduğu rahatlatıcı kokuyu boca etmesine yardımcı oluyordu. Mimarinin içindeki kokuların arasına karışan tüm kokuların harmanlanmış ve tatlı bir aromaya sahip oluşunu ciğerlerine anlatıyordu sanki. Kehribar bakışlarını doğruca onun bakışlarına kilitlediğinde, dudaklarını sıcak sıvıya değdirdi. Boğazından boca ettiği sıvının sıcaklığı genzine yayılırken, kokusunda duyduğu rahatlık hissini iliklerine kadar hissetmişti şimdi. “Dediğim gibi ona çok yüz vermişsin. Jeremy’e yüz vermek yaramaz bir leprikonun yaptıklarını görmezden gelmek gibi bir şeydir.” Sözcüklerin üstünde ses tonunu ahenkli bir hale getiren buğulu bir şey vardı sanki. Kehribar bakışlarını bir anlığına bile çekmediği bakışların kendisinden kaçtığını sezdiğinde, gülümsemesi tekrar peydahlanmıştı çehresinde. “Ayrıca evet biraz çapkınımdır hani. Doğruya doğru. Şuanda bile seni tavlamaya çalıştığım ise aşikar.”

Alicja Arnovez
Alicja Arnovez
Hufflepuff IV. Sınıf
Hufflepuff IV. Sınıf
Mesaj Sayısı : 233
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Nerden : paradise.
Lakap : ja.

Günbatımı Kahvesi. Empty Geri: Günbatımı Kahvesi.

Paz Nis. 22, 2012 10:58 am
    Mavinin hüküm sürdüğü her hayalde, bir gerçeklik payının olması gerektiği fikri hüküm sürerdi çocukluk anılarında. Dar zamanlarında avuçlarını açtığı semanın melodisi, alevlerle yoğrularak körpe edilmiş bedeninin soluklanma denizinin kokusu... Gerçekliğin bittiği bir yerde, başlayan hayallerinin ılık soluğu. Neden bu denli severdi o üç kelimeyi, bilmezdi. Deli gibi büyümek isterken, neden soruları yönelttiğinde bir zaman sonra dünyevi varlıklara, idrak ettiği keşmekeşin buğulu camlar ardında gizli pak senfonisi çınlardı, kulaklarında. Bir şeyler olmalıydı. Olmalıydı ki, sığınacak, dayanacak omuzlar bulunsun. Bir şeyler sebep gösterilmeliydi, yaşanan zorluklara. Tanrı dahi olmalıydı. Olmalıydı ki insan, patlayacak bir etmen bulsun, suç atacak bir ittifak edinsin kendine. Ruhların direnmekten vazgeçtiği zamanlarda, onları tekrar ve tekrar mücadeleye sürükleyecek kudretle kutsansınlar. Kutsansınlar ki, anlamsızlıklarına anlam yükleyebilsinler. Bu eylemden aciz hissederdi kendini, kız. İdrak kabiliyetini aşan her güçlü soruda, renk cümbüşüne sığınmayı tercih ederdi. Anlamaya çalışmazdı. Zor gelirdi, belki de, bilmiyordu nedenini. Mutluluğunu yalpalatacak etmenlerdi belki de, korktuğu. Yıllar sonra, ancak elde edebilmişken bu sıfatı, avuçlarından kayıp gitmesini izlemeye dayanamazdı. Geçmişin peşini bırakmayacağının bilincinde olarak, oyununu sürdürürken, yüzleşme vaad eden her kelimede siperine sığınmasını açıklayamazdı.

    Derin bir nefes çekti ciğerlerine. Envai çeşit çay kokusu doldurdu burun deliklerini. Dudak kıvrımlarını gerdi hafifçe, işittiği kelimeler karşısında. Jeremy'i severdi. Ancak parmaklarıyla sayabileceği kadar azınlıkta olan insanlar arasındaydı. Bunu inkar edemezdi. Ama insanların, eylemlerinin ardında yatan anlamı kendi aleyhlerine yorumlamalarına dayanamazdı. Dudaklarından çıkan kelimelerin, Ulfhedin'e olan kininden sarf edildiğini düşündü. Kesik bir nefes daha çekti ciğerlerine, gözlerini masasını süsleyen çiçeklere kaydırırken. Ay ışığı parıltılarının, yapay güzellikler üzerinde bıraktığı sim etkisine kaptırdı kendini. Ruhunu yansıtan her güzellik, dünyadan çekip çıkarırdı, kızı. Soyutlanmayı severdi, çoğu zaman. Ancak o zamanlar yaşadığına dair somut kanıtlar elde edebiliyordu. Kendini tanımaktan aciz birinin gerçekleştirdiği eyleme yaşamak demek, acımasız geliyordu. Sorgulamadan devam edilen her saniye, çöpe atılmış frambuazlı dondurmadan fazlası değildi. Böyle böyle tükeniyordu, güzellikler. Elde kalan hiç olduğunda ise, insanlar semaya yöneliyordu. Kısır döngüydü bu. Olan değil, olması gerekendi. Büyücünün, ortama bahşettiği kelimelerin güçlü tınısı titretirken vazodaki güzellikleri, beyaz irislerinin çevrelediği şaşkın maviliklerini ona yöneltti. Kısıtlanmaktan hoşlandığı her hangi bir zamanın olup olmadığını hatırlayıp hatırlamaması önemsizdi, cevabı bu denli netken. Karıncalanma hissi vuku buldu beyaz teninde. Cevap vermek için araladığında dudaklarını, az önceki tınıyı taklit eden kelimelerle buluştu tekrar. Duraksadı. Az önce aklına düşen düşünceyi hatırladı. Yanıldığını anlaması uzun sürmese de, suretini kaplayan şaşkınlık hala oradaydı. Uzun süredir içeride tuttuğu nefesini, aralı dudakları arasından serbest bıraktı ve fincanına uzandı. Bedenine yapışıp kalan beklenmedik havayı dağıtmak istercesine fincanından bir yudum aldı ve başını yana eğerek mırıldandı; "Ortada aşikar bir eylem göremezken, senin bir şeyleri denediğin kanaatinde olman, oldukça ironik. Gülünç sanılarınla elde ettiğin komik kimliğin, beni oldukça eğlendirdi, açıkçası."
Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz