- Vera Darcey ConwayRavenclaw V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 64
Kayıt Tarihi : 24/04/12
Yaş : 32
Nerden : Ben bilmem beyim bilir u.u
~ v e r a
Salı Nis. 24, 2012 9:28 am
İstenilen bina; Forestier
Kısaca karakteristik özellikler; Karanlık, gizemli ve asi… Bu kelimeler Vera'yı anlatmaya pek yetmese de, tamamen ona yapışmış kelimelerdir. Özellikle karanlık ve gizem, Vera'nın ruhunun açıklamasıdır. Ne yapacağı önceden kestirilemez, yanardöner bir kişiliği vardır. Sağı solu belli olmaz. Birkaç dakika önce bir düşünceyi ateşli bir biçimde savunurken; birkaç dakika sonra aksi bir düşünceyi savunabilir. Büyükbabasına göre; Vera Darcey bir bulmacadır. Kötü olduğu yerde en kötünün de ötesidir, büyüleyicidir, iyi olduğu yerde mükemmeldir. Her şeyi bilir, bildiğini sanır. Kendini dünyanın merkezi sanmaktan çok hoşlanır. Tam anlamıyla melankoliktir. Sosyal biri değildir. Her zaman içine kapalı, başkalarının hayatlarından uzak, kendi hayallerindedir. Fazla ukaladır ve deyim yerindeyse bir buz küpüdür. Etrafında dolananlara karşı tutunduğu kendinden emin tavrı, en ufak bir kusuru başkasının yüzüne çarpan züppeliği onu daha da buz küpü yapar. Hiçbir şeye sıkı sıkı sarılmaz, her şey her an elinden uçup gidecekmiş gibi davranır.
Sevgisini göstermekten hoşlanmayan Vera, anlaşılmamak için ince bir kibarlığın, asiliğin, asilliğin ve mesafenin gölgesine saklanır. Özgür ve her şeye inanmayacak bir yapıdadır. Ne ailesi ne profesörleri ne de arkadaşları ona izleyeceği yolu gösteremezler. Bütün kurnaz, kişiliği kuvvetli, kişiler gibi kendi seçimlerini kendi yapmak ister. Bir önseziyle büyük büyük sözlerden tiksinir. Başkalarının kendisini etkilemeye çalışmalarından sinirlenmeden fakat küstahça sıyrılır. Yüreğinin derinliklerinde olup bitenleri yakınında ki hiç kimse tamamıyla anlayamaz. O yaşında bile... “Mezarda nasıl yalnız yatacaksam kendi içimde de öyle yalnız yaşayacağım...” der her zaman. Tanrının kusursuz bir hatası olduğunu düşünür. Bir ‘hata’ olmasına rağmen nerede ise etrafında ki herkesin saygısını kazanmayı başarmıştır. Yasak ve kuralları sevmez. Onların çiğnenmek için konulduğunu savunur.
İstenilen dönem; V.
Örnek RP;
Kısaca karakteristik özellikler; Karanlık, gizemli ve asi… Bu kelimeler Vera'yı anlatmaya pek yetmese de, tamamen ona yapışmış kelimelerdir. Özellikle karanlık ve gizem, Vera'nın ruhunun açıklamasıdır. Ne yapacağı önceden kestirilemez, yanardöner bir kişiliği vardır. Sağı solu belli olmaz. Birkaç dakika önce bir düşünceyi ateşli bir biçimde savunurken; birkaç dakika sonra aksi bir düşünceyi savunabilir. Büyükbabasına göre; Vera Darcey bir bulmacadır. Kötü olduğu yerde en kötünün de ötesidir, büyüleyicidir, iyi olduğu yerde mükemmeldir. Her şeyi bilir, bildiğini sanır. Kendini dünyanın merkezi sanmaktan çok hoşlanır. Tam anlamıyla melankoliktir. Sosyal biri değildir. Her zaman içine kapalı, başkalarının hayatlarından uzak, kendi hayallerindedir. Fazla ukaladır ve deyim yerindeyse bir buz küpüdür. Etrafında dolananlara karşı tutunduğu kendinden emin tavrı, en ufak bir kusuru başkasının yüzüne çarpan züppeliği onu daha da buz küpü yapar. Hiçbir şeye sıkı sıkı sarılmaz, her şey her an elinden uçup gidecekmiş gibi davranır.
Sevgisini göstermekten hoşlanmayan Vera, anlaşılmamak için ince bir kibarlığın, asiliğin, asilliğin ve mesafenin gölgesine saklanır. Özgür ve her şeye inanmayacak bir yapıdadır. Ne ailesi ne profesörleri ne de arkadaşları ona izleyeceği yolu gösteremezler. Bütün kurnaz, kişiliği kuvvetli, kişiler gibi kendi seçimlerini kendi yapmak ister. Bir önseziyle büyük büyük sözlerden tiksinir. Başkalarının kendisini etkilemeye çalışmalarından sinirlenmeden fakat küstahça sıyrılır. Yüreğinin derinliklerinde olup bitenleri yakınında ki hiç kimse tamamıyla anlayamaz. O yaşında bile... “Mezarda nasıl yalnız yatacaksam kendi içimde de öyle yalnız yaşayacağım...” der her zaman. Tanrının kusursuz bir hatası olduğunu düşünür. Bir ‘hata’ olmasına rağmen nerede ise etrafında ki herkesin saygısını kazanmayı başarmıştır. Yasak ve kuralları sevmez. Onların çiğnenmek için konulduğunu savunur.
İstenilen dönem; V.
Örnek RP;
- Spoiler:
- Salonu aydınlatan üç köşe lambasından birini daha kapattı. Turuncu bir loşluktaydılar şimdi. Televizyondan yayılan mavimsi ışık, mürdüm eriği renkli duvar kâğıtlarıyla kaplanmış duvarlarda ara sıra parlıyor ve artık hepsini ezberlediği fotoğrafları ölgünce aydınlatıyordu. Fotoğraflar… Annesine, babasına, ona ve büyükbabasına ait fotoğraflar. Bazıları bir arada, bazıları tek tek çekilmiş fotoğraflar… Onların fotoğrafları… Hayır. O soluk resimlerdeki hiçbiri aslında onlar değildi. Yaşamın küçücük bir karesinde tesadüfen ve biraz da zorunlu olarak yan yana durmuş insanların fotoğraflarıydı bunlar sadece. Mesela şuna, şu bir nikâh töreninden sonra kilise kapısında çekilmiş olanına
bakıyordu. Bu beyaz tüller içindeki güzel kadın annesi miydi? Babası niye öyle uzaklara bakmıştı? Kendisini bildi bileli bu resme bakarken düşündüğü şey, yine aklına geliyordu. Babası biliyor muydu? Daha evlendiği o ilk gün çekilen resimde, var olan dünyaya değil de öyle bilinmez bir uzaklara doğru bakarken, biliyor muydu? Kararını o gün mü vermişti? O gün mü paranoya girmişti benliğine? Bu çirkin, bu karanlık, bu pis, bu tuzaklarla dolu dünyadan pek yakında çekip gitmeye ve giderken yanında annesini de götürmeye çoktan mı kararlıydı yoksa o gün?
Peki ya şu? Onun bebeklik haline ait olduğu söylenen beyaz çerçeveli resim? Hayır, hayır… Büyükbabasının ara sıra nedensiz bir gururla izlediği resimdeki o bebek, Vera değildi. O, büyükbabasının o ‘yavrusundan’ geriye kalandı. Ah! O güzel bebek nasıl Vera olabilirdi? Resimdeki bebek öylece sere serpe yatıp, tavanda sadece kendisinin görebildiği renklere bakan, büyükbabasının elini hisseden, kokusunu ayırt edebilen, hatta onu ‘tanıyabilen’ biriydi. Bir de bütün bunlardan şu geriye kalana, yani Vera’ya bakmalı. Ne olur bakın. Vera o
mu büyükbaba?
Manhattan’a doğru savrularak giden gece tramvayının uğultulu sesleri doldu odaya. Televizyon şimdi reklâmlara geçmişti. Her yanı, sadece ağzı değil, gözleri, yüzü hatta sesi ve elleri bile gülen genç bir kız, yeni çıkan ‘şekerli mısır patlağı’nın ‘doyulmaz’ lezzetini anlatıyordu. Son yıllarda ondan başka bütün insanlar, şu koca dünyayı dolduran tüm insanlar böyle gülüyordu işte. Hepsinin dudakları, gözleri, yüzleri, hatta sesleri, hatta elleri gülüyordu.
Koltukta ayaklarını uzatmış, bulmacasını çözmekte olduğu gazete kucağında öylece uyuyakalmış olan adama, ‘büyükbabasına’, ona baktı. Seyrek, beyaz saçları, sabah yaptığı şekilde, sağa doğru üzgünce taranmış ve hala duruyordu. Kahverengi beneklerle kaplı, fırlak mor damarlı elleri, çaresizce kucağında kıvrılmıştı. Hafiften horluyordu.
”Uyanma büyükbaba.” dedi içinden. ”Lütfen uyanma, şimdi zamanı değil.” Uyandı ama.
Reklâmdaki mısır patlağı sözünü duyar duymaz uyandı. Başını hiç ona çevirmeden, ”Vera” dedi. ”Benim mısır şekerlemeleri bitti, yarın almayı unutma lütfen.” ”Olur büyükbaba.” diye cevap verdi yüksek sesle. ”Yarın.” Yarın olmayacaktı ki?! Bunları içinden söylüyordu elbet. Duyarsa üzülürdü belki. Vera için artık ‘yarın’ olmayacağını ona söylerse üzülür müydü gerçekten?
İki saat sonrasına kurduğu saatin gongu çaldı. Evdeki tüm saatleri iki saat sonraya ayarlamıştı. Büyükbabası her zamanki gibi bunun farkında değildi. Hızlandı. ‘Gitmeden’ önce tüm işlerini bitirmesi gerekiyordu. Ona hiçbir iş bırakmamalıydı. Koşturdu. Çamaşırları makineden hızla çıkardı. Sentetik bir gül kokusu yayıldı salona. Ütü masasına koşturdu. Onun o çok sevdiği kahverengi pantolonundan başladı ütüye. İşlemeli beyaz gömleğini kolaladı. Çok sevdiğini söylediği lavanta kokusundan döktü üstlerine bolca. Önce onun kakao kabını yıkadı. Sabah kakaosunu kendi yapabilecek miydi acaba? Olsun. O yine de yıkasın da…
Salona döndü, masaya oturdu. Sabahtan kesip hazırladığı, arkalarını kolayca yapıştırılabilsinler diye zamkladığı sarı kâğıtlara, ‘O’ rahatça okuyabilsin diye kocaman harflerle notlar yazdı. “İlaçların”, “Pijama ve İç Çamaşırların”, “Yemek Listen (Tarifleri içinde)”, “Temizlikçinin Telefonu”, “Doktorun Telefonu”, “Kakao”, “Şekerlemelerin”.
Hızla yeniden koşup kâğıtları ait oldukları yerlere yapıştırdı. Salonu, mutfağı, onun ve Vera’nın küçücük odalarını son bir kez daha gözden geçirdi. Tamamdı. Her şey yerli yerindeydi. Şimdi gidebilirdi artık.
Çıkıp gitmeden önce dönüp ona baktı. Televizyon seyretmeye devam ediyordu. Vera’nın hiçbir zaman gülemediği gibi gülen genç kızı dinleyip seyretmeye devam ediyordu. Yavaş bir sesle ”İyi geceler büyükbaba.” dedi. Sonra biraz daha yüksek bir sesle ”Ben kendimi öldürmeye gidiyorum.” diye ekledi. Büyükbaba cevap vermedi. Belki de duymamıştı. Bu kez sadece ”İyi geceler büyükbaba.” dedi ve kapıyı açıp, evden çıkıp gitti.
Kükreyen aslan başlı kocaman tokmağı zorlukla itip, iç karartan bir yeşile boyanmış, yer yer paslanmış, bazı yerleri iyice delinmiş demir kapıyı itti. Bu küçük hareket bile evden çıktığı andan beri kendisini gösteren baş dönmesini arttırdı. Düşecek gibi oldu. Son anda tokmağa tutundu. Biraz aralanan kapıdan içeri girdi. Parkın karla kaplı yollarında ayaklarını sürüyerek yürüdü. Islıklı sesler çıkararak bir kamçı gibi yüzünde şaklayan soğuk rüzgâr, eprimiş, kol ağızları tirfillenmiş, orası burasında ufak delikler olan hırkasından içeriye girip, onu yeniden dondurdu. Üç atkestanesi ağacının etrafını fırdolayı çeviren taflan kümesinin kuytusuna çekilmiş tahta sıraya doğru sarsak adımlarla yürüdü. Karları eliyle temizleyip oturdu. Ellerini koltuk altlarına sokarak ısınmaya çalıştı. Derin bir nefes aldı. Ciğerlerine çektiği buz gibi soğuk hava hemen etkisini gösterdi. Öksürmeye başladı. Mendili olmadığı için ağzını eliyle
kapattı. Avucunu dolduran azıcık kanı, sıranın öteki tarafındaki karlara sürerek temizlemeye çalıştı.
Öksürük nöbeti bitti. Elini pantolonunun arka cebine sokup, usturayı çıkardı. Büyükbabasının, gizlice aldığı eski ama keskinliğinden hiçbir şey kaybetmeyen usturasıydı. Titreyen elleriyle üstteki oyuk yeri tuttu ve usturayı açtı. Siyah ebonitten yapılmış sap ile soğuk güneşin altında tekinsiz parıltılar yapan keskin çeliği, usulüne uygun bir şekilde tuttu.
Oturduğu bankta iyice kaykıldı. Ayaklarını ileriye uzattı. Başını geriye atıp, kafasını arkalığa dayadı. Zayıflıktan çöp gibi kalmış olan boynundaki çukur iyice ortaya çıktı. Arduaz grisi bir renge bürünmüş olan gökyüzüne baktı. Şimdi biraz daha irileşmiş olan kar tanelerinin, ateşler içinde yanan alnına düşmesini izledi. Kapkara tüyleri mavi yansımalar yapan bir kuzgun, acıklı sesler çıkararak atkestanesi ağacındaki yuvasına doğru uçtu.
Sol eliyle çenesini tutup, olabildiğince yukarı doğru itti. Sağ elindeki usturayı hızla yaklaştırdı ve geniş bir hareketle boğazını kesti. Kanın fışkırmadığını görünce, şah damarını bulamadığını anladı. Yeniden denemeyi düşündü ama uzun zamandır zayıf ve yorgun gövdesinin, sadece gövdesi değil ruhunun da, bunu yapamayacağını sezdi ve vazgeçti. Arkasına yaslandı. Kanın yavaş da olsa aktığını hissetti. Birkaç ay önce O’nunla aldıkları hırkasının sol yanının giderek kanlandığını gördü. O anda mektup aklına geldi ve güçten
düşmeye başlamış elleriyle, hırkasının sol iç cebindeki zarfı çıkartıp, kanlanmayacak olan sağ cebine aktardı. Yıpranmış ve buruşmuş zarfa biraz kan süründüğünü de fark etti ama umursamadı. Kar yağışı hızlandı ya da ona öyle geldi. Uzaktan karga sesleri duyar gibi oldu. Nerede olduğunu anımsayamadı. Sonra içinde kan kırmızısı beneklerde bulunan kocaman, soğuk ve kirli beyaz bir boşluğa doğru yuvarlanıp gitti…
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz