- Rohésia RécolteHufflepuff IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 92
Kayıt Tarihi : 23/04/12
Yaş : 31
Nerden : Kasaba
Lakap : Rose
Resimdeki Renkler
C.tesi Nis. 28, 2012 3:54 pm
L-O-V-E ~ Nat King Cole
- Hava pırıl pırıldı o gün. Orenthia'da ki herkes neşeliydi. Özellikle Mercier binasının bütün kızları gülüşüp eğlenmek adına bahçenin güzel çimlerine yayılmışlardı. Beraber geçirdikleri zamandan hiç bıkmayan bu arkadaş grubu gerçekten yüksek kahkahalarıyla biraz daha aydınlatıyorlardı bahçeyi. Yanlarından geçen Selfier'lerin somurtarak attığı laflara, Leondier'lerin tatlı gülümsemelerine ve Forestier'lerin dalaşmalarına büyük bir neşeyle karşılık veriyorlardı. Bulutlar onlara eşlik etmekten öylesine yorulmuş olmalılardı ki yerlerini güneşe bırakarak usulca çekilmişlerdi gökten. Yeşil ve turunculukların arasında sarı rengin hakim olduğu eteklerini havalandırarak dans ediyordu bir kaçı. Diğerleri onlara alkış tutarken şarkılar mırıldanıyorlardı şimdi. İçlerinden birinin güzel sesi çarpıyordu kulaklara. Esmer güzeli Rohésia ipeksi sesiyle söylediği kasaba şarkısı eşliğinde arkadaşlarıyla hareketli bir dans tutturmuştu. Etekleri bir o yana bir bu yana havalanırken kıvrak beli neşeyle hareketleniyordu. Mavi gözleri bahçedeki her arkadaşının üzerinde gezerken dudaklarına yerleştirdiği büyük gülümsemesi inci beyazı dişleriyle süslenmişti. Uzun süredir içten gülümsemeyen genç kız bu gün gerçekten harika hissediyordu. Belki havadandı bu, belki de arkadaşlarıyla böylesine güzel vakit geçirmeyi gerçekten özlemişti. Geçen gün sırf morali bozuk olduğu için yanında olan arkadaşları şimdi eğenirkende yanındaydı ve Rohésia onların bu yapısına bayılıyordu. Bir anda değişen ruh halleriyle birçok ortama uyum sağlayacak gibiydiler. Genç kız da eskiden hep böyleydi. Bir an gülümseyip başka bir an bir şeye üzülebilirdi. Şimdiyse hüzün anlarını daha çok yaşar olmuştu. Belki de kaybettikleri ona ağır gelmişti. Babasını hiç tanımamak onun için zaten bir yüktü, bir de bu yaz sevdiği adamı kaybettiğini öğreninde ruh halide bir hayli zedelenmişti doğrusu. Şimdiyse bu zedelenmişliği birazcık geçirmek adına arkadaşlarıyla delicesine eğleniyordu. Bu saatte derslerinin olmamasıysa onlara bu olanağı sunmuştu.
Genç kız zıplamaktan yorulduğu için şarkısının sonunda ufak bir selam vererek kendini çimlere attı. Yükselen kahkahaları onun aslında ne kadar mutlu olduğunu belirtmek istercesine bahçede yankılanıyordu. Gözlerine gülmekten yaşlar dolmuştu. Mavi gözlerini kıpıştırarak başını yukarıya kaldırdığında güneşten gözleri yandı. Gerisin geri gözlerini sıkarak başını indirdi. Yanındaki arkadaşı Dory'nin koluna girerek başını genç kızın omzuna dayadı. Gözleri ileride muhabbet eden arkadaşlarına dikilmişti şimdi. Birazcık dinlenmenin keyfini kaçırmayacağına emindi genç cadı. Bu yüzden gözlerini kapadı ve çimenlerde uzanarak yorulmuş bedeninin serbest bıraktı. Hiç anlamadığı bir saatin ardından Dory'nin onu omzundan sarsmasıyla gözlerini açtı. Yukarıya baktığında ona bakan birkaç çift gözle karşı karşıya geldi. Dory sakin bir tavırla "Hadi Rose, ortak salona gidiyoruz." şeklinde durumu belirtmişti. Rose'da o an oradan kalkmak pek istemiyor gibiydi. Tek elini kırpıştırdığı gözlerinden birine götürerek ovuşturmaya başladı. Esneyerek doğrulduğunda gitmeleriyle ilgili birkaç sözcük edebilmişti açık ağzından. Arkadaşları ne deidğini bir süre sonra anlayarak okula yönelmişlerdi. Genç kız şimdiyse bahçede yalnız, daha demin gördüğü kabusuyla baş başa kalmıştı. Aslında bir rüyaydı bu ama uyandığında kabus olduğunu düşünmesi normaldı. Çünkü genç kız kırlarda yeniden Mark'la koşturduklarını görmüştü. Bu güzel havanın etkisi bedenine işlerken yazın kasabasında olmayı hayal etmesi normaldi ama sanki hala genç adamın elini belinde hissediyor gibiydi. Onu yakalayıp çiçeklerin arasına yatırmasını ve büyük ela gözlerini genç kıza dikerek ne kadar güzel olduğunu haykırmasını duyuyordu sanki. Buysa daha demin eğlenen ruh halinden çok fazla uzaklaşmasına sebep oluyordu. Burkulmuş yüreğine doğru götürdüğü elini göğsüne bastırarak oturdu bir süre. Sonunda bunun işe yaramayacağını anladığında hızla oturduğu yerden kalktı. Göz yaşları toprağı yalamaya başladığında kollarını iki yanına düşürdüğünde yokuş aşağı koşmaya başladı.Vadi boyunca ilerledi ve göl kenarına geldiğinde hızla durdu. Duruşuyla kolları geriye savruldu başta. Sonunda dengesini bularak göl kenarında ayakta durmuştu. Tek elini yanında duran ağacın gövdesine koydu ve derin nefesler alarak gölü izlemeye başladı. Göz yaşları durmuştu, ya da artık akmıyorlardı bile. Genede yanağında kalan ıslaklık güneş ışıklarının gelmesiyle parlıyordu.
- Czeclaw WojcieszakHufflepuff IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 49
Kayıt Tarihi : 24/04/12
Geri: Resimdeki Renkler
Perş. Mayıs 03, 2012 7:47 am
“Söylese Czec en son ne zaman bir kızla öpüştün?”
“Defol git başımdan Wlad!”
“Biliyordum! Hiçbir zaman… Çünkü sende cesaret yok kardeşim.”
Kendisi ile aynı bedeni paylaşan kardeşinin kahkahası bulunduğu yerin tüm güzelliğini bozuyordu. Kuşların sesini kesiyordu. Ağaçlar mistik şarkılarının bölünmesine rahatsız olmuş gibi etrafta esen esinti ile yapraklarını hışırdatıyordu. Siyah cübbesi altında ve kendine oranla daha güçlü olduğunu bildiği kardeşinin kahkaha atarak gitmesini izliyordu mavi bakışları. Sıcakkanlı ve dostça bir parıldama ile kutsanmıştı. Çehresinde herkese daima sunduğu o gülümsemesi, kardeşinin kahkahası yüzünden silinmişti. Yerini tiksinti dolu derin çizgilere bıraktığında, sol elinde tuttuğu resim defterini oturduğu ağacın kalın gövdesine dayayarak, derin bir nefesi ciğerlerine boca etti. Sağ eli kulak hizasına gelen kestane rengindeki saçlarının arasına girdi. Alnındaki tiksinti çizgilerini sanki etrafa göstermek istercesine yapmıştı bunu. Kardeşi ile tek farklılığı onun daha uzun saçlı olması, daha sıcakkanlı olması idi. Küçüklükten beri birbirleri iyi geçinemedikleri aşikârdı. Şimdi ise kardeşinden yavaş yavaş tiksinmeye başlamıştı. Czeclaw, hayatın güzelliklerini resmetmeyi seven bir ressamdı. Ailenin gururu mertebesindeydi. Wladsylaw ise ailenin yüz karası mertebesini almıştı üstüne. Kardeşinin mavi bakışlarındaki düşmanlık dolu ve tehditkar iradeyi fark ettiğinden beri ondan birazcık korkmaya başlamıştı. Sonuçta onun en yakınıydı. Ve onun bütün zayıf yönlerini bilen bir düşman konumundaydı.
Derin nefesi biraz daha ciğerlerine boca ettikten sonra siyah deri kaplı defterini açtı. Kara kalem çalışmalarını öylece seyrederken, oturduğu ağacın bulunduğu hat üzerindeki ağaçların arasından birisinin hızlıca sıyrılıp geçtiğini gördü. Büyük bir hüzünle bıraktığı nefes alışverişleri arasında ağladığını fark etti. Mavi bakışlarının buğulandığı, çehresine yakışan gülümsemesinin silindiği ve hayran olduğu saçlarının arasına karışmış birkaç dal kırığını fark etti genç büyücü. Onu hemen tanımıştı. Ama zihnindeki görüntüsünün çok dışındaydı genç cadı. Czeclaw’ın âşık olduğu kızın zihninde kalan profilin bambaşka bir şekliydi. Yanına gitmek için yeltendiğinde, tekrar yerine oturdu. Kardeşinin sözleri yüreğine bir hançer gibi şimdi saplanmıştı. Doğru söylüyordu. Onda cesaret yoktu. En azından kızlara karşı fazlasıyla utangaçtı. Çünkü o renklere, doğaya ve resim yapma isteğine aşıktı. Ya da şuanda yanına gitmeyi arzuladığı ama yapmadığı kıza daha fazla olan aşkını bu şekilde gölgelemeyi tercih ediyor gibiydi. Siyah deri kaplı defterinden beyaz bir sayfa açtığında, onun resmini çizmeye başladı. Elleri sanki istemsizce hareket ediyordu. Kendisine ceza verircesine hızlı ve hiç çizmediği kadar mükemmel çizmeye zorluyordu onu. Birkaç sayfa sonra, ağaca tek elini dayamış cadının tamamen istediği şekilde çizdiğine karar verdi. Ama ağlayan bir kız çizmiyordu. Zihninde kalan o hayran olduğu gülümsemesi ile çizmişti genç cadıyı. Gölün üzerinde parıldayan akşamüstü güneşinin ufukta solup giden cılız ışınlarının yarattığı etkiyi yansıtmaya çalışıyordu. Parmakları grafittin siyahlığı ile tamamen bezendiğinde resmini bitirmişti. Şimdi mavi bakışlarını kilitlediği genç cadı ağlamayı bırakmıştı. Resmi ona gösterip göstermeme konusunda kararsız kaldı genç büyücü. İçinde yükselen isteği engelleyen utangaçlık duygusunu yenmeye çalışıyordu. Ciğerlerine boca ettiği havanın içinde toprak kokusunun rehaveti ile birlikte yerinden kalktı. Genç cadıya doğru adımlayan adımlarının kendisinin attığına inanamayarak bakıyordu genç büyücü. Genç cadının yanına yaklaşmaya başladığında elinde tuttuğu siyah deri kapaklı defterdeki resmini ona gösterip göstermeme konusunda kararsız kaldığı için defteri arkasına sakladı. “Hey Rose… İyi misin?” Başını biraz öne eğerek onun çehresine dikti bakışlarını. Mavi bakışları onunkiler ile buluşunca onun önüne geçmişti. Genç cadıdan yayılan parfüm kokusu ile sersemlemişti. Şuanda tek istediği onun kendisiyle birkaç dakika dahi olsa konuşmasıydı. .
- Rohésia RécolteHufflepuff IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 92
Kayıt Tarihi : 23/04/12
Yaş : 31
Nerden : Kasaba
Lakap : Rose
Geri: Resimdeki Renkler
Perş. Mayıs 03, 2012 2:07 pm
Güneş kasabanın üzerine turuncu bir ışık bırakıyordu. Çimlerin rüzgarla eğilip büküldüğü sakin bir pazartesi sabahıydı. Bütün kasaba sakinleri her pazartesi ilk uyandıkları iş olan hayvanları otlatmaya çıkmıştı. Söylentiler kulaktan kulağa dolaşırken kimse duyduklarını sesli söyleme cesaretine erişemiyordu. Kasabanın en ucundaki küçük evden genç bir kız çıkmıştı. Uzun eteğini saça saça ilerlerken kahverengi saçları çimenler gibi hareketliydi bu sabah. Saçları önüne gelmesin diye taktığı mavi kurdele gözlerini daha çok belirginleştirmişti. Ufak burnu temiz havayı içine çekerken hareket ediyordu. Dudakları güzel bir şarkı melodisi tutturmuştu bile. Elleri iki yanında eteklerini tutuyordu. Neşesini hiçbir şeyin bozamayacağı bir hava taşıyordu. Oysa uzaktan onu izleyen gözler acıyla bakıyordu. Olanları bilmediğini dile getiren birkaç kişi dışında kimse ses etmeye cesaret edememişti. Genç kız neşeli ifadesini hiç bozmadan ona bakan birkaç kişiye tatlılıkla selam vermiş, geçip gittiği yollarda bıraktığı etkiyi görmemişti. Kasabanın ortalarına doğru geldiğinde bir eve gözünü kesitrmişti. Birkaç adım sonunda camları açılmış, yeşil perdeler sarkan evin tahta kapısına ulaşmıştı. Kapıya birkaç defa yumruğuyla vurmasının ardından açılmasıyla neşesi iyice artmıştı. Rohésia karşısına çıkan yaşlı kadına koca bir gülümseme savurarak "Mark çıkmadı değil mi? Bu gün geldim ve onu çok özledim. Mektuplarıma bile cevap atmadı, soracağım ona." sözcükleri hızla sıraladığında karşısında duran kadın göz yaşlarını tutamamıştı. Genç kızın kucağına doğru yığılan kadın ağlayan, hıçkıran sei arasında sadece birkaç cümle edebilmişti. Bu cümleler genç kızın oraya gelen kalabalığa teslime ttiği üzgün bedenin ardından koşarak uzaklaşmasına yetmişti. Çimenlik boyunca koşarken hiçbir şeyi umursamıyordu genç kız. Elleri göğsünde birleşmiş acıyla bastırıyordu. Çimenlerin sonuna geldiğinde hızını kesmedi. Başlayan mezarlık boyunca koşmaya ve etrafa bakınmaya devam etti. İnanmamıştı, o mezarı görene kadar inanamamıştı. Beton duvarın soğukluğu üzerinde yazan isimle yere yığıldı. Gözlerinden boşalan yaşlar, ağzından çıkan çığlıkla birleşti. Kavgalarının sonunda eşit bir biçimde göz yaşları yere, çığlıklar gök yüzüne yerlerini almak adına gittiler. Rohésia'ysa onu kucaklayan bedenle kendinden geçti.
Bahçede oturduğu sırada gördüğü rüyayla yeniden yaşadığı bu anı yüzünden kıpırdıyamıyordu genç beden. Yanından geçip gidenlere aldırmıyordu. Birkaç kişi ona meraklı gözle baksada kimse yanına gelmemişti. Zaten gelmelerinide istemiyordu genç beden. Sancılı yüreğini o mezarda bıraktığından beri kimseye tam anlamıyla veremiyordu kendini. Kalbini bir kere kaybetmiş, toprağın kat kat altına gömmüştü. Bütün neşesi onunla alışmıştı sanki, geriye kalan ufak kırıntılarsa anca yetiyordu genç cadıya. Bazı anlarda oturup ağlaması bu yüzdendi, yerin kat kat altında hissettiği yüreği sıkışıyordu. Ona başka çare bırakmadan göz yaşlarına boğuluyordu. Sonra hemen gözlerini silerek kendine geliyordu cadı. Şimdi olduğunu gibi başını önüne eğiyor, kimse ona dokunmadan uzun süre düşünüyordu. Oysa bu sefer bir misafiri vardı. Başta adını söyleyarek genç cadıyı selamlayan ses sonradan iyi olup olmadığını sormuştu. Rose birkaç saniye daha tanıdı kendine ve bu saniyelerin sonunda başını kaldırarak gülümsedi. Hiçbir şüpheye yer vermek istemez gibi konuşmaya başladı. "İyiyim Czec, teşekkürler. Sen nasılsın?" Sözcüklerin sonunda yapmacıklığını hissederek birazcık somurttu ama hemen ardından genç bedenin arkasında duran defteri gördü. Deri kaplı deftere gözlerini dikerek beklemeye başladı. Aslında çocuğun cevabını değilde defterin içinde ne olduğunu öğrenmeyi bekliyor gibiydi. Bu yüzden hiç kıpırdamadan daha demin ağladığı için sulanmış gözlerini defterde tutmaya devam etti. Çocuğun anlayacağını düşünüyordu, en azından umuyordu. Çünkü kafa dağıtacak şeylere ihtiyacı vardı.
Bahçede oturduğu sırada gördüğü rüyayla yeniden yaşadığı bu anı yüzünden kıpırdıyamıyordu genç beden. Yanından geçip gidenlere aldırmıyordu. Birkaç kişi ona meraklı gözle baksada kimse yanına gelmemişti. Zaten gelmelerinide istemiyordu genç beden. Sancılı yüreğini o mezarda bıraktığından beri kimseye tam anlamıyla veremiyordu kendini. Kalbini bir kere kaybetmiş, toprağın kat kat altına gömmüştü. Bütün neşesi onunla alışmıştı sanki, geriye kalan ufak kırıntılarsa anca yetiyordu genç cadıya. Bazı anlarda oturup ağlaması bu yüzdendi, yerin kat kat altında hissettiği yüreği sıkışıyordu. Ona başka çare bırakmadan göz yaşlarına boğuluyordu. Sonra hemen gözlerini silerek kendine geliyordu cadı. Şimdi olduğunu gibi başını önüne eğiyor, kimse ona dokunmadan uzun süre düşünüyordu. Oysa bu sefer bir misafiri vardı. Başta adını söyleyarek genç cadıyı selamlayan ses sonradan iyi olup olmadığını sormuştu. Rose birkaç saniye daha tanıdı kendine ve bu saniyelerin sonunda başını kaldırarak gülümsedi. Hiçbir şüpheye yer vermek istemez gibi konuşmaya başladı. "İyiyim Czec, teşekkürler. Sen nasılsın?" Sözcüklerin sonunda yapmacıklığını hissederek birazcık somurttu ama hemen ardından genç bedenin arkasında duran defteri gördü. Deri kaplı deftere gözlerini dikerek beklemeye başladı. Aslında çocuğun cevabını değilde defterin içinde ne olduğunu öğrenmeyi bekliyor gibiydi. Bu yüzden hiç kıpırdamadan daha demin ağladığı için sulanmış gözlerini defterde tutmaya devam etti. Çocuğun anlayacağını düşünüyordu, en azından umuyordu. Çünkü kafa dağıtacak şeylere ihtiyacı vardı.
- Czeclaw WojcieszakHufflepuff IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 49
Kayıt Tarihi : 24/04/12
Geri: Resimdeki Renkler
Salı Mayıs 08, 2012 3:11 pm
23 Temmuz 2009
New-York
New-York
“Agnes! Benim tıraş losyonumu nereye koydun? Ne var ne oldu?”
Krem rengindeki otel odasının ortasında dağılan pastel boyların ve kağıtların yanında duran karısına doğru koşar adım geldi. Üstünde şık bir takım elbise vardı. Yeni tıraş ettiği çehresi, otel odasının camlarından eşlik eden güneşin dünyevi ışınları sayesinde parıldıyordu. Şık bir siyah saten elbise giren karısının yanına geldiğinde, kulak hizasına gelen kum sarısı saçlarından birkaç tane tel önüne düştü. Saç tellerini umursamadan, karısının nemli mavi bakışların ile buluştu ela bakışları. Kaşları anlam veremediğini ifade edercesine çatılırken, nemli mavi bakışları takip ederek neye odaklandığını buldu. Yatağın kenarında dağılmış pastel boyaların içinde, farklı renklerle karalanmış kağıtların arasında oturan oğlunu gördü. İkizlerden kim olduğunu saçlarından ayırt etmeyi akıl eden oydu. Bu uzun saçları ile etrafa gülücükler saçan Czeclaw’dı. Kağıtlarla ve boyalarla oynamayı seven oğluydu. Yüzünde ani bir gülümseme peydahlandığında, dört yaşındaki oğlundan çekip aldı bakışlarını. Karısına çevirdiğinde ela gözlerini, onun ağladığını fark etti.
“Niye ağlıyorsun?”
“Şuna bak Piotr…”
Yerden aldığı bir kağıdı ona uzattı. Hala ne olduğunu anlamayan beden kendisine uzatılan, renk cümbüşünün olduğu kağıdı eline aldı. İşte o anda karısının neden ağladığını fark etti. Boyalar kağıda rast gele çizilmemişti. Bir şeyleri anlatmak için çizilmişti. Bir banyoydu. Islak saçları ve yarı çıplak halinde duran bir adamın ayna karşısında tıraş oluşu resmedilmişti. Resimdekinin kendisi olduğunu biliyordu. Kendisini bu kadar net tasvir eden boyaları kullanan oğluna şaşkınlıkla baktı. Kaşları bu sefer yukarıya doğru kalktı. Dört yaşındaki oğluna takılı kaldı bakışları. Küçücük parmakları pastel boya ile kirlenmişti. Etrafındaki kağıtların hepsinde belli bir şeyin fotoğrafını çekmiş gibiydi. Yatağa öylece oturduğunda, büyük bir kahkaha dudakları arasından peydahlandı. Oğlu dört yaşındaydı ve mükemmel derece resim yapıyordu.
Günümüz
Genç cadının dudaklarından azat ettiği kelimeler, genç büyücünün sol göğsü içindeki organının ani bir biçimde saldırgan davranmasına sebep oldu. Damarlarına normalden fazla kan zerk etmeye başladığında, yanaklarının kızardığının farkında bile değildi. Genç cadının bakışlarının kendisi değil de arkasındaki siyah deri defter olduğunu fark ettiğinde, ona niçin ağladığını sormaktan vazgeçti. Yüzüne yakışan o utangaç gülümsemesini takındığında, zihninde cismani bir düşünceye bürünen kardeşinin sesi kulaklarında zonklamaya başladı. Cesaretini kıran sözcükleri, onu aşağılayan iğneleyici lafları şuanda, tam da aşık olduğu kızın önünde ona saldırıyordu. Kardeşinin bu denli ona düşman olmasına hala anlam verememişken, içinde bulunduğu durumdan kurtulmak istercesine başını salladı. Arkasındaki defteri çıkarıp konuşmaya başladı. “İyiyim. Şey-ımm- resim yapıyordum da.” Zorlukla çıkan kelimelere lanet okurken, heyecan duygusundan neden kurtulamadığını soruyordu kendine. Tam bu sırada kardeşinin sözleri bir kez daha kulaklarında zonkladı. “Çünkü kardeşim sen hayatta renklerle konuşan adamsın. Ellerin ile konuşabilirsin ancak. Kağıtlarla, kalemlerle ve boyalarla… Çünkü sen sesini kullanabilecek kadar güçlü değilsin…” Başını yavaşça önüne eğdiğinde arkasına dönüp oradan uzaklaşmak geldi içinden. Kaşları anlamsız bir şekilde çatıldığında elindeki defteri yere atma isteği duydu. Yavaş bir şekilde başını kaldırdığında, çehresinde sahte bir gülümseme vardı. “Aslında, biraz önceki halini çizdim. Ağaçların arasından çıka gelip, burada kaldığından beri senin resmini yapıyorum.” Cadının şaşkın ve tedirgin dolu bakışları karşısında, garip bir hüzün duygusuna kapıldı. “Yo, yo! Ağlarken ki halini değil. Ben olayı biraz daha değiştirdim. Gülerek gölü seyreden bir peri gibi düşünerek çizdim.” Dudaklarından azat ettiği kelimeler karşısında gözleri fal taşı gibi açıldı. Ona söylediği sözcüklerin bu olacağını dahi bilmiyordu. Şaşkınlık çehresine yapışırken, kem küm ederek siyah deri kaplı defteri onun eline tutuşturdu. Cadının yanına gittiğinde ona arkasını döndüğünün farkında değildi. Bedeninden yayılan parfüm kokusunu şimdi daha iyi ciğerlerine hediye edebilecek bir şekilde cadının yanındaydı. Utançtan yüzünün kıpkırmızı kesilmemesini diliyordu. O sözcüklerin yanlış anlaşılmamasını da.
- Rohésia RécolteHufflepuff IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 92
Kayıt Tarihi : 23/04/12
Yaş : 31
Nerden : Kasaba
Lakap : Rose
Geri: Resimdeki Renkler
Salı Mayıs 08, 2012 4:32 pm
Geçmiş içinizi acıtır. O günde Rohésia'nın içi acıyordu. Kalbini sunduğu tek erkekle daha birlikte bile olamadan bütün umutları dönmüştü. Çocuk ölmüş, Rohésia'ya bir rahibe hayatı bırakmıştı. Hiçbir erkeğe yakın duramayan genç kız içinde yaratılan boşluğu dolduramıyordu bir türlü. Esen rüzgarın saçlarına değdiği hissini bile sevgilisinin parmaklarıymışçasına düşlüyordu genç cadı. Çünkü bakış açısına göre kimse onu bir daha beğenmezdi. Aptal bir kasaba kızıydı o, insanlarla iyi geçinmekten başka işi yoktu burada. Büyüler konusunda çok yetenekli değildi, insanları kendine çekmek için sözcükleri dışında hiçbir şeyi yoktu. Kendi arkadaşlarına bu silahını kullanabiliyordu. Saatlerce anlatabiliyordu kendini ama diğerlerine böyle bir şansıda olmuyordu. Hem zaten erkeklerde genelde onunla konuşmak yerine diğer kızlarla işi pişirmeyi tercih ederlrdi zaten. Genç kızında bundan hiçbir şikayeti olmazdı. Çünkü biliyordu ki sevgilisini unutması biraz zordu ve bu yüzden kimseyi ümitlendirmek istemiyordu.
Şimdi karşısında duran bu genç adamsa diğerlerinden daha farklıydı. Tatlı bir havası vardı, genelde kızlarla konuşmazdı. Diğer erkeklerin ve özellikle genç adamın ikizinin anladığı gibi işi de pişirmezdi. Belki bu yüzden Rohésia onu daha çok seviyordu diğerlerinden. Biraz daha utangaç halleri vardı zaten ve bu genç cadıya çok tatlı görünüyordu. Utangaçlığın iyilikten olduğunu düşünürdü genç cadı daima. Şimdide resim çizdiğini söyleyen dudakların gerçekten kötü bir şey için açılmayacağına emindi Rohésia. Konuşması bir süre sonra devam eden genç adamın sözleriyle kızın gözleri birazcık büyümüştü. Meraklı bakışlarını adama dikmişti. Ağlayan halini bir çizimle görülmesini istemezdi doğrusu. Bunu anlamış olacaktıki karşısındaki büyücü kızarıklıkla bir süre daha konuştu. Dedikleri bu sefer genç kızı güldürmüştü. Tatlılıkla kıkırdayan genç kız gerçekten bu utangaç çocuğun kızarması hoşuna gitmişti. Eline tutuşturulan deri kaplı defterle birazcık gerilmişti. Gelen iltifatın ardından araladığı defterin altında görünen kara kalem resmi görür görmez kendiside utanmıştı. Gerçekten resimde çocuğun dediği gibi bir peri kızı duruyor gibiydi. Öyle güzel çizilmişti ki resim Rohésia kendisi olduğuna hiç inanmamıştı. Gülümsemesi artarken kızaran kendi yanakları arkasındaki delikanlının sıcaklığıyla birleşince ateş saçmıştı bedenine. Mavi gözlerini kırpıştırarak yanındaki çocuğa baktı genç kız. Kızarmış yüze bakarken kendisininde bu denli kırmızı olduğu belli konuştu. "Çok teşekkür ederim. Bu harika!." Sözcüklerinin ardından bir süre durdu ve hemen arkasından dayanamayarak çocuğun yanağına doğru uzandı. Ufak bir öpücüğü bıraktığı sıcacık yanakla birlikte utancı iyice artmıştı. Bu yüzden bir süre öksürmesinin ardından sözcükleri seçmeye özen gösterek soludu. "Genede ben bu kadar güzel değilim. Bu gerçekten hayallerindeki bir peri kızı olmalı." Genç adamın güzel bakışları ardında gizlediği hayalleri görebiliyor gibiydi Rohésia. Kızlarla konuşamayan bu utangaç adamın aslında gerçekten büyük bir kalbe sahip olduğunu hissetmişti o an. İçine öyle çok güzellikleri alıyordu ki ellerini kullanarak bunu resimlerine yansıtması hiç zor olmuyordu. İşte bu yüzden resimleri gerçekten çok güzel oluyordu ve Rohésia gibi daha bir çok kişiyi etkiliyor olmalıydı.
Şimdi karşısında duran bu genç adamsa diğerlerinden daha farklıydı. Tatlı bir havası vardı, genelde kızlarla konuşmazdı. Diğer erkeklerin ve özellikle genç adamın ikizinin anladığı gibi işi de pişirmezdi. Belki bu yüzden Rohésia onu daha çok seviyordu diğerlerinden. Biraz daha utangaç halleri vardı zaten ve bu genç cadıya çok tatlı görünüyordu. Utangaçlığın iyilikten olduğunu düşünürdü genç cadı daima. Şimdide resim çizdiğini söyleyen dudakların gerçekten kötü bir şey için açılmayacağına emindi Rohésia. Konuşması bir süre sonra devam eden genç adamın sözleriyle kızın gözleri birazcık büyümüştü. Meraklı bakışlarını adama dikmişti. Ağlayan halini bir çizimle görülmesini istemezdi doğrusu. Bunu anlamış olacaktıki karşısındaki büyücü kızarıklıkla bir süre daha konuştu. Dedikleri bu sefer genç kızı güldürmüştü. Tatlılıkla kıkırdayan genç kız gerçekten bu utangaç çocuğun kızarması hoşuna gitmişti. Eline tutuşturulan deri kaplı defterle birazcık gerilmişti. Gelen iltifatın ardından araladığı defterin altında görünen kara kalem resmi görür görmez kendiside utanmıştı. Gerçekten resimde çocuğun dediği gibi bir peri kızı duruyor gibiydi. Öyle güzel çizilmişti ki resim Rohésia kendisi olduğuna hiç inanmamıştı. Gülümsemesi artarken kızaran kendi yanakları arkasındaki delikanlının sıcaklığıyla birleşince ateş saçmıştı bedenine. Mavi gözlerini kırpıştırarak yanındaki çocuğa baktı genç kız. Kızarmış yüze bakarken kendisininde bu denli kırmızı olduğu belli konuştu. "Çok teşekkür ederim. Bu harika!." Sözcüklerinin ardından bir süre durdu ve hemen arkasından dayanamayarak çocuğun yanağına doğru uzandı. Ufak bir öpücüğü bıraktığı sıcacık yanakla birlikte utancı iyice artmıştı. Bu yüzden bir süre öksürmesinin ardından sözcükleri seçmeye özen gösterek soludu. "Genede ben bu kadar güzel değilim. Bu gerçekten hayallerindeki bir peri kızı olmalı." Genç adamın güzel bakışları ardında gizlediği hayalleri görebiliyor gibiydi Rohésia. Kızlarla konuşamayan bu utangaç adamın aslında gerçekten büyük bir kalbe sahip olduğunu hissetmişti o an. İçine öyle çok güzellikleri alıyordu ki ellerini kullanarak bunu resimlerine yansıtması hiç zor olmuyordu. İşte bu yüzden resimleri gerçekten çok güzel oluyordu ve Rohésia gibi daha bir çok kişiyi etkiliyor olmalıydı.
- Czeclaw WojcieszakHufflepuff IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 49
Kayıt Tarihi : 24/04/12
Geri: Resimdeki Renkler
Perş. Mayıs 10, 2012 1:49 pm
“Nasılsın Czec?... Czec?”
Dalıp giden bakışlarının önüne gelen silik siluet bir noktaya toplanmış dikkatini dağıtmıştı. Gözlerini kırpıştırarak önünde duran kitaba baktı. Sonra ona seslenen arkadaşına çevirdi bakışlarını. “Kusura bakma dalmışım Jared.” Bakışları istemsizce masanın karşısındaki gülen cadının bedenine kaydı. Kestane rengindeki buklelerin çevrelediği çehresine hediye edilmiş mavi bakışlara kilitledi bakışlarını. İçindeki enginliğin içinde kaybolmuştu biraz önce. Sol göğsüne baskı yapan organının onu her gördüğünde istemsizce hızlı atması, yanaklarına renk katıyordu. Damarlarına zerk eden kanın içinde hissettiği sıcaklık, parmak uçlarında tatlı bir acı ile oluşan uyuşukluğu bedenine sunuyordu. Kulak hizasını geçen saçları, görüş açısını her kafasını hareket ettirdiği an bozuyordu. Önüne gelen saçlarını kulağının arkasına yerleştirirken yanında oturan arkadaşının omzuna sert bir şekilde yumruk atmasıyla bir kez daha bakışlarının genç cadının bedeninden söküp alınmasına neden oldu.
“Hadi ama Czec. Rohésia mı? Onun sevgilisi var. Hem ayrıca sen zenginsin bir kasaba kızı ile mi çıkmayı düşünüyorsun?”
“Aşkı şehirli kasabalı diye ayırmak… Çok saçma Jared.”
“Her neyse, yine de iki bir yeniksin dostum.”
Arkadaşının sözleri üzerine bakışları genç cadının bedenine bir kez daha kaydığında, garip bir hüzünle masasının önündeki kitaba düştü. Yazıları istemsizce okumaya başlarken, neyi nasıl okuduğunu bile fakında değildi. Bedenine sadece birkaç dakika öncesine kadar dolan duygudan eser yoktu. Onun yerine büyük bir kasvetle içini kemiren garip bir hüzün duygusu vardı.
Yanında parfümünün kokusunu ciğerlerine hediye ettiği, aşık olduğu cadıya istese de ulaşamayacağını bile bile ona tutulmanın yarattığı tesir altındaydı. Zihnine dolan düşünceler ikinci sınıfta yanında durduğu bedene platonik bir aşkla tutulduğu zaman dilimlerinden birisiydi. Cadıyı ne zaman görse bedenine önce garip bir sevinç duygusu, ondan sonra o sevince ani bir şekilde saplanan hüznü hissediyordu. Duygu karmaşası içinde kalmak zorunda kalıyordu hep. Bedenine onu sevmeyeceğini söylese de onu her gördüğünde öncekinden daha büyük bir tutku ile bağlanıyordu. Şimdi de öyle olmamış mıydı? Ağaçlarının arasından çıkıp geldiğinden beri, bedenine eşlik eden duygu karmaşasının içinde olmak onu memnun etmemiş miydi? Onu gülerken ki halini beyaz kâğıda ilahi bir şeyi resmediyormuşçasına çizmemiş miydi? Utangaçlık ile kutsanmış mavi bakışlarını onunkilerden kaçırırken, siyah deri kaplı defterindeki çizime odakladı. Her ne kadar uğraşsa bile onun güzelliğini kâğıda aktaramadığını fark ettiğinde, cadının melodik sesi doldurdu kulaklarını. Mavi bakışlarını kâğıttan çektiğinde, onun bakışları ile buluştu. Cadı bir süre durakladıktan sonra, soğuk dudaklarını, utançtan kızaran genç büyücünün yanaklarına bastırdığında, büyücü afallamıştı. Eli istemsizce yanağının üzerine giderken, yüzünden büyük bir gülümseme oluştu. Cadının melodik sesi tekrar kulaklarını doldurduğunda, kaşları çatıldı. Kendisinin bu kadar güzel olmadığını söylüyordu. Hâlbuki genç büyücü kâğıda onun güzelliğini tamamen yansıtamadığı için kendisine kızıyordu biraz önce. “Hayal olsaydı şuanda yanında durmazdım.” Dudaklarından istemsizce azat edilen sözcükleri kendisinin söylediğine inanamıyordu. Bakışları hemen yere eğdiğinde durumdan nasıl kurtulacağını bilemiyordu. Kardeşinin küstah kahkahası kulaklarını doldurduğunda, bakışlarını tekrar cadınınkine kilitledi. Yüzünde ilk defa takındığı bir ifade vardı. Cadının şaşkın bakışlarından gözlerini ayırmadan konuşmaya başladı. “Hatta güzelliğini tamamen kâğıda yansıtamadığım fark ettim kâğıda.” Gülümseyerek baktı genç cadının yüzüne. Bedeninde yükselen utangaçlıktan kurtulmak için ağacın gövdesine yaslanarak kurumaya yüz tutmuş otların üstüne oturdu. O anda aklına gelen düşünce ile yüzündeki ifadenin önüne karanlık çökmüş gibiydi. Genç cadının sevdiği kişinin öldüğünü duymuştu. Sevinmiş miydi? Hayır. Çünkü cadının üzgün olmasına hiçbir zaman dayanamıyordu. Onun o erkekle mutlu olduğunu görmek ona da garip bir mutluluk veriyordu. “Ağlamak sana yakışmıyor.” Sözcükleri dudaklarından azat ettikten sonra, otların arasındaki taşı elinde birazcık tarttıktan sonra göle doğru fırlattı. Çıkan ses ile birlikte, üstünde iki defa sekmesini seyretti. Sonra bakışlarını yanına oturan cadının çehresine çevirdi.
- Rohésia RécolteHufflepuff IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 92
Kayıt Tarihi : 23/04/12
Yaş : 31
Nerden : Kasaba
Lakap : Rose
Geri: Resimdeki Renkler
Paz Mayıs 20, 2012 11:46 am
Kalemi mürekkebe batırıp parşomene yayılan ince çizgilerini izleyen genç kız bir süre daha gözlerini kırpıştırmadı. Hemen ardından kahverengi saçlarını geriye doğru atarak mabvi gözlerini salonda gezdirdi. Sarı renginin ağırlıklı olduğu salon kitaplar ve öğrencilerle bezenmişti. Onların çok daha uzağında, en köşede duran genç adama gözleri takıldı genç kızın. Adam başını kağıdından kaldırmadan boyuna bir şeyler karalıyordu. Genç kız hep ne çizdiğini merak ederdi bu gencin. Şimdiyse boş gözlerle ona bakmakla yetiniyordu. Resim çizerken ciddiyetten çatılmış kaşlarının arasında beliren çizgiler bunu çok fazla yaptığının göstergesi gibiydi. Tek eliyle çizimini sürdüren genç adam ona bakan cadının farkında bile değildi. Belki böylesi daha iyiydi. Çünkü genç kız ne zaman biriyle göz göze gelse hemen bakışlarını kaçırırdı. Bu yüzden belkide okulda ona bakan kimse yoktu. Yanında duran arkadaşıysa gözünden hiçbir şeyin kaçmayacağı gülümseyişiyle genç kızı dürtükledi.
"Hadi Rose, Czeclaw mı? Eğer o yakışıklılıktan bir parça istiyorsan ikizine gitmelisin. Hem senin sevgilin yok muydu?"
"Ne demek istiyorsun. Elbette sevgilim var."
"Sana artık hiç mektup yazmayan bir sevgili. Bence Vlad'la şansını deneyebilirsin."
Genç kız dudaklarını hafifçe bükerek gülümsediğinde yeniden parşomenine dönmüştü. Diğer kızların Vlad'ın rahatlığını sevdiğine emindi ama Rose hep Czec'i daha çekici bulmuştu. Nedenini bilmiyordu. Yani elbette ikiside aynı dış görünüşe sahipti ama yürüyüş tarzlarında bile oluşan en ufak farklılık Rose'un dikkatini çekerdi hep. Vlad'ın rahat adımları onu hep kendinden soğutmuştu. (Hem neden soğutmayacaktı ki?) Bir Selfier oluşu ne kadar kötü olduğunu vurgular gibiydi. Rose içinse bu durum gerçekten çekilmezdi. O hep zıt ikizlere inanmıştı ve Vlad'dan ne kadar kaçıyorsa Czec'e de o kadar çekiliyordu. Genede bu genç adamla birkaç sözcük dışında konuşmamıştı. Hem sevgilisi vardı hem de ikisi de birbirinden utangaçlardı. Bu durumda konuşmakta gittikçe imkansız oluyordu. Üçüncü sınıfın sonuna gelmişlerdi ve Rose hala bu durumu atlatamamıştı.
Çok şey değişmişti kısacık zamanda. Sanki esen rüzgarlar alıp götürmüştü eskiyi. Şimdi geçen yıldan öyle uzak yerdeydiler ki genç kız buna inanamıyordu. Czec'le oturmuş konuşuyorlardı, genç adam onun resmini çizmişti. Daha önemlisi aslında bu resmi ona göstermiş olmasıydı. Utancını renklerle atan bu çocuk sonunda bir şekilde bağ kurmuştu Rose'la. Genç kız bundan memnundu, tıpkı geçen yılda olacağı gibi. O konuda bir şey değişmemişti ama hayalleri çoktan alt üst olmuştu genç cadının. Artık bir sevgilisi yoktu. Sevgilisiyle beraber bütün iyi duygularıda gömmüş gibiydi. Erkekler için hissettikleri/hissedebildikleri yoktu artık. Gelip geçmiş bir gençlik gibiydi. Şimdiyse ona resmiyle kur yapan çekincen bir çocuk vardı karşısında. Sevgilisi varken bile hoşuna giden bir çocuktu, peki neden şimdi bu kadar zordu? Mark'ı aldatıyor gibi hissetmeye devam ettiği için olabilirdi. Ne yazık ki artık aldatılacak bir Mark bile kalmamıştı geriye. Gerçekten çok şey değişmişti. Göl kenarındaki ağazın kökleri çıkmıştı, çiçeklenmişti etraf. Çiçekler eski çiçeklerin aksine daha sık çıkmıştı. Göl canlıları biraz daha ileri göç etmişlerdi, belki yıl sonunda geri geleceklerdi. Oysa şimdi değişime ayak uydurmaları gerekmişti. Bu değişime tek ayak uyduramayansa karşısındaki genç adama bakan mavi gözlerdi. Söylenen iltifatları tatlı bir gülümsemeyle kabul ederken itiraz edemiyordu gözleri. Ondan belkide iltifat almayı bekleyen üç yıllık hisleriydi buna sebep. Belkide artık itiraz edecek gücü olmamasıydı. Bilemiyordu genç kız. Genede Mark'a ihanet ediyor olabilir miydi? Önceden hayallerinde etmemiş miydi zaten? Şimdi olmayan bir Mark için yas tutarken bunu yapması da kötüydü elbet. Genede yoktu artık. Tek avuntusu buydu. Belki bu olmamalıydı, çünkü haksızlıktı bu. Sevgilisi ölmese aynı duyguları yaşıyor olurdu ama bu duygular bu kadar serbest olmazdı. Sırf bu serbestlik yüzünden sevinmesi bile büyük bir hataydı. İyi bir insan değildi belkide bu yanıyla genç cadı. En karanlık yanını ortaya çıkartmıştı Czeclaw ama ona bunun için kızmak şöyle dursun minnet duyuyordu. Söylenenlere cevap veremiyordu elbet ama son söylenenle kendine geldi genç kız. Mavi gözler birkez daha dikildi çocuğun üzerine. Ağaca yaslanmış genç bedeni izledi bir süre. Canlı, sıcak duran bu beden ona sırayla saydığı iltifatların ardından en olmadık konuya gelmişti şimdi. Aralarındaki duvarı bir çırpıda yıkmak isteyen bir cümle söylemişti. Dudakları buna izin vermişti genç adamın ama genç kız hala suskundu. Dudaklarını kontrol edebildiğindeyse cevabı hala hazır değildi. Bu yüzden bir anda aklından geçenleri sıraladı. Öylesine yalın, öylesine çırılçıplak sözcüklerdi. "Bende sevmiyorum ağlamayı. Genede başka bir şey sunmadı hayat bana." Sonradan fark etti genç kız böyle dememesi gerektiğini. Hayat çok şey sunmuştu ona. Aslında bakılırsa birçoklarından daha mutlu bir hayattı ama almıştıda aynı hızla. Kalbini almıştı bedel olarak genç kızdan. Uzak bir yerlere savurmuştu ve genç kız ona aramaya bile yorgundu. Nerede bulacağını bilmiyorduda zaten. Belki dünyanın öbür ucunda, belki de hemen yanında.
*üzgünüm çok geç yazdım.
"Hadi Rose, Czeclaw mı? Eğer o yakışıklılıktan bir parça istiyorsan ikizine gitmelisin. Hem senin sevgilin yok muydu?"
"Ne demek istiyorsun. Elbette sevgilim var."
"Sana artık hiç mektup yazmayan bir sevgili. Bence Vlad'la şansını deneyebilirsin."
Genç kız dudaklarını hafifçe bükerek gülümsediğinde yeniden parşomenine dönmüştü. Diğer kızların Vlad'ın rahatlığını sevdiğine emindi ama Rose hep Czec'i daha çekici bulmuştu. Nedenini bilmiyordu. Yani elbette ikiside aynı dış görünüşe sahipti ama yürüyüş tarzlarında bile oluşan en ufak farklılık Rose'un dikkatini çekerdi hep. Vlad'ın rahat adımları onu hep kendinden soğutmuştu. (Hem neden soğutmayacaktı ki?) Bir Selfier oluşu ne kadar kötü olduğunu vurgular gibiydi. Rose içinse bu durum gerçekten çekilmezdi. O hep zıt ikizlere inanmıştı ve Vlad'dan ne kadar kaçıyorsa Czec'e de o kadar çekiliyordu. Genede bu genç adamla birkaç sözcük dışında konuşmamıştı. Hem sevgilisi vardı hem de ikisi de birbirinden utangaçlardı. Bu durumda konuşmakta gittikçe imkansız oluyordu. Üçüncü sınıfın sonuna gelmişlerdi ve Rose hala bu durumu atlatamamıştı.
Çok şey değişmişti kısacık zamanda. Sanki esen rüzgarlar alıp götürmüştü eskiyi. Şimdi geçen yıldan öyle uzak yerdeydiler ki genç kız buna inanamıyordu. Czec'le oturmuş konuşuyorlardı, genç adam onun resmini çizmişti. Daha önemlisi aslında bu resmi ona göstermiş olmasıydı. Utancını renklerle atan bu çocuk sonunda bir şekilde bağ kurmuştu Rose'la. Genç kız bundan memnundu, tıpkı geçen yılda olacağı gibi. O konuda bir şey değişmemişti ama hayalleri çoktan alt üst olmuştu genç cadının. Artık bir sevgilisi yoktu. Sevgilisiyle beraber bütün iyi duygularıda gömmüş gibiydi. Erkekler için hissettikleri/hissedebildikleri yoktu artık. Gelip geçmiş bir gençlik gibiydi. Şimdiyse ona resmiyle kur yapan çekincen bir çocuk vardı karşısında. Sevgilisi varken bile hoşuna giden bir çocuktu, peki neden şimdi bu kadar zordu? Mark'ı aldatıyor gibi hissetmeye devam ettiği için olabilirdi. Ne yazık ki artık aldatılacak bir Mark bile kalmamıştı geriye. Gerçekten çok şey değişmişti. Göl kenarındaki ağazın kökleri çıkmıştı, çiçeklenmişti etraf. Çiçekler eski çiçeklerin aksine daha sık çıkmıştı. Göl canlıları biraz daha ileri göç etmişlerdi, belki yıl sonunda geri geleceklerdi. Oysa şimdi değişime ayak uydurmaları gerekmişti. Bu değişime tek ayak uyduramayansa karşısındaki genç adama bakan mavi gözlerdi. Söylenen iltifatları tatlı bir gülümsemeyle kabul ederken itiraz edemiyordu gözleri. Ondan belkide iltifat almayı bekleyen üç yıllık hisleriydi buna sebep. Belkide artık itiraz edecek gücü olmamasıydı. Bilemiyordu genç kız. Genede Mark'a ihanet ediyor olabilir miydi? Önceden hayallerinde etmemiş miydi zaten? Şimdi olmayan bir Mark için yas tutarken bunu yapması da kötüydü elbet. Genede yoktu artık. Tek avuntusu buydu. Belki bu olmamalıydı, çünkü haksızlıktı bu. Sevgilisi ölmese aynı duyguları yaşıyor olurdu ama bu duygular bu kadar serbest olmazdı. Sırf bu serbestlik yüzünden sevinmesi bile büyük bir hataydı. İyi bir insan değildi belkide bu yanıyla genç cadı. En karanlık yanını ortaya çıkartmıştı Czeclaw ama ona bunun için kızmak şöyle dursun minnet duyuyordu. Söylenenlere cevap veremiyordu elbet ama son söylenenle kendine geldi genç kız. Mavi gözler birkez daha dikildi çocuğun üzerine. Ağaca yaslanmış genç bedeni izledi bir süre. Canlı, sıcak duran bu beden ona sırayla saydığı iltifatların ardından en olmadık konuya gelmişti şimdi. Aralarındaki duvarı bir çırpıda yıkmak isteyen bir cümle söylemişti. Dudakları buna izin vermişti genç adamın ama genç kız hala suskundu. Dudaklarını kontrol edebildiğindeyse cevabı hala hazır değildi. Bu yüzden bir anda aklından geçenleri sıraladı. Öylesine yalın, öylesine çırılçıplak sözcüklerdi. "Bende sevmiyorum ağlamayı. Genede başka bir şey sunmadı hayat bana." Sonradan fark etti genç kız böyle dememesi gerektiğini. Hayat çok şey sunmuştu ona. Aslında bakılırsa birçoklarından daha mutlu bir hayattı ama almıştıda aynı hızla. Kalbini almıştı bedel olarak genç kızdan. Uzak bir yerlere savurmuştu ve genç kız ona aramaya bile yorgundu. Nerede bulacağını bilmiyorduda zaten. Belki dünyanın öbür ucunda, belki de hemen yanında.
*üzgünüm çok geç yazdım.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz