Lumen Yoldaşlığı
+10
Hugo Weasley
Aidan Wandhunt
Lucilla Montez
Berthé A. Glamour
Feodor Vasilyev
Scorpius Malfoy
Roxanne Chevalier
Seth Lannister
Prurient V De'Phell
Albus Severus Potter
14 posters
- Albus Severus PotterSlytherin IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 105
Kayıt Tarihi : 21/04/12
Yaş : 30
Lumen Yoldaşlığı
Paz Nis. 29, 2012 7:45 pm
Hogwarts'ın talihsiz düşüşünden sonra aynı şeyler Orenthia'ya da olmaması ve masumlar ile birlikte güçsüzlüleri de korumak için kurulan bir yoldaşlıktır. Liderliğini Albus Severus Potter üstlensede kararlar yedi kiişilik birliğinin oylaması ile alınır. Kendi içlerinde eğitim yaparlar ve müdahale edilmesi gereken olaylara gizlice müdahale ederler. Orenthia yönetiminden gizli olarak çalışan bir örgüttür.
Başvuru formu;
Kurucu ve lider;
Albus Severus Potter
Üyeler;
James Potter
Cetecea Bachelorette
Seth Lannister
Roxanne Chevalier
Alixés Marjoline
Ophrys Aeralith
Berthé A. Glamour
Aidan Wandhunt
Lucilla Montez
Hugo Weasley
Aderyn Dorielle Euphrosyn
Luanna Guadalupe
Cornelia Aondiné
Elena Nina Pearl
Başvuru formu;
- Kod:
Karakterin ismi:
Bina:
Karakterin kişilik özellikleri:
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?:
Kurucu ve lider;
Albus Severus Potter
Üyeler;
James Potter
Cetecea Bachelorette
Seth Lannister
Roxanne Chevalier
Alixés Marjoline
Ophrys Aeralith
Berthé A. Glamour
Aidan Wandhunt
Lucilla Montez
Hugo Weasley
Aderyn Dorielle Euphrosyn
Luanna Guadalupe
Cornelia Aondiné
Elena Nina Pearl
- Prurient V De'PhellSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 224
Kayıt Tarihi : 20/04/12
Lakap : Valérie
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Paz Nis. 29, 2012 7:53 pm
# James Potter
# Leondier
# Bilindiği gibi bir Potter işte, nasıl tanımlasam bilemedim. Muzur ve fevri bir büyücü. Muziplikleri dışında soyadı ve ailesini koruyabilmek için her şeyi yapabilecek bir yapıya sahip. Cesaretinden ödün vermeyen fakat bunu yapmaya çalışırken fazla saldırgan olabilen biri.
# Potter olması yoldaşlığa katılmasında öncülük ediyor.
# Cetecea Bachelorette
# Forestier
# Sert ve kaba bir yapıya sahip. Zeki ve akıllı bir kız fakat fazla ukala. Cesur ve atılgan bir kız. Aynı zamanda bir o kadar fedakar ve adil.
# Genç Potterlardan pek haz almasa da bunun sebebi tamamen o soyadı taşımayı hak etmediklerini düşünüyor oluşu. Yetersiz görüyor onları. Buna rağmen yoldaşlığın amacına uygun bir cadı ve Potterlarla aynı tarafta olmak ona gurur verir.
Örnek RP (başka bir sitede yazdığım bir rp)
# Leondier
# Bilindiği gibi bir Potter işte, nasıl tanımlasam bilemedim. Muzur ve fevri bir büyücü. Muziplikleri dışında soyadı ve ailesini koruyabilmek için her şeyi yapabilecek bir yapıya sahip. Cesaretinden ödün vermeyen fakat bunu yapmaya çalışırken fazla saldırgan olabilen biri.
# Potter olması yoldaşlığa katılmasında öncülük ediyor.
# Cetecea Bachelorette
# Forestier
# Sert ve kaba bir yapıya sahip. Zeki ve akıllı bir kız fakat fazla ukala. Cesur ve atılgan bir kız. Aynı zamanda bir o kadar fedakar ve adil.
# Genç Potterlardan pek haz almasa da bunun sebebi tamamen o soyadı taşımayı hak etmediklerini düşünüyor oluşu. Yetersiz görüyor onları. Buna rağmen yoldaşlığın amacına uygun bir cadı ve Potterlarla aynı tarafta olmak ona gurur verir.
Örnek RP (başka bir sitede yazdığım bir rp)
- Spoiler:
- Prurient okyanus mavisi gözlerini aralayıp zifiri karanlığa kendini bırakırken, kulaklarında çınlayan Lord'unun emirleriyle kendinden geçmişti. Göğsündeki acıyla koyverdiği inleme yatakhanenin sessizliğinde duvarlara çarparak yankılanmış, yatağından doğrulan bedeni biraz daha ürkütmüştü. Rahatsız edici sükunet, kulaklarını tırmalarcasına artmakta olan uğultuyla cadının adımlarını yatakhanenin kapısına yöneltmişti. Nefesleri giderek artan korkusuyla orantılı olarak düzensiz ve rahatsız ediciydi. Huzursuzca ilerlemeye devam eden bedenin tek gayesi, kendisine seslenmekte olan Lord'una ulaşmaktı, bunun uğruna da her zaman olduğu gibi şimdi de her şeyi karşısına alabilecek kadar cesurdu ve bu uğurda Lord'u için bir kez daha ayaklanmış, gecenin koynuna doğru hareketlenmişti. Gürültüyü aratan sessizlik kulaklarındaki çınlamaya son verirken, sonunda karanlıkta boğulmaktan kurtulan bakışlarını ışığın süzüldüğü noktaya yöneltti. Gördüklerini zihninde canlandırmaktan aciz bir şekilde ilerlemeye devam eden beden, başka birinin kontrolü altındaymışçasına duygudan yoksundu.
Çığlık...
Havanın varlığını hissetmekten uzak cadı, kulaklarını tıkayan uğultuya karşılık kendisine ait olup olmadığından emin olamadığı çığlıkla kendine gelmişti. İçinde git gide büyüyen korku ve huzursuzluk, boşluğa düşercesine göğsünü acıtıyor, bütün kaslarıyla bedenini baştan yaratıyormuşçasına titretiyordu. Soğuk iliklerine işlemişti ve her nefes alışında bedenini kristalleştiren buz acıyla gözlerini karartmıştı. Üzerinde hissettiği bakışlarla kıpırdamaya bile hali kalmayan cadı cisimlenmiş olduğu yeri kesitrmeye çalışmaktansa, yabancısı olduğu his bedenini terk edene dek olduğu yerde gözleri kapalı durmayı yeğlemişti. Fakat bu kez karanlık, cadıya oyun oynamaya başlamıştı ve korkuyla zihnine işleyen görüntüler, kendisine yaklaşmakta olan sayısız silüeti nakşediyordu. O an için küçülüp yok olmayı dilemekten başka bir şansı olmadığını fark ettiğinde, bütün cesaretini toplayıp gözlerini ardında kadar açtı ve gördüğü hiçlikle karşılaştığında derin bir nefes aldı. İzleniyormuş hissi giderek artıyordu ve bu ani bir manevrayla cadının arkasına dönmesine ve Karanlığın Senfonisi'ni hızla kaldırmasına sebep olmuştu. Kontrolden çıkmış korkusu cadıya koşması gerektiğini fısıldıyordu. Kafasında yankılanan sözcüklere bir anlam aramadan koşmaya başladı. Bacakları istem dışı giderek hızlanıyordu ve artık sakinleştiremediği nefesi, göğsünün iniş çıkışlarına hükmediyordu.
Dur.
Fısıltı tekrar cadıyı yönlendirmiş, donuk bakışlarını sabitlemeye çalışırken dengesini yitirmiş bedeni olduğu yere çivinlenmişçesine durdurmuştu. Karanlık bu kez cadının görüşünü engellemeye yetecek kadar yoğun değildi. Gözler önüne serili duran yapıya yönelmişti bakışları. Hala düzensiz olan nefesleri eşliğinde yapıyı inceliyordu. Karaltılı pencereler ve çatısı olmayan bina korkuyla titreyen bakışlarını buğulamıştı cadının. Korkunun içinden çıkıp gitmesi için diz çöküp yalvaracak kıvama gelmişti genç beden. Henüz bütün bunlara alışamamışken ve karanlığın içindeki görüntülerin yeni farkına varırken, önüne düşen ışık huzmesi kulaklarındaki uğultuyu tiz bir çınlamaya dönüştürmüştü. Gözlerini sımsıkı yumup ellerini kulaklarına götüren cadı inlemesini bile duyamadığının henüz bilincine varıyordu. Geçici sağırlık ve körlük onu terk ederken, dizleri üzerine düşmüş olan cadı sakince ayağa kalktı. Şimdiye dek kokusunu alabildiği tek şeyin midesini bulandıran sülfür kokusu olması bile onu biraz olsun rahatlatmaya yetmişti. Bir şeylerin varlığına şahit olabilmek adına kokuyu iyice içine çekti ve ciğerleri yakıcı sülfürle doldu. Daha yakından izlendiğinin farkına varması uzun sürmemişti. Kafasını kaldırıp yapının üzerinde duran iki silüeti gördüğünde, cadının içindeki endişe soyutlanmaya başlamıştı, ve beden bir kaç adım daha ilerlemişti. Durmasını sağlayansa yine içine düşen dehşetti. İdrak etmekte olduğu şeylerle meşguldü zihni. Sona gelmişti. Başlangıç, sonun kaynağıydı.
- Seth LannisterGryffindor IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 52
Kayıt Tarihi : 07/04/12
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Paz Nis. 29, 2012 8:03 pm
Seth Lannister.
Leondier.
Patavatsız, açık sözlü, vurdumduymaz. Haksızlığa gelemez. Dostluklarına çok önem verir.
Bir şeyin parçası olmak güzel olur.
Leondier.
Patavatsız, açık sözlü, vurdumduymaz. Haksızlığa gelemez. Dostluklarına çok önem verir.
Bir şeyin parçası olmak güzel olur.
- Spoiler:
- Sihir Bakanlığı, Ingiltere - Ağustos, 2064
Mat fakat bir o kadar da canlı gözüken siyahlığı çekiştirerek biraz aşağıya inmesini sağladı. Önünde duran kabarık dosyalarla boğuşmak, bir hayli yorulmasına sebebiyet vermişti. Aynı zamanda havadaki sıcaklık oranı, dosyalarla güçlü bir ittifak kurmuş, tüm güçleriyle büyücünün üzerine yükleniyorlardı. Blaise, siyaha ve maviye olan düşkünlüğüyle bilinirdi. Odasına sahip olmadan önce onu bile düşünerek dizayn etmişlerdi. Renkler, eşyalar, aksesuarlar… Koyu mavi ve tonlarının hüküm sürdüğü odada, siyaha bazı kapitülasyonlar verilmişti. Tabi ki istedikleri gibi at koşturamıyorlardı, ne de olsa azınlıkta yaşayan bir millet nasıl yaşam sürdürüyorsa, siyaha bezenmiş her şey de bu odada aynı şekilde yaşam sürdürüyordu. Blaise hariç… Tam bir matem havasına bürünen adamın üzerindeki siyah gömlek, sade fakat bir o kadar da göz alıcı kol düğmeleriyle tamamlanıyordu. Arka kısmı, büyücünün kafasının üzerine kadar uzanan sandalyeye geçirilmiş bir ceket yer alıyordu. Belli ki üzerinde tek bir toz tanesinin bile nefes almasına izin vermemişti. Her zaman disiplinli ve tertipli olmayı sevmişti. Arkasındaki pencerenin hafif aralığından içeriye dolan temiz hava, perdelerin uçuşmasını sağlıyordu. Kesik bir güneş ışığı, loş ortamı bıçak gibi kesip geçmekle kalmıyor, adamın önünde bulunan evrakların da gözle görünür bir şekilde aydınlanmasını sağlıyordu. Biriken onlarca evrak, masanın üzerinde büyücüye ait bir yer bırakmıyordu. İçebildiği bir adet kahvesi vardı ve bardağın altına koyduğu bir bardaklık… Rüzgârın etksiyle saçlarını yalayan perdeyle birlikte elinde çevirdiği kalemi sabitledi. Başparmağı ve işaret parmağının arasında sıktığı kalem, parmaklarının beyazlamasına sebebiyet vermişti. Küçük oyukların yer aldığı parmaklarını kalemin üzerinden çekerek kâğıtlarına arasına karışmasını sağladı. Zihninin derinliklerinde ufak bir yolculuğa çıkmıştı ve her zamanki gibi başrolde uğruna canını verebileceği kadın yer alıyordu.
Les Soinne, Italya - Haziran, 2049
“Lea! Sana buraya gel dedim.” Yorgun çıkan ses tınısı, nefes nefese kalmış bünyesinden çıktığı andan itibaren kendini belli etmişti. Henüz hayatının ortalarında olmasına rağmen fazla sigara tüketiminin verdiği bir problemle mücadele ediyordu. Ellerini dizlerinin üzerine koyup öne doğru eğildi. Soluklanışıyla birlikte göğüs kafesi yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Yutkundu. Tek elini havaya kaldırıp cadıya durmasını söyledikten sonra tekrar dizinden destek almaya başladı. Etrafta uçuşan kuşların sesi kulaklarını dolduruyordu. Gayet huzur verici bir ortam olmasına karşın o, bundan payını pek alamıyor gibiyidi. Ona huzur veren tek şey, karşısında durup ona gülümseyen kadındı. Başka hiçbir varlık ona yaşadığını hissettiremiyorken bebeklikten beri yanında olmasına alıştığı kadın ona çok farklı hissettirebiliyordu. Herkesin ölümünü göze alabilirdi fakat o ölürse, ayakta durabileceğinden pek emin değildi. İntiharı tercih edip kolayca kurtulmayı denemezdi. Lea Ruthvell tanıdığı en güçlü kadındı ve o böyle bir şey yapmazdı, Blaise’nin de yapmasını istemezdi. Hayata dört elle sarılıp canla başla mücadele etmek onun stiliydi ve büyücüyü de bu yönden etkiliyordu. Başladığı bir işi bitirmeden bırakmıyor, en basit olaylara bile tüm hırsıyla cevap veriyordu. Kulaklarını dolduran tatlı melodiyle birlikte kafasını hafifçe yukarıya kaldırdı. Kumları seyrederken geçen zaman içerisinde yeşil beyaz bir yengeç bile görmüştü. Değişik bir hayvandı. Ona sorarlarsa kurbağa ve istakozun mutant geçirmiş hali gibiydiler. “Ah, çok yazık… Son kullanma tarihinin dolduğunu fark etmemiştim.” Cadı, kibirli bir gülümsemeyle kumsalda ağır ağır yürümeye başlamıştı. Görünüşünden, büyücüyle dalga geçtiği fazlasıyla belli oluyordu. Bunu anlayabilmek için oturup da yarım saat buna kafa patlatmak gerekmiyordu. Ayak parmaklarının arasından süzülen kumlar rüzgârın etkisiyle havada dağılırken dönüp tekrar büyücüye bakmış ve koşmaya başlamıştı. Henüz denize girmedikleri için kum kuru kalmayı başarabiliyordu. Etraftaki en yakın bina buradan kilometrelerce uzaklıktaydı ve onlara iğneleyici gözlerle bakan insanlardan yeterince uzaklardı. Bu, Blaise’nin içini ferah tutmasını sağlıyordu. Adımlarını hızlandırarak koşmaya başladı. Ayağının altından kayan kumlar ufak bir toz bulutu halinde etrafa yayılmıştı. Cadıyla aralarında kalan mesafe santimlere kadar indiğinde çevik bir hareketle öne doğru zıplayarak cadıyı belinde kavradı. Kumların üzerine çarpan önce kendi sırtı olmuştu. Chryseis’in incinmeyeceğini biliyordu bu hamleyi yaparken fakat emin olamamıştı. Bir ihtimal tam tersi pozisyonda da düşebilirlerdi. Güçlü kollarının arasında bütün tehlikesine rağmen her zamankinden daha kırılgan görünen kızın hissettirdiği ironiyle gülümsedi. Bütün ağırlığını verdiği vücuduna baktı son kez. Ardından kolunu, Lea'nın ince beline daha sıkı dolayıp kendisiyle birlikte kaldırdı. Uzandıkları yerden doğrulduklarında, parmağıyla dudaklarına bal çalar gibi kısa ama ıslak son bir öpücük bıraktı. “Anlaşılan o kadar da eskimemişim. Hâlâ seni yenebilecek kapasitedeyim.” Cadıyla beraber kahkahanın dibine vurduklarında havanın olması gerekenden biraz daha erken karardığını fark etti. Büyük ihtimalle günler kısalıyordu veya ona benzer bir çeşit doğa olayı oluyordu, emin değildi. Tamamen ayağa kalktıklarında elini usulca kızın beline doladı. Karşılığını bulmaması moralini bozmuştu. Hafif bir zorlamayla cadının elini kavrayıp kendi beline doladı. “Böyle daha güzel... Şimdi gidebiliriz matmazel.” Lea’nın o bilindik bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Eğer bakışları canlansa, büyücüyü öldüresiye dövebilirlerdi, insanın üzerinde böyle büyük bir etki yaratabiliyordu. Kesik bir gülümsemeyle biraz daha sokulmuştu sevdiği kadına.
Sihir Bakanlığı, Ingiltere - Ağustos, 2064
Kasvetli kapının eşiğinde duran adam, düzgün bir şekilde ütülenmiş takımıyla alacağı cevabı bekliyordu. Seslenişine karşılık olarak kocaman bir sessizlik almıştı ve bundan pek de hoşnut olmamıştı. Kalın kaşlarını alnının ortasında birleştirecek şekilde çatıp tekrar araladı dudaklarını. “Efendim?” Boşluğa dalıp gitmiş bir adam vardı karşısında ve bu işler burada böyle yürümezdi. Bu zamana kadar yürümemişti bundan sonra da yürümeyeceği aşikârdı. Meşe ağacından yapışmış uzun masaya doğru yaklaştı usul adımlarla. Bir rüyada misali dalmıştı adam. Gözleri açıktı, sevgi doluydu fakat boş boş bakıyordu. Eli, kalemi tutuş şeklinde kalakalmıştı. Elindeki klasörü yukarıya kaldırıp masaya sertçe bırakan adam, Blaise’nin hayallerinden sökülüp almasını sağlamıştı. Elindeki karıncalanmayı gidermek için bir süre parmaklarını oynattı. Boynunun kasılmasından hoşnut olmamıştı. Sağa ve sola yatırarak eklemler arasındaki hava kabarcıklarının patlamasına sebebiyet vermişti. Aynı işi parmaklarında da uyguladıktan sonra tüm ciddiyetiyle adama doğru baktı.
“Bunlar da yenileri efendim. Halledilmesi gereken birkaç dava daha var. Malum bakanımızın başı meşgul şu sıral-”
“Evet, evet biliyorum. Nekromensır saçmalıkları…”
“E… Evet efendim.”
“Anlıyorum. O halde benim şimdi çıkmam gerekiyor. Bir süre beni idare etmelisin burada tamam mı Barry?”
Hızlı adımlarla olduğu yerden doğrulup ceketini almıştı. Sol kolundan ceketi geçirirken aynı anda da kapıya doğru yönelmişti. Büyükçe bir adım atarak kendisini koridora bıraktığında aklındaki tek kişi Chryseis idi. “Adım Larry!” Arkasından onu takip eden ses dalgasıyla birlikte gözlerini devirdi. Her neyse… Her gün belirli zamanlarda onu görmeye giderdi ve şimdi de şans eseri hatırladığı birkaç anı, ona yol gösteren isim olmuştu. Taş zemini adımladığında yankıyan ses duvara çarpıp tekrar kulaklarında hayat bulmuştu. Naçiz bedeninin binadan dışarıya atar atmaz sevdiği kadının bulunduğu sınırlar içerisine cisimlenmişti. Bulantı hissi ve baş dönmesiyle yerde birkaç defa sektikten sonra bedeninin sabitlemiş ve malikânenin yolunu tutmuştu. Rouvaslar köklü bir soydan ibaretlerdi. Ailelerindeki asaletten yoksun insanlar bir elin parmağını geçmezken, aile liderlerinin onların aksine asaleti kulaklarında çalkalanmıştı. Aura’nın ölümünden sonra el değiştiren aile liderini tanımıyordu. Zira uzun zaman Wanderer esiri olarak geçirmişti hayatını ve bu zaman zarfı içerisinde bazı olaylardan geri kalmıştı. Lanet olası bir televizyon misali izleyemiyordu hayatı. İstediği yerleri başa sarıp tekrar seyretme şansı yoktu. Veya durdurup detayları kontrol edemiyor, istediği zaman da kapatıp keyfine bakamıyordu. Öylece akıp giderken hayat ona sadece ayak uydurmak kalıyordu. Rugan ayakkabılarının siyahıyla üzerindeki takımın siyahı tamamen birbirini boğsa da buna aldırış etmiyordu. Havanın sıcağını tamamen üzerine çekmiş, adeta sömürüyordu. Ceketinin iç cebinden çıkardığı zipposuyla dudaklarının arasına bıraktığı sigarasını alevlendirdi. Zipponun sağ alt köşesinde Chryseis’in adı kazılıydı el yazısıyla. Zira bu çakmağı ona o hediye etmişti ve o zamandan beri başka bir aletle yakmayı denememişti en sevdiği zehirler arasında yerini alan sigarasını.
Godric's Hollow, Ingiltere - Nisan, 2051
Cadının ince parmaklı ellerinden aldığı saf gümüş zippoya baktı bir süreliğine. Yüzünde ufak bir tebessüm belirmişti. Çevirdi. İncelermişçesine sağına, soluna, kıyısına, köşesine, her yerine baktı. Sağ altta narin bir el yazısıyla Chryseis yazıyordu. Lea’nın el yazısını nerede görse tanırdı ve bu tamamen ona aitti. Bu çakmağı kullandıkça onu hatırlayacaktı. Bu çakmak her alevlendiğinde, içindeki aşkı daha da körüklenecekti. “Ne yani daha çok sigara içip, daha çok zehirlenip, daha çabuk ölmemi mi istiyorsun?” Muzip bir tavırla yönelttiği soru karşısında soğukkanlılığından ödün vermeyen cadı dolgun dudaklarını hafifçe aralayıp yanıtladı büyücünün sorusunu. “Her zamanki gibi olayı dramatikleştiriyorsun Fabien.” Ufak bir tebessümle noktaladığı cümlesinin ardından ortamın ısınmasına katkıda bulunmuştu. Onunla geçirmediği bir saniyeye bile sahip değilken onu nasıl bu kadar özlediğine akıl sır erdiremiyordu. Lea ile fazlasıyla zıt karakter olmalarına rağmen iyi geçinebiliyorlardı. İkisinin de birbirlerini dengelemesinden midir bilinmez, birkaç ufak tartışma dışında hayatlarını iyi sürdüryorlardı. Tartıştıkları noktalar da genelde incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler oluyordu. Cama doğru yürüyen cadı, ellerini göğsünde birleştirmiş öylece dışarıyı seyrediyordu. Gecenin güzelliği, en yetenekli ressamların dahi yapamayacağı ferahlıktaydı. Sükunetli bir şekilde taş zemini adımlayıp cadının arkasından kollarını dolayıp kendisine çekti. Çenesini, kadının omzuna bırakıp kendisini gecenin koynuna bıraktı onun kokusu eşliğinde.
Patras, Yunanistan - Ağustos, 2064
Anılarından sıyrıldığında malikânenin kapısına çoktan gelmişti. Sigarasını yere atıp üzerine basıp geçtikten sonra kapıdan içeriye girdi. İkinci katın penceresinde cadıyı gözüne kestirir kestirmez cisimlendi. Odaya girdiğinde biraz gürültü çıkarmıştı fakat bunu önemseyecek nokta da değildi. Aylar boyunca Hogwarts’dayken onu seyrediyordu ve onunla göz göze gelir gelmez kaçıyordu adeta. Cesaretini yeni yeni toplamışken aklını başka şeylerin kurcalamasına izin vermeyecekti. Arkası büyücüye dönük bir şekilde oturan Lea istifini bozmamıştı. Büyük ihtimalle içeriye girenin Blaise olduğunu bilmiyordu. Biliyor olsa bile bu bir şeyi değiştirmezdi. “Kapı çalmak gibi bir âdetin yok mu?” Elindeki fırçayı masaya bırakan Lea’nın yanına yaklaştı ürkek bir şekilde. Sandalyenin yanındaki masadan fırçayı alıp cadının saçlarını taramaya devam etmişti. El aynasından yansıyan yüzü onunkiyle buluştuğunda bakma gereği duymamıştı Lea. Eğilip saçlarının kokusunu içine çektiğinde, suya aç bir toprak gibi hissetmişti kendisini. Yıllarca duyulan özleminin büyüklüğü kendisini bile korkutabilecek düzeydeydi. Blaise’ye doğru dönen Lea’nın gözlerinin derinliği fazla gelmişti büyücüye. Ayağının altından kumun kaydığını ve suyun derinliklerine doğru çöktüğünü hissetti. Ona baktığı her saniye boğuluyordu adeta.
Ellerinin arasından bir tutamı kayıp giden saçları özlemle seyretti bir süreliğine, kalbinde filizlenen tek özlem ondan ibaretmiş gibi. Diğerlerinin arasına karışan saçı, göz kararı tekrar avucunun arasına aldığı usul usul taramaya devam etti. Saçının teline dahi zarar vermekten korkuyor, ürkek ve bir o kadar da kararsız bir şekilde fırçayı cadının saçına sürmeye devam ediyordu. Saç tellerinin arasında su gibi akıp giden fırça, sevdiği kadının ne kadar kusursuz olduğunu bir kez daha gözler önüne sermişti. Aynı aynadan yansıyan iki yüz, yarım yamalak bir şekilde yer edinebilmişken, kalbinde yansıyan yüzün, ne denli yer edinebildiği sorgulamaya çalıştı. Havada asılı kalan düşünceleri, buna izin vermemişti. O kavramların üzerinden çok zaman geçmişti. Zira artık tüm kalbi, Chryseis ile dolup taşmıştı. Bu sevgiye bir değer biçmek ise yalnızca aptalların yapabileceği bir şeydi. Boğazının kuruduğunu fark eden büyücü, yutkunarak geçici bir şekilde bu sorunun üstesinden gelmişti. En azından bu şekilde yaşamaya alışmıştı o köhne zindanlarda geçirdiği zaman boyunca. Kendisine yapılan onca işkence boşa gitmemişti elbette. O işkenceler sayesinde daha güçlü bir adam olarak çıkmıştı oradan. Eski neşesi yoktu elbet yüzünde, onun yerine donuk bir maske kaplamıştı. Acıyı tecrübe etmiş, başına gelen her türlü olayı sineye çekmiş birinin maskesiydi bu. İlk başlarda onu ödünç olarak aldığını ve kullandığını düşünüyordu. Her şeyi geride bıraktığında maskeyi de çıkaracaktı yüzünden ve buruk bir tebessümle de olsa hayatına devam edecekti kaldığı yerden. Fakat işler sandığı gibi olmamıştı. Hiçbir şeyi geride bırakamamıştı. Cadıyla her göz göze gelişinde maske, yüzüne biraz daha yapıştı. Onunla geçirdiği zamanları her hatırladığında, biraz daha sıktı elmacık kemiklerinden, kafatasını çatlatacakmışçasına. Kasılan damarları boğazından alnına dek uzanırken, o bunu yadırgamıyordu. Şimdiki halinden memnundu aslında. Eskisi gibi alttan almıyordu olayları, haksızlık karşısında tepkisini gösterebiliyordu. İnsanlara karşı menfaatli davranmayı bırakmıştı. İnsanlar artık umrunda değildi. Keza orada geçirdiği yıllar boyunca bir kişi bile onu aramamıştı. O gün bugündür insanlıktan ümidini kesmişti. İçerisinde yüzdüğü öfke havuzunda sadece tek bir kişiyi suçlayamıyordu. Söz konusu o olduğu zaten beyaz bayrakları çekmekle mükellifti. Söz geçiremediği aptal kalbinin peşinden koşmaktan yorulmuştu, zira şu an burada olmasının tek sebebi de buydu. Hogwarts’da göz göze geldikleri zamanlarla avutabiliyordu kendini bir nevi de olsa fakat tatmin olmamış, açgözlü kalbi, sürüklemişti onu cadının ayağının dibine kadar. Fakat böyle yaparak onun gözünde küçük düşmemişti. En azından büyücü buna inanıyordu, cadının da öyle düşünmesini istiyordu. Sevgi denilen kavram öyle söz edilip, kestirip atılacak bir şey olmamıştı hiçbir zaman. İnsanlık var olduğu sürece, tadılabilen, hissedilebilen, kimi zamanlarda görülüp duyulabilen yegâne duygu olmuştu. Herhangi bir bez parçası gibi paçavraya çevrilip daha sonra da atılamazdı. Kalbe karşı savaşını her zaman kazanmıştı. İnsanoğlu hayatı boyunca yalnızca bir kişiyi sevebilirdi. Büyücünün gözünde bu kişi en başından beri Chryseis Lea idi. Kendisi gibi bir Ruthvell olacağı zamanın hayaliyle yaşamıştı bu zamana kadar. Belki de bu hayal sayesinde yaşadığı acılara göğüs germeyi başarmıştı. Cadının canını yakmasına aldırmamıştı. Onu sevmek büyük cesaret gerektiriyordu. Diğer cadılar gibi sıradan bir sıfatla nitelendirilemez, yerine herhangi birisi konulamazdı. Tanrı, mesaisini uzatıp sihirli elleriyle yoğurmuştu her bir uzvunu. Tolerans sıfıra yakındı. Hata kabullenilemezdi. Bu yüzden o, Tanrıçaydı. Diğerlerine göre öyle olmasa bile büyücünün gözünde öyle olduğu su götürmez bir gerçekti. Sönük bir pembelikle boyanmış dudaklarını usulca aralayıp derin bir nefes koy verdi. Bir daha özlemini duymamak için dua ederek, yumuşacık saçların ikinci defa elinden kaymasına izin verdi. “Oradan çıktıktan bu yana özgür bir kuş gibiydim. Bir daha kimsenin beni zincirlemesine izin vermeyecektim, kendi kendime böyle söz vermiştim. Lakin ayaklarımdan zincirlendiğimi unutmuş olmalıyım, boş yere kanat çırpıp durdum günlerce…” Yatağın üzerine usulca kendini bıraktıktan sonra ellerini birbirine kenetledi. Dirsekleriyle diz kapaklarından destek alıp öne doğru eğdi gövdesini usulca. Maun parkenin koyuluğunda göz bebekleri kararırken, beyin kıvrımlarında seferler düzenleyen düşünceleri oracıkta katledivermişti. Büyük bir soykırımın altına imzasını atmış bulunmuştu. Onu sevmiyor olmanın düşüncesi, varsayımı ufacık bir örneği bile adlandırılamaz derecede rahatsız ediciydi. “Ne zaman ki buraya uçmaya ikna ettim kendimi, o zaman kanat çırpmam bir mana kazandı. Seni sevmek azılı bir suçlu olmak gibi, ölüm cezasına çarptırılmış bir suçlunun darağacını her gördüğünde tekrar tekrar düşüncelerinde ölmesi gibi… Seni her gördüğümde, gözlerinin içine her baktığımda tekrar tekrar ölüyorum.” O kadar uzun zaman olmuştu ki bu yükü sırtında taşıyalı, artık onunla yaşamaya alışır hâle gelmişti. Aslında onu bir yük olarak nitelendirmek de doğru olmazdı, sadece onun yerini tutacak doğru kelimeyi bulmakta zorlanıyordu. Belli bir zamandan sonra o duyguyla mücadele etmek zorlaşmıştı. İçten içe onu eritip bitiriyordu, bir asit misali. Elini ceketinin iç cebine atıp cadının ona hediye ettiği çakmağı çıkardı. Parmaklarının arasında kavradığı çakmağa bir süre baktıktan sonra iç çekip yatağın yanındaki komidinin üzerine bıraktı. Tenteden gelen kulak doldurucu bir sesle bakışlarını oraya çevirdi. Kar gibi beyaz bir paçalı güvercinle karşılaşmıştı. Daha önce onun kadar beyaz bir şeye rastladığını hatırlamıyordu. Bir süre camdan içeriye boş boş baktıktan sonra kanatlanıp diğerlerinin arasına karışıp hiçbir şey yokmuş gibi uçuverdi. Blaise’nin imrendiği şey de buydu. Bir şekilde buralardan uzaklaşmak istiyordu. Düşüncesinin doğruluğu tartışmaya son derece müsaitti elbette ama ona göre sadece kendi doğruları vardı. Bu saatten sonra insanların neler diyeceğiyle kafasını kurcalayamazdı.
Akciğerlerine derin bir nefes doldurup ayağa kalktı. Ceketinin düğmelerini ilikleyip üzerine başına çeki düzen verdi. Son bir kez baktı hayran olduğu kadının saçlarına. Neredeyse beline kadar uzanan tarif edilemez bir güzellikti. Temkinli adımlarla kadına doğru yaklaşıp parmaklarını saçlarında gezdirdi bir müddet. Öne doğru eğilip kokusunu içine çektiğinde istemsiz bir şekilde araladı dudaklarını. “Bunca zaman ortalarda yokken böyle bir anda ortaya çıkıp hayatını zindana çeviremem Chryseis. Belirli bir düzene oturtmuş olduğun, mutlu bir hayatın var. Ben bunu bölmeye cüret edemem. Sadece iyi olup olmadığını merak etmiştim, hepsi bu.” Parmaklarını usulca söküp aldı kadının saçlarından. Onunla ölene kadar kalabilirdi ama bunu yapması etnik açıdan pek de doğru olmazdı. Kurulu bir düzenin içerisine hiçbir şey olmamış gibi dalamazdı. Ayakkabılarının yerde çıkarttığı sesler eşliğinde kapıya doğru yöneldi.
Kalbim göğsümü parçalayıp fırlayacakmış gibi atıyor. Yapma Lea, terk et kalbimi hiçbir şey olmamış gibi. Savaşın galibi sensin, ufak bir antlaşma imzalayalım. Kalbimin topraklarından çekil, ben zaten sensizlikle ödeyeceğim cezasını her saniye…
- Roxanne ChevalierGryffindor IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 30
Kayıt Tarihi : 27/04/12
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Paz Nis. 29, 2012 8:31 pm
& Roxanne Chevalier
& Leondier
& Küçük yaştan itibaren çevresine duyarlı, sevecen ve heyecanlı kişiliğiyle tanınan Chevalier kızıdır. Dürüstlüğü ve güvenilirliğiyle çevresinin sevgisini kazanan küçük Fransız, tek kötü kuyunun çabuk sinirlenmek olduğunu düşünüyor. Öfkesi çabuk geçse de yakıp yıktığı kalpleri yeniden kazanması zaman alıyor. Boş zamanlarını dışarıda geçirmeyi seviyor.
& Hogwarts'ın düşüşünden bir ders çıkarmak ve harekete geçmek lazım.
& Leondier
& Küçük yaştan itibaren çevresine duyarlı, sevecen ve heyecanlı kişiliğiyle tanınan Chevalier kızıdır. Dürüstlüğü ve güvenilirliğiyle çevresinin sevgisini kazanan küçük Fransız, tek kötü kuyunun çabuk sinirlenmek olduğunu düşünüyor. Öfkesi çabuk geçse de yakıp yıktığı kalpleri yeniden kazanması zaman alıyor. Boş zamanlarını dışarıda geçirmeyi seviyor.
& Hogwarts'ın düşüşünden bir ders çıkarmak ve harekete geçmek lazım.
- Örnek Oyun:
- YEL YAVRUSU;
Soğuk, taştan zemin üzerinde sürünen bir çift beyaz ayak. Şişmiş damarlar tarak kemikleri üzerinde asice belirmiş, rengini kaybetmiş solgun tırnaklar. Geceliğinin etekleri arsızca bacaklarına değiyor genç kızın. Sinsi adımları yatak odasını arşınlıyor sessizce, öyle sessiz ki bedenini hissedemiyor genç kız. Ruhu vücudunu terk etmiş gibi hafif bedeni. Bu duyguyu sevdiğini düşünüyor, gülümsüyor kendi kendine. Niyeti baştan çizik bunun, kafayı sıyırmış olmalı! Gecenin bir yarısı yatakhanede Quidditch cüppesini arıyor Arsız Gressiuva, kendi uyumadığı gibi diğerlerini de uyutmayacak! Bunun genç kız için bir önemi yok elbette, içi süpürgesine binmek için yanıp tutuşurken yatakhaneyi sel bassa umurunda mı olacaktı sanki? Üzerinde gümüş desenleri olan yeşil cüppesini sandığından hızla çıkartıyor; sandığın kapağı sertçe aşağıya vururken genç kız her ihtimâle karşı yatağının arkasında, pusuda bekliyor. Birkaç mızmızın da sesi kesilir kesilmez telaşla geceliğini soyuyor üstünden. Nefis, beyaz teni ay ışığında parıl parıl parlarken gece kadar karanlık ve ıssız bakışları ayakkabılarını arıyor. Buluyor, buluyor sonunda! Bir arbede içinde ayakkabılarını ayağına, cüppesini üzerine geçiriyor. Hava durgun, Gressiuva durgun havayı seviyor. Quidditch için mükemmel bir gece olduğunu düşünüyor, pencereden dışarı baktığında bucaksızlığını hayretle sezdiği Quidditch sahasına dalıp gidiyor gözleri. O an havada süzülmenin kalbinde yaratacağı heyecanı düşünüyor, içini hoş bir titreme alıyor. Bunu hayal etmek bile Solita’yı, yıllanmış bir şişe şarabı tek dikişte bitirmişçesine sarhoş edip, kendinden geçirebiliyor. Yüzündeki soğuk gülümseme ile gerilmiş dudakları ay ışığının tacizine uğruyor, parlıyor. Genç kız saçlarını elleriyle karıp, yatakhanenin kapısına doğru ilerliyor. Gecenin gizemine bürünmüş, karanlık bakışlar… Gözleri üzerindeki cüppenin yeşilini taklit etse bile, karanlık kıskanıp o gözleri saklamayacak mıydı? Siyah, ona böylesine tutkuyla vurulmuşken; onu böylesine sakınırken koridorlara çıkan Haylaz Gressiuva’yı hangi insanoğlu fark edecekti? Zindanların küf kokusu cüppesine siniyor, süpürgesi sağa sola çarpsa da Haylaz’ın fark edip de çözemediği gücüm onun fark edilmemesini sağlıyor. Bahçeye çıktığında Solita daha bir yeşil görünüyor, gözleri ise o muazzam parlaklığından ödün vermemiş. Heyecanı bacaklarını titretiyor, parmakları süpürgesini daha bir evhamla kavrarken zihni bir an için tatlı uykunun esiri oluyor. İçi geçen genç kızın gözleri dehşetle açılıyor birden. Duyduğu sesle kaşları çatılıyor, bakışları şatodan gelen seslerin olduğu tarafa kayıyor. ‘Gressiuva hazır gibi, Mike. Sanırım süpürgemin tozunu yutmak için fazla acele ediyor, ne dersin?’ Gecenin karanlığıyla uyum sağlamış siyah saçları omuzlarından uçuşuyor bahçeye çıkan kızın. Gressiuva onun koyu kırmızı cüppesini bir an için seçemese de üzerine ne giydiğini tahmin ediyor. Başka ne olabilirdi ki? Sarışın saçlarını elleriyle bir kez daha kararken sinsi bakışları ay ışığında aydınlanıyor. ‘Dikkat et de, süpürgem seninkinin hakkından gelmesin Bulanık Cursey!’ Son iki kelimeyi çok daha vurgulu söylüyor Haylaz, pek de sevimli sayılmayacak bir gülümsemeyle dilini dişlerine değdiriyor. Cursey’in yüzündeki tedirgin ifade Solita’yı daha da yüreklendiriyor, bu su götürmez bir gerçek! On dört yaşında bir çocuk için hayli sıska olan Haylaz Gressiuva göğsünü şişiriyor, çünkü o sırada arkadaşları Stollen ve Parcié kapının önünde ona sırıtmakta. Gressiuva’nın kaşları alayla kıvrılıyor, hiçbir şey söylemeye gerek duymuyor. Ona göre bu bulanıkla konuşmak, onun ‘cesurcukcuk’ laflarını dinlemek vakit ziyanlığı. Cursey ve –Gressiuva’ya göre- pek ezik birkaç arkadaşı süpürgelerini sertçe kuru toprağa vuruyorlar. Hakemlik yapacak olan Lewis şatodan aceleyle çıkarken pantolonunun düğmesini iliklemekle oyalanıyor. Kaybolan birkaç dakika daha… Yüzünden korku akıyor, ancak bu maçı yönetmeli. Yoksa Gressiuva onu bir güzel benzetecek. Peşinden sürüklediği sandığı taşımak için diğerlerinden yardım istercesine bakıyor suratlarına. ‘E hadi?!’ Solita yerinden dâhi kımıldamıyor, hamallık yapmak pek de ona göre değil! Birkaç kişi Lewis’a yardım etmek için sandığın başına geçiyor. ‘Pis muggle dölleri! Çekilin şuradan!’ Gressiuva yine bedeniyle tezat, güçlü bir sesle haykırıyor. Asasını uzatıyor sandığa. ‘Locomotor Motris!’ Sandık asa doğrultusunda havalanırken Cursey ve arkadaşlarının yüzüne hazımsız bir ifade yerleşiyor. Keyifle sırıtan Gressiuva, Lewis’ın kendisine teşekkür ettiğini duyuyor. Yüzündeki tatminkâr ifade… Başını onaylarcasına sallamakla yetiniyor, Lewis bir Hufflepuff öğrencisi ve Solita kendi binası dışındaki -bir başka bina mensubu- öğrencilerle konuşmaktan hoşlanmıyor. Son altmış metre. Altmış küsur adım bekleyemeyecek kadar sabırsız. Süpürgesine binip diğerlerini geride bırakıyor. Ta ki Quidditch sahasının ortasına varıncaya kadar… Sandık gürültüyle kuru toprağa iniyor, Solita da başında hazır bekliyor. Şimdi Lewis görevini yapmalı, değil mi? Lewis anahtarla göremediği kilidi zorluyor. Birkaç dakikalık bir uğraş sonunda sandık açılıyor. Lewis topları çıkarmadan önce Vahşi Quidditch’in kurallarını anlatmaya koyuluyor. ‘İyi dinleyin. İki Bludger ve bir Quaffle ile oynayacaksınız. Kaleleri aydınlatmaları için yatakhanende iki arkadaş ayarladım. Eh, biraz da bu kapışmayı merak ediyorlar. Ehm, neyse. Bir kaleci olacak ve diğerleri atak yapacak. Buraya kadar zor bir şey yok. Asıl iş Bludgerlardan korunmakta. Vurucu olmadığı için her an üstünüze bir Bludger gelebilir. Bu yüzden çok ama çok dikkatli olun.’ Cursey yerinde huzursuzca kıvranırken Gressiuva soğuk sesiyle ağır ağır konuşmaya başlıyor. ‘Öğüt dinlemeye gelmedik, Lewis. Bu oyunu daha önce tam yedi kez oynadım.’ Zavallı çocuk pörtlek gözlerini Gressiuva’dan kaçırırken maçın on sayıda biteceğini söyleyerek konuşmasını sürdürüyor. Kısa bir maç olacak. Gressiuva arkadaşlarına dönüyor yavaşça. Daha önce pek çok kez çalıştığı arkadaşları ona itimat dolu bakışlar fırlatırken Gressiuva elini çenesine götürüp Lewis’ın sandığı açmasını seyre koyuluyor. Yaramaz Bludgerlara baktığında içi titriyor, nereden geldiğini bilmediği bir his tüm bedeni sarsıyor. Haylaz bunu önemsemiyor, korkuya mahal vermiyor zihninde! Gressiuva olmak en başta güçlü görünmek anlamına gelir. Maç başlamak üzere. Oyuncular yavaşça havalanıyor, tribünlerde duran iki kişi asalarıyla kaleleri aydınlatmakta. Gressiuva ve Cursey ay ışığının aydınlattığı kırmızı topu tutan Lewis’ın iki yanına diziliyorlar. Lewis düdükle birlikte hava atışı yapıyor, belli-belirsiz bir karaltı nazlıca havaya yükselirken Gressiuva’nın parmakları Quaffle’ı hâkimiyeti altına alıyor. Gressiuva’nın bu başarısı pek de tesadüf sayılmaz aslında. Slytherin Quidditch Takımına ikinci sınıfta arayıcı olarak girdi. Üçüncü sınıfta takımın kaptanlığını da yüklendi. Dördüncü senesinde yine kaptan, yine arayıcı olarak oynuyor. Cursey’in ona meydan okuması bile komik geliyor Gressiuva’ya. Parcié Haylaz’ın attığı topu yakalayıp Cursey’in kalesine doğru süzülüyor. Bu sırada gecenin karanlığında fark edilmesi imkânsız Bludgerlardan biri Parcié’nin süpürgesine çarpıyor. Neyse ki şiddetli bir çarpma değil bu, sadece topun Cursey tarafına geçmesini sağlıyor. Maçın henüz başı, Gressiuva endişelerini bir kenara bırakıyor. Top Cursey’in eline geçiyor ve Quaffle inanılmaz bir hızla kaleden geçiyor. İlk sayıyı Cursey’lerin yapması Gressiuva’yı daha da hırslandırıyor. Atağa kalkan kızıl saçlı, çilli çocuğun dengesini süpürgesiyle alt-üst eden Gressiuva Quaffle’ı tekrar ufak parmakları arasına alıyor. Gözleri şimdi sadece kaleyi görüyor, sarışın saçları peşinden sürüklenirken genç kız topu Parcié’ye atıyor. Parcié atış için kollarını kaldırıyor … o da ne? Topu hemen gerisinden yükselen Gressiuva’ya fırlatıyor, hem de gözlerini kaleciden ayırmadan! Kurtarış için sağa kayan kaleci Gressiuva’nın yıldırımdan hızlı atışı karşısında hiçbir şey yapamıyor. Cursey şaşkın bir ifadele süpürgesi üzerinde yalpalıyor. Lewis bağırıyor: ‘Durum bir-bir!’ Sesi pek duyulmasa da Gressiuva ne demek istediğini anlıyor. Hücum sırası Gressiuva’da. Yetenekli ufaklık Quaffle’ı parmakları arasında gezdirirken Cursey’in beş karış suratını sıyırıp geçiyor. Çifte darbe zamanı. Parcié ile süpürgeleri birbirine yaklaşıyor. Top Parcié’de, ancak ne fark eder ki? Süpürgeleri birbirine çok yakın ve savunmadaki Cursey’e doğru amansızca ilerliyorlar. Ya Gressiuva ve Parcié ile çarpışmayı göze alacak, ya da bu yoldan çekilecek. Gressiuva ana dilinde bir nâra atarak sırıtıyor. Cursey ise son ana kadar yerinden kımıldamıyor. Gressiuva keyifli bir şekilde ayaklarını uzatıyor ileriye, acımak diye bir şey Gressiuva’nın damarlarında gezinmiyor ya hani! Cursey süpürgesini sertçe sola çeviriyor, bu riski göze alamıyor. Ancak hırsını Parcié’den çıkartıyor. Parcié durumu fark eder etmez topu Gressiuva’ya yollasa da Cursey’in darbesi karşısında epey bir sarsılıyor. Gressiuva arkasına dahî bakmadan kaleye doğru ilerliyor, kaleyi aydınlatan ışık gözlerini kamaştırıyor. Süpürgesi üzerinde üç yüz altmış derece dönüşler yaparak tam gaz kaleye süzülüyor. Bu sırada top parmakları arasından hızla çıkıp kaleyi boyluyor. Sayıların bu kadar çabuk alınmasının, kalecilerin bu kadar pasif olmasının bir sebebi var elbet. Işık kalecilerin üstünde kaldığından, karanlıktan gelen cismi seçmeleri zor oluyor. Gressiuva ikinci sayılarını bulmanın gururu ile hücuma tekrar başlamak üzere kaleci Stollen’ın yanına dönüyor … derken sert bir çarpma sesi ile Gressiuva süpürgesiyle birlikte düşüyor. Düşüyor. Toprak zemine çarpan bedeni tüm havadakileri hayretler içinde bırakıyor. Bu sırada kulelerden birinin ışığı yanıyor, bunu fark eden Lewis, yatakhane arkadaşları, Cursey ve Cursey’in arkadaşları Quidditch sahasını hızla terk etmeye koyuluyorlar. Işığı yanan oda Müdür odası, Parcié ve Stollen hızla Gressiuva’nın anına iniyorlar. Süpürgesi pek bir günahsızca yatıyor toprak zemin üzerinde. Bedeni sere serpe soğuk toprak üzerinde yatan Gressiuva’nın kolu sanki bedenine hatalı bağlanmış gibi çarpık duruyor. Dizinin bükülmüş, diğer bacağı ise dümdüz durmakta. Genç kızın bedeni hiçbir tepki vermiyor. Stollen Gressiuva’yı derin bir nefesin ardından kucaklıyor. Parcié de süpürgesini silkeleyip omzuna alıyor. Müdür telaşla pencereye geçip Quidditch sahasındaki siluetlere bakınıyor. Birkaç saniye içinde ışık sönüyor, müdür bey olanlara bakmak üzere odasını terk ediyor. Stollen gecenin ayazını tüm bedeninde hissederken maçı kazandıklarını düşünüyor. Parcié’ye dönüyor. ‘Solita’nın sakatlanması, bu sene kupayı ancak rüyamızda görmemiz anlamına geliyor.’ Parcié endişeli bakışlarla şato merdivenlerini tırmanmaya koyulurken Stollen zindanlara yöneliyor. ‘Şifacıyı çağıracağım.’ Parcié’nin soğuk sesi koridorda yankılanıyor. Gressiuva’ya en yakın ikinci insan olan Parcié yeşil Quidditch cüppesini savurup hastane kanadına doğru yol alıyor. Bu sırada merdivenlerde müdür bey beliriyor, küçük Parcié olduğu yerde çakılı kalıyor. Güçlükle yutkunuyor, işlerin boyutu değişmiş gibi görünüyor.
*
Anlatan; Yel Yavrusu // O’nun her şeyde vârolduğuna inananlara…
Yazılış Tarihi; 04.07.2009
- Scorpius MalfoySlytherin IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 183
Kayıt Tarihi : 20/04/12
Yaş : 31
Nerden : İngiltere
Lakap : Yakın olanlara Scorp.
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Paz Nis. 29, 2012 8:47 pm
Karakterin ismi: Alixés Marjoline
Bina: Leondier
Karakterin kişilik özellikleri: Tam bir Potter kızı. İyi, cesur, güçlü ve zeki.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Yoldaşlığın kurulma sebebiyle aynı sebepten.
Örnek rp (herhangi bir rp olabilir. Sadece yazım tarzınıza bakabilmek için): Her hangi bir rpme bakabilirsin sanırım. Link vereyim.
http://orenthia.my-rpg.com/t193-nesin-sen
Bina: Leondier
Karakterin kişilik özellikleri: Tam bir Potter kızı. İyi, cesur, güçlü ve zeki.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Yoldaşlığın kurulma sebebiyle aynı sebepten.
Örnek rp (herhangi bir rp olabilir. Sadece yazım tarzınıza bakabilmek için): Her hangi bir rpme bakabilirsin sanırım. Link vereyim.
http://orenthia.my-rpg.com/t193-nesin-sen
- Feodor VasilyevSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 157
Kayıt Tarihi : 16/04/12
Lakap : Valentin var, ikinci adı. Pek kullanmaz.
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Paz Nis. 29, 2012 10:01 pm
Karakterin ismi: Ophrys Aeralith
Bina: Mercier
Karakterin kişilik özellikleri: Aeralithlere mensup Areth & Japhette çiftinin sahip olduğu iki çocuktan biri ve soyadı taşıyan diğer herkes gibi Hogwarts'a başlayana dek evde bir aristokrata yaraşır şekilde eğitildi. Oldukça sakin ve nazik olan kızımız pek az konuşur, zira dinlemek en büyük tutkusu olan bilgiye ulaşmada önemli bir adımdır ona göre. Bilgi tutkusu gerek yetiştiriliş tarzından, gerekse zamanının çoğunu malikânelerindeki kütüphanede geçiren ebeveynlerini örnek alışından gelmektedir. Bitkilere karşı garip bir tutkusu vardır ki bu da çocukluğunun büyük bölümünü annesinin seradaki bitkilerle ilgilenişini izleyerek geçirmesiyle rahatlıkla açıklanabilir. Adalet tutkusu ise neo-pagan inancına bağlı olan ailesinin ona aşıladığı öğretilerden gelmektedir. Oldukça zekidir, bu sebeple belki de, adalet kavramını kimi zaman pek çoğundan farklı bir şekilde yorumlayabilmektedir.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Karakterim bir tam görücü, kurgularda faydalı olabilir.
Örnek rp (herhangi bir rp olabilir. Sadece yazım tarzınıza bakabilmek için):
Bina: Mercier
Karakterin kişilik özellikleri: Aeralithlere mensup Areth & Japhette çiftinin sahip olduğu iki çocuktan biri ve soyadı taşıyan diğer herkes gibi Hogwarts'a başlayana dek evde bir aristokrata yaraşır şekilde eğitildi. Oldukça sakin ve nazik olan kızımız pek az konuşur, zira dinlemek en büyük tutkusu olan bilgiye ulaşmada önemli bir adımdır ona göre. Bilgi tutkusu gerek yetiştiriliş tarzından, gerekse zamanının çoğunu malikânelerindeki kütüphanede geçiren ebeveynlerini örnek alışından gelmektedir. Bitkilere karşı garip bir tutkusu vardır ki bu da çocukluğunun büyük bölümünü annesinin seradaki bitkilerle ilgilenişini izleyerek geçirmesiyle rahatlıkla açıklanabilir. Adalet tutkusu ise neo-pagan inancına bağlı olan ailesinin ona aşıladığı öğretilerden gelmektedir. Oldukça zekidir, bu sebeple belki de, adalet kavramını kimi zaman pek çoğundan farklı bir şekilde yorumlayabilmektedir.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Karakterim bir tam görücü, kurgularda faydalı olabilir.
Örnek rp (herhangi bir rp olabilir. Sadece yazım tarzınıza bakabilmek için):
- Spoiler:
- Rüzgâr, genç bedeni tümüyle kavrayarak on sekiz senelik varoluşunun naif harmonisini taşımaktaki başarısını muzaffer parıltılarla ifşa eden bembeyaz tenin kimi kısımlarını İngiltere üzerinde şevkle gezinen güneş ışınlarından saklama ile görevlendirilmiş, ince, siyah, düz kumaştan yapılma sade tişörtün yakasından ve kollarından içeri sızmayı başarıyordu. Hava Britanyalılara çok daha nazik davranmayı tercih ettiğinden bir kuzeyli için sonbaharda kıtayı dolanmakta olan yel bir yaz esintisinden farksızdı. Bu sebeple belki de Londra’nın sokaklarını arşınlarken hâlâ muggle gibi giyinmeyi öğrenemediğinden palyaçodan hallice görünüme sahip sihirsel soylulardan bile daha çok dikkat çekiyordu genç adam, zira giyinmeyi bilen İngiliz bulmanın ziyadesiyle zor olduğunu anlamak için burada birkaç sene geçirmeniz yeterliydi. Yani safkan olsun olmasın toprak parçasına mensup ucubelerin güzel giyinenleri azınlıkta olduğundan büyüce dünya mensupları çok efor sarf etmelerine gerek kalmadan ortama uyum sağlayıveriyorlardı, ancak serin sayılabilecek havada kısa kollu giymeyi başarmış bu fuzulî beden tüm düzenden sıyrılarak mevsime, ülkeye yabancılığını vurgulamaktaydı. İnsanların dönüp dönüp tekrar ona bakmalarının en önemli sebebi buydu, bir diğeri omuzlarını aşarak beline kadar inen yolu ısrarla takip eden uzun, kızıl saçları tabii ki. Çevredekilerin bakışlarındaki merak ve tiksintiyi rahatlıkla hissedebiliyordunuz, çünkü bakırımsı, canlı saçları soylarından gurur duyan asil İngilizlerin aklına ilk olarak alt tabaka mensubu muamelesi yaptıkları İskoçları getiriyordu. Diğer yandan, pek çoğu bir erkeğin niçin saçlarını o kadar uzatmayı isteyeceğine anlam veremiyorlardı. Sadece Londra’da değil, dünyanın her yerinde böyledir; insanlar bilmediklerinden korkarlar, korktuklarından ise hoşlanmazlar, ancak anglo-saksonların hemen hemen tümünden tiksinmekte olan Rus, ayakları sert adımlarla üzerinde yürüdüğü kaldırımı döverken bu âcizane tutumun yalnızca İngilizlere yakışacağını düşünüyordu.
Havada keyifle süzülmekte olan sarı, sıcak ışık huzmelerinin kusursuz teni üzerinde yaptığı rakstan duyduğu rahatsızlığı belli edercesine kısılmış olan yeşil, donuk gözleri tren garına girdiğinde ışık değişiminden neredeyse tüm görme yetilerini yitirdiğinden göz kapakları bir süre sıkıca kapalı kaldı genç adamın ve bu zaman zarfında yaşıtlarına göre ziyadesiyle uzun silueti girişte dikilerek pek çoğunun geçişini engellediğinden etraftan hoşnutsuz homurtular yükseldi. Ruhsuz bir edaya sahip, belirgin Rus aksanının sert vurgularıyla dudaklarından yanıt olarak dökülen kelimeler de en az vurguları kadar sert manalar içeriyorlardı. Görme yetisini tekrar kazanmayı başardığında aheste adımlarla ilerleyerek beşinci –ve umuyordu ki son- defa dokuzuncu ve onuncu peronlar arasına yerleştirilmiş duvardan geçti. Görünüşü sadece muggleları değil bu sene okula yeni başlayanları da rahatsız etmişti anlaşılan. On üçündeki veletlerin üzerine sabitlenen merak ve çekince dolu bakışlarını görmezden gelmeye çalışarak eski adıyla Hogwarts Ekspresi’ne yöneldi. Henüz öğrenciler aileleriyle vedalaşmak ile meşgul olduğundan tren ziyadesiyle boştu, yine de girişteki ilk kompartımana geçmek yerine biraz ilerledi. Üzerinde gümüş bir yedi bulunan kapıyı açarak pencere kenarına oturdu; niçin burayı seçtiğini bilmiyordu ancak yarı Roman olan Feodor için yedi rakamı tılsımının gizemli havasını muhafaza etmekteydi. Zümrüdî yeşil iki küreyi dışarıdaki anlamsız karmaşaya sabitleyerek kalkışı beklemeye koyuldu.
- Berthé A. GlamourGryffindor IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 393
Kayıt Tarihi : 24/04/12
Yaş : 29
Lakap : Glam.
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Ptsi Nis. 30, 2012 4:03 pm
Karakterin ismi: Berthé A. Glamour
Bina: Leondier
Karakterin kişilik özellikleri: Kibirli,kendini beğenmis,arkadaş canlısı,bilmiş,adil
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: orenthia'nında hogwarts gibi daima tehdit altinda oldugunu dusunuyorum ve olagandisi bir durumda savunulmasi gerekiyor,ogrencilerde bu savunmaya dahil olmali.
Örnek rp (herhangi bir rp olabilir. Sadece yazım tarzınıza bakabilmek için): (bu laptopta bi tek bu rpim var,hep bunu gonderiyorum kusura bakmayin.)
Bina: Leondier
Karakterin kişilik özellikleri: Kibirli,kendini beğenmis,arkadaş canlısı,bilmiş,adil
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: orenthia'nında hogwarts gibi daima tehdit altinda oldugunu dusunuyorum ve olagandisi bir durumda savunulmasi gerekiyor,ogrencilerde bu savunmaya dahil olmali.
Örnek rp (herhangi bir rp olabilir. Sadece yazım tarzınıza bakabilmek için): (bu laptopta bi tek bu rpim var,hep bunu gonderiyorum kusura bakmayin.)
- Spoiler:
- Yürüdüğü dar koridorda attığı her adım geçmişinden bir anıyı koparıp götürüyordu. Yaklaşık yarım saattir avluda kaldığından sabah ayazının ürpertici havası kalbine yansımış, çiçeği burnunda profesörü hayatının kararlarını vermeye itmişti. Bundandırki odasına yönelttiği adımlarını yaklaştıkça hızlandırıyor yetmezmiş gibi Hogwarts'ın gizemli tan sessizliğini bozarcasına ayakabısının topuklarını yamanca zemine çarptırıyordu. Attığı her adım geçmişinden bir insanı koparıyordu genç profesörden... Öfkesinin arttığı dakikalarda başını iyice eğip gözlerini ileri dikiyor,ucunu göremediği koridorda geçmişindeki tüm yitirilmişliklerine lanet okuyordu. Hayatını değiştirmek için geldiği Hogwarts'ta odasına doğru attığı her adım genç bayanı yeniden varediyor, sakladığı sırları kimsenin bilmediği duvarlar ise bu varoluşa tanıklık ediyordu. Ağlayacaktı, ağlasa kurtulurdu belki içinde tuttuğu tüm pişmanlıklardan. Belki göz yaşları fayda olurdu dertlerine. Ama ağlamadı. Her zaman yaptığı gibi içine attı gözyaşlarını. Kalbine, üzüntülerinin,pişmanlıklarının ve belki hiç ortaya çıkarmadığı kininin yanına döktü...
İçindeki öfkenin yansımasıyla çarptığı kapı tüm Hogwarts koridorlarında yankılandı. Hızla masasına yöneldi. Sandalyesine oturdu. Öfkesinin yarattığı yorgunlukla bir an durakladı ve oksijeni ciğerlerine çekti. Titreyen elleri parşömenlerin bulunduğu çekmeceyi zorlukla açtı ve kağıtlarla buluştu. Hızla içinden bir tomar aldı ancak birkaçı yere saçılırken en azından birini elinde tutmayı başardı. Avluda uzun uzun düşündükten sonra aldığı karar onu tam da bulunduğu ana getirmişti. Ona kesin bir mektup yazacak ve bir daha onu görmeyecekti. Zaten onun da bulunduğu kafesten çıkacağını sanmıyordu. Cesaret gerektirirdi bu,korkaklar için değildi. Oceanné gibi büyük bir birikim sonucu yapabilirdi insan bunu. Beş yıldır kendini adadığı Juan yapamazdı bunu ,asla yapamazdı. Öyle bir cesareti olsaydı asilce Oceanné'dan ayrılmayı seçerdi, onu aldatmak yerine...
Hani tüm filmlerde insanlar onlarca kağıt harcarlar ve tek tek yazdığı bir iki cümleden sonra ellerindeki kağıtları buruşturup etrafa saçarlar ya, Oceanné mektubunu yazarken bu sahne yaşanmadı. Söyleyecekleri günlerdir aklında dolaşıp duran şeylerdi zaten. Hatta aylardır Juan karşısına çıksa söyleyeceği şeylerdi. Onun kadar pişkin ve gamsız bir insanı bile yaralayacak kadar erdem dolu sözler... Aldığı kararları, yapacağı şeyleri hatta ona hissetiği acıma duygusunu yazdıktan sonra son satırlarını yazmadan önce durakladı. Tüm öfkesini sindirmiş ve genç yaşına rağmen olgunluğuyla erdemin sembolü olan bu kız son satırlarını yazmadan önce veda ettiği hayatını bir film şeridi gibi geçirdi gözlerinin önünden. Ve sevdiği ya da sevmediği herkese veda etti aklından geçen tek veda kelimesiyle. Mektubunun son satırları şöyle oldu:
"... Ve tüm bunlara rağmen sadece üzgünüm Juan. Kinim yok, nefretim yok üzgünüm o kadar. Endişem had safhada belki, belki büyük şevkat var içimde. Ancak nefret etmiyorum senden, edemiyorum. Belki nefret edecek kadar hissedemiyorum... Benim kurtulduğum o koca kafesten asla kurtulamayacağın için üzülüyorum. Küçük hayatında anlık şehvetlerin sana gerçek mutluluğu getirdiğini düşündüğün için üzülüyorum. Belki asla özgürlükle birleşmiş benliğine kavuşamayacağın için üzülüyorum. Asla cesaret nedir bilemeyeceğin için... Korkak olduğun içinse kızgın değilim sana. Dedim ya o kadar hissedemiyorum seni. Sadece acıyorum, üzgünüm. İntikamı lugatıma sen bile sokamadın. Kendi kendini uyku sandığın bir ölüme sürüklediğin için üzgünüm. Sanmamki bir tesadüften ötürü bir daha seni görürüm. Keza öteki ihtimalin olması için gereken koşulları ben asla yaratmayacağım. Senin de yaratacak kadar yüzsüz ve zavallı olmadığını umuyorum. Belki şaşıracaksın ama sana büyük bir teşekkür borçluyum. Kendimi farketmemi sağladığın için. O kafesten kaçmamı sağladın. Umuyorum ki bu mektupla kader bizi bir daha karşılaştırmamak üzere ayırıyordur. Elveda..."
Son cümlesini bitirdiğinde kalbini temizlemişti daha doğrusu kirli duygularını çıkarmıştı kalbinden, elemlerini,acılarını... Geri kalanı eski anılar olarak kalacaktı. Aldığı derin nefesten sonra imzasını attı. Bu imza sadece bir veda mektubuna değil, bir genç kızın varolma başarısına attığı imzaydı. Mektubunu yine çekmeceden bulduğu bir zarfa koydu. Ardından asla kafese koymadığı baykuşu Crystal'i çağırdı ve mektubu ona verdi. Kafeste yaşatmazdı onu. Kendi kafesinde olduğu yıllarda onun özgürlüğüydü bu asil baykuş. O en uçsuz maviliklere uçtuğunda Oceanné özgürlüğünü onun adına kurduğu hayallerde bulurdu...Ona çok tanıdık olan ancak zamanla hafızasından silineceği adrese doğru uçmaya başladı baykuş. Gecenin siyahında asil beyazlığıyla yeniliklere yol alıyordu. Bu mektupla beraber Oceanné geçmişini tamamen yok etti. Yeni bir hayata başlangıcını resmileştirdi. Çırptığı her kanatla genç profesörün geçmişini sildi Crystal, kız kötü anılarının yerini yeni heyecanlara bıraksın diye kanat çırptı...
Baykuşunun gidişini izlerken aklına saatin kaç olduğu geldi. Gökyüzü eşsiz kızıllığının yerini sabah maviliğine yeni yeni devrediyordu. Yaklaşık bir iki saat sonra gireceği ilk dersine şişmiş gözaltlarıyla girmek istemediğine karar verdi ve korkunç bir kabusla bölünen uykusuna geri döndü. Bu kez huzurluydu. Kısa sürecek olan uykusuna yeni doğmuş bir bebek kadar huzurlu daldı. Heyecandan uyuyamama evresini yaşayamayacak kadar yorgundu. Profesörlüğünün ilk gününde mükemmel olmalıydı. Özgüvenin tüm kapılara uyan bir anahtar olduğunu çok erken yaşlarda farketmişti...
- Lucilla MontezGryffindor V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 30
Kayıt Tarihi : 30/04/12
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Ptsi Nis. 30, 2012 6:47 pm
:: Lucilla Montez.
:: Leondier.
:: Sıcakkanlı bir yapıya sahiptir. Arkadaşlarına fazlasıyla önem verir. Ama her şeye rağmen gerektiğinde mesafeli olmasını bildiğinden ötürü bazı durumlarda soğukkanlı olabilmektedir. Güven konusunda aşırı hassastır. İç dünyasını yakınlarından başka kimseye yansıtmaz. Tüm kırılganlığına rağmen güçlü bir yapısı vardır. Hedeflerine daima sadıktır. İstediklerini almakta bu yüzden kararlı bir yapıya sahiptir.
:: Karakter yapısının yanı sıra hedeflerine sadık olması.
:: Leondier.
:: Sıcakkanlı bir yapıya sahiptir. Arkadaşlarına fazlasıyla önem verir. Ama her şeye rağmen gerektiğinde mesafeli olmasını bildiğinden ötürü bazı durumlarda soğukkanlı olabilmektedir. Güven konusunda aşırı hassastır. İç dünyasını yakınlarından başka kimseye yansıtmaz. Tüm kırılganlığına rağmen güçlü bir yapısı vardır. Hedeflerine daima sadıktır. İstediklerini almakta bu yüzden kararlı bir yapıya sahiptir.
:: Karakter yapısının yanı sıra hedeflerine sadık olması.
- Albus Severus PotterSlytherin IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 105
Kayıt Tarihi : 21/04/12
Yaş : 30
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Ptsi Nis. 30, 2012 9:41 pm
James Potter kabul edildi.
Cetecea Bachelorette kabul edildi.
Seth Lannister kabul edildi.
Roxanne Chevalier kabul edildi.
Alixés Marjoline kabul edildi.
Ophrys Aeralith kabul edildi.
Berthé A. Glamour kabul edildi.
Lucilla Montez örnek rp sunulmadığından kabul edilmemiştir.
Cetecea Bachelorette kabul edildi.
Seth Lannister kabul edildi.
Roxanne Chevalier kabul edildi.
Alixés Marjoline kabul edildi.
Ophrys Aeralith kabul edildi.
Berthé A. Glamour kabul edildi.
Lucilla Montez örnek rp sunulmadığından kabul edilmemiştir.
- Aidan WandhuntGryffindor III. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 163
Kayıt Tarihi : 25/04/12
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Ptsi Nis. 30, 2012 10:38 pm
Karakterin ismi: Aidan Wandhunt
Bina: Leondier
Karakterin kişilik özellikleri: Hayatınızda gördüğünüz en dobra, en küstah, en sivridilli insandan ünvanını alın artık, Aidan'ı tanıdınız çünkü. Dünyaya gelmiş en büyük baş belasıdır. Belayı çeker üstüne ve de çok da sever. Her şeye burnunu sokan, hemen herkesle bir alaka kuran, gözünüzün içine bir an çekinmeden bakan bu Hunlu sizin en büyük neşeniz de olabilir, en büyük kabusunuz da. Ona göre kurallar yalnızca büyücüye gereksiz bir ket vurur. Toplum düzeni denen şey, asayiş, huzur, gereksiz ve donuk kavramlardan başka şeyler değildir. Yasalar onun için iktidar ve politika kaygısından ibarettir. O kurallar varsa, mutlaka bozulmalıdır. Yasaklar sadece bir şeylerin değişmesine ayak diretenlerin saçmalığıdır. Oysa ona göre hayat değişken ve canlıdır. Bu değişkenliğe uyum sağlayamayan ya bomboş yaşar ya da dayanamaz ölüp gider işe yaramaz halde. Ve içinde bir tek kendinin anlam verdiği, ama gizlediği bir karanlık vardır. Bu karanlık şimdilik sadece hüzün ve kederden ibarettir. Vatansızlığını, hiç bir yere ait olmayışını iliklerine kadar hisseder. İnsanlarla yakın ilişki kursa da bunların bile değişken olduğunu bilir, ancak büyük bir ihanete uğramadıkça sadıktır. Aile onun için en önemli şeylerden biridir. Ailesine katılma ihtimali olan biri de dahildir bu önemli kişilere. Ancak ilişkilerin değişimine ya da gelişimine hiç direnmeden izin verdiği için, sadakatsiz gibi görünebilir. Herkese karşı açık görünür, minik kusurlarını etrafa göstermekten kaçınmaz. Ancak aynı zamanda hiç kimseye, en yakınlarına bile en derin sırlarını anlatmaz. İnsanların ruhunu okumakla övünenlerin bile onun hakkında düşünceleri baştan aşağıya yanlıştır. Neyi, nasıl aksedeceğini henüz bilmese de, neyi ne şekilde çarpıtabileceğini iyi bilir. Gene de ilk bakışta, sadece kavgacı, kıskanç, deli dolu, minik bir çocuk görürsünüz karşısınızda. Gözlerinize baktığında onun sizin içinizi incelemesinden korktuğunuzdan, oradaki sönük ışığı kolay kolay fark etmezsiniz.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Karakterimin yapısı buna başka çare bırakmıyor. Zaten kurallara muhalif sebebi de kuralların güçlüleri korumak için konduğunu düşünmesidir. Çıkarların ve hırsların, insanların haklarından ve erdemlerinden daha da önemli olarak göründüğü bu çağda karanlığa muhalif bir ışık yakmak, adaletin yerini bulmasını sağlamak, gücün değil, gerçeğin galip gelmesi için yanıp tutuşuyor. Ve bunun için kendisi gibi düşünenlerin örgütlenmesi, en az kötüler kadar cesur olması gerektiğini düşünüyor. Ayrıca son günlerde söz konusu olaylardan sonra, düzenin bir daha zorbaların eline geçmesinden, daha da kötüsünü yaşamaktan endişe duyuyor. Bu dönemde insanların birbirine kenetlenmesine daha da muhtaç olduğunun farkında. (Her ne kadar o günleri görmemiş olsa da ailesinin anlattıklarından Voldemort dönemini biliyor) Ve istediğini de bu örgütte buluyor.
Bina: Leondier
Karakterin kişilik özellikleri: Hayatınızda gördüğünüz en dobra, en küstah, en sivridilli insandan ünvanını alın artık, Aidan'ı tanıdınız çünkü. Dünyaya gelmiş en büyük baş belasıdır. Belayı çeker üstüne ve de çok da sever. Her şeye burnunu sokan, hemen herkesle bir alaka kuran, gözünüzün içine bir an çekinmeden bakan bu Hunlu sizin en büyük neşeniz de olabilir, en büyük kabusunuz da. Ona göre kurallar yalnızca büyücüye gereksiz bir ket vurur. Toplum düzeni denen şey, asayiş, huzur, gereksiz ve donuk kavramlardan başka şeyler değildir. Yasalar onun için iktidar ve politika kaygısından ibarettir. O kurallar varsa, mutlaka bozulmalıdır. Yasaklar sadece bir şeylerin değişmesine ayak diretenlerin saçmalığıdır. Oysa ona göre hayat değişken ve canlıdır. Bu değişkenliğe uyum sağlayamayan ya bomboş yaşar ya da dayanamaz ölüp gider işe yaramaz halde. Ve içinde bir tek kendinin anlam verdiği, ama gizlediği bir karanlık vardır. Bu karanlık şimdilik sadece hüzün ve kederden ibarettir. Vatansızlığını, hiç bir yere ait olmayışını iliklerine kadar hisseder. İnsanlarla yakın ilişki kursa da bunların bile değişken olduğunu bilir, ancak büyük bir ihanete uğramadıkça sadıktır. Aile onun için en önemli şeylerden biridir. Ailesine katılma ihtimali olan biri de dahildir bu önemli kişilere. Ancak ilişkilerin değişimine ya da gelişimine hiç direnmeden izin verdiği için, sadakatsiz gibi görünebilir. Herkese karşı açık görünür, minik kusurlarını etrafa göstermekten kaçınmaz. Ancak aynı zamanda hiç kimseye, en yakınlarına bile en derin sırlarını anlatmaz. İnsanların ruhunu okumakla övünenlerin bile onun hakkında düşünceleri baştan aşağıya yanlıştır. Neyi, nasıl aksedeceğini henüz bilmese de, neyi ne şekilde çarpıtabileceğini iyi bilir. Gene de ilk bakışta, sadece kavgacı, kıskanç, deli dolu, minik bir çocuk görürsünüz karşısınızda. Gözlerinize baktığında onun sizin içinizi incelemesinden korktuğunuzdan, oradaki sönük ışığı kolay kolay fark etmezsiniz.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Karakterimin yapısı buna başka çare bırakmıyor. Zaten kurallara muhalif sebebi de kuralların güçlüleri korumak için konduğunu düşünmesidir. Çıkarların ve hırsların, insanların haklarından ve erdemlerinden daha da önemli olarak göründüğü bu çağda karanlığa muhalif bir ışık yakmak, adaletin yerini bulmasını sağlamak, gücün değil, gerçeğin galip gelmesi için yanıp tutuşuyor. Ve bunun için kendisi gibi düşünenlerin örgütlenmesi, en az kötüler kadar cesur olması gerektiğini düşünüyor. Ayrıca son günlerde söz konusu olaylardan sonra, düzenin bir daha zorbaların eline geçmesinden, daha da kötüsünü yaşamaktan endişe duyuyor. Bu dönemde insanların birbirine kenetlenmesine daha da muhtaç olduğunun farkında. (Her ne kadar o günleri görmemiş olsa da ailesinin anlattıklarından Voldemort dönemini biliyor) Ve istediğini de bu örgütte buluyor.
- Örnek rp::
- Kıyamet...
Kırılmış kaldırımlar, yıkılmış binalar, tuzla buz olmuş camlar, her tarafı otlarla kaplı otoyollar, sağda solda hurdaya çıkmış arabalar, İnka yıkıntılarına dönmüş sanat eserleri... Vanilya gökyüzü, pembe bulutlar, gümüş bir kıyamet vardı etrafta.
Gözlerini açtığında her şey yerli yerindeydi. Hayır, kehanet gücü yoktu. Olamazdı zaten. Özel gücü belliydi. Belki başkaları için önemsizdi ama kendisi için başkalarından daha ağır basan tek kişi için gerçekten hayatiydi. Daniel Aaron Devereaux... Belki senin için önemsiz olabilir, belki hayatın boyunca bu ismi duymadın, duymayacaksın, duysan da umursamayacaksın. Ancak şunu bil ki o adam bir başka umursamadığın ama aslında umursaman gereken bir adamın hayatının merkezi. Korumacı, sert, tuttuğunu koparan, belki de biraz kavgacı bir adamdı o. Ve onun için yanıp tutuşan aşksız ve tutkusuz adamın adı da Benjamin'di. İkizlerdi aslında, aynı annneden, aynı günde, aynı saat içinde doğmuştu. Belki ilk doğan Benjamin'di ama o dahil herkes çok iyi biliyordu ki ince ve düşünceli olan Daniel'di, ona kapıyı açan nazik, büyük kardeşti o. Zaten bilimsel olarak ilk oluşan bebek sonra doğardı, bu kanıtlanmıştı. Birbirlerine dışarıdan bakarsanız hiç benzemiyorlardı. Biri sarışın, hınzır gülüşlü, ateş gibi güçlü bir adamdı. Diğeri de avcı olmasına rağmen nispeten cılız, maviye çalan ilginç saç rengi ile, soluk teni ile daha güçsüz, korunmaya muhtaç olandı. Biraz şımarıktı Benjamin, biraz özen istiyordu, nazlıydı, bu yüzden hiç bir kızla anlaşamazdı, bir tane dahi sevgilisi olmadı. Onun güzel yüzünün, tatlı gülüşünün, nazik konuşmasının büyüsüne kapılan olmuştu ama ona ulaşan kimse yoktu. Hem kadınlar bir çiçek olmak isterken, kendinden daha narin, daha kaprisli birine nasıl katlanabilirdi ki? Zaten kadınlara ihtiyacı yoktu, kardeşi dışında kimseye ihtiyacı yoktu Benj'in. Ve kardeşine, her şeyden çok muhtaçtı. Onsuz yaşayamaz, nefes bile alamazdı. O yokken hissettiği sadece acı olurdu. Hatırlıyordu ki, bir keresinde Daniel yüksek ateşle hastahaneye kaldırılmış, Benj evde tek başına kalmıştı. O an yüzüstü yatmıştı yere zavallı çocuk. Yatmıştı ve babası onu yatağa yatırana kadar yerinden kımıldamamıştı. Sonra bu uyanık istirahat yatakta devam etmişti. Ne ağlamıştı, ne de başka bir tepki vermişti. Ne yemek yedirebilmişlerdi, ne de yerinden bir milim kımıldatabilmişlerdi. Eğer Daniel'a gerçekten bir şey olsaydı ve hasta yatağına da olsa kardeşi geri gelmeseydi, peşinden bu ufaklık da ölürdü. O derece bağlıydı kardeşine o zamanlar Benj, halen de bağlıydı. Ve her şeyi beraber yaşamışlardı bunun gibi, felaketleri de, mutlulukları da, annelerinin tacizi dahil.
Hazirandı, Londra'nın deniz kenarındaki halk plajında güneşli bir gündü, hava sıcaktı, tam denize gitmelikti. Ancak bir terslik vardı. İkizlerden biri plaj giysileri içindeyken diğeri, Benj neden giysileri ile yürüyordu kumsalda? İnce beline, düz, hafif kaslı göğüs kafesine sarılmış bir gömlek, onun üstüne bir yelek, koyu yeşil, sıcaklar yüzünden gevşetilmiş bir kravat, aynı renkte kemerle süslenmiş bir keten pantolondu onun plaj giysisi. Bir elinde de kocaman, renkli, açık bir şemsiye taşıyordu güneşten korunmak için. Denize girmeye niyeti olmadığı da besbelliydi. İkiz kardeşinden daha hevesli görünüyordu gene de. Zira boşta kalan eliyle yüzüne 100 faktör güneş kremini yedirirken, etrafa gülücükler saçıyordu. Şehir merkezinde bir çıplak adam kadar dikkat çekiyordu bu haliyle. Kremi sürmeyi bitirince güneş gözlüklerini alnından düşürüp yeniden gözlerine yerleştirdi. En azından ceketini giymemiş, gömleğinin kollarını da sıyırmıştı. Önce kendisine garip garip, ardından kardeşinin yanık tenine hayran hayran bakan kızları izledi donmuş gülümsemesi ile, soğuk soğuk. Sonra elini cebine atıp minik bir jelatin paket çıkardı, kardeşinin avucuna bıraktı. ''Onlarla olurken bunu unutma. Koy havai gömleğinin cebine, Daniel.'' dedi, kendinden emin bir sesle. Ardından uygun bulduğu bir yerde durdu. Buraya Daniel kızları tavlasın diye gelmemişlerdi. Alıştırma yapacaklardı. Böcekler tamamdı, onu küçükken halletmişlerdi. Fareleri yönettiğini Daniel'in şu malum cadı olayında çoktan öğrenmişlerdi. Daha bir çok canlı vardı aslında sırada ama şimdilik mevsime uygun bir canlı üstünde çalışacaklardı: Deniz canlıları. Haliyle Daniel'e gün doğmuştu. Hemen her gün, tatilmiş gibi deniz kenarına gidiyorlardı. Ancak kumlardan nefret ediyordu Benj, hele de buradaki grimsi kumlardan tiksiniyordu. Her yere giriyordu kumlar, paçalarına, ayakkabılarının içine, donunun içine, hatta poposunun arasına.-Tamam, bu kısım biraz erotik oldu.- Dolayısıyla şezlongları tercih ediyordu, iyice temizlemek kaydı ile. ''Yaa, olamaz, tüm şezlongları kapmışlar! Senin yüzünden, Daniel, o kıza selektör yakıp da yol vermeseydin, hem de sırf pilicin teki diye, daha erken gelmiş, çok güzel iki şezlong kapmıştık. Ayrıca, o kızı bir daha göremeyeceksin bile.'' diye huysuz huysuz söylendi yüzünü buruştururken. Ardından elindeki şemsiyeyi yere dikti ve kuma sapladı hırsla. ''Şimdi ben nasıl oturacağım yere? Her yer kum dolu ve ben kumlardan hiç hoşlanmıyorum. Geçen sefer yere havlu sererek oturdum sana uyarak, gece yatarken kaşınmaktan öldüm resme. Zira kumlar saatlerce aldığım duşa rağmen gitmemişti halen. Ertesi sabah öksürdüğümde, genzimden kumlar çıkması da cabası tabi.''
Kıyamet, gümüş kıyamet, gökyüzü vanilyanın en hoş tonlarından birine bürünmüştü. Etrafta bir sürü çıplak kız ve erkek vardı. Tam bir cümbüştü, modern, medeni, insani bir kıyametti karşısındaki. İç çekti kaşlarını kaldırarak, eğilerek Daniel'in elini tuttu bir yengeç görür görmez. Saçları bu hareketinin etkisi ile alnına düştü tel tel. Beli bükülmüş, poposu hafifçe dışarı çıkmış, ellerinden diğeri ile dizine tutunarak destek sağlamıştı kendisine. Etraftakiler de artık giysilerinden ziyade tavırlarına dikkat ediyordu onlara bakarken. ''Yakala onu, zihninle, ama onun seni yakalamasına izin verme.'' Hoş, renkli gözlerinde, tatlı bir bakış vardı, tatlı ve hayran. Bir erkeğe göre ufak sayılabilecek dudaklarında masum bir tebessüm vardı. Ve bir kızın vanilyalı dondurması erimişti, diri göğüslerine, güneşin etkisiyle altın rengine dönmüş olan damlacıklar damladı, tıpkı Danae ve Zeus'un hikayesinde olduğu gibi.
- Lucilla MontezGryffindor V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 30
Kayıt Tarihi : 30/04/12
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Salı Mayıs 01, 2012 9:05 am
Çok özür dilerim uyku sersemi onu atlamışım. ^^ Herhangi bir rp ise şuradaki rpmi sunuyorum; http://orenthia.my-rpg.com/t510-f-lannister
- Hugo WeasleyGryffindor IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 101
Kayıt Tarihi : 01/05/12
Yaş : 27
Nerden : Hogwarts?
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Çarş. Mayıs 02, 2012 3:46 pm
Karakterin ismi: Hugo Weasley
Bina: Leondier
Karakterin kişilik özellikleri: Şakacı, eğlenmeyi ve eğlendirmeyi seven, aynı babası gibi, mantığıyla değilde duygularıyla hareket eden biri.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Tamamiyle yoldaşlığın açılma sebebiyle aynı. O bir gryffindor'du!
Bina: Leondier
Karakterin kişilik özellikleri: Şakacı, eğlenmeyi ve eğlendirmeyi seven, aynı babası gibi, mantığıyla değilde duygularıyla hareket eden biri.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Tamamiyle yoldaşlığın açılma sebebiyle aynı. O bir gryffindor'du!
- Örnek rp :
Kuru ve soğuk havada tek bir rüzgar bile esmiyordu. Hava aydınlanmak ile gecede kalmak arasında kalmış gibi duran bir kızıllıkta idi.
Fiyakalı takım elbiseleri olan, uzun, koyu ve yakası geniş ve papyonlarını ve de fırfırlarını gösterecek kadar genişlikte açık duran kabanlar giymiş, Hitler tarzı ufak bıyık bırakmış adamlar en önlerde durmuşlardı. Daha gerilerdeyse bu soğuk havaya rağmen ince, paçavramsı şeyler giymiş insanlar vardı. Kıyafetlerinden sökükler sarkıyordu ve bazıları sandalet giyiyordu.
Annesinin elini tutanlar küçük çocuklar, ağlayanlar, gözlerini kaçıranlar, nefretle bakanlar... Herkes ayrı telden çalıyor gibiydi. Fakat yine de kimseden çıt çıkmıyordu.
Bir karganın gaklaması yankılandı gökyüzünde. Küçük bir çocuğun annesinin eteklerine asılıp adeta çığlık atarak ağlaması ve annesinin onu susturmaya çalışırken eteklerini çekiştirmesi haricinde bir ses duyulmadı önce. Sonra uzun, bej rengi bir pardösü giymiş, siyah fötr bir şapka takmış olan bir adam öksürdü. İnsanlar bu sessizlikte ses çıkaran herhangi bir şeye bakıyorlardı. Esasında bunun bir nedeni de gözlerini meydanın orta tarafında, bir haca bağlanmış, siyah elbisesi yer yer yırtılmış ve yüzünde morluklar olan siyahi kadına bakmamaya çalışmaktı.
Kadın kolları iki yana açılmış vaziyette, bacakları da bileklerinden bitişik olarak zincirlenmişti. Zincirlerin temas ettiği yerlerde oluşmuş yaralar kırmızının çeşitli tonlarında görünüyordu ve çektiği acıyı belli etmek istercesine gecenin kızıllığında adeta parlıyordu.
Kadın başını kaldırmakta zorlanıyordu ve bu çok aşikardı. Fakat yine de başını öne eğmemek için tüm iradesini kullandığı gözler önündeydi.
Elbisesi yer yer delinmiş, yırtılmıştı. Vücudunda görünen çeşitli yerlerde yaralar ve morluklar görülüyordu. Havadaki soğuğa rağmen yüzünden damlayan terler vardı. Bilekleri karşı koymaktan yorulmuş, zincirlerle mücadele etmekten parçalanmış halde sarkık duruyordu. Her insanla göz göze gelmeye çalışıyor gibiydi.
Yorgun ve bitap düşmüş bedeninde hızla dönen gözleri kimin üzerine çevrilse sanki yanıp kül olacakmış gibi bir telaşla başka yere bakıyordu. İnsanlar ondan korkuyordu.
Zaten esas kahpelikleri de bu değil miydi? Burada kutsal dedikleri bir tahta parçasına zincirlenen, saatlerce aç ve susuz bırakılan ve öncesinde uzun ve bol acılı bir işkenceye maruz bırakılan kendisiydi. Ve insanlar, bunu sırf ondan 'korktukları' için yapıyorlardı. Şuanda ondan 'korktukları' için yüzüne dahi bakamıyorlardı. Oysa onda onları korkutacak hiçbir şey yoktu. Onun diğerlerinden bir farkı yoktu ki. O kimseyi içinde bulunduğu duruma düşürmemişti. Bir sokak hayvanının dahi kılına zarar vermemişti, bir çocuk kadar bile zararlı olmamıştı çevresine. Onun için üzülen belki bir kişi vardır umuduyla kalabalığa baktı. Küçük bir çocukla göz göze geldi ve çocuk korkuyla ağlamaya başladı ve annesinin eteklerine gömüldü. Ne yani, bir çocuğun kabusu mu olacaktı? Peki ya küçük bir çocuğun önünde cinayet işlemek nasıl bir davranıştı?
Düştüğü küçük düşürücü durumun siniriyle ve birazda canının korkusuyla yeniden el ve ayak bileklerini sallamaya zincirlerden kurtulmaya çalıştı. Bütün herkes korkuyla ilgisinni ona verdi, anneler çocuklarına sarıldı ve birden tüm kalabalığı fısıldaşmaların oluşturduğu bir uğultu kapladı. Biraz önce öksüren bej renkli pardösülü adam kadının yanına geldi ve ''Sessizlik!'' diye bağırdı herkese. Herkes bir anda sessizleşti ve dikkatle adama bakmaya başladı. Siyahi kadın ise hala olduğu yerde debeleniyordu. Adam kadına döndü, küçümseyici bir şekilde yüzünü buruşturdu ve tam aşağılayıcı bir şeyler söylemek üzere ağzını açtı ki siyahi kadın elinden gelen tek şeyi yapıp adamın yüzüne tükürdü. Adam şaşkınlıkla birden donakaldı. Kalabalıkta ise birkaç ''Hii!'' sesi haricinde kimsenin nefes alışı bile duyulmuyordu. Adam donuk hareketlerle paltosunun cebinden bir mendil çıkardı, yüzünü sildi ve şapkasını düzeltti. Ardından mendili geri cebine koydu ve hiçbir şey söylemeden, kimsenin yüzüne bakmadan hacın arkasına dolandı, eğilip yerden bir şey aldı ve tekrar gelip kadının gözlerinin içine baktı. Küçümser bir edayla kadını şöyle bir süzdü ve ''Bunu yapmamalıydın.'' tarzında başını iki yana salladı.
Sonra elinin arkasında sakladığı bir hançeri çıkarıp hızla siyahi kadının omzundan boynunun altına doğru bir çizik çizdi. Kadın acıyla haykırdı ve yırtılan elbisenin altında görünen, yeni oluşmuş yaradan oluk oluk kanlar akmaya başladı. Kadın kendi kanının sıcaklığıyla ısınırken dişlerini sıkıp kendini başını eğmemeye, adama bakmaya zorladı. Adam zafer edasıyla sırıtıyordu. Aynı şapşal ifade kalabalıktan özellikle ön safhalarda duran ve kıyafetlerinden asil oldukları belli olan kişilerde de vardı. Birkaç ufak çocuk ise kafasını çevirmiş ve çığlık atmıştı.
Bej pardösülü adam tekrar fötr şapkasını düzeltim kalabalığa döndü ve ''Bugün, henüz sabahın ilk saatleri burada, sıcacık yataklarımızdan uzak bir yerde toplanmamızın nedenini hepimiz biliyoruz.'' diye lafa başladı. Onun lafa başlamasıyla birkaç yerden fısıldamalar geldi ama onlarda anında kesildi. ''Bu gördüğünüz kanı bozuk yaratık, bizim toplumumuzu kirletiyor.'' diye devam ettirirken arkasına bakmadan eliyle kadını işaret ediyordu. ''Bizim anlayamayacağımız büyü ve lanetlerle gençlerimizin aklını çeliyor! Bizi kötüye sürüklüyor, kuklaları yapıyor!'' diye hararetle devam etti. Konuşurken kalabalığa bağırıyordu. Kadın adamın sözlerinin kalabalıkta bıraktığı etkiyi gözlemlerken adeta manevi olarak yıkılıyordu. Nasıl oluyordu da böyle saçmalıklara kanıyorlardı? ''Bu ve bunun gibi yaratıkları, toplumumuzu kirleten bu kanı bozukları, sizlerin adınıza, hepimizin iyiliği ve sağlığı adına temizlemek bizlerin görevidir!'' diye bağırdı ve bir kolunu havaya kaldırdı. Gaza gelen halk ise coşkuyla ona katılıyor, tezahürat yapıyor ve alkışlıyordu.
Birden herkes hareketlendi. Herkes eline bir odun parçasından yapılma gibi duran meşalelerden aldı, en başta ateşi olan birkaç kişi elindekileri yaktı ve büyük-küçük, zengin-fakir, yaşlı-genç demeden ilk kez fark gözetmeksizin herkes ateşini birbiriyle paylaştı.
Hava bir anda puslu duman kokusuyla doldu. Etraf gri bulutlarla çevrelenmiş gibi durdu. Siyahi kadın gri bulutların arasında bir göl gibi duran kırmızı-sarı dalgalanan meşalelere baktı ve o gece ilk kez gerçek olarak can korkusunu tattı. Duman yüzünden gözleri yanıyordu ve öksürme isteği duyuyordu fakat korkudan zaten hareket ettiremediği bedeni kaskatı kesilmişti. Gözünü dahi kırpamıyordu. İnsanların suratındaki o kana susamışlık ifadesi kanını donduruyordu. Küçük bir çocuğun elinde bile ufak bir meşale vardı. İnsanlar ellerindeki meşaleleri aşağı yukarı sallayarak ''Cadıya ölüm!'' diye sloganlar atmaya başladılar.
Kadın gözlerini dans eden kırmızı şekillerden ayıramadan yutkundu ve alevlerin arasında kalacağı o acı dolu olacağından emin olduğu anı beklerken gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Göğsünün acısı geçmişti artık, beyni o acıyı düşünemeyecek kadar doluydu çünkü. Kaçırdığı bir hayatı düşündü. Yaşayacak olupta yaşayamadığı onca şeyi. Evlenecekti belki de, aynı ona benzeyen çocukları olacaktı. Biri kız biri erkek. Erkek olan daha büyük olacaktı, eğer kız kardeşine sataşırlarsa hemen sahip çıkacaktı. Ama onun kızı da öyle boş olmayacaktı, kendini koruyabilecekti. Ona şımaranların gününü gösterebilecek gibi biri olacaktı. Sonra özel günlerde annesini ziyarete gideceklerdi ve çocuklar koşup büyükannelerine sarılacaklardı. Oyuncak bir snitch'in peşinden koşacaklardı bahçede. Hatta ''Anne! O oyuncakları ya biri görürse, bu tehlikeli.'' diye kızacaktı annesine.
Ama bunların hiçbiri olmayacaktı. Onun yerine, hayatında asla olamayacak olan kızına yakıştırdığı kendini koruyabilme özelliğinden maruz, burada bir dolu kana susamış insan tarafından acı ile öldürülecekti.
''Daha yeni üniversite başvurumu yapmıştım.'' diye düşünmeden edemedi. Umduğu hayatı asla yaşayamayacaktı.
Gözlerini kapayıp o can alıcı anın gelmesini bekledi. Yapabileceği hiçbir şey yoktu artık. Çok geç kalmıştı, hiçbir şey yapamamıştı. Tek yapabildiği umarım uzun sürmez diye düşünmek oldu.
''Extinguish!''
Kadın hayali sesler duymaya başladığını sandı ama gözlerini açması daha beynine sinyal gönderilemeden bile önce oldu. Şaşkınlıkla insanların üzerinde süpürgeleriyle bir oraya bir buraya uçan, ateşleri söndüren üç cadıya baktı. Eğer kendinde olsaydı bir sevinç ve şaşkınlık çığlığı atardı ama bunu dahi yapamayacak kadar şaşkın ve bitaptı.
İnsanlar çığlık çığlığa koşturuyor, oradan olabildiğince çabuk uzaklaşmak için birbirlerini eziyorlardı. Az önce kana susamış olan toplum, şimdi çil yavrusu gibi dağılıyordu. Kimse ardına bakmıyordu.
Herkesin tamam olduğunu düşünen üç cadı aşağıya indiler ve hacın yanında elinde hançerle gözü dönmüş adamın onları beklediğini gördüler.
Adam, fötr şapkası ve bej rengi pardösüsüyle beraber dışarıdan bakıldığında çok saygın ve aklı başında gibi görünüyordu. Fakat o anda öyle bir bakışı vardı ki, kıyafetlerin çalıntı olduğu düşünülürdü. Gözlerini pörtletmiş, bir yandan sırıtarak ''Hadi gelsenize, korktunuz mu!'' dedi. Cadılar şaşkınlıkla adama baktılar. İçlerinden biri ''Gerçekten mi?'' dedi alaycı bir tavırla ve asasını doğrultup ''Sersemlet!'' diye bağırdı. Adam anında yere düştü ve cadılar bir daha adama bakmaksızın kadının yanına gelip birkaç şükür bildiren şeyler söylediler. Kadın ise sadece ''Geldiniz.'' diyebildi. Sesi uzun süre konuşmamaktan çatallaşmıştı. Bunun üzerine biri ''Tabii geldik, küçük kardeşimizi bu delilerin eline mi bırakacaktık?'' dedi gülümseyerek. Cadılar kadını demirlerden kurtardılar, fakat kadın anında yere yığılıyordu ki biri onu yakaladı.
Bilekleri uzun süre aynı şekil asık kalmış olmanında verdiği acıyla işe yaramaz durumdaydılar. Açlıktan ve susuzluktan başı dönüyordu. Onca işkencenin acısı ise şimdi çıkıyordu. Kadınlar onu tuttular ve onu düzelteceklerini ona temenni ettiler, söz verdiler. Bir şekilde onu da süpürgenin üstüne oturtmayı başarınca oradan çok uzaklara gitmek üzere havalandılar.
Uzun bir sürenin ardından, uzun bir süre sessiz durmalarını sağlayacak soruyu sordu biri.
''Ee, hala mugglelara bir cadı olduğunu ifşa etmek istiyor musun?''
- Albus Severus PotterSlytherin IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 105
Kayıt Tarihi : 21/04/12
Yaş : 30
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Çarş. Mayıs 02, 2012 5:18 pm
Aidan Wandhunt kabul edildi.
Lucilla Montez kabul edildi.
Hugo Weasley kabul edildi.
Not; Formda değişiklik yapıp örnek rp bölümünü kaldırıyorum. Gereksiz olduğunu düşünmeye başladım. Şimdiye kadar başvuran arkadaşlardan özür dilerim.)
Lucilla Montez kabul edildi.
Hugo Weasley kabul edildi.
Not; Formda değişiklik yapıp örnek rp bölümünü kaldırıyorum. Gereksiz olduğunu düşünmeye başladım. Şimdiye kadar başvuran arkadaşlardan özür dilerim.)
- Aderyn Dorielle EuphrosynHufflepuff IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 45
Kayıt Tarihi : 21/04/12
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Paz Mayıs 06, 2012 3:43 am
Karakterin ismi: Aderyn Dorielle Euphrosyn
Bina: Mercier
Karakterin kişilik özellikleri: Neşeli, kıpıpr kıpır ve fazlasıyla hayalci. Çoğu zaman kendi düşüncelerinde boğulan, tıpkı dış görüntüsü gibi oldukça zarif ve kırılgan bir yapıya sahip genç bir kız. Biraz şımarık, deli dolu, çalışkan ve adil. Modaya, dansa ve kitaplara fazlasıyla düşkündür. Kendi kendine konuşur ve olur olmaz yerde dans eder. Bir parça sakar, oldukça patavatsız ve fevri bir kız olan Aderyn her ne kadar umursamaz görünse de her zaman mantığın yolunu takip etmeye ve her zaman en doğru olanı yapmaya çalışır.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Dış görüntüsünden dolayı çoğu zaman hedef olarak görülmüştür. Buna bir son vermek ve hakkını sonuna kadar savunabilmek, kendisi gibi kötü muameleye maruz kalanların yanında olabilmek için yoldaşlık en doğru seçim gibi görünüyor.
Bina: Mercier
Karakterin kişilik özellikleri: Neşeli, kıpıpr kıpır ve fazlasıyla hayalci. Çoğu zaman kendi düşüncelerinde boğulan, tıpkı dış görüntüsü gibi oldukça zarif ve kırılgan bir yapıya sahip genç bir kız. Biraz şımarık, deli dolu, çalışkan ve adil. Modaya, dansa ve kitaplara fazlasıyla düşkündür. Kendi kendine konuşur ve olur olmaz yerde dans eder. Bir parça sakar, oldukça patavatsız ve fevri bir kız olan Aderyn her ne kadar umursamaz görünse de her zaman mantığın yolunu takip etmeye ve her zaman en doğru olanı yapmaya çalışır.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Dış görüntüsünden dolayı çoğu zaman hedef olarak görülmüştür. Buna bir son vermek ve hakkını sonuna kadar savunabilmek, kendisi gibi kötü muameleye maruz kalanların yanında olabilmek için yoldaşlık en doğru seçim gibi görünüyor.
- Albus Severus PotterSlytherin IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 105
Kayıt Tarihi : 21/04/12
Yaş : 30
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Perş. Mayıs 10, 2012 2:05 pm
Aderyn Dorielle Euphrosyn kabul edilmiştir.
- Elena Nina PearlHufflepuff IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 54
Kayıt Tarihi : 22/04/12
Nerden : Kanada
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Cuma Mayıs 11, 2012 8:49 pm
Karakterin ismi: Elena Nina Pearl
Bina: Mercier
Karakterin kişilik özellikleri: Maceraperest, çalışkan ve hırslı.Kendinden önce sevdikleri gelir her zaman.Ayrıca neşeli ve arkadaş canlısı.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Elena kendinden önce sevdiklerini düşünür bu yüzden onları korumak için kanının son damlasına kadar savaşmaya hazırdır.
Bina: Mercier
Karakterin kişilik özellikleri: Maceraperest, çalışkan ve hırslı.Kendinden önce sevdikleri gelir her zaman.Ayrıca neşeli ve arkadaş canlısı.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Elena kendinden önce sevdiklerini düşünür bu yüzden onları korumak için kanının son damlasına kadar savaşmaya hazırdır.
- Licia SweéljiGryffindor V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 66
Kayıt Tarihi : 31/05/12
Nerden : Italy.
Lakap : Lic.
Geri: Lumen Yoldaşlığı
C.tesi Haz. 02, 2012 7:47 am
- Karakterin ismi: Licia Sweélji
Bina: Leondier
Karakterin kişilik özellikleri: Her zaman mutlu ve etrafına sevgi saçan bir tiptir. Derslerini ve sosyal hayatını aynı anda ilerletebilir. Güvendiği kişi sayısı azdır; ancak ona güvenen çoktur.
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Savunmacı ve adaleti herkes tarafından bilinen özelliktedir. Daima ezilenlerin yanındadır ve artık bu işlere son verip eşitliği sağlamaya çalışmaktadır.
- Kupa KraliçesiMasal Kahramanı
- Mesaj Sayısı : 5
Kayıt Tarihi : 28/05/12
Geri: Lumen Yoldaşlığı
C.tesi Haz. 02, 2012 2:30 pm
Karakterin ismi: Luanna Guadalupe
Bina: Forestier
Karakterin kişilik özellikleri: Adaletsizliğe gelemeyen bir kızcağız. Kendi kendini küçültmediği sürece, her bireyin eşit olduğunu savunur. Sosyalist kız işte ksajfkla
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Koyunların da en az kurtlar kadar değerli olduğunu düşündüğü için.
Bina: Forestier
Karakterin kişilik özellikleri: Adaletsizliğe gelemeyen bir kızcağız. Kendi kendini küçültmediği sürece, her bireyin eşit olduğunu savunur. Sosyalist kız işte ksajfkla
Neden yoldaşlığa katılmak istiyorsun?: Koyunların da en az kurtlar kadar değerli olduğunu düşündüğü için.
- Albus Severus PotterSlytherin IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 105
Kayıt Tarihi : 21/04/12
Yaş : 30
Geri: Lumen Yoldaşlığı
Cuma Haz. 08, 2012 7:15 pm
Luanna Guadalupe kabul edildi.
Cornelia Aondiné kabul edildi.
Elena Nina Pearl kabul edildi.
Cornelia Aondiné kabul edildi.
Elena Nina Pearl kabul edildi.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz