- Jesus Adrian VargasRavenclaw V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 27
Kayıt Tarihi : 30/04/12
Reed
Ptsi Nis. 30, 2012 1:36 pm
İstenilen bina; Selfier veya siz nasıl karar verirseniz. ^^
Kısaca karakteristik özellikler; İçine kapanık, sessiz bir tip. Konuşmayı sevmemesine rağmen konuşan insanları sever. Ağırbaşlı, saygılı ve saygıdeğer biri. Kimseyle geçinme çabası yoktur. Hayatta herkesin yalnız olduğuna inanır. Duygulara uzak yaşar. Suratındaki donuk ifadeyi silebilen kimse yoktur. Kendisini gülümseten kişiye aşık olabileceğini düşünüyor. İnsanları izlemeye bayılır. Onları izlerken, ya böyle olsaydı, oyununu oynayarak insanları kafasında şekilden şekle sokar. Bunların dışında büyü yeteneği oldukça gelişmiş. Sivri zekalı bir genç. Hogwarts tarihine olan merakı dillere destan. Eğer Hogwarts yıkılmış olmasaydı, o şu anda bir Ravenclaw olurdu.
Beşinci dönem
Örnek RP;
Kısaca karakteristik özellikler; İçine kapanık, sessiz bir tip. Konuşmayı sevmemesine rağmen konuşan insanları sever. Ağırbaşlı, saygılı ve saygıdeğer biri. Kimseyle geçinme çabası yoktur. Hayatta herkesin yalnız olduğuna inanır. Duygulara uzak yaşar. Suratındaki donuk ifadeyi silebilen kimse yoktur. Kendisini gülümseten kişiye aşık olabileceğini düşünüyor. İnsanları izlemeye bayılır. Onları izlerken, ya böyle olsaydı, oyununu oynayarak insanları kafasında şekilden şekle sokar. Bunların dışında büyü yeteneği oldukça gelişmiş. Sivri zekalı bir genç. Hogwarts tarihine olan merakı dillere destan. Eğer Hogwarts yıkılmış olmasaydı, o şu anda bir Ravenclaw olurdu.
Beşinci dönem
Örnek RP;
- Spoiler:
- On gün önce
Turnuvadan hemen sonra Ander'ı sevinçle kucaklamayı beklerken ölü bedenine ait olan kafasını kucağına yerleştirmiş bir haldeydi Adrian. Jon Ander'ın kana bulanmış saçlarında gezdiriyordu parmaklarını. Birbirlerini bulduklarında bir daha ayrılmamak üzere yemin etmişlerdi. Yemin erken bozulmuştu. Her zaman dik olan omuzları bu ağırlığı da taşımayı biliyordu. Kardeşini, geç bulmuş ve erken yitirmişti. Onu tanımaya, yolladığı bir kaç mektupla ve sıkça görüştükleri geçen yaz tatilinde başlamıştı. Belki de en doğrusu, diye kendini avutmaya çalışıyordu. Avutacaktı da. Çocuğun cansız bedenini tüm ağırlığa karşı kucaklamayı başarıp oradan götürmüştü. Ölümün bu kadar yakın olduğunu bilen Jon Ander'a rağmen Adrian böyle bir sonun onları bulacağını düşünmüyordu. Kollarındaki Ander'ın naaşını layığıyla defnetmişti.
Bir hafta önce
Hogwarts'ın koridorlarında delicesine geziyordu Jesus. Görkemli şatonun her yerini öğrenmek için kendisine ayırdığı zaman dilimi oldukça azdı. Ara sıra karşısına çıkan konuşkan Gryffindor veya saf Hufflepuff kendisine rehberlik ediyordu. Jesus, insanları tanımadan yargılamayı sevmeyen bir tipti. Bu yüzden insanları tanımak için onlarla konuşmayı veya onları gözlemlemeyi severdi. Konuşma esnasında mesafeli olsa bile. Her yaptığı eyleminse sonucunda çıkarlarını gözetir. Belki biraz bencil olarak nitelendirilebilir fakat şu anda da yanında gezinmesine sebep verdiği Gryffindor'dan kaptılarının haddi hesabı yoktu. Adını duyduğu ve gözüne çarpan kişilerin kimler olduğunu öğreniyordu. Böylece onları anlayabilmek ve tanıyabilmek daha kolay olacaktı. " Bunu sana ödeyeceğim." Elindeki şekerlerden birini Gryffindor üçüncü sınıf bir kıza uzatırken Jesus'un tek dileği kızın akan salyalarını genç büyücünün cübbesine bulaştırmamasıydı. Kız ona hayran gözlerle bakarken Jesus'un dikkatini kızın kafasının üzerinden gördüğü diğer bir cadının silüeti çekmişti. Karşısında salyalarını toparlamaya uğraşan cadıyı nazikçe omzundan itelemiş ve hızlı bir biçimde koridorda yürüyen kızın peşine gitmişti. Fakat, asilliğinden ve gizeminden ödün vermeyen cadı Jesus için bir saniye bile durmadan ortadan kaybolmuştu. Aynı cadı ile neredeyse beş kere göz göze gelmişti bir gün içinde. Sanki daha önceden de tanıdığını düşündüğü, hatta emin olduğu cadı ile iki kelime edememesinin nedenini bir türlü çözememişti Jesus. Ardından duran adımlarını gerisin geri kaldığı yere yönlendirerek Hogwarts'ı tanımaya devam etmişti.
Bir kaç gün önce
Jesus Adrian Vargas nasıl olmuştu da kardeşinin bu ufak kelime oyunlarını yeni yakalıyordu o parşömenlerde? Yatakhaneye gürültüyle girdiğinde uyuyanları uyandırıyor olmasının hiç bir önemi yoktu genç büyücü için. Sandığına yönelttiği asası tek komutuyla mektup tomarını çocuğun avucuna kondurmuştu. Jesus asasını açık sandığın içine fırlatarak bir birine gevşek bir iple bağlanmış olan mektupları açtı ve yatağının üzerine hepsini yazılış sırasıyla dizdi. Jon Ander nasıl olmuştu da kendisinden daha zeki davranmıştı bilmiyordu ama ondan bahsettiğine emindi. Dizdiği mektuplardaki ölüme yakınlığını anlatan satırları tekrar tekrar okuyordu Jesus. Kör edici bir güzelliğe sahip olan bir ölümü daha önce yaşamış mıydı genç büyücü? Ölüm değil aşktan bahsediyor gibiydi. İlk mektubun sekizinci satırında yazan bu yazıdan pek bir şey anlamak mümkün değilken ikinci üçüncü ve dördüncüde apaçık aşkını itiraf ediyordu Jon Ander. Ölmüş olan kardeşinin aptalca aşık olabileceğini düşünememişti. Her mektubunda ona cevap verirken "Ölmeyeceksin Vargas, güçlü olmayı dene." diyordu. Oysa ne saçmaydı! Ölüm diye tasvir ettiği aşktı. İkinci mektupta muggle işi bir şeyler vardı. Cennet ve huri... Üçüncü mektupta zehirli sarmaşıklara sarıldığını ve ölüm onu kucakladığında bununla mutlu olacağını söylüyordu. Dördüncü mektupta ise anlamlı ve sonsuz derinlikteki gözlerden bahsediyordu. Ölümün gözlerinin böyle olduğunu söylüyordu. Adrian mektuplar eline ilk geçtiğinde Jon Ander'ın gerçekten depresyona girmiş olabileceğini düşünürken şimdi sadece bir şeyler anlatmak istediğini görüyordu. Doğrudan söyleyemediği sözleri bu kadar geç anlamak Jesus'un içini yakıp geçmiş gibiydi. Ander ile konuşabilmeyi onu aşkın pençesinden kurtarabilmeyi isterdi. Fakat, her şeyi anlayabilmiş olsa bile hala anlamadığı tek şey neden aşk kadar güzel olduğu söylenen o duyguyu ölümle bir tutmuştu. Onu böylesine karanlığa sürükleyenin ne olduğunu anlamak istiyordu Jesus. Yatağın üzerinden toplamaya çalıştığı kağıtların bir kaçı yanyana geldiğinde ise gözle görülebilir bir şey ortaya çıkıyordu. Jesus aceleci olmayı keserek mektupları yan yana dizdi tekrardan. Kardeşinin neden tüm mektuplar saçma sapan kelimelerle başladığı belli oluyordu. Kelimelerin oldukça iri yazılan baş harflerini zihninde yan yana koyduktan sonra dudaklarından çıkan tek kelime "Prurient." oldu. Kaçamak bakışlarla kendisini süzen o kız! Sanki suçluymuş gibi sürekli izini kaybettiriyordu Jesus'a Hogwarts'ta. Onu bulmanın bir yolu olacaktı. O da bu mektuplarda ya da Hogwarts'ın bir yerlerinde saklıydı.
O gece
Nefes almak Jesus'a iyi geliyordu herkese olduğu gibi. O da alışageldiği her şeyi devam ettirmişti Hogwarts'ta. Herkese kolayca ısınmış ve rutin olan tüm işleriyle uğraşmayı sürdürmüştü. Spor yapmayı eksik etmiyordu. Tıpkı bir muggle gibi sporla her zaman dinç olabileceğine inanıyordu. Isınma hareketleri yaparak tüm Hogwarts arazisini gezmişti. Hızlı koşuya başladığında ise son olarak Quidditch sahasına girmişti Jesus. Sahanın sağ yanına doğru koşarken açık olan devasa ışıkların bile fazla olduğunu düşünüyordu. Ta ki tribünlerde oturan Prurient'i görene kadar. Bu ışıkların ilk kez bir işe yaradığı düşüncesi zihninde büyürken kızın hemen karşısında durmuş ve ikisi de karanlık bile olsa birbirlerinin gözlerine iyice bakabilmişlerdi. Aynı o gecedeki gibi tekrarlamıştı kızın adını duyabileceği bir şekilde. Onun kupayı aldığını duymuştu. Aynı zamanda Jon Ander'ın kız için yaptıkları da herkesin dilinde dolanıyordu. Bu kadar fedakarlığın da boşuna olmayacağını tahmin edebilirdi Jesus. Mektuplara bakmasa bile her halukarda Jon Ander'ın büyük bir zaafıydı Reanna.
"Prurient..."
- Vladimir VyacheslavYönetici, Konsey Başkanı
- Mesaj Sayısı : 281
Kayıt Tarihi : 06/04/12
Geri: Reed
Ptsi Nis. 30, 2012 1:43 pm
Onay.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz