- Adriana Sorcha KuranSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 4
Kayıt Tarihi : 15/04/12
Sorcha.
Salı Mayıs 01, 2012 1:43 pm
Selfier V.
Yüz? Hangi kör cahil yaratık onun sadece bir yüzü olduğunu söyleyebilirki? Fransa'nın göbeğinde yetişmiş Claudius, binlerce maskesinden sadece birini sana gösterecek kadar cömerttir. Biçimli dudakları kızıllıkta oluk oluk akan yasak iksirle yarışacak cinstendir. Ve teni... Bir mermer kadar pürüzsüz ve kar taneleriyle yarışacak kadar beyaz teni... Sahip olduklarının bir kısmıyla bile erkeklerin gözlerindeki parıltıyı üzerinde taşıyarak adımlıyor dünyayı cadı. Ademoğlunun tanımlayamayacağı lügatlerde bulunmayan bir mavilikle bakıyor gözleri dünyaya. Siz daha gecenin alacakaranlığından ürperirken o kaos kadar siyah omuzlarından şelale gibi inen saçlarıyla selamlıyor dünyayı. Uzaktan bakılınca minicik olan bedeni kusursuz fiziğiyle bir çocuktan fazlası olduğu konusunda ısrarcı. O aslında bir cadı olmadığı konusunda da ısrarcı. Cehalet döneminin zavallı erkekleri onu ve onun gibileri Şeytan olarak tanımlamaz mı zaten? Belirgin yüz hatlarından mütereddit akışı bile kişiyi büyülemeye yeterken ona güzel değil demek ne büyük saygısızlıktır öyle. Hudutsuz güzelliğinden damla damla akan incelik kimi insanların kinini alsa hangi cüretkar varlık onla yarışabilecek kadar cesur ki?
Sorcha kendisini kapalı kapılar ardında bir sandığın içine kilitlenmiş ve bırak kapıları kendisini açmak için uzun çabalar harcaman gereken birisiydi. Kendisine ulaşıldığı vakit ak mı ak gülleri kızıl edecek kadar kırılgandı. Fakat kendisine ulaşılana de bir bilinmeyendi.Ona göre hayat parça parça yaşanılmayacak kadar bütünseldi. Ve kaybetmek... Dünyaya aralanan gözleri ilk kaybetmekle tanışmıştı. Kaybetmekten, birini ya da birilerini özellikle de değer verdiklerini kaybetmekten ölümden korktuğundandaha fazla korkardı ve o bir yılandı. Düşe kalka yürümeyi öğrendiği anda itibaren yüz hatlarının kibre bulamasını ve diğerlerine karşı acımasız olmayı öğrendiği vakit gerçek bir Slytherin olduğu gözler önüne serilmişti. Kalbinin etrafına ördüğü surları güçlendirirken duygularını saklamayı ve olmayı oldurtmaya çalışmayı öğrenmişti. Dışarıdan kişileri ziyadesiyle hor görmese de içten içe küçük bir nefret beslemeye başlamıştı. Duygularını başta olduğunu gibi sonradan da dışa vurmamış, zora geldiğinde vurdumduymazlığa vurarak yine surlar ardına gizlemişti. İntikam konusunda halasıyla eş bir plancılığa sahip olduğu içinse sürekli övünür ve bunu göstermezden çekinmemişti. Ancak ona renk katan ve onu Sorcha yapan 'Güce ve Karanlığa' olan düşkünlüğünden başkası olamamıştı. Zira diğerleri fazla ayrıntıydı.
Sorcha kendisini kapalı kapılar ardında bir sandığın içine kilitlenmiş ve bırak kapıları kendisini açmak için uzun çabalar harcaman gereken birisiydi. Kendisine ulaşıldığı vakit ak mı ak gülleri kızıl edecek kadar kırılgandı. Fakat kendisine ulaşılana de bir bilinmeyendi.Ona göre hayat parça parça yaşanılmayacak kadar bütünseldi. Ve kaybetmek... Dünyaya aralanan gözleri ilk kaybetmekle tanışmıştı. Kaybetmekten, birini ya da birilerini özellikle de değer verdiklerini kaybetmekten ölümden korktuğundandaha fazla korkardı ve o bir yılandı. Düşe kalka yürümeyi öğrendiği anda itibaren yüz hatlarının kibre bulamasını ve diğerlerine karşı acımasız olmayı öğrendiği vakit gerçek bir Slytherin olduğu gözler önüne serilmişti. Kalbinin etrafına ördüğü surları güçlendirirken duygularını saklamayı ve olmayı oldurtmaya çalışmayı öğrenmişti. Dışarıdan kişileri ziyadesiyle hor görmese de içten içe küçük bir nefret beslemeye başlamıştı. Duygularını başta olduğunu gibi sonradan da dışa vurmamış, zora geldiğinde vurdumduymazlığa vurarak yine surlar ardına gizlemişti. İntikam konusunda halasıyla eş bir plancılığa sahip olduğu içinse sürekli övünür ve bunu göstermezden çekinmemişti. Ancak ona renk katan ve onu Sorcha yapan 'Güce ve Karanlığa' olan düşkünlüğünden başkası olamamıştı. Zira diğerleri fazla ayrıntıydı.
Sevgili Günlük,
Ben öldüm… Pervasızca verdiğim kararların yükü altında ezilmekle mükellef oluşum her ne kadar mağrur, solgun ve toprak altında yalnızlığa terk edilmiş yüreğimin çürümüş olduğunu idrak edişimin raddesinde ıstırap yüklü olsa da hâlâ adım zikredilince birilerinin huzursuzca kıpırdandığını düşünüp kendimi refaha kavuşturmak isteyecek kadar bencilim. Boşluk hissediyorum ve bir zamanlar ardına gizlendiğim karanlıktan korkuyorum, oysa bana artık zarar vermez ki… Oysa bana artık kimse zarar veremez. Ölümü hiç düşündün mü? Nasıl bir şey olduğunu... Yokluk hissi bir anda seni alevden bir yorganmışçasına örtüp sarmaya başlıyor, aynı anda donuyorsun yanman gerekirken. Ağlamak istiyor, gözlerini hızla kırpıştırıp göz pınarlarını çağlamaya davet ediyorsun fakat süreç o denli hızlı işliyor ki sen daveti daha söze dökemeden bütün kudretini yitiriveriyorsun. Son şey oluyor mesela… Sevdiklerin geliyor gözünün önüne, çabaların sırıtıyor arsız bir çocuk misali. Akabinde vermiş olduğun sözler var tabii. Kaybettiğin ifşa ediliyor yadsıyorsun, öyle delice tutunuyorsun ki inkarına, gazap kusuyorsun o an ölüme. Tanrı yok. Evet, benim Tanrı’m haricinde hiçbir Tanrı yok. Ey Ademoğlu, ey Merlin dölü sizi kandırıyorlar… İsa sizi kandırdı, diğerleri yüzünüze bakıp cehaletinizi kullandı. Fakat ben arındım. Burnumun ucuna bir damla kar düştü. Soğuk değildi; bir şeyler ifade etmekten acizdi, hemen eridi. Gözlerimi araladım merakla parıldayan bir çift safirin yüzüme odaklandığını fark ettim. Ve şimdi söyleyeceğim ise bir müjde; cennet var. Tıpkı cehennemin de olduğu gibi. Ve yalnızca benim Tanrı’mın emrinde. Size acıyorum ve Tanrı’mın affına sığınıyorum.
Aşkla. Bağlılıkla.
“Darciel…” Tutkuyla köpürmüş erkeğin sesi genç cadının kibirle belirginleşmiş sert hatlarını yumuşatırken gözlerine huşu ile yükselen bir takım eğlenceli ifadenin, saydam bir maske ardına ürkek bir çocuk misali sığınmasına da yol açmıştı. Şarap rengi dudakları keyifle kıvrılırken ellerini platin rengi saçlarını şen bir muhabbetle karıştırmaya başlayan erkeğin güçlü bakışlarını, karamel kıvamına dek yumuşamış olan gözlerini bir bir zihnine kazırken göğsünün sıkıştığını kolundaki işaretin yandığını hissetmişti. Dudaklarını kaçınılmaz bir krizin bedenini istila edişine set çekmek adına aciz bir çabayla birbirine kenetlerken, sığ okyanus mavisi bakışları çağlamış ve acı dayanılmaz bir boyuta ulaştığında omuriliğinin üzerinden yükselip bedenini uyaran sırtında bir barbarın değil bir kutsanmışın elindeymişçesine şefkatle şaklayan kudretin önünde diz çökmek dışında hiçbir şeyi düşünemez olmuştu. Kaçamazdı, kaçmazdı. Bileğinde söndürülemez bir alev misali varlığını öne süren öfke, Darciel’ı saran ve ölümle tanıştıktan sonra takıntılardan ziyade hissetmediği kalbini yerinden oynatıp işlev katan kısık sesli şuh bir kahkaha ile korku dolu bir iniltinin harmanlanmasına mesken yapan bir şeydi. Bu, solmak bilmez gözlerin zümrüt yeşilindeki öfkenin şafağıydı; kudretli, naif fakat ölümcül.
Uğultulu bir gevezelik, aksine ters misafirperver bir karanlık, yitik bir gölge…
Ve Darciel üşümüştü. Sonsuzluğu peyda eden Tanrı’sına olan hislerinin bir anlığına tereddütle titreyişi ölüm vaktinin geldiği aksedilmiş zayıf bir yüreğin kayda değer görülmeyen çırpınışıyla eş resmedildiğinde, rüzgârın savurduğu arsız küfrü karanlığın keskin surları arasında bulan cadı; yadsınamaz bir öfkeye doğru tam bir teslimiyetle süzülmeye başlamıştı. O’na doğru attığı her adımda âşık olduğu ürperti bir anlığına, sadece küçük bir anlığına neredeyse nefes almış gibi diri hissetmesini sağlamıştı. Soğuk… Serpent. Zihninde yankılanan bu isim, semavi bir çağrıyı izahat etme cüretini gösteren her hücresini katıksız bir nefretle yakmış, sorgulanmaz bir gazapla ardında bıraktığı enkazı onarmıştı. Arz uzak, gök yabancıydı kulağına ilişen ilahi rapsodinin ritmine. Ruhuna refakat eden melodi en az genç cadı kadar cennet, cehennem ve âdemiyet arasında sıkışıp duyulması güç iniltiler gibi aksedilmiş; yine en az cadı kadar yaratıcısına, ilahi aşkına beşeri kostümünden sıyrılıp kavuşmanın coşkusunu yüklenmişti. Elini dudaklarına götürüp tebessümünü gizlemeye çalışırken en içten neşelerin gölgesi bir kıkırtıyla sıçradı ruh. Hakkında yazılmış her kehanetin aksine, saçma bir oyunda gerçek bir savaşçı gibi savaşıp can verdiğinin farkındalığını taşıyan ruh, bir anda duraksadı.
Güvercinin aşık olduğu yılanın gözlerindeki ışıltı…
Kör edici bir ışık. Anlamsız, dirilişe mahsus bir kargaşanın hüküm sürdüğü bir dizi olaya gebe dağınıklıkla şaşkınlığın tadını anımsayan genç cadı; ‘Zihnimin kıvrımlarında yaşam verdiğim ve bana beni veren tek şeyin gözlerin olmadığını bildiğim için’ diyerek buruk bir fısıltıyla vahşetin eşiğinden geçti. İşte tam karşısındaydı. Bu dağınıklığın kudretli mimarı, en saf duygularının sınır bilmez odağı, ruhunun kilidi, dudaklarının anahtarı ve bozulmaz andı; hoş çizgilerle bezenmiş hatlarıyla sebatla gazaptan yükselmiş bir vaziyette gözlerinin mıhlandığı yerdeydi. Korktu. Öfkesinin yöneleceği zavallılar adına bir aczin hiç de yeterli bir müttefik olduğunu anımsadığı için, sadece gözlemleyerek dahi tepeden tırnağa titreyeceğini bilmesi cihetiyle rezil olmaktan korktu. Elaisa… Nefes aldığı vakitte en değerli hazinesinin küçük hırsızı olan genç cadı, gururlu hissiyatla omuzları dik ve sahiplenici bir varlıkla Tanrı’sının yanında Zeus’un kudretinin gölgesinde gazap kusan Hera gibi var olmuştu. Gözlerine kadar yükselmiş olsa da kıskançlık, bir üstadın izini taşıyan sarsılmaz bir maskenin ardına gizlenemeyecek kadar azametli değildi. Biçimli dudakları hoşnutlukla kıvrıldığında zihninde Morso’da ona baktığında aklına gelen şey belirdi. “Her ne kadar nefretimi kazanmış iğrenç bir varlık olup onu benden fazla sevebileceğini iddia edecek kadar cüretkar bir profil oluşturmuş olsan da faniliğimde, ölümün ani baskınında hiçlikle kıvrıldığımda onu en az benim kadar iyi koruyacağını biliyorum, lakin sana güvenip işimi kuru bir umuda bırakamam” Elaisa… Kelimeler noktayla son bulup her nefeste lanet ettiği ismin kesitiyle yeniden belirmiş olsa da omuzlarının üzerinden ardına baktığına dostlarının sıcak varlığını, tereddütlerini, matemini hissetmenin verdiği güvenle dudaklarını aralayıp Tanrı’sının zümrüt yeşili gözlerine baktı. Diğer parçasının ona ister teslimiyetle ister anarşiyle ama kesinlikle hizmet edeceğini fısıldamadan önce hislerini paylaşmak istedi. Fakat onun gözünde bir yeri varsa bunu hislerinin küstahlığıyla kaybetmek sonsuzlukta çekilecek en büyük çilenin başlangıcı olurdu. Bu yüzden tıpkı bundan iki sene önce yaptığı gibi gölgelere sığınıp O'nu izledi. Bu dünyadan silinmeden önce arzusunu kazanan şeyler vasiyetinin can bulduğunu görebilmek ve yemini bir kez daha sunabilmekten ibaretti.
Ben öldüm… Pervasızca verdiğim kararların yükü altında ezilmekle mükellef oluşum her ne kadar mağrur, solgun ve toprak altında yalnızlığa terk edilmiş yüreğimin çürümüş olduğunu idrak edişimin raddesinde ıstırap yüklü olsa da hâlâ adım zikredilince birilerinin huzursuzca kıpırdandığını düşünüp kendimi refaha kavuşturmak isteyecek kadar bencilim. Boşluk hissediyorum ve bir zamanlar ardına gizlendiğim karanlıktan korkuyorum, oysa bana artık zarar vermez ki… Oysa bana artık kimse zarar veremez. Ölümü hiç düşündün mü? Nasıl bir şey olduğunu... Yokluk hissi bir anda seni alevden bir yorganmışçasına örtüp sarmaya başlıyor, aynı anda donuyorsun yanman gerekirken. Ağlamak istiyor, gözlerini hızla kırpıştırıp göz pınarlarını çağlamaya davet ediyorsun fakat süreç o denli hızlı işliyor ki sen daveti daha söze dökemeden bütün kudretini yitiriveriyorsun. Son şey oluyor mesela… Sevdiklerin geliyor gözünün önüne, çabaların sırıtıyor arsız bir çocuk misali. Akabinde vermiş olduğun sözler var tabii. Kaybettiğin ifşa ediliyor yadsıyorsun, öyle delice tutunuyorsun ki inkarına, gazap kusuyorsun o an ölüme. Tanrı yok. Evet, benim Tanrı’m haricinde hiçbir Tanrı yok. Ey Ademoğlu, ey Merlin dölü sizi kandırıyorlar… İsa sizi kandırdı, diğerleri yüzünüze bakıp cehaletinizi kullandı. Fakat ben arındım. Burnumun ucuna bir damla kar düştü. Soğuk değildi; bir şeyler ifade etmekten acizdi, hemen eridi. Gözlerimi araladım merakla parıldayan bir çift safirin yüzüme odaklandığını fark ettim. Ve şimdi söyleyeceğim ise bir müjde; cennet var. Tıpkı cehennemin de olduğu gibi. Ve yalnızca benim Tanrı’mın emrinde. Size acıyorum ve Tanrı’mın affına sığınıyorum.
Aşkla. Bağlılıkla.
DD~
“Darciel…” Tutkuyla köpürmüş erkeğin sesi genç cadının kibirle belirginleşmiş sert hatlarını yumuşatırken gözlerine huşu ile yükselen bir takım eğlenceli ifadenin, saydam bir maske ardına ürkek bir çocuk misali sığınmasına da yol açmıştı. Şarap rengi dudakları keyifle kıvrılırken ellerini platin rengi saçlarını şen bir muhabbetle karıştırmaya başlayan erkeğin güçlü bakışlarını, karamel kıvamına dek yumuşamış olan gözlerini bir bir zihnine kazırken göğsünün sıkıştığını kolundaki işaretin yandığını hissetmişti. Dudaklarını kaçınılmaz bir krizin bedenini istila edişine set çekmek adına aciz bir çabayla birbirine kenetlerken, sığ okyanus mavisi bakışları çağlamış ve acı dayanılmaz bir boyuta ulaştığında omuriliğinin üzerinden yükselip bedenini uyaran sırtında bir barbarın değil bir kutsanmışın elindeymişçesine şefkatle şaklayan kudretin önünde diz çökmek dışında hiçbir şeyi düşünemez olmuştu. Kaçamazdı, kaçmazdı. Bileğinde söndürülemez bir alev misali varlığını öne süren öfke, Darciel’ı saran ve ölümle tanıştıktan sonra takıntılardan ziyade hissetmediği kalbini yerinden oynatıp işlev katan kısık sesli şuh bir kahkaha ile korku dolu bir iniltinin harmanlanmasına mesken yapan bir şeydi. Bu, solmak bilmez gözlerin zümrüt yeşilindeki öfkenin şafağıydı; kudretli, naif fakat ölümcül.
Uğultulu bir gevezelik, aksine ters misafirperver bir karanlık, yitik bir gölge…
Ve Darciel üşümüştü. Sonsuzluğu peyda eden Tanrı’sına olan hislerinin bir anlığına tereddütle titreyişi ölüm vaktinin geldiği aksedilmiş zayıf bir yüreğin kayda değer görülmeyen çırpınışıyla eş resmedildiğinde, rüzgârın savurduğu arsız küfrü karanlığın keskin surları arasında bulan cadı; yadsınamaz bir öfkeye doğru tam bir teslimiyetle süzülmeye başlamıştı. O’na doğru attığı her adımda âşık olduğu ürperti bir anlığına, sadece küçük bir anlığına neredeyse nefes almış gibi diri hissetmesini sağlamıştı. Soğuk… Serpent. Zihninde yankılanan bu isim, semavi bir çağrıyı izahat etme cüretini gösteren her hücresini katıksız bir nefretle yakmış, sorgulanmaz bir gazapla ardında bıraktığı enkazı onarmıştı. Arz uzak, gök yabancıydı kulağına ilişen ilahi rapsodinin ritmine. Ruhuna refakat eden melodi en az genç cadı kadar cennet, cehennem ve âdemiyet arasında sıkışıp duyulması güç iniltiler gibi aksedilmiş; yine en az cadı kadar yaratıcısına, ilahi aşkına beşeri kostümünden sıyrılıp kavuşmanın coşkusunu yüklenmişti. Elini dudaklarına götürüp tebessümünü gizlemeye çalışırken en içten neşelerin gölgesi bir kıkırtıyla sıçradı ruh. Hakkında yazılmış her kehanetin aksine, saçma bir oyunda gerçek bir savaşçı gibi savaşıp can verdiğinin farkındalığını taşıyan ruh, bir anda duraksadı.
Güvercinin aşık olduğu yılanın gözlerindeki ışıltı…
Kör edici bir ışık. Anlamsız, dirilişe mahsus bir kargaşanın hüküm sürdüğü bir dizi olaya gebe dağınıklıkla şaşkınlığın tadını anımsayan genç cadı; ‘Zihnimin kıvrımlarında yaşam verdiğim ve bana beni veren tek şeyin gözlerin olmadığını bildiğim için’ diyerek buruk bir fısıltıyla vahşetin eşiğinden geçti. İşte tam karşısındaydı. Bu dağınıklığın kudretli mimarı, en saf duygularının sınır bilmez odağı, ruhunun kilidi, dudaklarının anahtarı ve bozulmaz andı; hoş çizgilerle bezenmiş hatlarıyla sebatla gazaptan yükselmiş bir vaziyette gözlerinin mıhlandığı yerdeydi. Korktu. Öfkesinin yöneleceği zavallılar adına bir aczin hiç de yeterli bir müttefik olduğunu anımsadığı için, sadece gözlemleyerek dahi tepeden tırnağa titreyeceğini bilmesi cihetiyle rezil olmaktan korktu. Elaisa… Nefes aldığı vakitte en değerli hazinesinin küçük hırsızı olan genç cadı, gururlu hissiyatla omuzları dik ve sahiplenici bir varlıkla Tanrı’sının yanında Zeus’un kudretinin gölgesinde gazap kusan Hera gibi var olmuştu. Gözlerine kadar yükselmiş olsa da kıskançlık, bir üstadın izini taşıyan sarsılmaz bir maskenin ardına gizlenemeyecek kadar azametli değildi. Biçimli dudakları hoşnutlukla kıvrıldığında zihninde Morso’da ona baktığında aklına gelen şey belirdi. “Her ne kadar nefretimi kazanmış iğrenç bir varlık olup onu benden fazla sevebileceğini iddia edecek kadar cüretkar bir profil oluşturmuş olsan da faniliğimde, ölümün ani baskınında hiçlikle kıvrıldığımda onu en az benim kadar iyi koruyacağını biliyorum, lakin sana güvenip işimi kuru bir umuda bırakamam” Elaisa… Kelimeler noktayla son bulup her nefeste lanet ettiği ismin kesitiyle yeniden belirmiş olsa da omuzlarının üzerinden ardına baktığına dostlarının sıcak varlığını, tereddütlerini, matemini hissetmenin verdiği güvenle dudaklarını aralayıp Tanrı’sının zümrüt yeşili gözlerine baktı. Diğer parçasının ona ister teslimiyetle ister anarşiyle ama kesinlikle hizmet edeceğini fısıldamadan önce hislerini paylaşmak istedi. Fakat onun gözünde bir yeri varsa bunu hislerinin küstahlığıyla kaybetmek sonsuzlukta çekilecek en büyük çilenin başlangıcı olurdu. Bu yüzden tıpkı bundan iki sene önce yaptığı gibi gölgelere sığınıp O'nu izledi. Bu dünyadan silinmeden önce arzusunu kazanan şeyler vasiyetinin can bulduğunu görebilmek ve yemini bir kez daha sunabilmekten ibaretti.
- Petre PiedmonSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 209
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Sorcha.
Salı Mayıs 01, 2012 2:00 pm
Rütbe veriliyor.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz