leviathan rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
Mehbooba Raqeen
Mehbooba Raqeen
Ravenclaw IV. Sınıf
Ravenclaw IV. Sınıf
Mesaj Sayısı : 5
Kayıt Tarihi : 01/05/12

Kin ve Hüsran. Empty Kin ve Hüsran.

Salı Mayıs 01, 2012 6:15 pm
Kişiler:

Mehbooba Raqeen & Magdelena Ellingson


Kin ve Hüsran. I5679609_55f1k-1-png & Kin ve Hüsran. I5679610_55fx6-png

Zaman: Akşamüzeri.
Hava: Sağanak yağmur.
Mehbooba Raqeen
Mehbooba Raqeen
Ravenclaw IV. Sınıf
Ravenclaw IV. Sınıf
Mesaj Sayısı : 5
Kayıt Tarihi : 01/05/12

Kin ve Hüsran. Empty Geri: Kin ve Hüsran.

Salı Mayıs 01, 2012 7:02 pm
Boğazındaki nefesi, başka biri tarafından ödünç alınmışcasına yarım nefeslerle, eliyle boğazını tutarak ve bir yandan da hıçkırarak bahçeye çıktı. Temiz hava, yeşil alan lazımdı. Nefes alamıyordu. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmura aldırmadan, gölün kenarına koşuyordu. Nefes alamıyordu sadece. Bir de, kalbi kocaman bir yara ile ağır yaralıydı. Ah, David diye kesik kesik inledi, diz çöktüğü yerden. Bir yandan da, kocaman ağacın gölgesi altına girerek, aklınca kendini görünmez yapmaya çalışıyordu.
Bilmeliydi, yeterince işaret ve olay vardı. Sanki bu an ona geldiğini bağırır gibiydi, ama Mehbooba sağır sultandı.


1 ay evvel...

''Nerelerdesin, saatlerdir seni arıyorum'' dedi sitemkar bir sesle.
''Hiç ya, öyle takılıyorum'' dedi David, saçlarını karıştırarak. Koridorun tam ortasında durmuş, birinin ardından bakıyor gibi görünüyordu.
''Neler oluyor? Nerelerdesin David, sabahtan beri?''
''Hiç bir şey yok Boby, sana öyle geliyor, takılıyorum işte dedim ya'' Hala gözleri tam karşıya bakıyordu.
''Ne var, ne? Kim var orada?!'' Aynı yöne bakıyorlardı.
Boby'nin gördüğü, okulda ''Çete'' olarak tanımladıkları gruptu. Ortalarında ele başları Deborah ile, Lilly, Dimitra, Lenobia, Ellen ve tabi ki de ''Yazman'' Ereknah.
''Anlıyoruummm...'' dedi uzatarak. Yazman'a bakıyordu, David. ''Bak, David, henüz yeni çıkmaya başladık ama, bizim kızlar arasında ona Yazma diye hitap etmemizin bir nedeni var. O da tüm kızların sevgililerine yazmayı bir görev haline getirmiş olmasıdır.'' Baş parmağıyla onu gösteriyordu, çaktırmadan.
''Ha-hayır, yanlış anladın!'' David, bir telaş. Korkusu göz bebeklerine yansıyordu adeta.
''Yanlış anladın, hayır, bırak açıklayayım. Göründüğü gibi değil. Sadece geldi ve biraz ona bakmamı, bir şey açıklayacağını söyledi. Ben de ondan baktım.''
Mehbooba inanamıyordu. Gözleri şaşkınlıktan iri iri açılmıştı. David bu kadar aptal olamazdı, değil mi?


''Biliyordum'' diye mırıldandı, bir yandan da toprağı eşiyordu sinirle, ağlayarak. ''Lanet olsun sana, lanet olsun bana ki sana kalbimi verdim!''

2 gün önce.

''Ona bakıyordun David, gördüm seni yalan söyleme bana lütfen!''
''Hayır, Boby, sana öyle geliyor.''
''O zaman neden yanındaydı senin?''
''Ders notlarını almak için gelmişti, Bobo bıktım senin bu Eriknah'a olan takıntılarından, kıskançlıklarından. Kaç kere tekrar ettim sana, bizim aramızda bir şey yok. Bana güvenmiyorsan, bitirelim ilişkimizi.''
''Ders çalıştırmalarına, ben hastayken Hogsmeade'de içki içme davetlerine ne diyeyim? Ben ''Mehbooba, David seni aldatıyor, onu Eriknah'la gördük'' laflarına cevap vermek zorunda mıyım? Haklısın David, sana güvenemiyorum. Bitirelim en iyisi.''
''Ah, hayır, lütfen. Bana bir şans ver. Ciddi değildim öyle derken. Lütfen. Lütfen. Böyle bitiremezsin. Seni sevdiğimi biliyorsun.''
''Ama David-


David'in kocaman öpücüğüyle sözünü tamamlamasına fırsat kalmamıştı. ''O zaman ayrılmalıydım senden, ah aptal ben.'' Ne kadar aptaldı ki, ondan ayrılmamıştı. Belki de ''Çete'' tüm bunları biliyordu ve için için onunla alay ediyorlardı.

Az evvel.

Hiç yapmadığı bir şeydi, ama bu sefer yapmak zorundaydı. Hastayım diye yalan söyleyip, David'i gizlice takip etmek zorundaydı. Yoksa sonsuza dek şüphede kalacaktı.
Boş sınıfa çıkıyorlardı, Eriknah'ı ona söylerken duymuştu, saat tam üçte boş sınıfta bekliyor olacaktı. Böylece David ona Sihir Tarihi çalıştırabilecekti, o saatte orda kimse olmazdı.
''S.rtüğe bak!!'' diye mırıldandı kendi kendine, kıvırta kıvırta David'in yanında yürümesini izleyerek. Beş dakika için köşeye çekildi, böylelikle sınıfa çıkarken dikkat çekmeyecekti.
Tamı tamına beş dakika sonra cilalı kapının önündeki yerini almıştı Mehbooba. Eğildi, ve kapı deliğinden baktı.
Bakmasıyla beraber günlerdir hissettiği, hatta adını bile koyduğu aldatmaya şahit oldu. Kanı donmuştu.
David ve Eriknah, birbirlerine sarılmış halde öylece duruyorlardı. Eriknah kıkırdıyordu, David ise gözlerini kapatmış, gülümsüyordu.
Başından aşağı kaynar suların döküldüğünü hisseder gibiydi. Kalbi alev alıyordu sanki. Öyle ki, ağlayamıyordu bile. Titreyen elleriyle tutunup kalktı ve bir kaç merdiven indikten sonra, cebinden asasını çıkarttı. ''Alahamora'' diye mırıldandı ve asayı bir kere çevirdi. Kapı ince ama dikkat çekici bir şekilde gıcırdadıktan sonra, biraz aralandı. Dikkatlerini çektiğine emindi. Şimdi, koşarcasına bahçeye inme zamanıydı.


Gözyaşları birbiri ardına sıralanırken, bir el duydu omuzunda, ve bir ses:
''Bobo?''
O, Eriknah. Arkasında bir nefes alıp verme sesi daha vardı, David, büyük bir ihtimalle. Acele etmeden ayağa kalktı. Göz yaşlarını sildi, manşetlerini indirdi ve arkasına dönüp suratına bir yumruğu geçirdi, erkek arkadaşını elinden alan Yazman'a.

Evet, aklında yumruğu yiyen kişi Eriknah'tı, ama gerçekte...

Magdelena kanayan burnunu tutarak yerde yatıyordu.

''Ah, olamaz, Maggie! Çok affedersin, çok üzgünüm, seni Yazman zannettim!''

Magdelena Ellingson
Magdelena Ellingson
Ravenclaw III. Sınıf
Ravenclaw III. Sınıf
Mesaj Sayısı : 50
Kayıt Tarihi : 19/04/12
Yaş : 26
Nerden : St. Vladimir
Lakap : Mag ya da M.

Kin ve Hüsran. Empty Geri: Kin ve Hüsran.

Cuma Mayıs 04, 2012 2:48 pm
Ortak salonda Forestier armalı öğrencilerin gündemi binalarına özgü bir kulüp kurmaktı. Herkes, kendi sesini duyurmak adına tuhaf bir yarışa girmişti. Biri diğerini, o da öbürünü susturmak için yırtınıyordu adeta. Salon pazar yerine dönmüştü, sadece meyve sebze tezgâhları eksikti. Genç kız rahat, kadife, yer yer mavi dokularla süslenmiş kanepede inzivaya çekilmiş gibi bir görüntüdeydi. Alnını sıkıntıyla ovuşturdu. Salondaki en ufak ses kendisini çıldırtmaya yetecek düzeye gelmişti. İçinde, beyni matkapla deliniyormuş gibi bir his uyandı. Çığlığı basmak ve kafasını yastığa gömmek arasında çetin bir mücadele veriyordu. Gerçi tüm bina, onun gür ve bir anda parlayan sesine şöyle böyle alışmıştı. Haykırmaktan çekindiği de yoktu. Ar etmek kalıbı eskilerde, küçüklüğünde kalmış tatlı bir anı misali bazı bazı aklına geliyordu. “Kesin!” diye feryadı kopardı nihayetinde. Salon her ne kadar kalabalık olsa da sesinin bir yerlerde yankılandığını işitebiliyordu. Herkesin aklı başından gitmişti. Birkaç saniye süren sessizlikte komik bakışmalar oldu. Nihayet sahibi belirsiz bir kıkırdamayla ortam yumuşadı ve genç kız da dâhil herkes ellerini karınlarına yapıştırarak kahkahayı bastı. Yüksek desibel, kendilerine gelmeleri için Forestier’in temel ihtiyaçlarından biriydi. Burası genellikle rahat tiplere ev sahipliği ettiğinden hafif kısıtlama ve disiplin gereksinimi duyuluyordu. Dikkati toplamayı başardığından, tartışmanın ana karakterleri kendisi gibi şömineyi kuşatan rahat koltuklara geçtiler. Esmer, uzun boylu, zeytuni tenli ve eklemek gerekirse oldukça seksi bir çocuk koltuğun tepesine ellerini sıkıca kenetleyip destek aldı ve vücudunu yerden yükseklere kaldırıp birkaç saniye içinde kendisini koltuğun yumuşak minderlerine attı. Magdelena sarsıntının etkisiyle olduğu yerden zıplamıştı. Kıkırdayıp olduğu yerden doğruldu ve topladığı bacaklarını koltuktan aşağı bırakırken sırtını yumuşak yastıklara verdi. Çocuk kollarını açıp koltuğun bir ucundan diğerine yerleştirdi. Genç kız dağınık saçlarını düzeltmeye çalışırken bir yandan da çocuğun yüzünü analiz etti. Frederick Omen. IV. Sınıf. Yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirdi ve bir anlığına iki çift göz birbirine dokundu. Magdelena gözlerini kaçırıp bir kez daha alevlenen tartışmayı dinlemeye koyuldu. Tartışma uzarken oda iyice ısınmış ve havasız kalmıştı. Magdelena pencereden dışarısına huşuyla baktı ve iç geçirirken boynundan aşağı uzanan iki damarın arasındaki boşluğu sıvazladı. Kapalı mekânlarda uzun süre kalamamak takıntısı kısa bir süre önce meydana gelen bir durumdu. Daha önce de havasız ve kirli ortamlardan uzak durmayı tercih ediyordu fakat artık bu, dayanılmaz bir hal almış adeta bir takıntıya dönüşmüştü. İşin en üst dereceden klostrofobiye uzanma ihtimali cadıyı ürkütüyordu. Kendini en zor şartlarda eğitmiş bir Forestier’in dört duvar arasında ilginç bir fobi nedeniyle daralmasından komik bir şey olamazdı. Komik. Ya da aciz. Bu iki kelime, düşmemesi gereken rezil durumlardan ilk ikisiydi. Beynini kurcalayan soru işaretleriyle debelenirken az önce kendisine yöneltilmiş bir soruyu cevapsız bıraktığını ve dakikalardır içi boş şömineye dik dik baktığını fark etmemişti. “Üzgünüm.” dedi ve tansiyon düşürmek için birebir hızla ayağa kalktı. İnsanların yüzlerinden ne gibi bir ifade seçildiğini görmek ve egzotik yakışıklıya son bir bakış atmak için kendisine fırsat vermeden doğruca çıkış kapısına yöneldi.

Dışarıya attığı ilk adımla birlikte havadaki oksijen, genç kızı morfine boğulduğunu düşündürecek kadar gevşetmişti. Derin bir nefes aldı ve sakin sakin nefesi geri verdi. Esneyip gerinmek çimlerin üzerinde kıvrılmak ve gökyüzündeki bulutları bir şeylere benzetmek istiyordu. Okul çevresinde kısacık bir doğa yürüyüşü yapmak son anda aklına geldi ve neşeli bir ıslık eşliğinde yola koyuldu. Huzur tüm benliğini sarmış tüm kulunçlarını açmıştı. Ve hıçkırığı andıran sesleri işittiği an kısa bir süre için kilitlendi. Yerinde sessizce bekleyip sesi dinledi. Bu esnada ılık rüzgârın taşıdığı çiçek kokularını sık sık burnuna çekme dürtüsünü bastırmaya çalıştı. Belki de kendi işine bakmalı, oradan arkasına bakmadan uzaklaşmalıydı. Fakat içinde bir şeyler geriye adım atmasını engelliyor ve Forestier’i olduğu yere mıhlıyordu. Zihninden şansına tükürdüğünü belirten birkaç kısa söz geçirdi ve ileriye doğru tereddüt dolu adımlar attı.

Avına yaklaşan bir avcı gibi sessizce yaklaşmıştı. Bu hareketinin ne kadar yanlış olduğunu biraz sonra anlayacaktı. Hemen ilerisinde tepinip duran, bu şekilde ayakkabısının ucuyla toprağı eşen bir vücut gördü. Siyah, uzun saçları cübbesinin üzerinde kaybolmuş gibiydi. Arada bir cübbe dalgalanır gibi oluyor bu sayede cadının siyah renk saçları fark ediliyordu. Adım adım yaklaştıkça genç kızın içinde bir farkındalık hissi belirdi. Ve nihayet aralarında bir süpürge uzunluğu kadar mesafe kaldığında Forestier, diğerini tanımıştı. Bir başka Forestier.

“Bobo?” dedi temkinli bir sesle. Sessiz yaklaşmaması gerektiğini tahmin etmeliydi. En başından beri işin içinde bir yanlışlık olduğunu düşünmekte haklıydı. Doğru olanı yapmamıştı. Tam bir moron gibi hareket etmişti ve cezasını suratının ortasına indirilen ağır bir yumrukla ödedi. Darbeyle istemsizce yere yığıldı. Pekâlâ, bu tür şeylere alışıktı ve canı normale göre o kadar da yanmamıştı. Bu, büyük bir olasılıkla karşısındaki Forestier armalı cadının bir hayli üzgün olmasından kaynaklanıyordu. Aksi takdirde kendisi gibi bir öğrenciden çok daha fazlasının geleceğini biliyordu. Toparlanıp ayağa kalkmak üzereyken burnundan aşağı süzülen kanı fark etmesi uzun sürmedi. Önemsiz bir şeymiş gibi –gerçekten de öyleydi- burnundan akan kanı elinin tersiyle sildi ve sızıyı duymazlıktan gelerek ayağa kalktı. “Ah, olamaz, Maggie! Çok affedersin, çok üzgünüm, seni Yazman zannettim!” Bobo afallamış gibi görünüyordu. Endişeli olduğu zaten her hâlinden belli oluyordu. Korkmuş gibiydi ki burada tamamen haklıydı. Magdelena’nın düşünceli bir insan gibi onu korkutmamak için özel bir tavır sergilemesi gerekiyordu. “Tamam. Tamam. Bir sorun yok.” dedi nazikçe gülümseyerek. Bobo’yu yatıştırmakta ne kadar başarılı olabileceğini bilmiyordu. Cadının sanki bir yıkıntı gibi durduğunu, zayıf düştüğünü görebiliyordu. Öfkesi yüzünden okunuyordu. Fakat artık bitmiş, yorulmuş gibiydi. Sakinleştirilmeye ve dinlenmeye ihtiyacı vardı. “Neler oluyor Bobo?” dedi yerinden kalkıp elini tekrar cadının omzuna koyduğu sırada. Tıpkı ılık, temiz havanın kendisini baştan aşağı yenilediği gibi o da Bobo’nun ruhunu arındırmak istiyordu. Rüzgâr bu sefer daha bir kuvvetli, tekrar esti ve güzel çiçek kokuları taşıdı her bir yana. Magdelena, kendine engel olamayarak derin bir iç çekip gözlerini yumdu. Nefesini vermesiyle beraber oldukça dingin hissetti. Bobo’nun yüzündeki kısa ömürlü gülümsemesini yakalayabilmişti.

Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz