- Svetya MarkovRavenclaw IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 60
Kayıt Tarihi : 29/04/12
eskimiş.
Paz Mayıs 06, 2012 12:57 pm
Chrysilla Myroslava x Svetya Markov
- Svetya MarkovRavenclaw IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 60
Kayıt Tarihi : 29/04/12
Geri: eskimiş.
Paz Mayıs 06, 2012 1:00 pm
don't try to convince me with messengers from God,
you accuse us of sins committed by yourselves.
it's easy to condemn without looking in the mirror,
behind the scenes opens reality.
epica - cry for the moon
you accuse us of sins committed by yourselves.
it's easy to condemn without looking in the mirror,
behind the scenes opens reality.
epica - cry for the moon
- Rüzgar set bir biçimde omzunun üzerinden esiyordu, hafifçe başını gökyüzüne doğru kaldırdı genç kız. Ay, bulutların arasından masumane bir beyazlıkta parıldıyordu. Kızarmış dudaklarını hafif bir gülümseme kapladı ve bedenini bulduğu ilk ağacın altına attı. Masmavi gözleri karanlıkta parıldıyordu ışıl ışıl, gökyüzünde süzülen gölün tatlı kokusunu içine çekti ve yalnızlığın tadını çıkarmaya başladı. Uzun parmakları deri pantolonun cebine uzanarak kırılmış bir sigara parçasını çıkardı. Memnuniyetsiz bir bakışla kırık parçalara baktı, tütün parçaları üzerine dökülürken farkında olmadan elleriyle eziyordu sigaradan geriye kalanları. Bedeni orada çimenlerin üzerinde duruyordu belki ama ruhu derin hüzünlerle zedelenmiş anılarında geziniyordu. Bugün abisinin doğum günüydü, gencecik yaşında belki de bir hiç için ölen abisinin. O kadar çok şey görmüştü ki evden ayrıldığı süreç içerisinde artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamıyordu. Ona söylenen hayatındaki her şeyden çok değer verdiği abisinin onurlu bir yolda öldüğüydü ancak buna değer miydi? Büyü dünyasındaki son darbenin izleri kişileri çoktan zedelemişti, vahşet bile o kadar büyüktü ki... Şimdi o yanında olsa ne olurdu? Belki birkaç öğrenci ölmüş olurdu onun yerine, kendisinden başka kardeşler üzülürdü en fazla. Artık öylesine hissizleşmişti ki utanç bile duyamıyordu düşündüklerinden. Sadece özlüyordu; sevgi görmeyi, sıcak sarılmaları, gerçekten gülümsemeyi ve kendisinin tıpatıp aynısı olan masmavi gözlerin kendisine bakışını. Onu her şeyiyle özlüyordu. Başını gökyüzüne çevirdi öfkeyle. ''Kurduğun düzeni görüyor musun? İnsanların nasıl da acı çekiyor, nasıl da acı çekiyorum. Sen ise hiçbir şey yapmıyorsun, yardım etmediğin sürece Tanrı olmanın ne önemi var? Benim dışımda belki de dünyanın bir yerlerinde hiçbir suçu olmayan binlerce çocuk yok oluyor. Sadece bedenen de değil, ruhen.'' Svetya, Tanrı'nın varlığını kabul etmiş olmasına rağmen onun kurallarının yüceliğine inanmazdı. Tanrı'nın çok bilge olduğu kanısına varmıştı ancak ona tapmıyordu. Bunun yanı sıra Şeytan'ı da sevmezdi. Asla günahı ya da vahşeti savunmazdı. İki tarafa karşı saygısı sonsuzdu, yine de belirli bir dini inancı yoktu. Her zaman olduğu gibi bu konuda da bağımsızdı. Bu yüzden söylediği sözler ne olursa olsun vicdanen rahattı.
Sigaradan kalanlar, parçacıklar halinde rüzgarın estiği yönde savruldu ve boş kalan ellerine baktı; derin çizgilerle kaplı ellerine. Yıllardır dövüşmekten sertleşmiş parmakları ve defalarca kez kırılmanın eşiğinden dönmüş bileklere sahipti. Yedi yaşından beri müthiş bir dövüşçü olmak için yetiştiriliyordu. Küçük bir kız çocuğundan, olmak için çaba harcadığı şeye dönüşürken birçok şeyi feda etmişti; duygularını, sevgisini, çocukluğunu... Hüzünden ve özlemden başka bir şey kalmamıştı benliğinde. Hayatta iki kişi uğruna iyi bir insan olmaya çabalıyordu; annesi ve abisi. Onlar olmasaydı eğer ruhunun bir sapkınınkinden farklı olmayacağını biliyordu. Yine de yıllar ondan bir şeyler götürmüştü, bunu inkâr edemezdi. Bazen insanlık kavramına ait özelliklerinin yok olduğunu düşünüyordu, hayatta bir amacı olmadan sürünüyordu. ''İnsan neye göre iyidir, neye göre kötü?'' Dudaklarından dökülen bu sözcükler boşlukta süzüldü, yavaşça. Herhangi bir cevaptan yoksun başka bir soru daha.
Karanlık gölün suları rüzgarla ahenkli bir biçimde dalgalandı ve sertçe kendisine pek uzakta olmayan kayalara çarptı. Deri ceketinin iç cebine saklamış olduğu tütsüleri çıkarttı. Bunlar kendisine her zaman huzur vermişti. Derin bir iç çekerek yeşil çimenlerin arasına sakladı onları. Bu tür şeyleri büyü gücüyle yapmayı sevmiyordu, bir şekilde büyünün abisini kendisinden ayırdığını düşünüyordu. Yine de ne kadar çabalarsa çabalasın bu gücü hiçe sayamıyordu. Pantolonunun cebinden eski bir çakmak çıkardı. Tahta yüzeyine kazınmış ismi okşadı çok nazik hareketlerle. ''Marcus.'' Dudaklarından süzülen bu sözcükle kanı dondu adeta. Uzun zamandır onun ismini sesli bir biçimde söylemiyordu hatta düşünmüyordu bile. Çakmağın ucundan çıkan alevler tütsüleri tutuştururken ağlayabileceğini düşündü Svetya. Eğer yıllar önce bir söz vermeseydi ya da kalbi taşlaşmamış olsaydı şimdi deli gibi ağlıyor olurdu muhtemelen. Tütsülerden yayılan çiçek kokusu bedenini sararken sırtını arkasındaki ağaca yasladı. Gözlerini kapattı ve derin bir iç çekerek abisinin görüntüsünü canlandırdı zihninde. Bir sis perdesi arkasından bakıyor gibiydi ona ama bu manzarayı unutmamış olmasına seviniyordu. On beş yaşındaki abisi kendisine sevgiyle bakıyordu, onunlayken geçirdiği son günlerden bir anının yansımasıydı bu. Yine de abisi hiç de on beşinde gibi durmuyordu, zaten her zaman olduğu yaştan daha büyük gösteren bir genç adam olmuştu o. Güçlü kolları genç kızın bedenini sardı ve başını saçları arasına gömdü. Hafifçe geriye çekildiği sırada parmakları da genç kızın elmacık kemiklerinde dolaşıyordu. ''Hiç değişmemişsin benim küçük sevgilim.'' Ardından hafifçe eğilerek dudaklarına bir öpücük kondurdu. Bu ikisi arasında yadırganacak bir durum değildi. Elbette ki aralarında cinsel anlamda hiçbir şey geçmemişti ancak onlar sürekli birbirlerine sevgi sözcükleri söyler ya da öpüşürlerdi. Svetya, abisinin küçük sevgilisiydi. Abisi geriye doğru çekildiği sırada arkasında silik bir siluet belirdi. Annesi güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş bir şekilde ikisine bakıyor ve gülümsüyordu. Karşısındaki manzarayı doyasıya izledi Svetya. Hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyormuş gibi tüm detayları zihnine kazıdı. Ardından renkler birbirine karışıp görüntüler kaybolduğunda hüzünlü bir tebessüm belirdi yüzünde. Sonrasında ise masmavi gözlerini gerçekliğe araladı, yeniden.
- Chrysilla MyroslavaRavenclaw IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 139
Kayıt Tarihi : 07/04/12
Lakap : Chrys.
Geri: eskimiş.
Salı Mayıs 08, 2012 11:54 am
Kollarındaki kesiklere son bir kez bakarken ‘Arınmak için.’ diye tekrarladı yeniden. Arınmak için… Babasının eksikliğini onunla yaptığı şeyleri tekrar ederek unutmaya çalışıyordu. Genelde pek bir şey yapmazlardı, ayinlerden başka. Bu yüzden kolları kesikler, sırtı kemer izleri içindeydi. Acıyı O’na babası sevdirmişti. Alkolü ve otu sevdirdiği gibi. Derin bir iç çekip siyah kazağının kollarını bileklerine kadar indirdi. Bu izleri ortaya çıkarmaktan pek hoşnut değildi. Yenilerinin kanaması yeni durmuştu zaten. Soranlara aptal baykuşlardan birinin saldırdığını söyleyebilirdi ama yalan şu sıra cadıya göre bir şey değildi. Herkes biliyordu zaten satanist olduğunu, bir şey saklamasına gerek yoktu. Kullanılmayan sınıf, kendisi için inanılmaz güzel bir ayin yeriydi. Adı üstünde, kullanılmıyordu ve buralara da gelen çok fazla insan yoktu. Sırt çantasından bir peçete çıkardı ve sıralardan birinin üzerine çizdiği pentagramı sildi. Peçeteye geçen kana bakarken bir şey yapması gerektiğini unuttuğunu fark etti. Kısa bir dua fısıldadıktan sonra peçeteyi elinin arasında sıkıştırarak çantasının ön gözüne sıkıştırdı. Masanın üzerinde duran tütsüleri, parşömenleri ve son olarak da büyükbabasından kalma tarihi çakmağı alıp çantanın içine attı. Tütsüler söneli çok olmuştu zaten. Bağdaş kurduğu ince bacaklarını açtıktan sonra hızlı bir şekilde oturduğu sıradan kalktı. Sınıfı hızla terk ederken nereye gitmek istediğini bilmiyordu. Belki de biraz hava almalıydı; açık hava sızlayan kollarına iyi gelebilirdi. Ne zamandır Kara Göl’e gitmediğini düşündü. En son oraya gittiğinde Svetya’ylaydı, her zamanki gibi. Uzun bir yaz geçmişti ve O’nu hâlâ göremediğine şaşırıyordu. Babasıyla geçirdiği koca üç ayda birbirlerine mektup bile yazmamışlardı. Chrysilla O’nu pek düşünememişti açıkçası. Babasının kilisesindeki yoğunluk nedenini bilmediği bir şekilde bu yaz biraz fazlaydı. Mugglelar ya meraklarından dolayı ya da gerçekten ayinlere katılmak istedikleri için kiliseyi hiç boş bırakmamışlardı. Sıkıcı rehberlik işi ise cadıya kalmıştı. Cadı onca turisti tekrar düşündüğünde bir kez daha daraldığını hissetti. Üzerindeki siyah tişörtün boynunu biraz aşağıya çekiştirerek nefes almaya çalıştı. Üçüncü kattan hızla aşağıya inerken kime çarpıp çarpmadığına bakmıyordu bile. Arkasından gelen birkaç küfre aldırış etmeden yürümeye devam etti. Bu kadar daralmış olmasaydı kendisine bağıran birkaç çocuğa yumruğu çakmayı çok isterdi ancak seslerinden kim olduğunu anladığı bu kişileri ufak listesine eklemeye karar verdi.
Dışarıya nihayet çıkabildiğinde ay tüm ihtişamıyla bulutların arkasından parlıyordu. Gecenin serin, sert kokusunu doyasıya içine çekti kız. Huzur buydu işte. Her şey karanlığın içindeki o tarif edilemez duygunun içindeydi. Huzurdan da öte bir şeydi bu aslında. Tanrısına ulaşabildiğini düşündüğü en iyi saatler güneşin dünyası üzerindeki tüm yetisini kaybettiği saatlerdi. Gecenin kokusunu bir kez çekti içine sanki hepsini ciğerlerine doldurmak ve bırakmamak istercesine. Ardından yürümeye devam etti. Göle yaklaştıkça geceye karışan tatlı su kokusunu da alıyordu. Ve biraz da tütsü kokusu duyuyordu. Tütsü mü? İçindeki merak tohumları git gide yeşerirken adımlarını hızlandırdı. Bozuk gözleriyle etrafı görmesi çok zordu. Ancak ağaçların altındaki silueti az çok seçebildiğini fark etti cadı. Kim olduğunu bu mesafeden görebilmesi mümkün değildi. Adımlarını yavaşlatarak siluete doğru yürümeye başladı. İyice siluete yaklaştığında kızın omuzlarında sallanan uzun saçları seçebilmişti. Bu uzun saçları nerede görse tanırım. İçinden geçirdiği sözcüklerin ardından birkaç adım daha atıp kıza doğru eğilerek fısıldadı. ‘Seni hâlâ son bıraktığım yerdesin.’ Sözlerinin ardından kızın yüzündeki tepkisine bakmadan çantasını önüne attıktan sonra kullanılmayan derslikte yaptığı gibi bağdaş kurarak çimlere oturdu. Ayın ışığı arkadaşının buz mavisi gözlerinden kendisine yansıyordu. Normalde sarılmayı pek sevmeyen biriydi Chrysilla ama bu sefer dayanamayacaktı. Kollarını arkadaşının omuzlarına doladı ve birkaç saniyeliğine de olsa cadıya sıkıca sarıldı. ‘Seni özlemişim.’
Dışarıya nihayet çıkabildiğinde ay tüm ihtişamıyla bulutların arkasından parlıyordu. Gecenin serin, sert kokusunu doyasıya içine çekti kız. Huzur buydu işte. Her şey karanlığın içindeki o tarif edilemez duygunun içindeydi. Huzurdan da öte bir şeydi bu aslında. Tanrısına ulaşabildiğini düşündüğü en iyi saatler güneşin dünyası üzerindeki tüm yetisini kaybettiği saatlerdi. Gecenin kokusunu bir kez çekti içine sanki hepsini ciğerlerine doldurmak ve bırakmamak istercesine. Ardından yürümeye devam etti. Göle yaklaştıkça geceye karışan tatlı su kokusunu da alıyordu. Ve biraz da tütsü kokusu duyuyordu. Tütsü mü? İçindeki merak tohumları git gide yeşerirken adımlarını hızlandırdı. Bozuk gözleriyle etrafı görmesi çok zordu. Ancak ağaçların altındaki silueti az çok seçebildiğini fark etti cadı. Kim olduğunu bu mesafeden görebilmesi mümkün değildi. Adımlarını yavaşlatarak siluete doğru yürümeye başladı. İyice siluete yaklaştığında kızın omuzlarında sallanan uzun saçları seçebilmişti. Bu uzun saçları nerede görse tanırım. İçinden geçirdiği sözcüklerin ardından birkaç adım daha atıp kıza doğru eğilerek fısıldadı. ‘Seni hâlâ son bıraktığım yerdesin.’ Sözlerinin ardından kızın yüzündeki tepkisine bakmadan çantasını önüne attıktan sonra kullanılmayan derslikte yaptığı gibi bağdaş kurarak çimlere oturdu. Ayın ışığı arkadaşının buz mavisi gözlerinden kendisine yansıyordu. Normalde sarılmayı pek sevmeyen biriydi Chrysilla ama bu sefer dayanamayacaktı. Kollarını arkadaşının omuzlarına doladı ve birkaç saniyeliğine de olsa cadıya sıkıca sarıldı. ‘Seni özlemişim.’
- Svetya MarkovRavenclaw IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 60
Kayıt Tarihi : 29/04/12
Geri: eskimiş.
Çarş. Mayıs 09, 2012 9:57 pm
- Dudaklarını büzerek gökyüzünde beyaz bir lekeyi anımsatan bulutlara dikti bakışlarını. Sessizlik etrafında sürekli büyüyordu ve ister istemez bundan rahatsız oldu genç kız. Tam o sırada birkaç adım ötesinden bir ateşböceği sürüsü havalandı, sanki evren bu rahatsızlığını hissetmiş gibiydi. Cırcır böcekleri ahenkli bir biçimde ötüşürken gecenin karanlığını yırtarak üzerinden geçen beyaz bir baykuşun kanat sesleri yankılandı ağaçların arasında. Belki bir kitap getirseydi bu huzuru yararlı bir şekilde değerlendirebilirdi. Hafifçe iç çekti. Duyduğu adım sesleriyle gözlerini bulutlardan ayırdığı sırada bir kaplumbağa ile zürafanın aşkı için kendi kafasında kurgular yazıyordu. Böylesi ruhsuz bir kız için absürt kaçabilirdi belki ama küçüklüğünden beri alışkanlık haline getirdiği davranışlardan biriydi bu. Üstelik onu mutlu ediyordu, bu durumda da gerisinin pek bir önemi yoktu. Bu çok sevdiği oyunu sonlardırmasının nedeni ise çok yakınından gelen adım sesleriydi ki bakışlarını gökyüzünden ayırıp karşısına diktiği zaman kendisine doğru yürümekte olan silueti görmüştü zaten. Gecenin olanca karanlığında bile parıldayan şeker pembesi saçlar ve kendisinkileri andıran okyanus mavisi gözler; üstelik yürüyüşünden bile tanıyabilirdi onu. Aşina olduğu bu suret gölgelerin içerisinden sıyrıldığı zaman dudakları küçük bir gülümsemeyle kıvrıldı.
‘Seni hâlâ son bıraktığım yerdesin.’ Zaten ne zaman ayrılmıştı ki buradan? Okul sınırları içerisinde kendisini huzurlu hissedebildiği tek yerdi burası. Omuzlarını silkti karşısındaki kıza cevap olsun diye. Söyleyebileceği bir şey yoktu, zaten Chrys ne düşündüğünü tahmin ediyor olmalıydı. Bazen karşınızdaki insanla anlaşabilmeniz için sözcüklere ihtiyacınız olmaz. Chrys, kendisinden hiç beklenmeyen bir harekette bulunarak Svetya'ya sarıldı. Çok kısa bir süre zarfında ne yapacağını şaşırdı genç kız. Uzun zamandır kimseye sarılmadığınızda, ister istemez bunun nasıl bir his olduğunu unutuyordunuz. Şaşkın bir şekilde o da kollarını kendisine sarılmakta olan kıza doladı, birkaç saniyeliğine bile olsa. ‘Seni özlemişim.’ Özlemek. Ne kadar korkutucu bir sözcük.
Svetya duygularını ifade etmeye pek alışık olmadığından her zaman oynadığı oyuna devam etti ve sessiz kaldı. Yine de onu gerçekten tanıyan Chrys arkadaşının gözlerindeki hüznü görebilirdi; dikkatli bakarsa eğer. Svetya da özlüyordu elbet; Chrys'i, Marcus'u, annesini, çocukluğunu... Sadece duygularını dışa vuramıyordu, belki de yalnızca bunu istemiyordu. Canının sıkıldığını hissetti. Ağzında ekşimsi bir tat bırakan duygulardan hep sıkılırdı. Birkaç saattir sigara içmemenin verdiği nikotin ihtiyacıyla avuçlarının içi terledi. Bakışlarını çok uzaklara, görebilmesi mümkün olmayan manzaralara dikti. Karşısında dikilen yamaçların ve dağların ardında mutlu bir aile tablosu hayal ediyordu şimdi. ''Sigaran var mı?'' Az önce parçalarının yasını tuttuğu sigarasını düşündü; tek bir sigara dalının yerini doldurabildiği gibi insanların giderken kalbinde bıraktıkları boşlukları da doldurabilir miydi?
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz