- Attila QinghaiSt. Mungo IV. Kat Çalışanı, De Vries
- Mesaj Sayısı : 564
Kayıt Tarihi : 24/04/12
Nerden : Sincan Uygur Özerk Bölgesinden
Hadi Çabuk Gel
Ptsi Mayıs 07, 2012 7:01 pm
- Attila QinghaiSt. Mungo IV. Kat Çalışanı, De Vries
- Mesaj Sayısı : 564
Kayıt Tarihi : 24/04/12
Nerden : Sincan Uygur Özerk Bölgesinden
Geri: Hadi Çabuk Gel
Salı Mayıs 08, 2012 2:03 am
- Azınlıktı, hayatı boyunca hem de, doğduğundan beri. Sincan'da bir Hun bebeği olarak dünyaya gelmişti önceklikle Attila. Miniminacık, yumuş yumuş olan yüzüne büyük gelen gözleri daha yeni doğmuş bir bebek için fazla güzel ve dikkat çekiciydi. Erken doğum sonucu meydana gelmişti. Bu kadar aceleci ve atak olduğu için adını ''Attila'' olarak almıştı. Rus bir kadından olan abisini görmeyecekti. Aynı anneden doğan bir çocuğun ölümü sayesinde dünyaya geldiğini daha sonra öğrenecekti. Daha sonraları hala hayatta olan diğer ağabeyinin bir imam nikahı ürünü olduğunu, annesi ile beraber öğrenecekti. Çok geçmeden ailesi boşanacak, annesi onu bir Hristiyan gibi yetiştirecekti. Babası sonradan müslüman olmuştu, bunu uzun yıllar da resmi karısından gizli tutmuştu. Sonra İngiltere'nin şeriat yasalarını seçmiş, ikinci karısını almıştı dini bir nikahla. Hayat zordu anne ve oğul için. Attila kalbi kırık bir anne ile yetişmişti uzun yıllar. Tam on bir yaşında, tam koltuğa sinmiş televizyon izliyorken gelen çok ilginç bir mektupla irkilen annesinin kısa saçlarını tutup da, yüzüne tokat atarak kendisine hesap sormasını unutamuyordu hala. Öfke doluydu genç kadın, ne yapmıştı da bir büyücü olmuştu Attila? Bu rezillikti, babasının yaptığından bile büyük bir rezillikti. Ancak şöyle bir durum vardı: Attila bir şey yapmamıştı ki. Büyücüleri bir tek çizgifilmlerden, okuduğu hikayelerden, sinemadaki fantastik filmlerden biliyordu. Gandalf, Merlin, Oz büyücüsü, Tatlı Cadı Samantha büyü dünyasına dair bildiği tek şeyler denebilirdi. Tek kelime edememişti gene de, utanmış, suçluluk duymuştu, gözleri dolmuş ama yutkunmak dışında tek kelime edememişti başta. Daha sonra güzel gözlerini yere indirmişti üzgün bir şekilde, bir kız çocuğu giib narince. ''Özür dilerim, anne.'' Ve genç annesi sarılarak ağlamaya başlamıştı ona. ''Asıl ben özür dilerim, Attila. İstemeden oldu. Bugün patron gene beni azarladı, elimden geleni yapıyorum ama beğenmiyor. İşten atacağını söylüyor. Senden almamalıydım hıncımı.'' diyerek. Attila ile beraber karşılıklı sarılarak ağlamışlardı saatlerce. Sanki eve büyülü, güzel bir okuldan gelen mektup değil de, cenaze haberi gelmişti.
Önce göndermemekte ısrar etmişti annesi onu. Zaten Attila da pek istekli görünmüyordu. Zaten hali hazırda olan okuluna devam etmek, arkadaşlarıyla eğlenmek istiyordu. Fakat büyü gücü de yavaş yavaş harekete geçmeye, olmadık yerde, olmadık kazalara yol açmaya başlamıştı. Aynı zamanda bu da onu okula çağıranların ısrarını başlatmıştı. Annesini ikna etmek için her şeyi denemişlerdi ama kadın nuh diyor, peygamber demiyordu. Ancak en son olan korkunç ötesi kazadan sonra, kadın mecburen ikna olmuştu. Kendi elleriyle oğlunu Diagon Yolu'na götürmüştü. Galleon konusunda sıkıntı yaşasalar da, okul müdürünün yardımıyla bir sürü şeyi halletmişlerdi. Sonunda ilk senesine başladığında, korkuyordu Attila. Korkuyordu çünkü anladığı kadarıyla korkunç kişilerin eline düşüyordu. Bir çok çocuğun o çoşkulu, heyecanlı havasının yerine bir yas vardı ikisinde de. Korka korka gitti King's Cross İstasyonu Peron yedi buçuğa. Trene bindiğinde gözlerini kuruladı. Bu büyücülerin arasında duygularını gösterip de onlara yem olamazdı. Korkusunu da yendi kısa zamanda. Buna mecburdu, o kazaların olmaması için düşmanlarla eğitilmesi şarttı. Ve kısa zamanda uyum sağladı oraya. Hırslı, inatçı ve kibirli yapısı sayesinde Gryffindor binasına seçilmişti. Yeni tanıştığı arkadaşları, büyücüler, cadılar, halen onlara olan korkusunu yok edemiyordu. Onlardan biri olarak görememişti hiç bir zaman kendini. Onlardan elbette çok sevdikleri oldu, bir çoğunun muggle kökenli olmasına özen gösteriyordu. Safkanlar hem aileden zehirlenmiş olabilirlerdi, hem de aşırı kibirlilerdi. Bu yıllar içinde ailesi ile ilgili çok ilginç şeyler öğrendi ve büyücülere iyice düşman oldu. Ne kendini beğenmiş, kibirli, vicdan yoksunu varlıklardı cadılar ve büyücüler. Onların arasında kendisini iyice kamufle etmeli, annesini bir şekilde güvence altına almalıydı. Tüm azınlıkların o buruk psikolojisi onda da vardı. Bu esnada da annesi ile babası yeniden barışmış, geçmişte beraber aldıkları çiflik evinde yeniden oturmaya başlamıştı. Attila'nın okul masrafları buna mecbur bırakmıştı kadını. Böylece bir ağabey sahibi oldu birdenbire Attila. Öyle böyle büyüdü, yok derslerdi, yok sınavlardı derken bir şifacı oluvermişti St. Mungo's'da.
Ve yakın zamana geçersek, çalıştığı yerden eve cisimlenen zayıf büyücü, odasının tam kapısının önündeydi, ancak içerideydi. Çıkan şaklama sesini duyan annesi her zamanki gibi ona seslenmeye başlamıştı. Kıyafetlerini değiştirdi hızla Attila. Ailesinin yanına büyücü kılığıyla inemezdi. Kesinlikle hiç birinin hoşuna gitmiyordu bu. Onlara kendini kanıtlamak, bir kez daha evlatları olduğunu anlatabilmek için kesinlikle çok dikkat ediyordu. Az önce ayaklarından çıkardığı ayakkabılarını dolaba koydu kıyafetlerle ve kırmızı renkli, çok sevdiği terliklerini ayaklarına geçirdi. Odasından çıkar çıkmaz önce ellerini, yüzünü yıkadı banyoya giderek. Babasını abdest aldığına inandırmak için ayaklarının üstüne, kıyafetine su serpiştirdi damla damla, saçlarını da ıslattı rastgele. Büyü yapılan yerde cenabet olduğuna inanıyordu babası. Bir İsevi bile olsa onun bundan arınması gerektiğini, çünkü bunun evin kutsiyetini bozacağını söylüyordu. Alimallah, melekler girmezdi eve, şeytanlar her yerde cirit atarak eğlenirlerdi. Bu sözleri hatırlayan Attila kendi kendine aynaya bakarak güldü ve havlu ile iyice kurulanarak koridora geçti. Sonra, kafasına bir şey dankladı: O gün gördüğü kız. Gözlerinin maviliğine, saçlarının kızılına varana kadar her şeyine aşık olmuştu. Ve Matthew'i hatırladı. O etrafında oldukça ona kavuşmak mümkün değildi. Gözlerini kapatıp onun çekici vücudunu hatırlamaya çalıştı, dudakları büküldü bıkkınlıkla. Ondan aşırı derecede sıkılmıştı. Aralarındaki her şeyin bittiği anlamına geliyordu bu. Ayrıca aileye damat getirmek yerine bir gelin getirmek en mantıklısı olacaktı. Bu düşünceyle koridorun sonuna doğru yürüdü. Avizeyi kaldırdı ve numaraları hızlı şekilde çevirmeye başladı. O an aileden biriyle göz göze geldi. ''Ben Attila, ama bir dakka.'' dedi sevgilisine gergin bir şekilde. O aile üyesini izleyerek onun gitmesini bekledi. Sonra derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. Uzun bir konuşmadan sonra da telefonu kapatarak yeniden odasına koştu, üzerine kot ve bluzun üstüne ceket giyerek evden dışarı çıktı. Peşinden gelen kişiyi yaşadığı heyecan yüzünden fark edememişti bile. Eğer fark etseydi, gözden kaybolup, cisimlenmeyi tercih ederdi.
Bir kaç saat sonra eve doğru bedbaht bir şekilde yürüyordu. Ağlamaya başladı ansızın, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Sanki çok kötü bir şey gelmişti başına. Ne olduğunu bilmiyordu. Kendini aşırı mutsuz, üzgün, kendine güvensiz hissediyordu. Daima dik olan yürüyüşü bile değişmişti, resmen ayaklarını yere sürüyordu. Sonra yakındaki derme çatma bir sediri fark etti. Çürük tahtadandı ama oturulabilir haldeydi. En azından böcekli değildi. Bu düşünce ile o sedire yerleşti. Yorgun hissediyordu kendini, çok yorgun. Uyumak istiyordu, bir daha uyanmamak. Direğini bacağına yerleştirdi, eli ile çenesine destek oldu. Uzun saçları düzleşen dalgalar halinde kucağına düşüyordu. Bir anırma ile irkildi ansızın. Başını sesin yanına çevirdi. Oh, ne çirkin bir eşşekti bu böyle. ''Bürrst!'' diye bağırarak elini eşeğe savurdu, resmen tüm sıska vücudu ile kabarmıştı o an. Hayret bir şey, hayvan şöyle bir gözlerini kapatmıştı sadece. Doğasından beklenen tepki gelmemişti bir türlü. Ona hayretle bakması çok kısa sürdü Attila'nın. Gözlerini ansızın kıstı ve sinirini hayvana hissettirdi. ''Defolup gitsene be çirkin yaratık!'' diye kızdı hayvancağıza. Sonra yerden bir taş aldı ve ona attı. Ya hayvan taştan kurtulacak kadar zeki ve ataktı, ya da Attila gene beceriksizliğini konuşturmuştu. Hoş, hiç bir zaman 'beceriksiz' diye bir sıfatı olmamıştı abisinin koyduklarının aksine ama, ne yapabilirdi ki, burnunun dibindeki hayvana taş atmayı becerememişti işte. Sonra sedirin tahtasının oynak yerine abandı ve var gücüyle yüklenerek koparttı. Eline gelen tahtayı sopa yaparak hayvana savurdu. Hah, güzel, tepki vermişti nihayetinde. Ve bu yüzden rahatından ödün vermek istemese bile ayağa kalktı ve çirkin, sarı eşşeği kovalamaya başladı. Fakat bu kovalama kısa sürdü. Tenha olduğunu fark ettiği yerde, eşşek birden değişim yaşamaya başladı. Korkuyla ürpererek ona baktı. Yoksa bir animagus büyücü müydü? Asasına davrandı ama simayı tanır tanımaz bundan vazgeçti. Kafası karışmış halde baktı ona Attila. ''Oh, senin ne işin var burada? Eşşek kılığında olduğuna göre pek geçiyordum bir uğrayayım dedim, havası da yok hani.'' dedi heyecanla. Sesi titremişti, yoksa, yoksa, oh, Matt ile? Olamaz! Gözleri irileşti ve korkuyla doldu. Bir an onun aklına girmeyi düşündü, ancak zaten malum olan için bunu yapmayacaktı.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz