- Lesława van der BergRavenclaw V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 12
Kayıt Tarihi : 08/05/12
Lesława van der Berg
Salı Mayıs 08, 2012 5:33 pm
İstenilen bina;Forestier
Kısaca karakteristik özellikler; Sinsi, kibirli ve çıkarcı. İnsanlarla alay edip dalga geçmekten hoşlanan, sürekli birileriyle uğraşır. Kimi zaman bir erkekten farkı yoktur, bir kız olmasına rağmen oldukça güçlü kuvvetlidir. Çok iyi bir yalancıdır, doğrusunu ve yalanını ayırmak imkansızdır. Umursamaz biridir, her zaman kendine güveni tamdır. Duygularını asla belli etmez ama onu iyi tanıyorsanız gözlerine bakmanız yeterlidir, iç dünyasının yansımasıdır gözleri.
İstenilen dönem; V.
[b]Örnek RP;[b]
Kısaca karakteristik özellikler; Sinsi, kibirli ve çıkarcı. İnsanlarla alay edip dalga geçmekten hoşlanan, sürekli birileriyle uğraşır. Kimi zaman bir erkekten farkı yoktur, bir kız olmasına rağmen oldukça güçlü kuvvetlidir. Çok iyi bir yalancıdır, doğrusunu ve yalanını ayırmak imkansızdır. Umursamaz biridir, her zaman kendine güveni tamdır. Duygularını asla belli etmez ama onu iyi tanıyorsanız gözlerine bakmanız yeterlidir, iç dünyasının yansımasıdır gözleri.
İstenilen dönem; V.
[b]Örnek RP;[b]
- Spoiler:
- İnsanların nefretine maruz kalmak kimi zaman gerçekten korkunç olur, bir de bu kişiler içten içe sizden korkuyorsa yapamayacakları şey yoktur. Tıpkı on yedi yıl önce olanlar gibi… Zavallı bir kadını ateşin içine atmışlardı, iblisin annesini. Güzeller güzeli Valeria hayatını bir kısmını hep kaçarak geçirmişti. St. Dougles’tı son durağı orada bir hayat kurmaya karar vermişti. Lakin hiç hoş karşılanmamıştı orada da hamile bir kadın, eşi olmayan hamile bir kadın. Bütün kasaba halkı ona fahişe gözüyle bakmışlardı. Sadece karşı evinde oturan Bay Geraghty, Valeria’ya iyi davranmıştı. Yine yalnızdı Valeria, kendine söz vermişti güçlü olacaktı adının kadını olacaktı. Bütün bunların sebebi karnındaki yaratıktı. Nefret etmişti ondan en başta, öldürmek istemişti onu, kendisini. Başaramamıştı birisi, birileri koruyordu onu. Zamanla sevmeye başlamıştı, alışmıştı onunla yaşamaya. Henüz 5 aylık hamile olmasına rağmen karnı dokuz aylık hamile kadınlar gibiydi. Valeria krem rengi koltuktan güçlükle kalktı ve pencereye doğru yürüdü. Beyaz tül perdeyi hafif araladı ve dışarıya baktı kar yağıyordu, temmuzun ortasında kar yağıyordu olacak iş değildi. Valeria’nın eli karnına gitti. “Vakti geldi mi?” diye mırıldandı. Tekrar çift kişilik koltuğuna oturdu. Burası küçük bir evdi lakin hoş ve sıcak bir yerdi. Krem renginde çift kişilik koltuğun iki çaprazında da mor renkli tekli koltuklar vardı, tam karşısında ise bir televizyon. Koltukların arka tarafında ise mutfak vardı. Üst katta iki tane oda biri Valeria için diğer ise karnında ki için. Televizyon kumandasını eline aldı Valeria ve televizyonu açtı. Haber kanallarında gezindi. Dünyanın dört bir yanında felaketler oluşuyordu, kimi kanallar dünyanın sonun geldiğini söylüyordu. Elbette dünyanın sonu gelmemişti. Kapının çalmasıyla Valeria korkuyla sıçradı. “Valeria içeride misin?” diye sordu bir erkek. John’un sesiydi bu. Valeria’nın suratında istemsiz bir tebessüm oluştu. “Kapı açık John.” Dedi sesinin çıktığı kadar. Kapı açıldı ve iyi komşu John içeri girdi. “Sen iyi misin?” diye sordu Valeria’ya. Valeriya başını iki yana salladı. Çok ağrısı vardı. “Geliyor John!” diye çığlık attı.
1968 Mayıs
“Erica bebeğim yanıma gel hadi.” Dedi Valeria ağlamaklı bir ses tonuyla. Çöp kutusunun arkasından kızına seslendi. Küçük kız hızlı adımlarla annesinin yanına gitti ve ona sarıldı. Zavallı küçük ne olduğunun farkında değildi. Bütün kasaba halkı onu arıyordu. Valeria’yı ve çocuğu. Kilisenin arkasında hazırladıkları ateşin içine atmak için arıyorlardı onları. “Sana bir şey yapamazlar Erica, sen özelsin bebeğim.” Diye mırıldandı kadın kızının kulağına ve başından öptü kızı. Gözyaşlarını sildi genç kadın ve kızını kucağına alıp saklandığı yerden çıktı. Buna değerdi, kızı için sefil hayatının bitmesi önemli değildi. Kendinden emin adımlarla yola çıktı. Onu gören kasaba halkı kadının üzerine doğru koşmaya başladılar. İblisin fahişesi diye bağırıyorlardı genç kadına. İkisini de yakalayıp kiliseye götürdüler. Önce Valeria’yı yakacaklardı. Küçük iblise annesinin yanışını izleteceklerdi. Valeria’yı kilisenin bahçesindeki ağaca bağladılar. Valeria kendi hayatı için endişelenmiyordu hiç, onun için önemli olan Erica’ydı. Ilık esen rüzgar genç kadının suratına çarpıyor ve onu rahatlatıyordu. Rahatlamak onun durumunda biri için imkansızdı fakat ölümden korkmuyordu. “Anne!” diye bağırdı küçük Erica. Valeria kızına uzaktan gülümsemekle yetindi. Ateşi yaktıklarında etraf Valeria’nın çığlıklarıyla boğuldu. “Bak küçük iblis, görüyor musun annenin nasıl yandığını senide yakacağız onun gibi.” Dedi kasaba halkından biri Erica’ya. Annesinin yanışını izledi Erica. Çığlıkları kulaklarına doldu, annesinin o halde görmek küçük çocuğu içten yaralamıştı. Yeni bir ateş yaktı kasabalılar, bu Erica içindi. Sıra ondandır. Önce demir çubuğu ateşte ısıtıp kızın koluna 666 rakamını yazdılar. Daha sonra küçük çocuğu bir ağaca bağladılar. İblis, şeytan diye bağırıyorlardı küçük çocuğa. Erica’ya yanacağını söyleyen adam ağaca doğru yaklaştı ve etraftaki samanları, çalıları ateşe verdi. Erica’nın etrafındaki herkes kahkaha atıyor büyük bir sevinçle kızın yanmasını izliyorlardı. Bir süre sonra herkes sustu, kızdan hiçbir ses çıkmıyordu çünkü. Bu imkansızdı, ateşin içersindeydi, yanıyordu ama o bağırmıyordu. Kasaba halkının hesaba katmadığı bir şey vardı. Erica, Valeria gibi değildi. O zaten ateşti, onu bu şekilde öldüremezlerdi. Bu imkansızdı. Ateş kendi kendine sönmeye başladı, kasaba halkı şok içerisindeydi. Hiç birinden bir tepki gelmiyordu, Erica koşarak kaçmaya başladı oradan. Erica’nın kaçtığını gören birkaç kişide peşinden koşmaya başladı. “Erica buraya gel!” diye bağırdı John. Arabanın içerisinde küçük çocuğu bekliyordu. Erica koşarak arabaya gitti ve bindi. John arabayı çalıştırdı ve St. Dougles’dan uzaklaşmaya başladı. “Annene ne yaptılar?” diye sordu John. “Onu yaktılar John, beni de yakmak istediler ama ben kaçtım.” Dedi küçük kız ağlayarak. John eliyle küçük kızın gözyaşlarını sildi. “Ağlama Erica, biz seninle yeni bir hayata başlayacağız.”
14 yıl sonra…
Esneyerek yatağından kalktı Erica. Saat öğleni geçiyordu ve o daha yeni kalkmıştı. “Günaydın Mick.” Dedi Erica ve duvarında asılı olan Mick Jagger posterini öptü. Bunun gibi bir çok poster asılıydı odasında. Klasik bir genç odasıydı burası. Bir yatak büyük bir dolap, ve bir çok müzik kasetleri. Banyoda elini yüzünü yıkadıktan sonra odasına geçti ve siyah taytını ve yarım tişörtünü giyip aşağıya indi Erica. Mutfakta kahvaltı hazırlayan babasının yanağından öptü ve tabaktaki dilimlenmiş salatalardan birini ağzın attı. “Günaydın babacık.” Dedi gülümseyerek Erica. “Kahvaltının hazır olmasını bekle ufaklık ve günaydın mı? Saat öğleni geçiyor.” Dedi John başını iki yana sallayarak. Babasının bu haline güldü Erica ve oturma odasına gitti. Kumandayı alıp televizyonu açtı, bir müzik kanalında durdu ve şarkının sesini sonuna kadar açtı. Beatles, Erica’nın en sevdiği gruplardandı. “Ah Erica kıs şu müziğin sesini!” diye bağırdı John. Erica babasının dediğini umursamadan çalan şarkıya eşlik etmeye başladı. John odaya gelip kumandayı aldı ve televizyonu kapattı. “Kahvaltıya.” Dedi John eliyle kahvaltı masasını gösterdi. Erica oflayarak koltuktan kalktı ve mutfağa gitti. Etrafa bir sessizlik çökmüştü. Ne Erica’dan ne de John’dan ses çıkmıyordu, ikisi de sadece kahvaltılarını yapıyordu. Bu kasveti ve sessizliği bozan John oldu. “Okul nasıl Erica?” diye sordu. Okul, Erica için cehennem gibiydi. Okuldakilerin çoğu ondan nefret ediyordu. Özellikle kolundaki 666 rakamları okuldakileri korkutuyordu. “Eh işte.” Dedi kısaca Erica. Okul hakkında konuşmak istemiyordu. Konuşacak birçok konu varken neden okulu seçmişti John? Mesela Rolling Stones’un gelecek hafta gerçekleşecek konseri hakkında konuşabilirlerdi. “Gelecek hafta konser var.” Dedi Erica. Biletleri almak için paraya ihtiyacı vardı. “Hım.” Dedi John. Erica beklentiyle babasının suratına baktı. “Elbette beraber gidebiliriz.” Dedi John. Birlikte? Erica şok içersinde babasına bakıyordu. Erica küçük çocuk değildi ve ölse de babasıyla konsere gitmezdi. John kızının bu tepkisi üzerine kahkaha attı. “Şaka yapıyorum ufaklık. Andrewla mı gideceksin?” diye sordu John. Elbette Andrew ile gidecekti. Sanki gidebileceği başka arkadaşı vardı. John, Erice ile Anrew’u sevgili sanıyordu. Öyle değillerdi, sayılmazlardı. Onlar sadece takılıyorlardı. Erica bir ilişki yaşamaya hazır değildi. İlişki ardında sorumluluklar getirir ve kimse bu sorumlulukları yerine getiremez sonra her şey boka sarar. Erica kahvaltısını bitirip masadan kalktı, “Ben gidiyorum.” Dedi babasını öpüp evden çıktı. Birkaç sokak ötedeki parka doğru yürüdü. Yolda onu görenler parmaklarıyla hiç utanmadan Erica’yı gösteriyor ve yanındakine bir şeyler söylüyordu. Kafasını eydi ve yürümeye devam etti. Yerdeki çöpleri ayağıyla ittiriyordu. İnsanlar ne kadar pis diye düşündü. Parka geldiğinde salıncaklardan birine oturdu. Salıncaktan çıkan gıcırtılar onu rahatsız ediyordu. Başını yavaşça yukarı kaldırdı, kuşlara baktı, özgürce uçan kuşlara. Ne kadar da şanslılar diye düşündü. İstedikleri her yere gidebilirler. Etrafındakiler onlardan nefret etmiyor. Erica’nın istediği sadece biraz sevilmekti. Korkulacak biri değildi o. Arkasından esen rüzgâr saçlarının uçuşmasına ve yüzünü kapanmasına sebep oluyordu. Saçlarını geri itti ve bir kısmını kulağının arkasına yerleştirdi. “Hey iblis!” diye seslendi biri. Erica sesin geldiği yöne doğru baktı. Onun yaşlarında birkaç erkekti. Erica onları aldırmadan gökyüzüne bakmaya devam etti. “Hey biliyor musun o küçük fahişenin kolunda 666 yazıyor eminim kendisi yazmıştır onu.” Erica gittikçe sinirlenmeye başlamıştı. Kim di bunlar? Onun hakkında nasıl böyle konuşabilirlerdi? “Hey tüysüzler!” diye seslendi Erica. Salıncaktan kalktı ve onlara doğru yürümeye başladı. “Hayalarınızı tekmelemeden gidin buradan.” dedi Erica kendinden emin bir şekilde. Oğlanlardan biri Erica’ya yaklaştı elini çenesinin altına koydu ve konuşmaya başladı. “Bak şu küçük sürtüğe.” dedi ve Erica’dan biraz uzaklaştı. “Bizi tekmeleyecekmiş ha?” dedi ve kahkaha attı. “Bir daha bana dokunursan yemin ediyorum kafanı patlatırım.” dedi Erica. İyice sinirlenmişti. “Hadi dostum, eğlendik gidelim artık.” dedi içlerinden biri. “Hadi ama dostum gerçekten iblis olduğunu düşünmüyorsunuz değil mi? O sadece yalancı bir sürtük.” dedi genç ve Erica’ya doğru yaklaştı “Değil mi tatlım?” dedi ve Erica’nın saçından bir tutam eline aldı. Erica hızla geri çekildi. “Sana, bana bir daha dokunma demiştim!” diye bağırdı. Öfke doluydu içi, öfke ve nefret. Her şey bir anda olmuştu Erica’nın karşısındaki gençlere odaklanması, onların acı içerisinde kıvranması, Erica’ya sürtük diyen çocuğun başının patlaması her yerin kan olması, hepsi bir anda gerçekleşmişti. Arkasından gelen alkış seslerini duyunca hızla döndü ve karşısında duran adama baktı. Çok tanıdık geliyordu adam ama nereden tanıdığını çıkaramıyordu. “Sen kimsin?” diye sordu Erica. Karşısındaki yakışıklı biriydi, otuzlu yaşlarındaydı, uzun boyluydu baya uzundu boyu belki 1.90 falan vardı. Gülümseyerek Erica’ya bakıyordu yabancı. Biraz zorladı kendini Erica nereden hatırlıyordu bu adamı? “Beni tanıyorsun Erica.” dedi yabancı. Erica şaşkınlıkla adama bakıyordu bunun olması imkansızdı. Şimdi her şey daha da netleşmişti. Her gece rüyasında gördüğü o bulanık yüz, durgun deniz kadar berrak olmuştu. Bir çok insan onu iblis, şeytan, lucifer olarak biliyordu.“Rüyamdaki adamsın.” dedi Erica ve fısıldayarak “Babam.” diye ekledi. “Sen beklenen büyük son ve muhakkak ki bizim başlangıcımız olacaksın kızım. Benimle gel Erica.” dedi adam ve elini Erica’ya uzattı.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz