- Letje van PeéuwenSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 16
Kayıt Tarihi : 26/05/12
Nerden : hell
van peéuwen, letje
C.tesi Mayıs 26, 2012 6:21 pm
#Selfier
#Sert mizaçlı, soğukkanlı, ailesi veya kendisi hakkında konuşmayı fazlasıyla seven, insanlarda belirli bir potansiyel ve kişilik arayan, kendini etrafındaki kişilerden daha değerli ve üstün gören birisi. Kibirli, inatçı, kindar, önyargılı. Zeki, fakat; zekasını derslerde değil, sinsi işlerde kullanan, insanlara bilerek yapmacık davranan ve içinden sayılamayacak kadar kötü planlar kuran, umursamaz, kendisine denilen en kötü bir eleştiriye bile gülüp geçen, aile değerlerini ve dersleri pek umursamayan, hırsdan gözü dönmüş denilebilecek, pek popülerite bağımlısı olmayan çünkü dünyanın kendi etrafında döndüğüne inanan; inek, samimi ve fazla yılışık tipleri sevmeyen, insanlara bulaşmayı, onları üzmeyi kendine görev etmiş, belayı kolayca çeken, yalnızlıkla zerre kadar sorunu olmayan, kendisi hariç çoğu kişiyi aptal ve gereksiz gören, düşünen safkan bir genç kız.
#Mümkünse V, olmazsa IV.
#Sert mizaçlı, soğukkanlı, ailesi veya kendisi hakkında konuşmayı fazlasıyla seven, insanlarda belirli bir potansiyel ve kişilik arayan, kendini etrafındaki kişilerden daha değerli ve üstün gören birisi. Kibirli, inatçı, kindar, önyargılı. Zeki, fakat; zekasını derslerde değil, sinsi işlerde kullanan, insanlara bilerek yapmacık davranan ve içinden sayılamayacak kadar kötü planlar kuran, umursamaz, kendisine denilen en kötü bir eleştiriye bile gülüp geçen, aile değerlerini ve dersleri pek umursamayan, hırsdan gözü dönmüş denilebilecek, pek popülerite bağımlısı olmayan çünkü dünyanın kendi etrafında döndüğüne inanan; inek, samimi ve fazla yılışık tipleri sevmeyen, insanlara bulaşmayı, onları üzmeyi kendine görev etmiş, belayı kolayca çeken, yalnızlıkla zerre kadar sorunu olmayan, kendisi hariç çoğu kişiyi aptal ve gereksiz gören, düşünen safkan bir genç kız.
#Mümkünse V, olmazsa IV.
- Örnek RP::
- We hold these truths to be painfully self-evident
All men are not created equal
Only the strong will prosper
Only the strong will conquer
Only in the darkness of christ have i realized
God hates us allRadyoda çalan şarkıyı duyduğunda alaycı gülümsemesi daha da güçlendi. Gülmekten domates gibi kızaran sol yanağını ısırdı ve sevinçten inci gibi süzülen gözyaşlarını eliyle sildi. Amacına biraz daha yaklaşmış olmanın verdiği hazla, aklının onu her şeyin karman çorman olduğu güne sürüklemesine izin verdi.
Çoğu kişiye göre fazla monoton bir gündü. Envai çeşit dükkanlarla dolu sokaklar sessizleşmiş, kedi-köpek sığınacak bir barınak bulma amacıyla dost olmuş, güneş uçsuz bucaksız gökyüzünde görünmenin günah olacağını bilmiş bir halde karanlığa saklanmıştı. Kuvvetli rüzgar boş caddelerde adeta çığlık atarken, insanlar dini sorumluluklarını gerçekleştirmek için kiliselere yöneliyordu. O gün –Pazar günü- genç rahibe Anja, pederin kendisine verdiği görevleri yerine getirmeye çalışırken, tarikattan kiliseye gelecek arkadaşlarıyla konuşuyordu. Dua seremonisinde herkes yerlerini almış, mumlarını yakmış, kutsal saydıkları kişilerden dilek dilerken tarikat üyeleri içeri sızacak ve ortalığı “Darkness Of Christ” şarkısıyla karıştıracaklardı. Aslında bu başkan tarafından onlara verilen gizli bir görevdi. Tabi Anja ve yandaşları –SJ ekibi- bu görevi gizlilikten çıkarıp, eğlence amaçlı bir oyun malzemesine dönüştürmüşlerdi.
Tıpkı Anja’yı sahte bir rahibeye dönüştürdükleri zamandaki gibi.
SJ adını verdikleri ve Anja’nın da dahil olduğu gizli tarikat, günümüzden 333 yıl önce Tanrı’ya yalvarmaktan bıkıp, iblislerle dolu karanlık yolu seçen başına buyruk kişiler tarafından kurulmuştu. Kurucunun yani konsey başkanının Leéuwen ailesi olması, Anja’yı en önemli merkez haline getirmişti. Leéuwen ailesine mensup olma numaraları ve sahte Anja taklidi yapan zavallı kişilerin sayısı bir hayli artınca Anja da kökenleri gibi bu tarikata katılmıştı ve başkanlarının ona verdiği görevleri adım adım uygulamıştı. İlk önce kiliseye sinsi bir tilki gibi sızdı ve ailesi tarafından terk edilmiş, yurtta büyümüş fakir çocuk taklidi yaparak pederin gönlünü kazandı. Sonra, bekaretini kaybetmediğine ve asla kaybetmeyeceğine yemin ederek Petersburgé kilisesinde rahibe oldu. Bu kilisenin kurucusu Rus ve İngiliz karışımı bir melez olduğundan, kurucuyu merak eden insanlar –ki genellikle Rusya’dan gelenler- her yıl buraya akın ederlerdi. Bu yüzden Anja, kutsal sayılan bu kiliseyi kendine hedef olarak belirledi ve etrafındaki insanlara cennetten düşmüş kanatsız bir melek gibi davrandı. Kimliğini her zaman gizledi çünkü gerçekten kim olduğu öğrenilirse tarikatın başı belaya girebilirdi. “Her şey tarikat için! Kan, savaş, karanlık, şehvet; birleşsin güçte!” görüşünü benimsediğinden dolayı sessiz kalma hakkını tercih etti ve sustu.
İkinci görev olarak, kilisede bu meşhur 666 şarkısını yaymaları istenmişti. Fakat; bu görevin içindeki küçük bir ayrıntıyı tarikattakiler hesaba katmamıştı. Şarkıyı sadece pederin duyması gerekiyordu. İşler karıştı ve insanlar aptal dileklerini Tanrı’ya gönderirlerken, bu şarkı kilisenin dört bir yanına yayıldı. İlk başta hiç tepki olmadı. Yaşlı-genç, küçük-büyük, fakir-zengin herkes tıp oyunundaymışlar gibi sessizleşti. Yaklaşık beş dakika geçtikten sonra herkesin birbirine ve kiliseye bağlanmış güven ipleri koptu, kopan ipin acısı başta peder olmak üzere oradaki insanlardan çıktı. Kimileri o lanet kiliseye bir daha gelmemek üzere yemin içti, kimileri pederin yanında durarak ona destek olmaya çalıştı. Anja gibileri ise, kırmızı şaraplarını eline aldı ve olanları uzaktan keyifle izledi.
Genç kadın, aklını sıkı kelepçeler gibi saran anılardan kurtardı. İlk iki görevini başarıyla yerine getirmişti. Geriye sadece iki görevi kalmıştı ve bunları canı pahasına da olsa yapmak zorundaydı.
Kapının kirişinden çıkan rahatsız edici sesi duyunca Anja telaşla radyoyu kapadı. Döndüğünde karşısında beklediği ama istemediği birisini buldu. Boğazını temizleyerek, hüzünlü bir tonla konuşmaya başladı. “Bir şey mi istemiştiniz babacığım?” Pedere bazen babacığım derdi, bu da kendini pedere sevdirme yollarından biriydi ona göre. Genç kadın, ağzından dökülen sözcüklerden sonra beklentinin getirisi bir sıkkınlıkla pederin suratına baktı. Dudakları mühürlenmiş gibiydi, sadece mimikleri konuşuyordu. Tek kaşını merakla havaya kaldırması sonucu sol gözünün üzerindeki yara daha fazla belirginleşmişti. Yaranın nasıl meydana geldiğini merak eden ama hala yanıtı bulamayan rahibe sormamak için kendisiyle savaşırken aniden değişen ruh haline bakmıştı pederin. Yüzlerce çözemediği ifade geçiyordu, Oscarlı bir sinema oyuncusu gibiydi. En sonunda peder konuşmaya karar verdi ve elinden gelen en sert tonla bağırdı. “O radyoyu neden açtın? Sana bunun yasak olduğunu söylemiştim!” Anja sorunun cevabını saniyesinde verdi çünkü beklerse peder onun yalan attığını anlayabilirdi. “Sadece o günahkarların yaptığı terbiyesiz şarkıya denk geldim babacığım. Kötü bir amacım yoktu, kiliseye olanlar beni ne kadar üzüyor biliyorsun.” Genç kadın sözlerini sahte hıçkırıklarla tamamladı. Peder ona inanmış olacaktı ki hemen yüz hatları gevşedi ve suratına kocaman bir gülümseme yayıldı. “Biliyorum kızım, sert çıkışım için üzgünüm. Kiliseye olanlar en çok beni yıprattı biliyorsun ki. Senden bir ricam olacak. Kilisenin girişini yeniliyorum. Oraya eski mit ve yaratılış kitaplarını koyacağım. Kitaplar fazla ağır olduğundan ve ben de hayliyle yaşlandığımdan dolayı bana yardımcı olursan sevinirim. Seni dışarıda bekliyor olacağım.” Anja içindeki sevinç kıpırtılarını pedere belli etmemeye çalışarak başını onaylarcasına salladı. Peder çıkar çıkmaz, tarikattaki yakın arkadaşı Aleks’i aradı ve yapacağı 3. görevin A-B-C planlarını anlattı. Derin, hırıltılı, uzun nefesler alırken; yapacaklarını aklında kestirmeye çalıştı. Bir süre sonra Aleks onu arayıp hemen kapattı. Bu bir işaretti, her şey başlıyordu. Rahibe penceresinden arka bahçeyi kontrol etti. Peder, sevecen ve şirin bir tavırla Aleks’le konuşuyordu. Aleks onunla konuşurken bir yandan kitapları taşıyor bir yandan Anja’nın etrafta olup olmadığına bakıyordu. Anja içinden; 'Umarım her şeyi batırmaz. Çok gergin gözüküyor. Peder bir şey anlarsa mahvoluruz.' düşüncesini geçirmeden edemedi. Peder kitapları yerleştirmek için içeri gittiğinde, Anja dışarı çıktı ve eline aldığı benzini kilisenin çevresine döktü. Zifiri karanlık etrafa korkunç bir şekilde hakim olduğundan kimse onu fark etmemişti. Bedenini, vahşi gladyatörlerden uzak tutmaya çalışan bir savaşçı gibi hissediyordu kendini. Adrenalinin uç noktalarına ulaşırken, nabzı otomatik tüfekler gibi hızlı atıyordu. Zaman geçirebilmek için büyük bir sabırla saniyeleri saydı. En sonunda, kibriti ustaca yaktı ve her şeyi sonra erdirmek üzere benzinin üstüne attı. Sonra sarı-kırmızı renk cümbüşünün arkasına geçti ve bağırıp yardım istemeye başladı. Tahmin ettiği gibi peder kısa bir süre içinde geldi ve Anja onu daha önce bu halde hiç görmemişti. Babacığı delice ağlıyordu ve Anja’ya bir şey olmaması için yalvarıyordu. Aklından neler geçtiğini okumak imkansızdı. Deli adam, hayatı sona ermiş gibi bir oraya bir buraya koşturuyordu. Peder; volkandan fışkıran lavlar gibi yükselen alevlere aldırmadan içeri daldı ve Anja’yı kurtarmaya çalıştı. Anja maun kapının saklandığı bölümünden çıkıp, pedere çelme taktı. Onu tutuşan alevlerin üstüne itti ve babacığının irisinden yayılan şaşkın bakışlarına aldırmadan onu inandığı yere, cennete gönderdi iki sözüyle.
“Merhaba babacık, hoşçakal babacık.”
Dudakları alaycı bir şekilde yukarıya kıvrılırken, Aleks’in içeriye girmesiyle kendini alevlerden son anda kurtardı. Kiliseden çıktıklarında, pederin acı dolu çığlıklarına veya etrafta toplanan beyinsiz insan gruplarına aldırmadan Aleks’le siyah lüks bir arabaya bindiler. Anja'ya çok uzun gelen fakat oldukça kısa olan bir yolculuk sonrası, istedikleri yere sonunda geldiler. Anja, vakit kaybetmek istemediği için üstündeki kıyafetleri adeta yırtarak çıkardı ve çemberin ortasındaki kurbana yöneldi. Uzun tırnaklarını, aynı dans figürlerine benzeyen kıvrak hareketlerle masum çocuğun boynuna daldırdı ve derin bir kesik oluşturdu. Akan kanla koluna kavisli hareketlerle pagan işareti çizdi ve kalan kanı şarabına koyarken bağırdı.
“Her şey karanlık için! Diğer kiliselerin de yakılması dileğiyle yandaşlar, gelin ve benimle birlikte kırmızının tutsağı olun.”
Kalabalıktan onaylama uğultuları gelirken Anja geçmişini düşündü. Karanlığı kendi iradesiyle seçmişti, aydınlığa her zaman sırtını dönmüştü ve iblislerin himayesine kendini zevkle sokmuştu. Onlar kökenleriydi genç kadının. Pespaye melekler onu hiç ilgilendirmiyordu. Tanrı yoktu, İsa yoktu. Sadece güç vardı ve yakında bütün yerler onun sömürgesi olacak; karanlık, yeni gelen insanları küçük bir çocuk gibi kucaklayacaktı. Anja, gözlerini zevkle yumup, etraftaki kötülüğü, girdabın eşyaları büyük bir hışımla içine alması gibi çekerken aklına babasının ölmeden önce tövbekar insanlara yazdığı bir yazıyı getirdi.Aşka dair tek tutkumuz kırmızıyadır. Ama siz insanlar
sadece kendinize aşıksınız.
Evren nefes alacak. Evren durmadan değişecek ama ben yerimde durup öleceğim. Zaman bende ne alırsa alsın gözümü kırpmayacağım.
Gelecek çok yakında kırmızıya bulanacak, ama içindeki yıldızlar asla sizin tarafınızda olmayacak.
Yaşadığın sanal dünyanı terk et insanoğlu. Bu kırmızı dünya seni de istiyor.
Kim karanlığın kucağından kaçabilmiş ki? Sadece kendini kandıran aptallar koşar.
- Vladimir VyacheslavYönetici, Konsey Başkanı
- Mesaj Sayısı : 281
Kayıt Tarihi : 06/04/12
Geri: van peéuwen, letje
Paz Mayıs 27, 2012 9:37 am
Onay.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz