- Joséphine Fleur LefepreSlytherin IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 11
Kayıt Tarihi : 30/05/12
Nerden : Ormandan. Gelcen mi ?
Joséphine.
Perş. Mayıs 31, 2012 9:23 am
İstenilen bina; Selfier
Kısaca karakteristik özellikler; José, kısaca manyak bir karakter. İstediği her şeyin gerçekleşmesine alışmış, kendi kurallarına zıt düşen şeyleri de öfkeyle bir düzene oturtmuş birisi. Zeki; fakat olaylara farklı bir bakış açısıyla bakmaktan hoşlandığı için zekasını diğer özelliklerinden daha arka planlara atmış. Yaptıklarını içgüdülerine göre sergiliyor. Yırtıcı bir hayvan gibi. Puma gibi. Ve yine pumalar gibi yaşantısında dışgörünüşünü de sergilemekten çekinmiyor, karşısındakileri korktumak ya da... baştan çıkarmak için.
İstenilen dönem; IV.
Örnek RP;
Kısaca karakteristik özellikler; José, kısaca manyak bir karakter. İstediği her şeyin gerçekleşmesine alışmış, kendi kurallarına zıt düşen şeyleri de öfkeyle bir düzene oturtmuş birisi. Zeki; fakat olaylara farklı bir bakış açısıyla bakmaktan hoşlandığı için zekasını diğer özelliklerinden daha arka planlara atmış. Yaptıklarını içgüdülerine göre sergiliyor. Yırtıcı bir hayvan gibi. Puma gibi. Ve yine pumalar gibi yaşantısında dışgörünüşünü de sergilemekten çekinmiyor, karşısındakileri korktumak ya da... baştan çıkarmak için.
İstenilen dönem; IV.
Örnek RP;
- Spoiler:
- Mayıs, 2010
Cumartesi 20.50
İçi boş şarap bardağını çalışma masasının üstüne koydu ve arkasındaki aynaya döndü. Vücudunu saran siyah mini elbisesine şöyle bir baktı. Bu gece için annesinin özel koleksiyonundan olan bu parçayı giyebilmek için elinden geleni ardına koymamıştı. Yüzünde küçük bir gülümseme belirdi. Sean onu böyle gördüğü zaman yüzünde oluşacak ifadeyi acayip merak etmiyor değildi hani. Endişeyle duvarındaki özel tasarım saate baktı. Partiye 10 dakika kalmıştı ve hâlâ Sean’den bir haber yoktu. Aslında kendisine itiraf etmek istemese de endişesi Sean’a bir şey olmasına yönelik değildi. Tüm yıl boyunca bu partiyi beklemişti ve şimdi partiye yetişememe fikri bile tüylerini diken diken ediyordu. El çantasından telefonunu çıkardı ve Sean’ı aradı. Cevap yoktu. İşte şimdi sinirlenmeye başlıyordu. Her şeyin en iyi şekilde göründüğü konusunda kendini ikna ettikten sonra hızlı adımlarla alt kata indi. Annesi masanın başına geçmiş, çizim defterine bir şeyler karalıyordu. Sessiz adımlarla dışarıya çıktı. Annesi iş başındayken onu rahatsız etmemek üzere tembihlenmişti tüm hayatı boyunca. Şimdi de onların meyvesini veriyordu işte. Büyük bahçelerine şöyle bir göz attı. Hava daha şimdiden kararmaya başlamış olmasına rağmen ışıklandırma sayesinde aklı hâlâ gündüzmüş gibi algılıyordu. Bir süre gözlerini hiç kırpmadan öylece kaldı. Fakat gözleri kamaştığından olacak ki sonra küçük bir çocuk gibi elini yumup, gözlerini ovdu. İşte tam o salak anında duyduğu korna sesi onu kendisine getirdi. Bakışlarını sesin geldiği yere yönelttiğinde muhteşem gülümsemesiyle, BMW’ sinin camından sarkan Sean ona bakıyordu. Koşar adımlarla ona doğru koştu. Koşarken koyu kırmızı saç tutamları her yerini sarmıştı. O oraya varana kadar Sean arabadan inmişti. Dağınık siyah saçlarıyla, çıkık elmacık kemikleriyle, yapılı vücuduyla bahçe ışıklarının altında parıldıyordu. Kız yanına geldiğinde ona sıkıca sarılıp dudaklarına kısa bir öpücük kondurdu.
“Vay canına Christine. Harika görünüyorsun.”
Christine’nin gözleri parladı. Sean’ın kulağına yaklaştırdı ve sesinin geçen izlediği filmdeki kadının sesi gibi çıkmasını umarak fısıldadı.
“Öyle mi yakışıklı? Ah, o zaman seni baştan çıkartıp kötü emellerime alet edebilirim, ha?”
Christine durakladı ve sonra tekrar Sean’ı öpmeye başladı. Sean’ın elleri yolunu şaşırınca da hiçbir şey olmamış gibi arabanın kapısını açıp ön tarafa oturdu. Sean umutları kırılmış bir biçimde sürücü koltuğuna otururken Christine yüzüne bir gülücük kondurdu. Sean arabayı çalıştırmadan önce ona doğru döndü ve gözlerini Christine’nin gözlerine dikti. Bir şey söyleyecek gibi açtı ağzını ama sonra vazgeçmiş olacak ki döndü ve arabayı çalıştırdı. Yol boyunca hiç konuşmadılar. Sean arabanın hâkimiyetini korumakla meşguldü, Christine partide olacakları düşünmekle. Arabadan indiklerinde Christine, Sean’ın koluna girdi ve yanağına küçük bir öpücük kondurdu. Sean’ın ona olan karşılığıysa sadece minik bir tebessümdü.
Mayıs, 2010
Cumartesi 22.45
Christine dans ederken kalp atışları müzikle uyumlu atıyordu. Yaklaşık iki saattir partideydiler. Normalde Christine bu partiyle ilgili her detayın bir yıldır planını yapıyor olmasına rağmen ortama girdiği anda yanlış yaptığını anladı ve kendisini müziğin uyumuna bıraktı. Bu yüzden partiye geldiklerinden beri bir kere olsun oturmamışlardı ya. Enerji depolamak için çözümleri ise elbette ki içkiydi. Aslında Christine’nin içi acımıyor değildi. Elinden kalori dolu martini bardakları gidiyor, yağ dolu bira şişeleri geliyordu. Ayrıca kafası da bulanmaya başlamıştı. Müziği duymadan delice dans ediyor, aptal kız portresi çiziyordu. Bir de bu yetmezmiş gibi bir bardak beyaz şarap dökülmüştü elbisesinin üstüne. Elbette hiçbir suçu olmayan zavallı bir kızı herkesin ortasında rezil ederek bu durumu kendince telafi etmişti ama bu eve döndüğünde annesinin tepkisini değiştirmeyecekti. Arka fonda çalan dans şarkısı yerini daha slow bir şarkıya bıraktığında Christine birisinin onu belinden çektiğini hissedip, direndi ama arkasını dönüp suçlunun Sean olduğunu görünce hiç diretmeden ona sarıldı ve dans etmeye başladılar.
“Sean sana bir şey söylemeliyim ama darılmak yok?”
İçkinin bulandırdığı kafasıyla kendisini bir çocuk gibi hissediyordu. Sanki arkadaşına bu oyunda oynayamayacağını söylemek zorunda kalan kişi gibi. Sean gözlerini ufak bir merakla Christine’nin gözlerine kilitledi. Christine utana sıkıla aklından geçenleri Sean’a aktardı.
“Sana seni seviyorum demek istesem bile hâlâ kendimi buna hazır hissetmiyorum. Lütfen bağışla beni…”
Sean’ın cevabını beklemeden başını onun omzuna yasladı. Ne onun yüzünü görmek istiyordu şu an, ne de onun sesini duymak. Sadece onu anlamasını istiyordu. Daha önce çıktığı kişilerde bu sorunu hiç yaşamamıştı. Belki de aralarında en çok Sean’ı sevmişti ama yine de diğerlerine rahatlıkla ‘Seni Seviyorum’ diyebilmişti. Peki, o zaman sorun ne? dedi iç sesi. Açıkçası bunu o da bilmiyordu. Sarhoşluğun etkisiyle aklından geçenleri dışa vurmuştu işte. Keşke yapmasaydım… diye düşündü. Bir süre öylece sallandılar. Christine zorlukla nefes alıyor, Sean’ın onu anlaması için neler yapabileceğini, neler diyebileceğini planlıyordu. Ama Sean tüm o süre boyunca hiçbir şey demedi.
Mayıs, 2010
Pazar 00.45
“Hey, Sean!”
İkisi de sesin geldiği yöne döndüler. Sean’ın yakın bir arkadaşı Noel yanında çok güzel bir kızla yanlarına geliyordu. Christine, Sean’a kaçamak bir bakış attı. Açıkçası kendisi bile kızdan etkilenmişti. Ama Sean’ın yüzünde hiçbir değişim yoktu. Hatta kıza bakmıyordu bile. Noel ve kız yanlarına geldiğinde Sean kızı hiçe sayarak Noel’e döndü.
“Hey, dostum. Partiye gelmeyeceğini sanıyordum ben. Fikrini yanındaki hanımefendi mi değiştirdi acaba?
Sonunda kıza döndü ve başıyla selam verdi. Kız gözlerini Sean’dan ayıramıyordu ve bu tabii ki Christine’nin dikkatini çekmişti. Nasıl çekmezdi ki?
“Aslına bakarsan partiye son anda gelme kararı aldım ve bu küçük melekle burada tanıştım.”
Dedi Noel ve ‘küçük meleğine’ bir öpücük armağan etti. Kız ise gözlerini Sean’dan zorlukla alarak öpücüğüne karşılık verdi. O zamana kadar konuşmalarına katılmamış olan Christine, Noel ile kızın öpüşmesi bittikten sonra Noel’e ‘Merhaba’ diye mırıldandı ve kıza dönerek kendini tanıttı.
“Sanırım şimdiye kendimi tanıtmam gerekirdi. Ben Christine, tanıştığımıza memnun oldum.”
Kız bakışlarını ona çevirip, ona bir pislikmiş gibi baktı. Sonra yüzünü buruşturup, zoraki bir gülümseme takındı Christine’e ve alaycı bir ses tonuyla ismini ithaf etti.
“Angelica.”
Christine'nin tüm sıcakkanlığı gitmişti o soğuk ses karşısında. Numaradan bile olsa gülemiyordu. Sanki Angelica'nın sesi tüm vücudunun kaskatı kesilmesine sebep olmuştu. Dış görünüşü ışık saçan bu kızın içini düşünmek bile istemiyordu Christine. Başını Sean'ın omzuna koydu. Kızın gözleri Sean'dan ayrılamazken ve Sean da Noel'le sıkı bir muhabbete dalmışken açıkçası üstünde büyük bir rahatsızlık oluşmuştu. Alışkanlıktan olsa gerek kollarını Sean’a doladı ve gözlerini yumdu. Burada sonsuza kadar böyle kalabilirdi. Onu düşlerinden alıkoyan Angelica’nın buz gibi sesiydi. Ve tabii bir de Sean'ın rahatsızca kasılması. Bu çocuğun derdi neydi ki? O salak iki kelime için insan bu kadar kırılmamalıydı.
“Söylesene Noel, bana bir şişe kırmızı şarap getirebilecek misin?”
Christine gözlerini yavaşça açtı. Gördüğü manzaradan iğrenmişti. Angelica gözlerini işveli bir edayla Noel’e dikmiş, nasıl olduysa bir heykel gibi göz alıcı bacaklarını biraz öncekinden daha çok sergilemeye başlamıştı. Christine bu kızla yeni tanışmış olmasına rağmen ondan nefret etmişti. Noel ise gözlerini kocaman açmış, Angelica’nın bacaklarına bakmamaya çalışırken kekeliyordu. Sonra hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve şarap avına çıktı. Christine, Angelica ile Sean’ı baş başa bırakmaması gerektiğinin farkındaydı ama yine de alkol ihtiyacına yenilmiş bir biçimde Noel’le birlikte gitti. Geri döndüğünde Sean’ın gözleri gülümsüyordu. Christine ona ne olduğunu sorunca ağzında bir şeyler geveleyip durdu. Birkaç dakika sonra Christine’in gözlerine bir şey çarptı. Sean'ın dudağının kenarındaki, kırmızı ruj izi. Christine bu ruj rengininin ona ait olmadığını biliyordu ve evet, bu ruj iziznin 'küçük meleğe' ait olduğundan da emindi. Madem Sean ondan sevgisine karşılık bir şey iştiyordu, mesela 'seni seviyorum' gibi bir şeyler, kendisi de sarhoşken biraz sadık kalmalıydı değil mi ? Ki bu sırada hoparlörlerden Rihanna'nın 'Take A Bow' şarkısının çalması da sadece kaderin bir cilvesiydi. Christine, partinin geri kalanı boyunca kendisini içkiye adadı.
Mayıs, 2011
Pazar 02.10
"Sana inanamıyorum, bunu biliyorsun değil mi?"Christine bir kez daha Sean'a öfkeyle baktı. Sean'sa ona aldırmadan
arabasına binip, kapıyı sertçe kapatmakla yetindi. Sean'a na doğru koşmaya yeltense de yüksek topuklu ayakkabıları ona izin vermedi.
Christine sert hareketlerle çıkardı ayakkabılarını. Yalınayak yürüdü arabaya doğru. Kapıyı açıp binerken göz ucuyla Sean'a bakmayı ihmal
etmedi. Az öncekinden daha rahat görünüyordu. "Söylesene Sean, biranın ağzına değil de elbiseme
geldiğini fark etmemenin nedeni Angelica'ydı, değil mi?" diye çıkıştı elbisesini düzeltmeye çalışırken. Annesine nasıl açıklayacaktı
acaba bunu? "Sana söyledim! Özür dilerim, tamam mı?" diye bağırdı Sean en sonunda. Christine küçük bir kızmışcasına alt dudağını sarkıttı ve kollarını birbirine dolayıp arkasına yaslandı. Partiden ayrılan diğerlerini izliyordu. Mutlu olanları... Sean bir kaç dakika öylece durdu ve sonra gazı körükleyerek sarhoş bir sürücünün ulaşmaması gereken bir hızla arabayı sürmeye devam etti.
Mayıs, 2011
Pazar 02.20
Christine'nin evine sadece iki sokak kalmıştı. Sean kapanan gözlerini zorlukla açıyordu. Christine bir şey dememeye çalışmasına rağmen en
sonunda dayanamayarak sordu. "İstersen ben sürebilirim?" Sean cevap vermedi bile. Gözünü açık tutabildiğince açık tutmaya çalışıyordu, ki bu zaten yeterince zordu. Aniden karşı şeritten geçen bir araba kontrolünü kaybedip yolda daireler çizmeye başladı. Christine daha ne olduğunu anlamadan Sean direksiyonu kırdı. Ama artık çok geçti.
Güm!
Mayıs, 2011
Pazar 02.28
Zorlukla açtı gözlerini. Kafasındaki büyük bir acıydı onu tatlı uykusundan uyandıran ve bakırımsı bir koku. Kan kokusu... Aniden
hatırladı her şeyi ve doğrulmaya çalıştı. Başarmıştı neyse ki. Göreceği manzarayı az çok biliyor olmasına rağmen büyük bir korkuyla yan tarafına baktı. Sean'ın olduğu tarafa. Araba Sean'ın olduğu taraftan çarpmıştı, yani büyük hasarı o taraf almıştı. Ama o da
ne?! Sean'ın gözleri açıktı ve Christine, doğruca onun gözlerine bakıyordu. Christine hıçkırıklarını engellemeye çalıştıysa da
başaramadı. "Ah, Sean... Ben- Ben böyle olsun istememiştim."
Sean gülümsedi. Konuşacak hâlde değildi. Christine onu kıpırdatmaması gerektiğini biliyordu ama elleriyle, Sean'ın kana bulanmış saçlarına
dokunmadan edemedi. "Seni seviyorum Sean." dedi fısıldayarak. Sean'ın onu duyduğunu biliyordu. Christine de Sean'ın pek zamanının kalmadığını biliyordu. Bir kez daha hıçkırıklara boğuldu. Sean hiçbir şey yapamadan onu izliyordu. Uzaktan, çok uzaktan ambulans sesini duydular. Sean gülümsedi ve son bir kez daha baktı Christine'e. Christine vedalaşma vaktinin geldiğini bilerek ona uzun soluklu bir öpücükle veda etti. Dudakları ayrıldığında Sean'ın gözleri boşluğa bakıyordu. Christine yavaşca kapadı onun gözlerini, titrek parmaklarıyla. O da yorgunluğuna direnemeden kapattı gözlerini. Uykuya dalması ne kadar iyiydi bilmiyordu ama şu an istediği tek şey, uyanıp bunların bir rüya olduğunu görmekti. Bu gerçek olamazdı. Birazdan kalkıp, Sean'ı telefondan arayacaktı ve rüyasını anlatacaktı ona. Ambulansın sesi gitgide
yaklaşıyordu.
Dadidadidadi...- RP Out:
- Tamam, biliyorum; saçma. Ama şu an elimde hazır bulunan tek Role Play'im bu.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz