- Raymond LawranceSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 6
Kayıt Tarihi : 02/06/12
Yaş : 33
Raymond.
C.tesi Haz. 02, 2012 8:55 pm
*Selfier.
*Müzik ve dans onun için her şey demektir. Her fırsatta eline gitarını alıp bir şeyler çalmaya bayılır. Gücünü gitarından aldığına dair bir düşüncesi de vardır. Hayatta her şeyin bir nedeni, amacı olduğunu düşünür ve kendisinin de yaşama amacının ne olduğunu çözmeye çalışır. Raymond, şen şakrak bir genç gibi görünse de kimselere göstermediği bir yüzü daha vardır. Kendisine bile itiraf etmekte zorladığı bu yüzü ortaya çıktığında gözü kimseyi görmez ve tanınmaz bir kişiliğe bürünür.
*V.
*Müzik ve dans onun için her şey demektir. Her fırsatta eline gitarını alıp bir şeyler çalmaya bayılır. Gücünü gitarından aldığına dair bir düşüncesi de vardır. Hayatta her şeyin bir nedeni, amacı olduğunu düşünür ve kendisinin de yaşama amacının ne olduğunu çözmeye çalışır. Raymond, şen şakrak bir genç gibi görünse de kimselere göstermediği bir yüzü daha vardır. Kendisine bile itiraf etmekte zorladığı bu yüzü ortaya çıktığında gözü kimseyi görmez ve tanınmaz bir kişiliğe bürünür.
*V.
- Spoiler:
- Gecenin karanlığı Hogwarts'ı etkisi altına alırken, ona karşı duran Ay, Güneş'in yardımı ile karanlığa bir nebze olsun giderebilmek için tüm yansıtıcı özelliğini kullanıyordu. Fakat bu özellik karanlığın ilerlemesine engel olamıyor, sadece belli yerlerin aydınlanmasını sağlıyordu. Bu gece havada boğucu bir huzursuzluk ve ölümün kokusu kol geziyordu. Canlılar bir bir yuvalarına saklanırken, bilinmeyen bir canlı ise dışarıda geziyordu. Bu gece yüzleşmeler gerçekleşecek ve her şey su üstüne çıkarak sırlar ortadan kalkacaktı.
Şiddetli bir rüzgâr uğultusu pencerenin aralıklı yerinden Gryffindor yatakhanesine girerek karşısına çıkan ilk bedene çarpara odada dağıldı. Esintinin etkisiyle saçları havalanan genç büyücü gözlerini kapatıp açtıktan sonra içinde oluşan huzursuzlukla pencerenin yanına gitti ve dışarıdaki kasvetli, hırçın havayı izlemeye başladı. Gözleri arazide dolaşırken birden var olan bedeni şaşkınlıkla izlemeye başladı. O, karanlıkta kamufle olmasına rağmen koyuluğu karanlığı boğuyor ve onun göze çarpmasına neden oluyordu. Tristan mavi gözbebekleriyle dışarıda duran koyu renkli bedene dikkatli bir şekilde bakmaya başladığı sırada beden yavaş bir şekilde hareket etti ve Tristan'ın daha iyi görebileceği yere doğru ilerlemesiyle Ay ışığı o bedenin üzerinde yoğunlaştı. Üzerinde garip şekiller işlenmiş bir siyah cübbe bulunuyor, ellerinde eldiven ve yüz kısmının karanlıkta kalması için kapşonu bulunuyordu. Tristan bu bedeni bu kadar uzaklıktan nasıl görebildiğine anlam veremiyor, gözleri hiç olmadığı kadar net görüyor ve karanlık içinde renkleri ayırt edebiliyordu. Arazide bulunan beden ay ışığı altında ellerini havaya kaldırarak Tristan'ın gelmesi için parmaklarını kendine doğru çekerek gelmesini istedi. Tristan o anda içinde oluşan merak duygusuyla odayı kontrol etmek için gözlerini pencereden iki saniyeliğine ayırdı ve tekrardan pencereden dışarı bakmak için başını çevirdi; ancak az önce gördüğü beden ortalarda yoktu. Biraz önce gördüğü bir halüsinasyon olabilir miydi? Vücudunda merak duygusu giderek artıyor ve oraya gitme arzusu oluşuyordu. Bulunduğu yerden ayrılarak dolabını açtı ve içinden geceye uygun siyah renkli bir ceket seçerek asasını yanına aldığı gibi yatakhaneden ayrıldı. Ortak salona geçtiğinde kimsenin olmayışı bir şanstı. Kendisini kimse görmeyecek ve rahatlıkla merakını giderip geri gelebilecekti. Ortak salondan ayrılmasıyla birlikte merak duygusunun ona nelere mâl olabileceğini bilmeden karanlığa karıştı.
Hogwarts'ın değişen merdivenlerinden hızla aşağı iniyor ve kimseye yakalanmamak için çok dikkat ediyordu. Tablolarda bulunan kişiler Tristan'ın arkasından konuşuyor fakat onlara aldırmayan beden yoluna devam ediyordu. Birden bir ses duyduğunu işitti ve önüne çıkan ilk kapının arkasına geçerek beklemeye başladı. İki Profesör odalarına doğru çıkarken kendi aralarında konuşarak Tristan'ın yanından geçip gittiler. Rahat bir nefes alan beden gizlendiği yerden hızla çıkarak yoluna devam etti.
Zemin kata indiğinde kapının kilitli olduğunu anladı ve büyü yapmak için asasını kaldırdığı sırada bir ayak sesi duymasıyla sağ taraftaki heykelin arkasına saklandı. Yaklaşan kişi Hogwarts'ın grevlisi idi ve işini yapmak için gerekli malzemeleri almaya gelmişti. O sırada Tristan ın istediği bir şey oldu ve görevi kapıyı açarak dışarı çıktı ve kapıyı açık bıraktı. Tristan heykelin arkasından çıkmasıyla eşya dolabından bir ses geldi ve tekrardan saklandığı yere geçmek zorunda kaldı. Görevi anında içeri girerek sesin geldiği yöne ilerlemesiyle açık kalan kapıdan sessizce çıkmayı başaran Tristan avluya geçerek rüzgârın esintisini tüm bedeninde hissetti. Yaprakların hışırtıları Trista'a sesleniyor, gece kuşları da yapraklara eşlik ediyordu. Ceketinin kapşonu ile başını örtmesiyle araziye gitmek için hızlı adımlar atmaya ve merak duygusunun şiddetlendiğini hissetti. Gözleri karanlıkla bir uyum içersinde olması çevresini rahatlıkla gözlenmesini sağlıyordu. Gördüğü kadarıyla bu saatte dışarı olan büyücü sadece kendisiydi.
İstediği yere kısa bir süre de ulaşan beden, gördüğü siluetin durduğu yerde bekledi ve etrafını izlemeye başladı. Gözleriyle çevresini incelerken gördüğü silueti ormanın içinde seçti ve hızla o yöne doğru koşmaya başladı. Üzerine bastığı toprak giderek yumuşaklığını kaybediyor ve yerini ağaçların sağlam kökleri alıyordu. Gövdeleri derinliklere gidildikçe genişliyor, boyları devasa uzunluğa ulaşıyor, dallarda bulunan yapraklar ortalığın daha da kararmasına neden oluyor ve sis bulutunun çevreyi sararak etkisine altına alıyordu. Ciğerleri çektiği oksijenin kokusu değişmiş, yosun kokusu ve çürümüş bir hayvanın leş kokusu alıyordu. Birden koşmayı bırakan beden hızlı soluklarla karşısında duran siluete bakıyor ve km olduğunu anlamaya çalışıyordu. Siluetin bulunduğu bölüm ormanın en açık bölgesiydi ve ay ışığı oraya ulaşarak ortamı gündüze çeviriyordu. Tristan yavaş adımlarla bekleyen siluete yaklaştı ve onun sırtına bakamaya başladı. Karşısındaki bede kimdi böyle? Neden Tristan ı çağırmıştı? Birazda her şey netliğe kavuşacaktı.
"Kimsin sen?" diyerek bir soru yöneltmesiyle asasını havaya kaldırdı ve savunma pozisyonu ile yaklaşmaya başladı. Tristan'ın sorusu üzerine başında duran kapşonu geriye attı ve altın sarısı saçları ortaya çıktı. Bedenini yavaş bir şekilde çevirerek yüzünü Tristan'a gösterdi. Gözleri fal taşı gibi açılan genç büyücü kısa süreli bir şokun ardından kendisine geldi ve karşısındakinin kendisine ne kadar çok benzediğini gördü. Yüz hatları, ten rengi, saçlarının rengi aynıydı. Sadece gözleri kendisi gibi mavi değil, ışıksız bir odanın karanlığı kadar koyuydu. Ne yapacağını bilemeyen Tristan sadece bakmakla yetiniyordu. Karşısındaki benzeri bir büyücü müydü, yoksa bir yaratık mıydı? Karşısındaki siluet yavaş bir adım atarak Tristan'a yaklaşmaya başladığı sırada gen büyücü de geri adım atmaya başladı. O ada karalık beden olduğu yerde durdu ve iki elini kaldırarak sağa sola sallamasıyla bir şeyler imâ etmeye çalıştı.
"Hayır, hayır gitme!"
Karalık bedenden çıkan o pürüzsüz ses karşısında yeniden merakına yenik düşerek olduğu yerde durdu. Gözlerini kısarak karşısındakini incelemeye başladı ve tanıdık olabileceğini düşündü.
"Tristann"
"Adımı nerden biliyorsun?"
İsmini duymasıyla ani bir tepki ile soru yöneltmişti. Karşısındaki kişi Tristan'ı tanıyor olmalıydı. Peki ama, genç büyücü neden karşısındakini tanımıyordu? Hafızasını kaybetmesinin üzerinden epey bir zaman geçmişti ve hatırlayamadığı bir şey kalmadığını zannediyordu. Eskiye dair ne varsa hepsini hatırlamıştı. Karşısındaki beden yeniden yaklaşmaya başladı ve Tristan savunma pozisyonundan hücuma geçerek asasını hareket ettirmesiyle benzeri ona bir şeyler söyledi:
"Hayır, lütfen, sana zarar vermeyeceğim, indir asanı."
"Sana nasıl güvenebilirim ki? Kim olduğunu bile bilmiyorum."
"Ben Jared... Jared der Ivanëxt."
Şaşkınlık duygusu tüm bedenini sardı ve elleri titremesiyle birlikte asasını bilinçsizce indirerek, fal taşı gibi açılmış gözlerle karşısında duran kişiye baktı ve hızlı hızlı nefes almaya başladı.
"Sen, sen, sen... Benim ba-ba-babam mısın?"
Gizlilikler su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Tristan'ın karşısındaki kişi babasıydı. Onca zamanın ardından ortaya çıkmış ve Tristan'ın karşısına geçmişti. Hiç görmediği babasını sonunda görmüş ve ona beslediği kin duygusu zirveye ulaşmıştı. Çünkü o vampir annesinin ölümüne sebep olmuştu.
"Evet oğlum evet, ben senin babanım!"
"Hayır, sus, benim senin gibi bir babam yok, olamazda!"
"Böyle söyleme, sana her şeyi anlatacağım, beni dinle lütfen!"
"Hayır, hayır, HAYIR!!! Expalliarmus!"
Asasından çıkan ışık demeti hızla vampire doğru ilerledi ancak hedef hızla büyüden kaçmayı başardı ve beyaz ışık bir ağaca çarparak etkisini kaybetti. Gözleriyle etrafı incelemeye başladı ve gördüğü bedene anında büyüleri yolladı ancak hiçbirini isabet ettiremedi. Birden bir rüzgârın yanından geçtiğini hissetti ve elindeki asanın yok olduğunu gördü.
"Seni canavar hemen buraya dön ve asamı geri ver!"
"Beni dinleyeceğine söz ver."
"Seni neden dinleyeyim ki, sen annemin ölmesine neden oldun, pis varlık, onu neden kurtarmadın, neden bir şey yapmadın?"
Sesi gidere bir fısıltı halini alıyor ve göz pınarları dolarak gözlerinde damlalar yanaklarına süzülüyordu. Vampir yeniden ortaya çıkarak Tristan'ın tam önünde durmasıyla birlikte daha önce hissetmediği bir güç ile vampirin karnına yumruk geçirmesiyle geri sendelenen beden yeniden Tristan'a yaklaşarak elleriyle genç büyücünün kollarından sıkıca tuttu.
"Bakıyorum da gücün oldukça iyi ama daha iyisini de yapabilirsin. Seni doğduğundan beri izliyorum oğlum."
"Bana oğlum deme ve beni rahat bırak!"
"Sadece beni dinlemeni istiyorum oğ-"
Tristan başını aşağı yuları sallamasıyla birlikte vampir onu serbest bıraktı. Genç büyücü ondan uzaklaşarak aralarındaki mesafeyi korumaya başladı ve vampirin bir adım atmasıyla Tristan da geriye bir adım atıyordu.
"Peki tamam, istediğin gibi olsun, sadece beni dinle."
"Ne istiyorsun benden, bunca sene neden yoktun ve şimdi birden karşıma çıkıyorsun, neden?"
"Seni kazanmak istiyorum oğlum, dediğim gibi seni doğduğundan beri takip ediyorum, karşına çıkma cesareti topluyordum. Tam karşına çıkacağım zaman ortalardan kayboldun ve döndüğünde eskisi gibi olmadığını gördüm. Aslında hala eskisi gibisin ama özel bir büyü ile korunuyorsun. Hafızanı neden yitirdin biliyor musun?"
"Hayır bilmiyorum, sen nerden biliyorsun?"
"Seni çok dikkatli izliyordum. Ortadan kaybolmanla birlikte bazı araştırmalar yaptım. Öğrendiklerime göre bunu sadece kendi iradesiyle olabileceğini ve sevginin yardım edebileceğini söylediler. Neden olduğun gibi olmaktan vazgeçtin?"
"Neden mi? Bana bunu bu soruyorsun? Neden acaba bir düşün; doğduğum anda annemi kaybettim ve babam olacak adamı hiç tanımadım, bana her şeyi teyzem öğretti. Öncelikle sevmeyi ve mutlu olmayı öğretti. Sevdiklerine değer vermeyi ve onları ne pahasına olursa olsun korumayı öğrendim. Benimde hayatımda değer verdiklerim var ve ben onları korumaktan çok zarar veriyordum, ben böyle olmak istemiyordum. Şimdi anlıyor musun beni? Sen sevgi nedir biliyor musun?"
Sesindeki şiddetlilik artarak bir haykırışa dönüştü. Babasına beslediği kin artık kontrolden çıkmış ve sadece onu öldürünce geçeceğini biliyordu. Ortamı kısa bir süreliğine sessizlik kapladı ve soğuk rüzgâr tüm çevreyi etkisi altına aldı. Burada baba ve oğlun yüzleşmesi gerçekleşiyor ve baba oğlunu kazanmaya çalışsa da başarılı olamıyordu.
"Bana sevgiyi mi soruyorsun? Ben hayatımda hiç sevmediğim kadar anneni sevdim, o da beni sevdi şükürler olsun. Ama ters giden bir şey oldu, annenin karnı şişmeye başladı ve ben ne olduğunu anlayamadım. Onu çıkarmak için çabalasam dahi buna izin vermedi ve yanından gitmemi istedi. Beni istemediğini söylediği ve bende koşulsuzca yanından uzaklaştım. Günler geçtikçe anneni uzaktan izlemeye başladım. Hayır bekle sözümü bitireyim... Karnı giderek büyüdü ve teyzen ona yardım etmeye başladı. Anneni de kendim gibi yapmaya çalışacaktım ama korkum içindeki şeyin daha kötü olacağını zannettim. Bende bekledim, bebeğin yani senin çıkmanı bekledim. Sen dünyaya geldikten sonra teyze seni oradan uzaklaştırdı ve bende ardından eve geldim ama çok geç kalmıştım. Annen son nefesini veriyordu ve bana sadece şunları söyledi: "Oğlumu koru" ve ardından kalbi durdu. Onu zehrimle ölümsüz yapmaya çalıştıysam bile işe yaramadı. İçimde hissetmediğim bir boşluk oluştu ve cansız kalbim sızlamaya başladı. Annenle çok mutluyduk. Ona karşı duyduğum sevgiyi kimseye karşı hissetmedim."
"Ne yani, sen annemi yüzüstü bırakıp gitmedin mi? Onu olduğu gibi bırakmadın mı?"
Tristan bir ikilem arasında kalmıştı. Karşısındaki vampirin söylediklerine karşılık zihni kiye ayrılmıştı. Biri onu "affet" diğeri ise "affetme" diyordu. Bu ikilem karşısında ne yapacağını bilemiyordu. Babasını affetmeli miydi yoksa affetmemeli miydi?
"Hayır tabiî ki de bunu nasıl yapabileceğimi düşündün? Annen benden bir şey istedi ve bende bunu sonsuza kadar yapacağım. Sen bir yarı-vampirsin oğlum, her ne kadar inkâr etsen de öylesin ama çok güçlü bir büyü ile bundan uzakta durabiliyorsun, ne susuyor ve de kontrolünü kaybediyordun, sanırım bu sevginin gücü... Senden şunu istiyorum, beni hayatına kabul et ve senin yanında olayım lütfen!"
"Be-ben ne diyeceğimi bilmiyorum, aklım çok karışık, şu ana kadar sen öldürmek için can atıyordum ama şimdi sevgiye aç yanım seni yanımda olmanı istiyor. Bunca zaman sensiz geçirdim ve bundan sonra da böyle yapabilir miyim bilmiyorum, neden çıktın karşıma? Bana kötülük yapmak için mi?"
"Hayır oğlum hayır, yenden bir ailem olmasını ve annenin son arzusunu yerine getirmek istiyorum. Ben her zaman senin yanındaydım ama sen bunun farkında varmadın. Bir hayalet gibiydim senin için."
"Neden öyle kalmadın? Seni görmeyi çok istiyordum ama bu şekilde değil, seni öldürmek içindi bu istek, şimdi, şimdi ne yapacağımı bilmiyorum... Bana asamı geri ver."
"Peki tamam, asanı geri veriyorum, fakat ne olur dediklerimi düşün, seni her gece burada bekleyeceğim, konuşmak istediğinde burada olacağım."
Tristan asasını almasıyla birlikte babasının gözlerinin içine baktı ve ardından elini havaya kaldırarak o yeşil ışığı yaratan büyüyü düşündü ve asasını yavaş bir şekilde hareket ettirse bile sihirli sözcükleri sesli bir şekilde dile getiremeyerek hızla arkasını dönmesiyle koşmaya başladı.
"Unutma Tristan, seni burada bekleyeceğim."
Ses giderek azaldı ve sessizlik daha da arttı. Ortamda sadece Tristan'ın ayak seksleri vardı. Hızla ormandan çıktı ve yatakhanesine gitmek için olabildiğice hızla koştu.
Bu gece gizli kalan her şey su üstüne çıktı ve bilinmeyenlere çözüm üretildi. Tristan'ın aklı hiç olmadığı kadar karıştı ve ne yapacağına henüz karar verememişti. Ama açlık hissi onu babasına yaklaştırıyor ve onu istiyordu. Dediklerini tüm ayrıntısıyla düşünecekti ve belki de onu affedecekti. Şimdilik kesin bir karar yoktu ve her an her şey olabilirdi. Belki onun hayatına son vermek için son kez yanına gidecekti.***
Günler birbirini kovalıyor, zaman hızla ilerlediği sırada Hogwarts'ın kuytu köşelerinde tek başına duran genç büyücü, bir hafta önceki günde yaşadığı anıyı düşünerek belli bir sonuca ulaşmak istiyordu. O geceden sonra ormanın yakınında dahi gelmemiş ve yaşantısında fark edilir bir hal almıştı. Gününü sevinçle ve mutlulukla geçirdiği zamanlar geride kalmış, şimdilerde ise yalnız başına zaman geçiren, isteksiz ve arkadaşlarını ihmal eden biri olmuştu. Zihninde hey aynı düşünce dolanıyor, işin içinden çıkamayınca deliye dönüyordu. Neden bunca zaman sonra? zihninde yankılanan bu sorunun cevabını bir türlü bulamıyor ve yürüttüğü ihtimal tezlerini de iki saniye sonra çürütüyordu.
Güneş yine dağların arkasına saklanarak ışığını söndürüyor yerini gece lambasına bırakıyordu. Tristan oturduğu kayanın üzerinden gölün rahatlatıcı sesini dinliyor ve geniş ufka dalarak düşüncelerle boğuşuyordu. Güneşin saklanmasıyla rüzgâr serbest kalmış ve serinletici havasıyla hızla ilerliyordu. Gözlerini gölün kıyıya vuran dalgalarından çekerek yaşlı ve bir o kadar haşmetli olan ağaca odaklanarak dalındaki bir sığırcık kuşunu izlemeye başladı. Gün boyu topladığı yiyecekleri yuvasındaki yavrularına getirerek onların beslenmesini sağlıyor, bir başka kuşta yuvanın etrafında dolaşarak gelebilecek tehlikelerden koruyordu. Genç büyücü o anda annesi ve baba diyemediği adamı hatırladı. Birlikte olsak ne kadar mutlu olurduk düşüncesiyle yüzünde istemsizce bir gülümseme oluştu. Fakat bu uzun sürmedi çünkü öyle bir olay gerçekleşemezdi. Bu düşünce ile yerinden hızla kalktı ve ayakları yumuşak toprağın üzerindeki çimlere bastı. Ağır adımlarla yürümeye başlayan Tristan, nereye gittiğini bilmeden ayaklarının götürdüğü yere doğru ilerliyordu. Yürüdükçe rahatlıyor, rahatladıkça kötü düşüncelerden arınıyordu. Hafızasını tekrar kazandığından beri eski düşüncelerini ve anılarını irdeleyerek geçmişinde nasıl biri olduğu hakkında yorumlar yapıyordu. Artık eskisi gibi düşünmüyor ve olaylara farklı açılardan bakarak yaklaşıyordu. O adam, Tristan’ın hafızasını kaybetmeden öneki halindeyken karşısına çıksaydı, genç büyücü onu anında öldürme teşebbüsünde bulunurdu. Şimdi ise durum çok farklıydı ve olaya daha dikkatle yaklaşıyordu. Babasını gördüğü anda kalbinin bir köşesinde derinden gelen bir sızlama hissetmişti. Bilmediği bir yanı onu etkisi altına alarak babasını dinlemesini sağlamıştı. Belki de bu baba hasretiydi. Tristan bunca zaman onsuz yaşamıştı ve şimdide onsuz yaşamalıydı. Fakat bunu yapabilecek bir güç hissetmiyor, aksine onun kendi yanında olmasını istiyordu.
Düşüncelerle ilerlediği yolda birden hiç ummadığı bir yerde buldu kendini. Burası o gece onu gördüğü yerdi. Yine karanlık basmış ve etrafta kimseler kalmamıştı. Dejavu mu yaşıyordu yoksa? Tristan ikilem arasında kalarak başını bir yasak ormana bir Hogwarts’a çevirerek karar vermeye çalışıyordu. Bu git gel içersinde sonunda bir sonuca vardı ve ilerlemeye başladı. Yumuşak toprak yavaşça sertleşiyor ve yerini ağaçların dışa vurmuş kökleri belirginleşiyordu. Ortam zifiri karanlık olana kadar dümdüz gittiği yolda bir an bekleyerek bulunduğu çevreyi dinledi ve ardından lumos büyüsü yaparak bir ışık demeti ile yoluna devam etti. Yolda ilerlerken dörtnala koşan bir atın ayak seslerini duydu ve bir ağacın arkasına sinerek gizlenemeye çalıştı. Burada olduğunu kimse bilmemeliydi. Hızlıca ışık demetini söndürdü ve çevreyi dikkatle izlemeye koyuldu. Birkaç metre ilersinden geçen atadam Trsitan’ı görmemiş ve sanki bir yere geç kalmış gibi aceleyle koşuyordu. Atadamın gitmesiyle birlikte yoluna devam etti ve tedbirli bir şekilde ilerledi. Bu gece ormanda bilmediği bir hareketlilik vardı. Uzaktan gelen canlıların sesleri hızla çoğalıyor ve birden kesiliyordu. Bu akşam bir şeyler oluyor fakat Tristan bunun ne olabileceğini düşünse de kesin bir yargıya varamıyordu. Ormandaki yürüyüşün artık sonunda gelmiş ve o geceki gibi ormanın açık olan noktasına gelmişti. Etrafına göz attıktan sonra belirsiz bir siluetin yaşlı ve kalın gövdeli ağaca yaslandığını gördüğünde aradığı kişi olabileceğini düşündü. Yavaş adımlarla açıklık alana ilerleyerek kendini göstermesiyle harekete geçen siluet hızla Tristan’ın yanına yaklaşarak konuşmaya başladı.
“Geleceğini biliyordum oğlum.”
“Neden, neden karşıma çıktın, hayatımı alt üst ettin, NEDEN?”
Sesindeki hırçın ve şiddet kokan bir edayla seslenmesi karşısındakini cevap veremez duruma getirmişti. Tristan hala onu istemiyor ama hayatının bir parçası olarak kalmasını da istiyordu. Yoksa babasına karşı bir sevgi mi beslemeye başlamıştı? Çevresindeki ağaçlar zifiri karanlığa hapsolmuş ve kuru nem kokusu ile karışmış yosun kokusu Tristan’ın ciğerlerine dalmasıyla birlikte kısa bir süre sonra dışarı çıkıyordu. Karşısındaki adam sessiz ve bir o kadar koyu olan gözleriyle Tristan’a bakıyor, ne söyleyebileceğini düşünüyor gibiydi. Bu sessizlik ormanın bir köşesinden yeniden ses yükselerek dalgalandı ve başka seslerde onu takip etti. Tristan çevresine bakınsa da babası genç büyücüye odaklanmış bir şekilde bekliyor, başka bir şeyle ilgilenmiyordu. Bu uzun bekleyişin ardından pürüzsüz ses alçak bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
“Oğlum, her şey senin iyiliğin içindi, daha önce karşında çıkmak istedim ama yapamadım, fakat şimdi karşına çıkmalıydım, seni tehlikelerden korumalıyım, bu annene verdiğim bir söz.”
“Ben kendimi sensiz de koruyabilirim, bunca zaman nasıl korunduysam şimdi de bunu sensiz yapabilirim.”
“Bilmediğin olaylar var, her şey birbirine giriyor, savaş başlamak üzere.”
“Ne savaşı?”
“Karanlık sempatizanları harekete geçti. Ormanın neden bu kadar hareketli olduğunu zannediyorsun? Biliyorum, kendini koruyabilirsin ama bırak sözümü tutmam için bana bir şans ver.”
Tristan ne diyeceğini bilemiyor ve sanki felç geçirmiş gibi hiçbir kasını hissetmiyordu. Söyledikleri mantıklı geliyor, ormanın bu denli hareketli olmasının anlaşılır bir sebebi olabilirdi. Bulundukları ortam yeniden sessizliğe bürünmüş, sıcaklık hissedilir derecede düşmüş ve karbondioksitin dışarı çıktığı sırada buharlar oluşuyordu. Ormanın açıklık olan bölgesini karanlık hızla etkisi altına alıyor, aydınlığı kovalıyordu. Gökyüzünde de bir savaş mı başlamıştı? Kara yağmur bulutları rüzgârın etkisiyle hızla yayılıyor, aydınlık kalan her yeri dolduruyorlardı. Yağmur damlaları bir bir yeryüzüne iniyor, toprak susuzluğunu gideriyordu. Tristan ve babası kısa bir süre sonra yağmura maruz kalarak sırılsıklam olmuşlardı. Gökyüzünde şimşek çaktığı anda genç büyücünün gözleri kamaştı ve daha önce duymadığı bir baynın sesini zihninde yankılandığını işitti.
“Tristan, oğlum babanı affet, onun senin yanında olmasına izin ver.”
“ANNEE!!!”
Haykırarak söylediği anne kelimesinin ardından gözleri karanlığa alıştı ve babasının hala karşısında olduğunu gördü. Peki biraz önce yaşadığı şey de neyin nesiydi? Gaipten sesler mi duyuyordu? Duyduğu ses Tristan’ı oldukça etkilemiş, zihnindeki kötü düşüncelerden arınarak duyduğu sese kulak verdi ve babasını affetmeye başladı.
“Bana annemi anlat!”
“Annen, dünyanın en iyi kadını ve sevgi dolu bir yüreğe sahipti. Bu sevgisini benim gibi bir yaratıkla paylaştığı için çok şanslıyı. Annen de senin gibi sarı saçlı ve mavi gözlüydü. Yüzüyle orantılı ufacık bir burna sahipti, saçları dümdüzdü. Sanki bir Elf prensesiydi. Onun ufacık yüreğine neleri saklamıştı. Kendimi ona karşı çok farklı hissediyordum. Sevgisi beni ona çekiyordu. Cesaretimi topladığım ilk gün karşısına çıktım ve beni kendisine yakışır bir davranışla karşılayarak selamladı. Yüzünde gülmesiyle gamzeler oluşuyor ve ses tonu cansız kalbimi harekete geçiriyordu. İlk günün ardından her gün güneşin batmasıyla karşısına çıkıyor ve birlikte hoş sohbetler ederek vakit geçiriyorduk. Bir gün kendimin bir vampir olduğunu söylemeye karar verdim ve onunla bu konuyu konuştum. Korktuğum gibi olmadı ve bu aramızdaki ilişkiyi zedelemedi, aksine daha da güçlenmesini sağladı. Günler geçtikçe birbirimize daha da yaklaştık ve ben onun yanında yırtıcı bir hayvan olduğumu unutuyordum. Sonunda onunla evlendim ve mutlu bir aile tablosu oluşturduk. Bu mutluluğun meyvesi olarak sen dünyaya geldin, oğlum annen eşi benzeri olmayan biriydi. İyi ki onu tanımışım, görüyorum ki bazı özelliklerini ondan almışsın.”
“Annemi çok özlüyorum baba!”
Ne Tristan baba mı demişti? Vampirin anlatıları karşısında yelkenleri suya indirdi ve babasını sevmeye baladı. Jared yavaşça kollarını açtı ve oğluna ilk kez sarılarak “Ben de çok özlüyorum oğlum!” dedi ve Tristan o anda babasından kurtularak asasını eline aldığında “Expalliarmus!” diyerek beyaz bir ışık demeti hedefine hızla çarparak onu etkisiz hale getirdi. Tristan ne yapmıştı böyle? Kime bu büyüyü yollamıştı?...
- Viviana AltieriSt. Mungo Şifacısı
- Mesaj Sayısı : 84
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Raymond.
C.tesi Haz. 02, 2012 8:58 pm
:>
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz