leviathan rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
Claudia van Bussen
Claudia van Bussen
Yönetici, Melez
Yönetici, Melez
Mesaj Sayısı : 126
Kayıt Tarihi : 08/04/12

Carnaby Sokağı'nda Empty Carnaby Sokağı'nda

Çarş. Haz. 13, 2012 3:25 pm
“Amca, bunu yapmak istemediğimi biliyorsun.”
Orta boylarda iki melez, kimsenin onları tanımadığı kalabalığın arasında fark edilmeden ilerliyordu. Güneşin parıldattığı altın sarısı saçlarını omuzlarından aşağı salmış genç kız çehresini işgal eden bariz hoşnutsuzluğunu gizlemeye gerek duymadan söyleniyordu her şeyi yönetmeye alışık amcasına. Arada kalmışlıklarıyla dışlandıkları uzun yılların ardından yavaş yavaş kendini büyü dünyasına kabul ettirmeye çalışan bir grup melezin iyi niyetli tüm görüşme taleplerini görmezden gelen büyü bakanlığı, yine bu dışlanmışlık ve farklılık duygusunu hırsa çevirip, damarlarında büyülü kan dolaşan her bireyi yok etmeye ant içen örgüt De Vries tarafından tehdit ediliyordu bir süreden beri. Asilerin başkaldırıları, olaylara karışmamış hatta yorum bile yapmamış sayısız masumun hayatını emmişti, direnen iki okulu da ortadan kaldırmıştı ne kadar güçlü olduğu hâlâ tahmin edilemeyen melezler. Onları yerlerinden etmiş, saklanmaya mecbur etmişlerdi. Bu kargaşanın en çok darbe gören kesimi ise, şüphesiz ki tüm büyücü ve melezlerin kardeşlik ve ortaklık içinde yaşamalarını savunan suçsuz melezler olmuştu. Uzun yıllardır geride kalmanın verdiği ezikliği şimdi çok, çok daha derinden hissediyorlardı bir büyücüye melez olduklarını her söylediklerinde. Cümleye dökülmemiş kim bilir kaç sözcük okumuşlardı asa kullanabilen, asa kullandıkları için kendilerini herkesten üstün gören bu insanların gözlerinde? Zamanla eski sessizliklerine geri dönmüşlerdi iyi niyetlerinin asla fark edilmediği melezler. Kendi köylerini kurmuş, kendi yaşamlarını kendi içlerinde sürdürmeye başlamışlardı. Tabii örgüt onların yakasında olmadığı sürece… De Vries, zaten hepsi birbirinden güçlü müritlerine mürit katabilmek için yeteneklerini kötüye kullanmak istemeyen birçok insanı tehdit ediyor, çağrıları cevapsız kaldığında ise tehditlerini yerine getiriyordu. Pek değerli gördükleri melez kanını akıtmaktan çekinmemelerinin yarattığı çelişkiyi, yine tehditlerle susturuyordu. De Vries, büyü dünyasında elde edemediği iktidarı melezler üzerinde çoktan kurmuştu.

Bu yüzden kimi köyler teslim olmuş, kimi köyler casusluk yapmış, kimi köylerse De Vries’e bulaşmayı katiyen reddetmişti. Direnmeyi doğru bulan azınlık sayıdaki bu köyler, yeni yetişen gençlerin yeteneklerini bir an önce keşfetmeleri ve mümkün olduğunca geliştirmelerinde onlara yardımcı olmaya başladılar. Yaşadıkları “Regnum Köyü” bu işte başı çekiyor durumdaydı. Köyün yöneticisi, Claudia’nın amcası Arthur van Bussen, kendilerinin yaşam ve özgürlük kıstaslarını düşürmek zorunda bırakan bu örgüte karşı direnmeyi, hatta yeri gelirse savaşmayı görev bilmiş; köylerinde yaşayan her canlıya da bu nefreti aşılamayı başarmıştı.

İşte bugün, öğle saatinden biraz sonraya denk gelen vakitte, birkaç saat sonra nazlı nazlı süzülerek dünyanın başka yerlerinde ortaya çıkmak üzere batacak güneşin altında yürüyorlardı. Birlikte yürüdükleri yabancı yüzlerce Mugglea bakarken, onların mı yoksa kendilerinin mi daha şanslı olduğunu sorguluyordu Claudia. Birçoğu kötülüğe hizmet eden çok çeşitli yeteneklere sahip olmak, bir zamanlar sahip oldukları huzurdan vazgeçmeye değer miydi gerçekten? Peki değmiş miydi? Tek savaşları hayatın kendisine karşı olabilecekken hayatla beraber boğazlarına sarılan De Vries, genç kıza göre umutsuzca bir çabanın içindeki kalpsiz melezler; yeryüzündeki tüm melezleri kendileri gibi yapana ve sihirli dünyada gerçek birer söz sahibi olana kadar vazgeçmeyecekti. Bunu her fırsatta aldığı canlarla defalarca beyinlerine kazıyordu örgüt. Yürüdükleri caddede bir bankanın önünde duran amcasını fark etmedi bile kız. Durmasını sağlamak da amcasına düştü, tıpkı köydeki yaşamın devamlılığını sağlama görevinin ona düşmesi gibi. Elini yeğeninin omzuna koydu yılların tecrübesinin yüzündeki kırışıklıklardan okunduğu Arthur. Bir süredir yaşlı kategorisinde sayılmasına rağmen güçlü vücudu ve her zerresine sahip olduğu yeteneğiyle Claudia’nın gözlerinin içine baktı. “Test etmek zorundayız.” Anladığını belli edercesine başını öne eğdi sarışın kız. Yirmi altı yaşından yıllarca genç görünüyordu. Naifliğin sınırlarını zorlayan bir ses tonuyla “Pekâlâ.” Dedi. Sesini amcası üzerinde en fazla bu kadar kullanabilirdi çünkü köye döndüklerinde başına gelebilecekleri az çok tahmin edebiliyordu. “Onlara ne anlatayım?” Omuzlarını silkerek kararı ona bırakan amcasına arkasını dönüp, yürüyüp gitmekte olan kalabalığa hitaben söyleyeceği şarkısını düşündü. Düşmanlığın ve savaşın kötülüğü hakkında dudaklarından dökülen ilk melodik kelime ile dikkati toplamıştı bile çevreden. Sesini yükselttikçe tüm kalabalığı etkisi altına alabileceğini umuyordu. Fakat kulağına kelimelerinin girdiği her kişinin, günün geri kalanını dostluk ve sabır içinde geçireceğinden emindi. Yeteneği buydu.
James Sullivan
James Sullivan
Melez, Sullivan Pub Sahibi
Melez, Sullivan Pub Sahibi
Mesaj Sayısı : 214
Kayıt Tarihi : 03/06/12
Yaş : 33

Carnaby Sokağı'nda Empty Geri: Carnaby Sokağı'nda

Perş. Haz. 14, 2012 10:07 pm
İçine işleyen soğuğun hüküm sürdüğü bir sokakta gezinirken Pub’ı için alışveriş yapıyor, aynı zamanda kafa dağıtmaya çalışıyordu. Bilmediği geçmişinin kabusları bir mengene gibi ruhunu sıkıyor, bunun yanında işinin yoğunluğu bazen bedenini daraltıyordu. Tüm dertlerini bir yana bırakmak adına dolaştığı bu sokak en azından bir nebze olsun dinlendirebilmişti benliğini. Yüzünü yalayan kuru soğuğu hissederek gözlerini kapadı kısacık bir süre. Sıcaktan nefret etmesinin yanında sevdiği bu buzlu his her zaman dinç kalmanın anahtarlarından biriydi. Öbür türlü uyuşan beden işe yaramaz bir hale geliyordu ki James’in yerinden kalkamayan göbekli bir adam olmaya hiç niyeti yoktu. Sonunda içinde sadece satıcısından başka biri bulunmayan köhne görünümlü bir baharatçının önünde durduğunda yüzünde garip bir gülümseme belirmişti. Bildiği üç yıllık hayatında tanıdığı en iyi dostlarından birine bakıyor olmak etrafındaki negatif enerjileri götürüp yerine neşeli bir insan bırakmıştı. Yavaşça elini kaldırıp kapının ahşap ve pürüzlü yapısına dokunarak tanıdık bir hisle karşılaşmak için kendini hazırladı. Hafifçe ittiğinde içerinin narin sessizliğini bozmayacak şekilde çınlayan çan misafirin geldiğini belirtmiş arkası dönük olan adam kapıya baktığında neşeli bir şekilde karşılamıştı James’i.

“ Hoş geldin James, seni buraya hangi rüzgar attı? “ Orta yaşlı adamın hırıltılı sesindeki dostça havayı bile özlemişti. Neredeyse bir ay olmuştu onu görmeyeli. Utangaç bir edayla gülümsedi; çünkü adamın sorusunda geçmiş zamanın uzunluğunu hatırlatan alay hissediliyordu. Özür dilercesine ellerini havaya kaldırdıktan sonra yavaş adımlarla karolarla döşenmiş zemini geçti. Adımlarıyla çıkan tok ses kulaklarına ulaşırken mekanı doldurmuş bin bir çeşit koku melezin burnunu kaşındırmıştı. Buraya her gelişinde duyumsadığı bu şey onu rahatsız da etse dostunun varlığı azaltıyordu hoşnutsuzluğunu. Sonunda masaya vardığında baharatların kırıntılarıyla oynadı hafifçe. “ Özür dilerim Bill. İşlerden pek vakit bulamadım. “ Bill kirli sakalını kaşıyıp eliyle önemli değil dercesine bir işaret yaptığında genç adamın içini rahatlatmıştı. Bir kofti olan dostu sihir dünyasından uzakta yaşamayı seçmiş, kendisinin dediğine göre sevdiği işi yapıyordu, James’e göreyse hapşırma isteğini kabartan bunca şeyin arasında çalışma nasıl bir zevkti tartışılırdı o da. Dükkanın içine attığı kısa bakışı sırasında gözüne çarpan şeyleri es geçerek tekrar arkadaşına döndü. “ Bana her zamanki mallardan lazım. Yemeklere kattığımız baharatlar vs. Ne yapacağını sen daha iyi bilirsin. “ Arkadaşı rafların arasında kaybolduğunda kendisi de sessizliğin tekrar tadını çıkardı. Her ne kadar bazı yönlerden burayı pek sevmese de zaman zaman baharatçıya egemen olan katı sessizlik mistik bir havayı canlandırıyordu. Dakikalar geçtikçe de katmerleşen bu atmosfer insana farklı diyarlara geldiği izlenimini veriyordu.

Bir süre sonra tekrar sokaktaydı. Elindeki onca eşyayla birlikte soğuğun içinde gezinirken gördüğü kalabalık üzerine kaşlarını çattı. Neler oluyordu burada? Merakına yenik düşen adam ufak adımlar atarak o tarafa yöneldi. Biraz yaklaştığı esnada güzel bir şarkı kulaklarını doldurdu, oradan ruhuna işleyen nağmelerin güzelliği büyülerken bedenini, diğer insanların hipnotize olduğunu fark ederek şaşırmıştı. Duruma şüphelenen melez neler olduğunu anlamak istediğinde yakınlarda bir güç enerjisinin varlığını hissetti yeteneğinin bir mirası olarak. Şarkıyı söyleyeni gördüğü anda duyuları keskinleşerek kanında dolaşan güç açığa çıktı. Karşısındaki varlık kesinlikle bir melezdi, fakat etraftaki enerji tek bir kişi için fazlaydı. Biraz daha uzakta; ama henüz ne olduğunu anlayamadığı bir yetenek daha bulunuyordu kendinden geçmiş bir bedenin içinde. Emindi bundan! Kendi türünden birini görmüş olmanın heyecanı içinde birkaç adım daha yaklaştığında yapması gerekenin her şeyin bitmesini beklemek olduğunu anlamıştı. Bıraksın ruhuna dolan bu nağmeleri dinlesin ve farklı diyarlara göç etsin. Aklına takılan tek soru neden diğerleri gibi etkilenmediğiydi. Yeteneğinin bunla bir ilgisi var mıydı acaba? Sanmıyordu, soğurma işlemini yapmadığı sürece her türlü etkiye maruz kalabilirdi. Şarkı sonlandığında insanlar kendine gelirken James kafa karışıklığının içinde kadınla göz göze geldi. İşte o anda geçmişin puslu perdesi aralanmıştı sanki. Her şeyiyle tanıdık gelmeye başlayan yüz ve ses bir parçası mıydı acaba?
Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz