leviathan rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
Giulio Martinus Ignazio
Giulio Martinus Ignazio
Melez, Peder, Ekzorsist
Melez, Peder, Ekzorsist
Mesaj Sayısı : 97
Kayıt Tarihi : 11/06/12

Kurtuluş Empty Kurtuluş

Cuma Haz. 15, 2012 9:11 am
Guilio & Lisbeth & Seth & Nils & Jacques & Cristobal
Kurtuluş 7y8fj


En son Giulio Martinus Ignazio tarafından Cuma Haz. 15, 2012 1:59 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Giulio Martinus Ignazio
Giulio Martinus Ignazio
Melez, Peder, Ekzorsist
Melez, Peder, Ekzorsist
Mesaj Sayısı : 97
Kayıt Tarihi : 11/06/12

Kurtuluş Empty Geri: Kurtuluş

Cuma Haz. 15, 2012 1:53 pm
Hepsi maskeli üç kişi, karanlığın içinden karabasan gibi çökmüştü evlerinin üstüne. Kaçacak yer yoktu, umutsa bir hiçlikti. Kim savaşacaktı onlarla? 18 yaşındaki zavallı bir melez mi? Daha güçlerini bile doğru dürüst kullanamıyordu. Onları mı durduracaktı. Pencereden silüetlerini gördüğünde anda titremeye başlamıştı. Gayet kendilerinden emindiler ve geliyorlardı.

Hiç zorlanmadan kapıdan içeri girdiler. Anneyle oğlunun bulunduğu üst kattan, aşağıdaki ayak sesleri çok rahat duyuluyordu. Bulundukları odanın kapı kolunun dönüş sesinin duyulması ise sandıklarından da kısa sürmüştü. Ve karşı karşıyaydılar işte. Acımasızlıkları taktıkları maskelerin altından bile hissediliyordu. ‘’Hannah Ignazio?’’ Sıska olan alaycı bir sesle konuşmuştu. Zavallı kadın çöküp kaldığı döşeğinden zar zor kalkarak asasını doğrulttu. ‘’Rahat bırakın bizi!’’ Sesi hayret verici bir biçimde tehditkardı. Oğlu ise gördüğü sanrılarla boğuşuyordu. Korkunç görüntüler, korkunç sesler. Sanki engelleyebilirmiş gibi başını dizlerinin arasına almış, gözlerini de sımsıkı kapatmıştı. İçlerinden biri belikli oğlana odaklanmıştı.

Sıska olan sesini yükseltti. ‘’Bizimle savaşamazsın, teslim ol!’’ Kadın pes etmeyecekti. Asasını iyice sıktı ve haykırdı. ‘’Avada k-‘’ Geç kalmıştı. Kelimelerini tamamlayamadan yere yığıldı. Sanrılar onu daha çok etkilemişti. Çığlık atıyor ve debeleniyordu. Kadının bu acınası halini gören üçlü ise kahkahalarla gülüyordu. Çığlıklar ve kahkahalar birbirine karımıştı. Sanki hiç bitmeyecekti.

Uzunca bir süre sonra, çığlıklar sona erdiğinde. Zavallı kadın yerde hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Oğlan ise hala kıvranıyordu. Fakat buna bir son vermeliydi. Odaklanmaya çalıştı. Bedeninin enerjiyle dolduğunu hayal etti. Başardı da…

***

Gözlerini açtığında açtığında, kendini kilisedeki odasında bulunca biran olsun rahatladı. Kabuslar neredeyse bir haftadır rahat bırakmıyordu yakasını. Sanki enerjisini emip bitiriyordu. Terletiyor, eziyor, resmen mum gibi eritiyordu. Kan ter içinde kalmıştı. Yatağından yavaşça doğruldu. Banyoya doğru ilerledi. Buz gibi soğuk suyun biraz olsun ona iyi geleceğini düşünüyordu. Nitekim iyi de geldi. Rahatlamayla birlikte dua etmeye başladı. ‘’Baba, oğul ve kutsal ruh adına... Yüce tanrım sen inanlarını İsa mesihin yolundan ayırma… Baba, oğul ve kutsal ruh adına... Yüce tanrım sen inanlarını İsa mesihin yolundan ayırma… Baba, oğul ve kutsal ruh adına... Yüce tanrım sen inanlarını İsa mesihin yolundan ayırma…’’

Tam on yıl olmuştu. Annesini o baskında kaybetmesinin üstünden tam on yıl geçmişti. Bu zaman içerisinde intikam duygusundan vazgeçmeyi öğrenmişti. Ama son bir haftadır gördüğü rüyalar onu intikamla dolduruyordu. Bir gün kendisi içinde geleceklerini biliyordu. Fakat korkmuyordu. Yüzleşmeye hazırdı. Yıllar içindeki intikam duygusunu söndürmüş olsa da hala verilecek bir hesabı vardı. Artık karşılık verebilecek durumdaydı.

Daldığı derin düşüncelerden kapı sesiyle sıyrıldı. Kalbi deli gibi çarpmaya başlamıştı. Sabahın ilk ışıklarının süzüldüğü pencereden dışarıyı görmeye çalıştı. Görünürde kimse yoktu. Çabucak banyodan çıkıp giyindi ve haç odasına geçti. Görünürde boştu fakat ortalığı biraz inceledikten sonra günah çıkarma odasının kapısının kilitlenmiş olduğunu fark etti. Birileri ondan önce girmiş olmalıydı. Sabahın bu saatinde geldiğine göre kendini çok kirli hissediyor olmalıydı. Odanın kapısını sessizce açtı ve kendi yerini aldı. Sesinin tok ve güven verici olmasına özen göstererek konuştu. ‘’Anlat kızım.’’
Lisbeth Windsor
Lisbeth Windsor
Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi Çalışanı
Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi Çalışanı
Mesaj Sayısı : 183
Kayıt Tarihi : 25/04/12
Nerden : Nehirlerin üzerinden, ağaçların arasından.

Kurtuluş Empty Geri: Kurtuluş

Cuma Haz. 15, 2012 2:56 pm
Kadın, yüreğindeki ağırlığı hafifletecek bir şey bulamıyordu artık. Görmezden gelmeyi, kavga etmeyi, konuşmayı, her şeyi denemişti ama hiçbirisi gerçek bir çözüm sağlamamıştı. Ne yaparsa yapsın içindeki boşluk dolmuyordu ve nihayet bu gece ne zamandır aklında olan şeyi yapmaya karar vermişti. Sabah, henüz gün doğarken çıktığı evden –ki bu zamana kadar dahi zor beklemişti- uzaklaşıp ara sokağa girdiğinde birkaç saniye içinde sessizlikte yankılanan bir gürültüyle ortadan kayboldu. Az önce durduğu yerden siyah bir kedi geçerken, aynı sırada bir başka sokakta belirmişti silueti. Telaşlı adımlarının sesi sıradan bir günün olağan seslerine karışırken hiçbir şey duymuyor, görmüyordu. Bir hedefi vardı, planladığını bile bilmediği bir hedefi ve Lisbeth oldukça kararlı görünüyordu. Nihayet heybetli bir kilisenin önüne geldiğinde durup derin bir soluk aldı. Kararlılığı gitmiş, yerini tereddütleri almıştı sanki. Basamaklarda öylece durup hayranlık uyandıracak derecede incelikle işlenmiş tarihi kapıya baktı. Önce geri dönmeyi düşünmüş gibi bir basamak geriledi, sonra neden burada olduğunu hatırlayıp tekrar kaçma dürtüsünün baskın geleceğinden endişe edermiş gibi telaşla yumrukladı kapıyı. Ses yoktu. Şaşırmamıştı buna. Gün daha yeni doğuyordu ve kilisede uyanık tek bir din görevlisi olduğundan bile emin değildi, yine de yıllardır kafalarına kakılmış olan ‘Tanrı’nın evi’ düsturundan cesaret alarak kapıyı itti. Tam da düşündüğü gibi, hiç kimse yoktu içeride. Günlerce yanıp, henüz değiştirilmemiş mumların oluşturduğu tepeciklere şöyle bir baktı ve hayal meyal hatırladığı yolu takip ederek günah çıkartmak için ayrılmış bölüme yürüdü. Karanlık hücre günahlarının baskısını anımsatmak istermiş gibi küçük ve kasvetliydi. Camlardan sızan gün ışığının alacalı gölgesi üzerine düşerken derin soluklar alarak kendisini sakinleştirmeye çalıştı. Gergindi. Fakat belki sessizlikten, belki bulunduğu yerin mistik havasından kaynaklanan dinginlik üzerine çökerken ve her geçen saniye biraz daha gevşerken karşıdan duyduğu ses irkilmesine neden olmuştu. Sandalyede doğrulup boğazını temizledi. Hitabındaki olgunluğa rağmen duyduğu ses pek de büyük değildi ve bu papazların hep yaşlı olduğu algısına sahip olan Lisbeth’i huzursuz etmişti. Yine de söylenene itaat etti. “Ben dindar bir kadın değilim peder.” Durup derin bir soluk aldı. “Bana inanmam için neden vermene ihtiyacım var.” Cümleleri toparlamak zor geliyordu kadına. Aklından o kadar çok şey geçiyordu ki… Cristobal’la yaşadıkları çocukluk dönemini düşünmek canını yakıyordu. Severdi abisini. Hayatta herhangi birisini sevdiğinden daha çok severdi üstelik. Yaşları ilerledikçe ve yönelimleri değiştikçe ayrılan yolları kendisini yalnız hissetmesine neden oluyordu ve bu boşluğu ne işi, ne arkadaşları ne de başka bir şey doldurabiliyordu.

Hiçbir şey görmeyeceğini bile bile sesin karşı tarafa geçmesini sağlayan duvara döndü yüzünü. Umutsuzluğu her bir mimiğinden okunuyordu. “Bir kardeşim var. Birbirimizi çok seviyorduk. Fakat büyüdükçe çıkarlarımız çatışmaya başladı. Ailemden farklıydım ben, aykırıydım, onlara göre kötüydüm belki bilemiyorum. Dışlandım, uzaklaştım ve yıllardır yalnızım.” Duraksadı. Sıradan bir insan olduğunu düşündüğü bu din adamına işin iç yüzünden bahsetmesi mümkün değildi. Nasıl yumuşatabileceğinden emin olamıyordu bir türlü. “Kardeşim insanları öldürüyor peder. Onları tüketiyor, işkence ediyor ve öldürüyor. Ailem, bunu destekliyor ve ben bunu reddettiğim için dünyalarından kovuluyorum. Suçlu kim, söyle bana.” Sesi, yıllardır biriktirdiği öfkeyle yükselirken bulunduğu yerin kutsallığı aklının ucundan bile geçmiyordu. “Tanrı’nın adil olduğunu söylüyorsunuz. Neden bana adil davranmıyor? Bana destek çıkmayan bir Tanrı’ya neden inanmalıyım?” Öfkesi başladığı hızla sönerken sesinin tonu da yumuşamıştı. “Belki benim beklentilerim yüksektir. Tanrı bile beni çocuğu olarak görmezken neden babam görsün ki?”
Giulio Martinus Ignazio
Giulio Martinus Ignazio
Melez, Peder, Ekzorsist
Melez, Peder, Ekzorsist
Mesaj Sayısı : 97
Kayıt Tarihi : 11/06/12

Kurtuluş Empty Geri: Kurtuluş

Cuma Haz. 15, 2012 10:23 pm
Karşısındaki ses, ikilemlerle boğuşan, kabul edilme arzusu hisseden, yenilmiş fakat pes etmemiş gibi gözüken, içindeki çatışmalara bir cevap arayan şüpheci bir bayana aitti. Tanrıya olan inancı sendelemişti. Niye kiliseye gelmişti ki o zaman? Genç pederden hangi yanıtları almayı umuyordu.

Bunların dışında kardeşi hakkında bahsettikleri de Giulio’nun kanını dondurmuştu. Anlam veremediği bir şekilde nefes alıp verişlerini hızlandırmıştı. Sanki bu özellikler onu yakasından yakalayıp yerden yere vuruyordu. Kelimeleri ilk duyduğu anda kafasında maskeli silüetler canlanmıştı. Hemen son ise annesinin yerde yatan cansız bedeni… Dirayetini elden bırakmamalıydı. Kendini toplamalıydı. Sesinin titremesine engel olarak yine o tok sesle konuştu. ‘’Tanrının seninle birlikte olmadığını da nereden çıkardın? Gördüklerin, duydukların, hissettiklerin, yani her şey, tüm bu sonsuzluk sana tanrıyı müjdeliyor. Bu sonsuzluğu ve içinde barındırdığı güçleri düşünürsek, kendi duvarlarımız ardına saklansak bile tanrının arayıp bizi bulabileceğinden emin olabilirsin kızım. Eğer gerçekten tanrının yardımını istiyorsan saklandığın yerden çık ve tüm kalbini olabildiğince tanrıya aç umarım ki tanrının şefkat eli senin üzerinde olacaktır. Esas sorun tanrının adaleti ise aslında bu senin adalet anlayışına bağlıdır. Hiç düşündün mü? Kardeşin saplandığı batağın farkına vardığında hanginizin tanrı katında daha üstün olacağını. Sana yapılanlar tanrı katında onun yüzüne vurulunca ne kadar pişman olacağını? Ve buradan yine ilk konuya dönüyorum. Tanrının yol göstericiliği en başından beri senin üzerindeydi. Tabii her iyiliğin bir karşılığı vardır. Senin diyetin ise sabretmek, hakka varana kadar beklemek. Tanrı kardeşine ise daha zor bir yol çizmiş. Şunu unutma, o mükafatını almadan önce çetin bir sınav verecek ve diyetini ödeyecek. Bu en yakın zamanda olacak. Sen sadece sabret ve dua et. Tanrı seni kutsasın kızım, İsa mesihin yolundan ayırmasın. Kardeşine ise en kısa zamanda doğru yolu gösterip, diyetini ödeme şansını versin.’’

Ne kadar iç rahatlatıcı bir konuşma yapmış olursa olsun, günah çıkarma odasının diğer tarafından nefes alıp verme sesi bile gelmedi. Belli ki hala rahatlamamıştı. Konuşmasından anlaşıldığı kadarıyla kardeşinden yana dertliydi. Bu yara üzerine tuz basılmadıkça geçeceğe benzemiyordu. ‘’Eğer hala aydınlanmadıysan kafanda kalan kuşku kırıntılarını da bana anlatabilirsin kızım. Sorun kardeşinse dinlemekten memnuniyet duyarım.’’ Kafasındaki maskeli silüetleri yok saymaya çalışarak dikkatini sese yöneltti.
Lisbeth Windsor
Lisbeth Windsor
Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi Çalışanı
Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi Çalışanı
Mesaj Sayısı : 183
Kayıt Tarihi : 25/04/12
Nerden : Nehirlerin üzerinden, ağaçların arasından.

Kurtuluş Empty Geri: Kurtuluş

Ptsi Haz. 25, 2012 11:30 pm
Pederin genç sesine rağmen hitabının olgunluğu yapmacık gelmişti kadına. Sevmezdi kalıpları ve din, çok fazla kalıp içeriyordu ve adamın kendisini anlamadığına ya da geçiştirdiğine dair ciddi bir izlenim edinmişti fakat bunu tartışamayacak kadar umutsuz ve yorgundu. Bütün bir geceyi gün ağarana kadar evin içinde dönüp durarak geçirmişti. Uykusuzluğu gözlerinden belliydi şimdi. Altlarında mor halkalar oluşmuştu. Gözlerini kapatıp rahatsız sandalyede arkasına yaslandı kadın. “Beni anladığınızı sanmıyorum peder.” Nasıl anlatacağını düşünerek duraksadı.”Sorun evet kardeşim, ama onların yaptıkları değil ve adalet anlayışım da tanrıyla aynı değil.” Derin bir soluk aldı. “Beni öldükten sonra gideceğim, varlığından bile emin olmadığım bir dünya ilgilendirmiyor. Ben buradaki adalet anlayışından şikayetçiyim. Düşünsenize ben iyi bir insan olmayı seçtiğim için ailemden sürüldüm, uzaklaştırıldım. Yalnızım.” Bunu dillendirmek acı vericiydi. Boğazına bir ağırlığın oturmasına neden oluyordu sanki. Fakat öyle uzun zamandır konuşmamıştı ki ailesi hakkında ister istemez rahatladığını hissediyordu. Sanki içindekileri akıtırsa, zehri giderse yenilenecekti. Kapıdan çıktığında, güne bambaşka birisi olarak devam edebilirdi. Fakat lanetlenmişti o. Asla mutlu olamayacaktı. Tanrı’nın kendisine verdiği armağan, laneti olmuştu. Bundan bahsedemeyecek olması kötüydü, fakat düşününce… Nereden bilecekti ki? Papazlar çok soru sormazdı, en azından Lisbeth öyle olduğuna inanıyordu. “Tanrı bana bir yetenek verdi peder. Doğduğumda beri parmaklarımın ucunda, zihnimde, beni ben yapan her şeyde o vardı. Fakat belirmesi vakit aldı. Ne yazık ki ailem bu yetiden mahrumdu. İşin kötü tarafı neydi biliyor musunuz? Benim sahip olduğuma sahip olmak istiyorlardı. Nesillerdir. Bunun için çaba harcamışlar, anlaşmalar yapmışlar ve yeri geldiğinde canlarını vermişler, hatta arada kalmakla lanetlenmişlerdi ama ben küçücük bir çocuk olduğum halde hep istedikleri şeye sahiptim. Hiçbir bedel ödemeden hem de. Sorun buydu. Bu yüzden ailemden kovuldum. Tanrının adaleti benim alehime çalışıyor. Niye? Bana bunun cevabını verebilir misiniz?” Adamın konuşacağını hissetmiş gibi telaşla devam etti. “Sakın cennet için demeyin bana. Zamanında oradan arsalar satıyordunuz, tapusunun sizde olmadığı ortaya çıktı. Şimdi var olduğunu iddia ediyorsunuz, kanıtınız yok. Bağlı olduğunuz kurum sabıkalı peder.” Sinirlenmişti. Çabuk öfkelenmezdi aslında ama karşısında ne derse desin sakin kalmak zorunda olan bir adamın var olması tetikleyici olmuştu. Onun görevini sömürüyordu. Belki buradan çıktığında bir başka kiliseye gidip bunun günahının affedilmesini diler ya da bir başka masum pedere öfkesini kusardı, kim bilir.

“Sorun bu değil aslında.” Az önce sinirle konuşan kendisi değilmiş gibi sakindi şimdi. Uyku mahmuru gibiydi. Şaşırtacak derecede hem de. “Kardeşimi özlüyorum. Bahsettiğiniz cezaların hiçbirisini çekmemeli. Ben onu seviyorum. Kim olursa olsun, ne yapmış olursa olsun. Sadece kıskanıyorum. Sahip olmadığım her şeye sahip olduğu için kıskanıyorum. Onunla vakit geçirebilen insanları kıskanıyorum. Ben onu seviyorum peder.” Derince bir iç çekişten sonra duvara konuşuyormuş gibi hissettiğini düşündü. Son derece klostrofobik bir ortamdı burası. Tanrı kapalı yerlerden korkan kullarına günah çıkarma fırsatı vermiyordu demek; belki de yetki verdiği kulları engelliyordu bunu. Her geçen dakika güveni ve inancı daha da azalıyordu sanki. Huysuzluğu da artıyordu bununla paralel olarak. Duvardaki boşluğa eğildi. “İnanma nedenlerim burada geçirdiğim sürede azalıyor. Sizce ümitsiz bir vaka mıyım? Bunu daha önce de duymuştum da. İnanmak için yaratılmamışımdır belki.” Omuz silkti. Gitmesi gerektiğini düşünüyordu artık. Buraya ait değildi, belki de hiç olmayacaktı. Tam ayağa kalkmışken yan bölmeden duyduğu ses durdurdu onu. Adamın konuşmasında Lisbeth’i çeken bir şeyler vardı. Direnmeden eski yerine oturdu ve adamın dingin sesini dinlemeye devam etti.
Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz