- Carlie MyracleSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 2
Kayıt Tarihi : 19/06/12
Carlie.
Salı Haz. 19, 2012 3:35 pm
- İstenilen bina; Selfier.
Kısaca karakteristik özellikler; Annesi yüzünden yaşadığı sorunlar kişiliğini etkilemiştir. Derin düşüncelere dalan, kendini kitaplarda kaybederken, insanlara karşı mesafeli davranıp, kendini üstün gören karanlık tavırlar sergilemeye başlamıştır.
İstenilen dönem; V.
- Açlık Sirki:
- Temmuz Başları, 2065 - Knockturn Yolu
Bugün de güneşin kum saati kumlarını kaybediyordu üst bölmeden alt bölmeye doğru. Bir elin onu bittiği anda ters çevirmesini bekliyordu. Kahverengi gölgelerin, aydınlık sarı tellerin diplerini kararttığı saçlarının kısa kısımları omuzlarına dökülen cadı ise o iki durumun ortasında, karanlığın ve aydınlığın devriye değişimlerinden habersiz bir biçimde, koluna girdiği adam ile birlikte ilerliyordu cadılar ile büyücülerin arasından. Yaşı hızla ilerlemesine rağmen, başının üzerine özenle ekilmiş sarı pırıltıların sönmemek için direndiği saçları ve biçimli dudaklarının içten bir gülümseme ile yukarı kıvrıldığı zaman içine gün doğan mavi gözleri, Carlie'ye bakıldığında dejavu hissinin uykudan uyanmasına yardımcı oluyordu. Güneşin üzerinde barındığı sayısız gözün değdiğinde yaktığı bedenler arasında olmak yerine anafor gibi çevresinde dönen beyaz pamukçuklar arasında uzanıp donmayı yeğlerdi babasına dönüp ufak bir gülümsemeyle onu uğurlayan Carlie. İşte gidiyordu. Söylediğine göre bir arkadaşını diğerlerinin arasından geçip giderken görmüştü. Uzun boyu henüz büyülü güçlerin barındığı bedenler arasından sıyrılıp geçerken kaybolmamıştı ki Carlie artık orada onu izlemediğini anımsadı. Yavaş yavaş kararmıştı belki de yüzlerce beden. Tanınmaz birer karanlık silüete, oradan bulanık halde ki gölgelere dönüşmüşlerdi.- Karanlık çökmekte. Belli belirsiz bir ışık ve hareketler, sarsılmanın etkisiyle dikkatini kaybediyor her kimin dikkatiyse. Ama sahne aniden toz gibi beyaz zemine dökülüyor. Yeniden doğuyor her şey. Bir kız var. Ellerini omzumda hissediyorum. Ateşin rengini alıp, içinden alevini söndürmeden çıkagelmiş olduğu saçlarını nerede görsem tanırım. Aynı dönemdeyiz. Farklı binalardayız ama aynı okuldayız. Deirdré Alkema. Yatıştırıcı bir kaç söz söylerken sanki kendini güçlü tutmaya çalışıyor gibi davranıyor. Al al olmuş yanaklarına, şişmiş gözaltlarının tutamadığı gözyaşları dökülüyor. Sarstığı vücudu tanıyorum. Benim vücudum. Nerede olduğumu bilmediğim bir şekilde dışarıdan olan biteni izlerken, bir yandan kendimi her yönden görebiliyorum. Sarı, düzlüğünü kaybedip her yana dağılmış saçlarımı alnımdan çekmeye çalışıyor Alkema. Ama bedenim, sakinleştirmeye çalışan kızı uzaklaştırdıktan sonra ayağa fırlıyor. Çevre sakin. Ancak görebildiğim tüm alan yalnızca Alkema kızının ve benim durduğum yerin çevresi. Bedenimdeki kalp atışlarımı hissedebiliyorum. Bu yeri tanıyorum. Knockturn yolu. Bir çalılığın arkası. Ama neden her şey yeniden beyazlayıp, havada kalanlar yere dökülüyor? Dökülenler neden yeniden dirilip yeni bir manzara oluşturuyor? Neden kendimi mihrapta görmek istemeyeceğim iki yüze bakarken buluyorum? Annem.. Beyaz düz bir elbise ile o aşağılık adamın, onu değiştirip içine ne soktuğunu bilemediğim adamın, karşısında gülümsüyor. Ama bedenim orada değil, biliyorum ki asla olmayacak. Sonra bir parça daha oluşuyor. Sonbahar olmalı, yapraklar sararmış. Herşey birbirinden o kadar kopuk ki, bu farklı puzzle'ın tek bir parçası bile uymayacak gibi görünse bile araya yapılacak ekler ile birleşecekmiş gibi geliyor. Deirdré Alkema, ilk görüşümde karşımda ağlayan ateşkafa, az önce annem bile demeye utandığım kadın ile birlikte mihrapta duran adama `baba´ diye sesleniyor.
Dudaklarından dökülen kelimelere, tangonun içindeki duygular eşlik ediyordu. Alt ve üst dudağı dans ederken çaresizce, ateşler içindeki kızın gözlerinde ki şaşkınlığın duru yoğunluğunu hissedebiliyordu. Her bir dans adımında görüşü mantıkla yoğruluyor, zihnine yerleşiyordu aslında birbirine uymadığını düşündüğü parçalar. Siyah elbisesinin üzerine tezat dökülen kızıl dalgalarıyla ateşin kızı, gelecek üvey kardeşiydi Carlie Myracle'ın. Annesini ondan uzaklaştıran o piç, nasıl bu denli düzgün bir kıza sahip olabilirdi? Yıprandığını biliyordu aslında. Gözlerinin içinde cayır cayır yanan, Hestia'nın kutsal ateşi gibi asla sönmeyecek ateşiyle beş yıldır tanıyordu Alkema'yı. Aynı çizgide yürümüyorlardı. Yakın değillerdi. Lakin tanıyordu Athena zekasından nasibini almış Ravenclaw'u. İri yeşil gözlerinin içine, kehribar taşının kırıntıları serpilmiş gibiydi. İnce, çizilmiş hissi yaratan kızıl kaşları, saçlarının doğallığını destekliyordu. Küçük sayılabilecek burnu, doğal kırmızıya kaçık dudakları üzerine bir heykeltraşın elinden çıkmış gibi kondurulmuştu. İşte tam olarak tanıdığı buydu. Kızın içi değil, dışı. Ama gözler konuşurdu. Duyulmayanı fısıldardı ve o nokta da kızın, yüzünde hafifçe belirginleşmeye başlamış çizgilere sahip olan adamla aralarında kan bağı dışında bir ipin bağlı olduğunu görebilirdiniz. Üzerinde en zayıf noktası bulunmaya çalışana kadar koparılmaya çalışmış, inceldikçe sarfedilen çaba azalmamış, aksine artmış bir ip. Deirdré Alkema, seçemeyip, baba demek zorunda kaldığı adam tarafından yaralanmıştı. Carlie, bunu altın parçalarının gözlerinde parladığı cadıda görebiliyordu. Sezdiği şey ise, kız bir zamanlar kanadında ki ufak bir yarayı iyileştirmekten aciz bir serçe olduysa bile, şimdi üzerinde kolay kolay yara açılamayacak, aksine leşlerin üstüne gidebilecek bir akbabaydı.
Karşısında duran, Hogwarts'ta mavi armasıyla kızıl saçlarının uyuşmadığı ama gözlerine bakıldığında o mavi armanın hakkını nasılda verdiğini düşündüğü cadıda bir görücüydü. Bir an gözlerinde ki Ravenclaw öğrencisini ve Alkema'nın, babasına benzemeyen tavırlarını düşünürken, şimdi o gözlerde sırlar, belki de yalvarışlar görüyordu. Soluk tenine değen, belki ufak bir ton koyu olan parmaklar ardından kendini görüşünde ki parçalardan birinde bulduğunu hissetti. Deirdré, ateşin kızı, Carlie'yi çalıların arkasına çekmişti, sesinde ki uyarıcı ton ile birlikte. Karanlığın çökmesi ile birlikte, ışıktan aldığı güçle irileşen irisleri artık küçülmüş, ama içlerinde ki şaşkınlık büyümüştü. Ufacık bir soru için aralamaya çalıştığı dudakları, kulaklarına ulaşan kalın topuk sesleri ile birlikte birbirlerinin üzerine yapıştı. Steven Myracle, yüzünde ki ciddi ifade ile birlikte, Revolver Casino'ya ilerliyordu. Carlie, babasını gördüğünde dudaklarının yukarıya doğru kıvrılmasını ve gözlerinin içine parıltılar dolmasını engelleyemedi. Geride bıraktığı onca kişi varken, şimdi tek sahip olduğu kişi babasıydı ve bu adama verdiği değer, geçmişindekileri hatırlatmıyordu bile. Yeni geleceği, acıya uzak, mutluluğun tam içinde olacaktı.- Karlar Eiffel'in üzerini beyaza boyamıştı. Van Gough'ın tablolarının mükemmelliğini, baktığınız her yerden bulabilirdiniz. Onları aratmıyordu. Rue La Paris'in ahşap dizaynı, biraz ileride küllere dönüşmemek için direnip, içinde barındırdığı tüm odunları yakmaya çalışan şömine ile sıcacık bir ortama dönüşüyordu. Sandalyeler yerine, büyük tekli koltuklar sarıyordu masaların çevresini. Duvarlara asılmış krem rengi ile kahverenginin hakimiyetinde tablolar Eiffel'in manzarasına karşı yerleştirilmişti. Muggle'lar, kimliklerini belli etmemeye çalışan cadı ve büyücüler soğuğun etkilerini umursamadan kulenin çıkabildikleri en yüksek katına çıkmak için çırpınıyorlardı. Bir balık misali.. Carlie, on bir yaşındaydı. Şöminenin ısının vurduğu rahat koltuklardan birinin önünde oturmasına karşın, üzerinde ki siyah montu çıkarmamış, gözlerinin rengine yakışan mavi eldivenleri cebine atmamıştı. Steven Myracle, kızı ona sabah birlikte izledikleri filmin güzelliğinden bahsederken, kızının hakettiği en sıcak gülümsemeyi suratına yerleştirmiş, onu dinlerken gözünün önüne arada bir tutam tutam düşen saçları geriye atıyordu.
`Ve benimde prensesime küçük bir sürprizim var.´
`Ah baba, lütfen, bugün senin doğum günün. Benim sana hediye vermem gerekiyor.´
`Ben zaten hediyeme sahibim prenses.´
O zaman babasına yetişememiş olan boyu ile birlikte yerinden kalkmış, Steven Myracle'ın bir el işaretiyle kendisine çağırdığı görevlinin elinde ki tüylü şeye odaklanmıştı. Küçük bir köpek yavrusu, genç bir çocuğun kolları arasından patilerini hareket ettirerek kurtulmaya çalışıyordu. Carlie'nin eli, köpeğin bembeyaz tüylerini hissedebilmek için, ona doğru uzanmıştı. Belki bir gün bu köpekte, bir başka Hachiko olurdu.
Ve işte, Steven Myracle, bardan dakikalar sonra çıkarken Carlie'nin düşüncelerinin sessiz kalmasına izin vermeyen anılardan bir tanesi mutlu bir çocuk gibi koşarak zihnini terketti. Adam, elinde tuttuğu kristal bardak ile birlikte birine bakıyordu. İlk görüşte Carlie'nin içine paranoyaklık yerleştiren bir bedendi. Görüşündeki adamdı. Deirdré Alkema'nın babasıydı. Gryffindor'un beden bulmuş cesareti iki adamı karşı karşıya gördüğünde, yaşanan zamanın sanki birden yavaşlamaya başladığına tanık oldu. Her şey netti. Bir bakışta karşısındaki hareketli adımları izlerken, adımlar hala hareket halindeyken Carlie yüzünü doğal hızıyla Deirdré Alkema'nın yaptığı işe çevirebilmişti.
Karanlığın altında parıltısını kaybetmemek için direnen mavi gözleri çevreleyen kara kirpikler birbiri üzerine kapandı ve açıldı. Deirdré Alkema'nın ateş kızılı saçları, elini cebine attığında panikle açılan gözlerinin içine giriyordu. Dolgun dudaklar, Carlie'nin algılamaya çalıştığı olayı açıklamadı. Yalnızca yalvarırcasına aralarından dökülen büyüyü anlattılar. Işık huzmesi havada bir hale oluşturup, ateşin kızının babasına yansıdı ve azalarak kayboldu. Neden babasına defalarca kez büyü göndermeye çalışıyordu? Her defasında neden büyü geri tepiyordu? Yavaşlatılmış zaman içinden cevabın gelmesi tezat bir şekilde hızlı olmuştu. Cadının gözlerinin önünü tamamen işgal eden görü bu muydu? Gelecek, yönetmenlerin fikirlerini değiştirmediği sürece müdahale ile değiştirilemezdi. Bunu annesi ve babası ayrılmaya ilk kez karar verdiklerinde yaşamıştı. Görmüştü ama olay dokunamayacağı kadar uzak, diğer yandan ise dokunabileceğini düşünmesi kadar yakındı. Yardımcı oyuncular oyunun sahnesine yönetmenler zihinlerindekini değiştirmedikleri sürece dokunamazlardı. Sözcükleri işe yaramaz olurdu. Tıpkı içinde bulunulan bu zaman gibi.
Bir asa karanlığın arasında havaya kalktı. Alkema kızı, sığındıkları ağacın arkasında Carlie'nin donuk bakışlarına aldırmadan, en ufacık bir açıklama zahmetine girmeden, cadının yüzünü göğsüne bastırmıştı. Kızıl, dalgalı saçları, Carlie Myracle'ın düz ve alttan dalgalanmaya yüz tutmuş güneş sarısı saçlarına karışıyordu. Kulaklarına özür sözcükleri yayılıyordu. Yayılan sözcükler zihninin neredeyse her katmanında tekrarlanıyor ve cadının zihni neler olduğunu sesin tonundan çözmeye çalışıyordu. Bedeni ise çevresine kilitlenen kollardan kurtulmaya uğraşıyordu. `Alkema, ne yapmaya çalışıyorsun!´ Avuçlarını kızın göğsüne doğru vurmaya çalıştı ancak içinde bir şeyler, kulağına son kez bir üzgün olma cümlesi yayıldığında, kıpırdadı. Tüm gücünün çekildiğini, avuçlarının, onu sarmalayan kızın kucağına düştüğünü ve kıpırdayamaz hale geldiğini bile hissetmekte güçlük çekti. Kalbi teklediğinde, içinde sanki bir damar gibi oraya bağlanmış bir bağında kırıldığını hissetti. Ardından gelen sözcükler ise panik duygusuyla damarlarında sıcacık akan kanı dondurmaya yetti.
`Avada Kedavra!´
O an yavaşlayan tüm zaman dağıldı ve parçaları yeniden birleşip hızlanmaya başladı. Carlie, üzerine kapanmış olan Deirdré Alkema'nın kollarının gevşediğini hissettiğinde, cadıyı üzerinden atmıştı. Gözleri sesin geldiği yöne çevrildiğinde, karanlık altında boylu boyunca uzanan sarışın bedeni gördü. `BABA!´ Acının en koyu tonunda havaya sıçrayıp etrafı son geceyarısına çeviren bir sözcük ile birlikte Carlie Myracle, aslında kurmak istediği mutlu dünyanın bir kristal şişe gibi yere düşüp kırıldığına şahit oldu. Babasının yanına ulaştığını hissetmemişti bile, adamın üzerine eğilip ellerini kalbinin üzerine bastırdığında. Atmıyordu. En ufak bir atış yoktu. Gülümsediğinde bir daha asla bozulmasın dediği kıvrımlar artık orada yoktu. Arasından çıkacak umut dolu yaşam nefesi orada değildi. Gözleri kıpırdamıyordu. Donuktu. Canlı mavilik gitmişti. Gri ve soğuktu. `Lütfen uyan.. Baba, lütfen gitme.. Şaka yaptığını biliyorum. Şimdi uyanacaksın ve beni kollarının arasına alıp şaka yaptığını söyleyeceksin. BENİ BIRAKAMAZSIN! ŞİMDİ DEĞİL! HENÜZ DEĞİL!´ Küçük fısıltılar, acı ile birleşek büyük haykırışlara dönerken Carlie Myracle'ın göz yaşları, ölü bedenin üzerine damlıyordu. Saniyeler önce giydirilen acı ve intikam dolu görünmez ceket Carlie'nin bedenini sarıyor, düğmelerini açılamaz, fermuarını kırılamaz kılıyordu. Boğazında düğümlenmişti acı. Bir yere gideceğe benzemiyordu. Neden kızına acı çektiriyordu? Gözlerini açıp şaka yaptığını söylemesi gerekmez miydi? Soluduğu hava değişmiş, elleri ölü büyücü bedeninin üzerinden çekilmişti.
Şimdi yalnız bir ruhtu. Küçük ve yapay diyarının içinde, bir zamanlar bir değere sahip olanlar gitmişti. Hepsini birer birer üflemişti. Ama birine geldiğinde durmuştu. O gitmesi gereken değildi. Orada hep onunla kalması gerekendi. Gerekmeyenler oradayken gri, karanlık bir sisle dolan küçük büyülü diyar, orayı kirletenleri üflediğinde gitmiş, geride kalan ile birlikte daha önce görülemeyen yıldızları aydınlatmıştı. Aydınlanan her yıldız, Carlie ve babası için, ikisinin büyülü diyarına gelmişti. Gökyüzünde ki yerlerini almış, ardından havada zamanı gelene kadar asılı kalması gereken bir sözcük oluşturmuşlardı; yaşam. Ama diğer ruh zamanı gelmeden ayrılmış, sahip olduğu yıldızları beraberinde götürüp, kelimeyi bozmuştu. Sis gittiğinde, ardında götürdüğü yıldızlarda sisi yanlarına alarak geliyorlardı şimdi. Yazacakları ise bir sözcük değil, sözcükler topluluydu, cümleydi, gelecekti; Boşluk ölümü doğurur.
Temmuz, 2065 - Knockturn Yolu
`Beni takip etmeyi bırak, iyi olacağım dedim sana.´
`Buna inansaydım şuan burada olmazdım, Carlie.´
`Karıştığın şey benim hayatım, seni burada istemiyorum. Varlığın her bir anının küllerinden doğmasından başka bir halta yaramıyor.´
`O zaman neden buradasın?´ Çünkü o değersiz p.çin hayatını cehenneme çevireceğim.
`Onu beklediğini biliyorum. Carlie, şimdi onu yakalaman belki onu yok edecek, ama o sadece yoklukta sürüklenecek, herşeyi yaşamış olarak, sen ise daha çok şey kaybedeceksin. İnan bana o adamı savunmuyorum. Benimde hayatımı kolayca çaldı, bunu unutma.´
Porselen bebeği andıran beyaz cildi üzerine vuran ay ışığı ile birlikte parlayan yüzü belirsiz bir kaosa sürüklendi. Birbiri üzerine kapanmış pembe dudaklar bir kaç sözcüğü havaya savuşturmak için açıldıysalar bile, üzerlerine doğru kayan soğuk bir damlayı tatmamak üzere kapandılar. Alev rengi dalgaların önünden savrularak gittiğini izleyen, sarı akıcı altın rengiyle çevrelenmiş yüz, bir kaç adım geriye atarak sendeledi. Tutacak kimse yoktu, olabilecek olanı ise kendi elleriyle yok etmişti. Avuçlarının içinde ılık bir his dolanıyor, kayboluyor ve yine beliriyordu. Kaybolan yöne baktığında, yüzüne vuran ay ışığının bir kısmının taş kaldırımda, kırmızının en koyu tonunu parlattığına şahit oldu. Düşüncesiz ve bencil.
Kasım, 2065
Kehanet kulesinin ağır merdivenlerinden, cübbesi dalgalana dalgalana inmişti. Üzerine serpilmiş toz bulutcuklarının griye kaçırdığı siyah renk cübbeye sıkı sıkıya sarılmış beyaz bedenin uzuvlarından olan parmaklarını, karanlık ormana doğru giden yolun çok uzağında, tepede sararmaya yüz tutup, uçlarında belli belirsiz koyu yeşil rengin kaybolmaya başladığı çimenlere sarmıştı. Kapkara kirpiklerinin çevrelediği göz çukurlarının altları, pembe toz allık serpiştirilmiş gibi kızarıktı. Şeffaf ve ıslak damlalar, çene hizasına kadar çekilmiş bir çift bacak ve göğüs kafesi arasında sıkışmıştı. Çekip giden aylardan sonra neden hala aynı yere batmaya devam eden hançerlere alışamıyordu?
Annesinin belli belirsiz silüeti gözlerinin önünde hayal meyal kırıntılarla yavaşça salınırken, şimdi kadının ne yaptığını düşünmeden edemedi. Carlie daha küçük bir kızken, annesinin sarı olan saçları, büyüdükçe beyazlamaya başlamış, kadın en sonunda saçlarını siyaha boyatmaya karar vermişti. Yüzünün kemikli yapısı o renkle daha çok ortaya çıkmıştı. Kızının yüzüne benzemiyordu. Carlie yüz yapısını tamamen babasından almıştı. Annesinin o bahşettiği tek şey göz çevresiydi. Kirpiklerinin duruşu, gürlüğü ve kaşlarının düzgün görünümü. Gözlerini ondan aldığını asla söylemezdi ama, gözleri babasının gözleriydi. Gri mutlu parıltıların serpiştirildiği mavi iki yuvarlak. Annesinin gözlerinde yeşil parıltılar vardı ama mutlu değildiler, yaşam enerjisi dolu değildiler. Artık Carlie'nin gözlerininde dönüştüğü gibi. Şimdi kadın, yeni kocasının ne haltlar yaptığını biliyor muydu? Eski kocası, yeni kocası tarafından gaddarca öldürüldüğü için mutlu muydu? Belki de her ayrıntıyı ufak sayıp, toz parçaları gibi düşünmüş ve eski, açılmaması gereken bir sandığın içine yerleştirmişti düşünmesi gerekenleri. Kızını bıraktığı - Carlie'nin saymaya bile değmeyeceğini düşündüğü yıllar boyunca acaba bir kez olsun kızım ne yapıyor demiş miydi? Asla. Öyle olsa arar ve destek olurdu. Özür dilerdi. Kendi hatasını olduğunu söyler, bir şeyler yapma yolunda ilerlemeye çalışırdı. Belki Gryffindor'un cesaret meleği onu hemen affetmezdi ama yıllar boyunca yanında birinin olabileceğini düşünürdü. Bir omuz, bir aile, değer vereceği biri.
Babasının ölümü üzerinden geçen dört ay, hiçbir külün soğumasına yetmemişti. Kül bir yana, alevler bile sönmeyi reddediyordu. Sözler kırılmıştı, tek bir çift lanetle adam dünyadan silinip gitmişti. Paris'e döndüğü bir hafta boyunca Carlie, babasının yanında hizmet veren iki kadına hakettikleri ücreti vermiş, ardından kapıları kitleyerek Londra'ya dönmüştü. Hogwarts geri açılana kadar ve büyük kaos devam ederken Slytherin'lı bir cadının evinde kalmış, ona minnet borçlu olmuştu. Babasının yıllar boyunca biriktirdiği büyük mal varlığı Gringotts'ta onun adına değiştirilmişti. Paris'teki daire ve önünden Seine nehri geçen malikane Carlie'nin üzerine yapılmıştı. Steven Myracle'ın Carlie doğduğunda yaptırdığı at çiftliği ve çiftlik içindeki evde onun üzerine kalmıştı. Silmesi gereken anıları yok etmek adına New York'taki malikaneyi ilk olarak satmıştı. Şimdi tek sahip oldukları bunlardı, cansız ama insanı duygulara boğan hatıralar.
"Carlie," diye seslendi bir kız, sanki dakikalardır orada durmuşta hiç duyulmamış gibi. "Sonra Saulé." diye yanıtladı Carlie, ellerini çimenlerin üzerinde serbest bırakırken. "Ama bir saniye, eğer Deirdré'yi görürsen yanıma gelmesini rica eder misin?" Yüzünü arkasından seslenen Slytherin'lı cadıya dönmeden yöneltmişti ricasını. Kız ise küçük bir onaylama tınısıyla yürüyerek kaybolmuştu.
Gelmelisin, Deirdré diye düşündü. Özür dilemeliyim.
- Claudia van BussenYönetici, Melez
- Mesaj Sayısı : 126
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Carlie.
Salı Haz. 19, 2012 4:15 pm
Rütbe veriliyor, iyi eğlenceler!
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz