- Rachelle JesevenGryffindor V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 328
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Lakap : reçel!
rachelle.
Paz Nis. 08, 2012 11:47 am
x Gryffindor.
x Adı Rachelle, soyadı konusunda kuşkular var olsa da Jeseven diyorlar.
x Soranlara zenci olmadığını görünce ailesinin onu evlatlıktan reddettiğini söylüyor.
x Nereli olduğunu öğrenmek isterseniz bir FBI ajanı olarak bu bilgiyi gizli tutması gerektiği hakkında hikayeler dinlersiniz.
x Aslen miyop ancak gözlük takmayı öylesine sevmiyor ki etrafındaki şeyleri görmemeyi tercih ediyor.
x Espiri anlayışı için şunu diyebiliriz: Eğer bir Türk olsaydı "Meci diye köy mü olur?" espirisini o bulurdu.
x Çalmayı doğru düzgün bilmediği gitarıyla her ortama dalıp saçma şarkılar söylemeye bayyyyılır.
x Evlenmeyi planladığı onlarca adam var ve ona sorarsanız kendisi bir ilişki uzmanı lâkin insanlar henüz onun bir sevgilisini bile göremediler.
x Onun için "oyun konsolları+pizza+kola" > "alışveriş+makyaj+dedikodu"
x Dolabındaki üç pantolon ve beş kazak kombinasyonlarından bıkmadığı sürece yeni şeyler almaya niyetli değil.
x Dünyanın en sakarı olarak iki tane ödülü var, gerçekten.
x Pot kırdıktan sonra toparlamaya çalışmasını izlemek o kadar eğlenceli ki.
x Büyüyünce süper güçleri olan bir patates olup ıspanaklarla savaşmak istiyor.
x Neresiyle bilemiyoruz ama ağzıyla içmediği belli olan bir insan.
x Bilim insanları bir yandan onun hiç sınıfta kalmamış olmasına mantıklı bir açıklama getirmeye çalışıyor.
x Onun dikkatlice kitap okuduğunu görürseniz gidin ve kafasında kan olup olmadığına bakın veya direk hastaneye götürün.
x Birçok dili çat pat bilip cümle aralarına katmaktan hiç çekinmez.
x Rachelle olmanın onda yedisi insanları sinir ettikten sonra koşarak kaçmaktır.
x Adet yerini bulsun diye: "Cesur, güvenilir, kan takıntısı olmayan, aslanlı biri."
x Adı Rachelle, soyadı konusunda kuşkular var olsa da Jeseven diyorlar.
x Soranlara zenci olmadığını görünce ailesinin onu evlatlıktan reddettiğini söylüyor.
x Nereli olduğunu öğrenmek isterseniz bir FBI ajanı olarak bu bilgiyi gizli tutması gerektiği hakkında hikayeler dinlersiniz.
x Aslen miyop ancak gözlük takmayı öylesine sevmiyor ki etrafındaki şeyleri görmemeyi tercih ediyor.
x Espiri anlayışı için şunu diyebiliriz: Eğer bir Türk olsaydı "Meci diye köy mü olur?" espirisini o bulurdu.
x Çalmayı doğru düzgün bilmediği gitarıyla her ortama dalıp saçma şarkılar söylemeye bayyyyılır.
x Evlenmeyi planladığı onlarca adam var ve ona sorarsanız kendisi bir ilişki uzmanı lâkin insanlar henüz onun bir sevgilisini bile göremediler.
x Onun için "oyun konsolları+pizza+kola" > "alışveriş+makyaj+dedikodu"
x Dolabındaki üç pantolon ve beş kazak kombinasyonlarından bıkmadığı sürece yeni şeyler almaya niyetli değil.
x Dünyanın en sakarı olarak iki tane ödülü var, gerçekten.
x Pot kırdıktan sonra toparlamaya çalışmasını izlemek o kadar eğlenceli ki.
x Büyüyünce süper güçleri olan bir patates olup ıspanaklarla savaşmak istiyor.
x Neresiyle bilemiyoruz ama ağzıyla içmediği belli olan bir insan.
x Bilim insanları bir yandan onun hiç sınıfta kalmamış olmasına mantıklı bir açıklama getirmeye çalışıyor.
x Onun dikkatlice kitap okuduğunu görürseniz gidin ve kafasında kan olup olmadığına bakın veya direk hastaneye götürün.
x Birçok dili çat pat bilip cümle aralarına katmaktan hiç çekinmez.
x Rachelle olmanın onda yedisi insanları sinir ettikten sonra koşarak kaçmaktır.
x Adet yerini bulsun diye: "Cesur, güvenilir, kan takıntısı olmayan, aslanlı biri."
- x:
- Ilık ılık esen mayıs meltemi kemiklerindeki kaskatı duruşu veya sırtından aktığını düşündüğü soğuk terleri bir nebze olsun ısıtmıyordu. Adımları ağaçlardan yere düşen ilkbahar çiçeklerinin süslediği yolda geri geri gitmeye, ve hatta durmaya yeltense de böyle bir şey yapmasının ona yarar sağlamadığının bilincindeydi. Az önce yaşadığı hafızasına resmen kazınan anlar onu ucu bucağı olmayan karanlığa sürüklemişti bir kere, fiziksel olarak ne yaparsa yapsın yıpranmış ruhunun yaralarını saramazdı. Binlerce kelime aynı anda binlerce görüntü ile hologramlar oluşturuyor, bir nevi farklı görüntüleri olmadık diyaloglarla beziyordu. Sonra birden yeniden birkaç saat önce yaşadıkları geliyordu gözler önüne, ve bu sefer beynini avuçlarının içine alıp parçalamak istiyordu. Keşke yaşanmamış olsaydı, diye düşündü. Ama neyin yaşanmamış olması gerektiğini bilmiyordu. Adını ağzına bile almak istemediği o adamla tanışması mı, yoksa onu sözde en güvendiği dostuyla tanıştırması mı? " Bunu bana nasıl yaptılar! " Aynı cümle beynindeki her şeyi bir kenara itiyor ve sanki karanlığı delen keskin bir beyaz gibi düşüncelerini yarıyordu. Ayakta duramayacağını hissettiğinde camekanına elini dayadığı cafeye girdi ve bembeyaz bir yüzle garsondan lavabonun yerini göstermesini rica etti. İçindeki her şeyi boşalttığını hissedene dek orada kaldı ve sonunda tükenmiş bir halde yüzünü yıkayıp oradaki herhangi bir masaya yöneldi. Her ne kadar midesi boş olsa da sadece acı bir kahve almayı rica etti aynı garsondan ve en kuytu yere kendini bıraktı. Hıçkırıklarını hiç kimsenin sorgulamayacağı, onu teselli edemeyeceği, yüzünü dahi göremeyeceği bu yerde gözyaşları yanağından süzülürken bugün olanları düşündü. " BUNU BANA NASIL YAPTILAR! " Sabahı hatırladı, Ren'in beyaz yatağında iki siyah gözle karşılaştığı alışılmış ama yine de huzur verici güne başlayışı. Ren ona evde kalacağını, belki biraz dışarıda oyalanabileceğini söyledikten sonra Sachiko'yu evden geçirene kadar hep yaptığı davranışların aynısını sergilemişti. Sacchi, evden çıkıp resim atölyesinin yolunu tuttuğunda karnının kasıldığını hissetmiş fakat yolunu değiştirmemişti. Ancak atölyede birkaç bulantı ardından Keiko onu bir arabaya atmış ve doktora götürmüştü. Doktorun sevecen yüzünde oluşan sımsıcak gülümseme yepyeni bir canın, hayata doğacak bir başka meleğin habercisi olmuştu ve birkaç damla saf mutluluk yaşını akıtmıştı gözlerden. Bu mutluluk uçarcasına eve döndürmüştü onu ama sevgili aşkının evde olmayacağını düşündüğünden anahtarıyla açmıştı artık üç kişinin yaşayacağı bu yuvayı. Üstünü değiştirmek için usulca sessiz evin üst katındaki yatak odasına çıkıp kapıyı açtığındaysa gördüklerine inanabilmek için defalarca kırpıştırdı gözlerini. Mai, sözde en yakın dostu, daha bu sabah Ren ile birlikte uyandığı yatakta çırılçıplak halde, daha önce Sacchi'nin aşina olduğu dudaklara, ellere, vücuda sahip oluyordu. Baştan onun geldiğini anlamayan çift gülümseyerek uzandığında sadece Ren'in şaşkın bakışlarını tanıyabildi Sacchi. Gözyaşları birbiri ardına düşen ufak damlalardı ve duygularını ifade etmeyi bin tanesi bile beceremezdi. " Açıklayabilirim! " nidaları, " Yanlış anladın! " yalanları havada uçuşurken takıla takıla merdivenlerden aşağı sürükleyebildi kendisini. Mai arkasında beyaz çarşafa sarınmış bir vücutla, sopsoğuk gözler ve inandıramayan yalanlar eşliğinde onu kapıya kadar takip ederken biricik aşkı sandığı fakat aslında nefsine sahip çıkamayan bir pislikten başka bir şey olamayan adam yatağın ortasında ilk ve son gerçek gözyaşını dökmekteydi.
Masada tek başına yüzünde acı bir gülümsemeyle kalakalan Sachiko, ilk kez "olgun kadın"ı oynamanın vakti geldiğini düşündü ve elini çantasına attı. Sonuçlarını düşünmeyi hiç istemese bile olayların kendi planındaki gibi ilerlemesine çalışacaktı, sakin olacaktı. Ne yaparsa yapsın sadakatsizliği unutamazdı ama yapacak çok daha iyi şeyleri de var olmalıydı. Acı selinin ortasında kalmıştı ve pek sağlam olmayan bir tahtaya dahi sıkıcı sarılabilirdi. Önce olan biteni anlamak için Mai'yle konuşmayı düşündü, dilediği gibi yüzüne haykırmayı ve ona acı çektirmeyi o kadar çok istiyordu ki... Ama bağırıp çağırmak ne o mükemmel hayatını geri getirecekti, ne de hafızasındaki iğrenç görüntüleri silebilecekti. Yeterince alışamamıştı olan bitene, ne kadar alışması beklenebilirdi ki? Konuşması, konuşması ve içini boşaltması gerekiyordu. Çantasının içinde kalmış olduğunu hatırladığı elini aynı amaçla yeniden dolaştırdı eşyalarının arasında. Telefonunu buldu ve biraz önceki düşüncelerinden farklı sebeple bastı tuşlara numarayı bulmak amacıyla. "H" harfine geldiğinde durdu ve arama tuşuna kendinden emin bir halde bastı. Meşgul olmasını zaten beklemiyordu. Birkaç kısa nefesin ardından insanın içini ısıtan ve gülümsemesini sağlayan bir ses " Moshi moshi! " diye şakıdı telefonun ucundan. Ufacık gözyaşı damlalarıyla süslenmiş bir gülümsemeyle mutluymuş gibi cevap vermeye çalışsa da beceremedi Sacchi. Ruh halini telefonun en uzak ucundan bile anlayabilen o müthiş insan, sadece nerede olduğunu sordu ona. " İyi misin? " diye sormasına gerek yoktu, iyi olmadığını her koşulda anlayabilirdi. " Ne oldu? " diye sormak istese de soramazdı; kötü bir şey olduğu belliydi ve yanında değilken onun bunu anlatıp üzüleceğini biliyordu, onu bir başına göz yaşları içinde bırakamazdı. O an yanında olup ona sarılmak ve her şeyin iyi olacağını vaat eden güzel masallarla doldurulmuş sözler fısıldamak istiyordu. Hiroki arabaya bindiğinde bu düşünceler vücudunu kontrol ediyormuş gibi otomatik bir hareketle gazı kökledi ve hiçbir hayatın Sachiko'nun tek bir gözyaşından önemli olamayacağını vurgularcasına etrafına hiç bakınmadı. O güzel gözler hüzünle değil neşeyle parlamalıydı, kiraz dudakları iki yana sarkmak yerine büyülü sesiyle kahkahalara eşlik etmeliydi. O, üzülmeyi hak etmeyen en meleksi varlıktı ve onu üzenin cezasını kendi elleriyle verip bu meleğe karşı yapılmış yanlışa kendi adaletini getirirdi. Durdu ve sakinleşmeye çalıştı, eğer kuralların olmadığı bir evrende olsaydı bunları gözü kapalı yapardı ama sonuçlarını düşünmek zorundaydı. Bir cinayet arkasından hukuku getirirdi ve kendisinin 4 duvar arasında kapalı kalması meleğine bir yarar sağlamayacaktı. Sadece o mutlu olsun diye yıllardır aşkıyla öldüğü kadının bir başkasıyla evlenişini kocaman, şişirilmiş sahte kahkahalarla kutlamış; evliliği her sarsıldığında düzelmesi için hep yardımcı olmuştu ama asla yaptıklarından pişman olmamıştı. Onu yüzünü gülümsetecek her şeyi yapardı, kendi canının acıyor olması onu tek bir saniye bile tereddüt ettiremezdi bu konuda.
Hızlı bir hareketle mekanın kapısını açtı ve aynı anda sadece onu görmek isteyen meraklı bakışlarla her masayı tek tek inceledi. Yavaş yavaş masaların arasından ilerleyerek Sachiko'yu görmeye çalıştı; onun o güzel yüzünü görmeyi istedi. Arka taraflara gittikçe yüzünü iki eliyle kapatmış olan aşkını gördü, güzel elleri titreyerek saçlarını geri atmaya çalışıyordu. Bir demir parçasının mıknatısa çekilmesi gibi ona doğru ilerledi, sanki doğasında ona yapışık olmak varmış gibi. Ne kadar istese de ona sarılmadı, omzunda ağlaması için yanına oturmadı; sadece karşısındaki sandalyeye geçti. Sacchi ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerini ona doğru kaldırdı, çaresizlikle Tanrı'ya yakaran bir inançsıza benzeyen ifadesi yüzünde asılı kaldı bir süre. Bir şeyler yapabileceğine inanmasa dahi son umuduyla ondan bir güzellik ister gibi. Kadın onun gözlerine baktığında merhametten çok daha ötesini hissediyordu her seferinde. Oradan oynaşan tüm duyguların kaynağı olan kalpte en yakın dostunun aslında platonik seveni olmasını bilmek canını yaksa da şimdiye kadar bencilliğinden kesememişti onunla arkadaşlığını. Birbirlerinin yanında olmalılardı her an, ne hissederlerse hissetsinler davranışları kontrol eden duygu sadece dostluk olmalıydı, işte bu sarışın adam şimdi oksijen gibi muhtaç olduğu dostluğu vermeliydi bu güçsüz bayana. Hiro'nun tek bir teselli sözü sarf etmesine izin vermeden baklayı ağzından çıkarmaya kararlıydı. " Beni aldattı! " Bu sözler beyninde daha bir çok kere tur atmış olmasına rağmen kelimeleri yüksek sesle telaffuz etmek kalbine sanki başka bir hançerin girmesine neden olmuştu. Bakışları yeniden nemlendi gözyaşlarıyla, ve bu kez yanında bir dost bulunması berrak damlaların rahatça akmasına sebep oldu bilmeden. Kendini gittikçe bu gerçeğin acımasız kollarına bırakıyordu ve bu kollar onu sıkıp boğmaktan başka işe yaramıyorlardı. Gözlerini kapadı Sacchi, karanlıkta görüntülerin oynaşmasına izin verdi; Mai ve Ren... Gözlerini çok feci bir kabustan uyanırmış gibi hızla açtı, Hiroki ona sarılmış ve hiç istemediği o teselli sözlerini kulağına fısıldamaya başlamıştı. " Her şey güzel olacak. " Şimdi Hiroki'yi kırmak istemiyordu, bu sinirle bir başkasını daha incitmeyi asla kaldıramazdı ama tüm evrenin bildiği gibi hiçbir şey güzel olmayacaktı! Kalbinin bir yerinde kendine yer edinmiş umudu ve içinde yaşayan küçük Polyanna'sı beynindeki gerçeklik duygusunun gazabına uğramıştı çoktan. Hiçbir zaman kaçılmayacak gerçekler demir adımlarıyla umudu kırık parçalara ayırmış, Polyanna ise bu üzüntü karşısında kocaman iyimserliğini kaybetip ölmüştü. Durum öylesine vahimdi; aldatılmıştı, çok aşık olduğu adamı, üstelik en yakın dostu dediği kişiyle, onların yatakta bulmuştu; bu zaten ona bir çift kahrolacak konu veriyordu. Ve daha önce başına gelmiş en güzel şey olduğunu düşünse bile şimdi ne yapacağını bilmez çaresizlikte sürünüyordu; hamileydi. Hala deliler gibi sevdiği bir adamın çocuğunu karnında taşıyordu ancak sevginin ve aşkın beraberinde affetmeyi getirdiğini düşünmüyordu. Elinde üç seçeneği vardı; gururunu ayaklar altına alıp Ren'i affetmek, çocuğunu tek başına büyütmek, ya da bebeği... En sonuncu seçeneğini ağzına bile almak istemiyordu ancak onun yüzüne baktıkça onu aldatan adamı hatırlayacaktı, bununla yaşayıp yaşayamayacağı ise kuşkuluydu. O adamı affetmek bebeği için en doğrusu olacaktı belki fakat onu affederse şimdiye kadar oluşturduğu tüm kişiliğinin, prensiplerinin hepsini çiğnemiş olurdu.
Bu sefer kıskançlığı onu büyük bir dalgayla onu kıyı düşüncelerden alıp çok daha derinlere indirmeyi başardı, aklı bambaşka bir konuya gitti Sachiko'nun; nesi eksikti Mai'den? Ne yapmamıştı da yetersiz gelmişti Ren'e? Ona her hücresini adamış, kanının her damlasına aşkını katmıştı fakat şimdi tüm aşkı onu ölüye çevirmek için and içmiş gibi acı çektiriyordu. Her nefes alışında hücrelerine giren her oksijen ona cevabını bilemeyeceği sorular olarak geri dönüyordu. Kendine bakmıyor muydu acaba, ne de olsa bir aydır atölyede çok fazla vakit geçiriyordu tabloları yetiştirebilmek için. Kendi galerisinde ilk defa kendi eserlerini sergileyecek olduğundan çok heyecanlanmış ve sabah erkenden çıkıp gece de belki biraz geç dönüyordu eve. " Mai mi doldurdu yerimi? " Bu düşünce öyle çok acı veriyordu ki... İlk defa olmuyordu kendisine göre, ilk defa olsaydı nasıl böyle utanmazca ve buz gibi bakabilirdi en yakın arkadaşı arkasından? Bir haftadır onunla çok sık görüşmediğini, her seferinde bahanelerin havalarda uçuştuğu telefon görüşmelerini hatırlayınca ne kadar aptal olduğunu fark etmiş gibi kafasını iki yana salladı. Sadece karşısındaki insanın davranışlarını kendi iyi niyetiyle sarıp sarmalaması mı bu kadar geciktirmişti anlamasını? Belki öylesine saftı ki konuşmalarında onu iğneleyen sözlerini bile "yapıcı eleştiri" olarak değerlendiriyordu. Öylesine inanıyordu ki ikisine de, tek bir kere kuşku duymamıştı ikisini bir köşede gülüşürken gördüğünde. Neden hep karşısındakini sevdiği kadar sevildiğine inanırdı ki böyle körce, anlamıyordu. Ama Mai'nin soğukluğunun yanında Ren'in her zamankinden hiçbir damla kaybetmemiş sevgi dolu davranışlarını nasıl yorumlayabilirdi? Bu kadar iğrenç miydi gerçekten delicesine aşık olduğu adam? Nasıl güzel rol yapabiliyordu böyle, en iyi becerdiğiyse aşıkmış gibi görünmek olmalıydı. Her sabah onu öperek uyandırması, güçlü kollarının onu her kötülükten koruyacakmış gibi sıkıca sarması devam ederken asıl kötülüğünün kendisi olduğunu ne güzel saklamıştı ondan! Midesini inanılmaz bir güçle sıkan el sanki Ren'in eliydi. Sanki tüm iğrençliğini içindekileri boşaltarak def edebilecekmiş gibi kusma isteğine karşı duramıyordu. Hala kolu omzunda olan Hiroki'yi hafifçe ittirerek elini ağzına bastırmıştı, ama kendini lavaboya atıp ağlayarak arınmaya çalışmayacaktı. Her şeyin içinde kalmasını istiyordu, her acının ona bilinç kattığına inanırdı o. " Öldürmeyen acı güçlendirir. " Ve iki iğrenç insanın çarpık ilişkisi onu belki yerlerde süründürürdü, ama öldürmezdi. Öldüremezdi. Yaşaması gerekiyordu, karnındaki küçük melek için yaşaması gerekiyordu. Seçeneklerini tek tek elemişti ve gerekirse her şeyini uğrana harcayacağı bebeğiyle yeni bir hayat kurması üzerine yoğunlaşmıştı. " Dünyada aldatılan ilk kişi ben değilim ki! "
" Dünyada aldatılan ilk kişi sen değilsin ki! " Hiroki bunları narin meleğinin kulağına fısıldarken onun da aynı şeyleri düşündüğünü nerden bilebilirdi? Ren denen gereksiz ve gerçek bir aptal olan adamın onu üzmesine nedense dayanamıyordu, o adam onu sevmeyi bile becerememişti ki, ne hakla üzebiliyordu! Düşünceleri sanki bir büyütecin altına sokulmuş gibiydi ve odaklanmak istediği yer Sachiko'nun üzüntüsüydü. Fakat onun hemen yanında duran büyük harflerle yazılmış bir gerçeğe kayıyordu sanki gözü, " ARTIK REN'İ SEVMİYOR. Artık beni sevebilir, artık benim olabilir. Meleğime gerçekten sahip olabilirim. O iğrenç adam olmadan... " Aşık olduğu insanın her gözyaşı damlası kalbine bir asit gibi değip ona acı çektirirken beyninde dolaşmaya başlayan bu düşünceler sanki onun umudu olmuş, tutunup ikisini birlikte su yüzüne çıkarabilecek yol bulmuştu. Ne kadar mutlu bir hayatları olurdu kim bilir? Küçük bir kasabada sahip olduğu yazlıkta sürekli otururlardı, hem ikisi de yeşilliğe ve temiz havaya bayılırlardı. Bahçelerinde hem yazın hem de kışın sürekli var olacak çiçekler ve ağaçlar olurdu, çocuk bahçesi gibi... Çocukları bile olabilirdi, olağanüstü güzellikte biri oğlan biri kız iki çocuk bahçelerinde oynarlardı. Sadece sevgi var olabilirdi o cenette, kendi cennetlerinde... Kendisi uğruna canını bile verebilecek bir adamın ona olan sevgisini öğrenince karşı koyabilir miydi Sacchi? Kendini çıkmazda hissettiği o anda acılarından kurtulmak için kendisiyle birlikte olması yeterli mi gelirdi? Elbette "evet" demek zorunda kalmaz mıydı Hiroki'ye? Peki nasıl olur da onu böyle kalın kelepçelerle kendi isteğine bağlayabilirdi, bunu yapabilecek kadar düşüncesiz ya da iğrenç olsaydı şimdiye kadar Ren'le evlenmesini kaldıramaz ve aşkını dev bir makineden geçirip nefrete ve kine dönüştürürdü muhtemelen. Sevgi ve aşk içinde bu kadına karşı kötülük çağrıştıran tüm duyguların kökünü kurutmaya and içmişçesine her iyiliği ona bahşediyordu. İçindeki en güzel duygular hep ona karşı olanlardı ve her davranışını "Acaba O ne düşünür?" sorusunun süzgecinden geçirmeden gerçekleştirmiyordu. Nefes alışlarındaki düzeni bile gerekirse onun düşüncelerine göre kontrol edebilirdi. Bu hastalık değildi, bu onun "aşk" kavramıydı. Aşk denilen o yüce duygu onun hayatının bütünü olup çıkmıştı Sachiko ile birlikte. Bunun aşkla mı yoksa meleğiyle mi ilgili olduğunu hiç düşünmemişti aslında, ona göre en güzel duygular en güzel kadınaydı zaten. Onunla tanışma hikayesinin fazla basit ve sıkıcı olduğu düşünülebilirdi kendi büyük aşkının başlangıcı için, lise 2. sınıftayken Osaka'dan Tokyo'ya taşınmaları gibi büyük bir değişim sonucu okul ona verebileceği en güzel şeyi vermişti; aşkı. İlk görüşte aşkın sadece uydurma bir hikaye olduğunu düşünen insan için bir kızın gözlerine ilk bakışında hissettiği o duygular kolayca dönüştürebilmişti fikirlerini. Asla cesur biri olamadığından içinde sakladığı duyguları onu başkalarıyla el ele tutuşurken, sevdiği kişiyi anlatırken hatta evlenirken bile bir damla azalmamıştı, bu yüzden duygularına "aşk" diyordu ve o kadını hak ettiğini düşünüyordu. Karşısında toparlanmasını beklerken gözlerine bakmaktan kaçınıyordu adeta, çünkü canı kızgın demirin üzerinde yatıyormuşçasına acıyordu ve hüzünlü gözlerin her yaş damlası onu serinletmek yerine demirin daha da kızgınlaşmasına sebep oluyordu. Bilinçsizce beyaz elini ondan daha beyaz olan tenin üzerine koydu ve fazla boğmak istemezcesine hafifçe sıktı. Konuşmaya çalışan dudakları kelimeler sarf etmekten çok onun titreyen dudaklarına sakinleştirici öpücükler kondurmak istiyordu. Arzusu kahverengi gözlerinde toplanıp tek bir küçük damla olarak yanağından süzülürken bunu ona göstermemek için kafasını kapıya döndürdü. Aşk, acıydı. Canının acımasına izin vermek hatta bunu istemeni sağlayacak kadar acı... Karşısındaki çaresiz kadına bakıp havda solunabilecek kadar belli olan acıyı ciğerlerine çekti, aşkı bir noktadan sonra vazgeçilmez olmuştu. Dudaklarını sımsıkı kapatarak başını masaya gömmemek için soluğunu koyverip yerine biraz daha acıyı çekti. Onu asla bırakamayacağını fakat hiçbir zaman da tam anlamıyla sahip olamayacağını bilerek...
- Irene ClevelandYönetici, Hufflepuff III. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 164
Kayıt Tarihi : 14/04/11
Geri: rachelle.
Paz Nis. 08, 2012 11:49 am
Kaçıncı sınıf olacak? Beş dışında yani.
- Rachelle JesevenGryffindor V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 328
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Lakap : reçel!
Geri: rachelle.
Paz Nis. 08, 2012 11:52 am
İşte dört olur, olur yani hıhı.
- Irene ClevelandYönetici, Hufflepuff III. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 164
Kayıt Tarihi : 14/04/11
Geri: rachelle.
Paz Nis. 08, 2012 11:56 am
Verdim gitti.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz