- Lupin Santana
- Mesaj Sayısı : 133
Kayıt Tarihi : 10/04/12
Yaş : 28
Lupin
Salı Nis. 10, 2012 4:55 pm
İstenilen bina; Forestier
Kısaca karakteristik özellikler; Çok kavgacı ve gürültücü bir kişiliğe sahip olan Lupin, her ortama uyum sağlayamaz. Herkesi kendisinin menfaatleri için kullanabilir. Çok asabi ve sinirlidir. Gözüne kestirdiği her şeyin peşinden koşar. Biraz da yüzsüzdür.
İstenilen dönem; IV
Örnek RP;
Kısaca karakteristik özellikler; Çok kavgacı ve gürültücü bir kişiliğe sahip olan Lupin, her ortama uyum sağlayamaz. Herkesi kendisinin menfaatleri için kullanabilir. Çok asabi ve sinirlidir. Gözüne kestirdiği her şeyin peşinden koşar. Biraz da yüzsüzdür.
İstenilen dönem; IV
Örnek RP;
- Spoiler:
- Önce hava karardı. Koridorun sonundaki küçük oda karanlığa gömüldü. Odanın tahta kapısı gıcırdayarak açıldı; gelen her kimse odadaki tüm mumları yakıp gitti. Fakat yere oturup sırtını yatağına dayamış, solgun görünümlü kız hiçbir tepki vermedi. Bu zamana ait değil gibiydi. Sanki zamanın olmadığı bir yerde yaşıyordu; aslında orda değildi. Görünen sadece onun yansımasıydı. Gözlerini karşısındaki duvara dikmiş, gözleriyle duvarı yıkmak istercesine bakıyordu. Ordan çok ötesini görüyor gibiydi. Dizlerini göğsüne çekmiş, elleriyle sarmış, orada öylece oturuyordu. Mumlar yavaş yavaş eridi, oda loş bir hâl aldı. Platin sarısı dalgalı saçları yağlanmıştı, parlıyordu. Beyaz elbisesinin etekleri yukarı doğru toplanmış olan kızın, saçlarını umursuyor gibi bir hâli yoktu. Saatler, saniyeler kadar hızlı geçti. Odadaki son mum da söndü. Odaya hâkim olan ani karanlık kızı korkutmuştu. Saatler sonra, günler sonra ilk defa bir tepki verdi. Buz mavisi gözlerinden iki damla yaş düştü, ağlıyordu.
Bu onu bile şaşırtmıştı. Umutsuzluk kalbinden dalgalar hâlinde yayılarak karanlığa karışıyor ve karanlığın gücünü emerek ruhuna geri yansıyordu. Gözyaşları gittikçe daha hırsla akıyordu. Estell bunun farkında bile değildi. O kendi küçük, karanlık ve canlı olduğu sürece umutsuzluk yayacak olan dünyasındaydı. Çok üzgünüm... Üzgün mü?! Onlar üzgün olmak hakkında ne bilebilirlerdi ki? O aptal kuş beyinliler üzgün kelimesinin anlamını bile bilmiyorlardı! Ah, onların hepsinden öyle nefret ediyordu ki... Zaten artık içinde nefret olmayan bir duygusu da kalmamıştı. En çok da yaşamaktan nefret ediyordu. Şu saatten sonra yaşamak, onun için tiksindirici olduğu gibi suçluluk duymasına da sebep olan bir şeydi. Onun hayatının ışığı sönmüştü. Tıpkı bugün sönmesini izlediği onca mum gibi...
Kapının gıcırtısı gecenin sessizliğini adeta yırtmıştı ama ses Estell'in içine kısıldığı karanlık dünyasına ulaşmadı. Odasına giren annesi, kızının ölü olduğunu rahatlıkla düşünebilirdi çünkü odasının en kuytu köşesine sığınmış olan Estell değil; ruhu çoktan uzaklaşmış, içi boş bir bedendi. Annesinin gözlerinde gerçek bir hüzün vardı. Kendisinin dekore etmiş olduğu, umut saçan bembeyaz odanın kaldıramayacağı kadar büyük bir karanlık saçıyordu Estell. Öfke, nefret, hüzün ve boşluk karışımı âdeta havada süzülüyor ve sevimli odayı öldürüyordu. Kızının yanına yavaşça çöktü, elini omzuna koydu. Bu kendi dünyasını dürtüklemek gibi bir şeydi ve Estell bundan tam anlamıyla nefret ediyordu. "Ne var?" dercesine baktı annesinin yüzüne. Kadın omuz silkti. "Sadece yanında olmak istedim." Estell ses çıkarmadı, tek kelime dâhi etmedi. Kendisini konuşamayacak kadar bitik, düşüncelerini başkalarıyla paylaşamayacak kadar yorgun hissediyordu. Omuzları kimseyi kaldıramayacak kadar güçsüzdü. Elleriyle, annesinin kolunu omuzundan kaldırdı. Vücudu hareket etmenin verdiği sevinçle fokurdamaya başladı; Estell istemsiz bir şekilde pozisyon değiştirdi. Bacaklarını uzattı, kollarını göğsünde kavuşturdu. "Sevdiğin birini kaybetmek zordur Estell. Ama kendini bu kadar bırakma. Kaç gündür ye-"
Annesinin bu sözleri Estell'de patlama etkisi yarattı. Günlerdir "Evet", "Hayır" ya da "Bilmem"den başka birkaç söz söylemeye hazırlandı dudakları."Sevdiğin birini kaybemek mi? Sevdiğin birini kaybetmek mi?! Hayır, anne. Ben sevdiğim birini değil, sevginin ta kendisini kaybettim." Ardından ekledi; "Ama sen bunu nerden bilebilirsin ki! Senin tek yaptığın şey 'sevdiğin birini kaybetmek zordur ama kendini bırakma' gibi sinirimi daha da bozmaktan başka -tabii sinirimin daha da bozulabilmesi diye bir şey varsa- hiçbir halta yaramayan saçma sapan, aptalca sözler söylemek! Beni yalnız bıraksan da ikimiz de rahatlasak..." diye içini döktü. Annesi durumunun içler acısı olduğunu kabullenmiş olsa gerek, yüzündeki hüzünlü ifade iki katına çıkmış bir hâlde yavaşça odasından çıktı. Bu kez ne mumları yaktı, ne de ışıkları açtı. Belli ki oda artık bu odada aydınlık hiçbir şeyin olamayacağını anlamıştı. Bu odadaki her şey karanlık tarafından sonsuzluğa esir edilmişti. Kendisiyle beraber.
Cama vuran yağmurun tıkırtısı tüm odayı doldurdu. Yağmur sesi bilinçaltında farkında olmadan tarttığı şey hakkında karar vermesini sağladı. Yerinden kalktı, dolabından beyaz lastik çizmelerini çıkardı. Gözlerinden akmaya devam eden yaşlara aldırmadan ayaklarına geçirdi. Bu işi sonlandıracaktı. Daha fazla acı çekmek istemiyordu. Yüzleşecekti. Odasından çıktı. Dikkatlice evi dinledi. Ses seda yoktu, beklenildiği üzere. Saat beş falan olmalıydı. Umursamadı. O an annesi, daha da kötüsü ağabeyi çıksa bile onu durduramazdı. Evden çıktı, yağan yağmur elbisesini anında üstüne yapıştırdı. Çökmüş vücudu ıslak elbisesinin altında son derece acınası gözüküyordu. Üç sokak gerideki mezarlığa gitmek için koşmaya başladı. Gözyaşları yağur damlalarına karışıyor, hiç olmamışlar gibi, sanki hep yağmur damlasıylarmış gibi görünüyorlardı. Sanki geldikleri yer Estell'in gözleri değil de gökyüzündeki kara bulutlarmış gibi... Koşmaya devam etti. Bacakları kopacakmışcasına ağırsa da, yüzüne çarpan yağmur ve rüzgâr canını acıtsa da koşmaya devam etti. İlerlerde mezalığın o kocaman, ürkütücü kapısı görünüyordu. Hızını azalttı. Büyük ama yavaş sayılabilecek adımlarla yürümeye başladı. Mezarlığa yaklaştıkça kalbinın atışları hızlandı, cesareti azaldı. Yine de yürümeye devam etti. O devasa kapıdan geçerken heyecanını, korkusunu dışarda bıraktı. Yağmur nispeten azalmıştı. Estell adımlarını hızlandırdı. O'nun mezarına yaklaşmış olmalıydı. Kokusunu duyuyor gibiydi. Sert, erkeksi, bir o kadar çekici... Gözleri fıldır fıldır O'nun ismini arıyordu. Birkaç mezardan sonra bulamayacağını düşünmeye başladı. Tam o sırada, aniden, istemsiz bir şekilde sağa döndü. Ordaydı işte... Gösterişsiz, sıradan... Tam O'nun isteyeceği gibi. Mezarın kenarına oturdu.
"Buraya gelmeyi istemediğimi biliyorsun. Beynim hâlâ senin evde uyuduğunu düşünüyor. Keşke öyle olsa... Sindiremiyorum. Sindirirken bile çok acı çekiyorum. Şu şey beynime dank ettiğinde etimden et kopuyormuşcasına acı çekeceğim herhalde." Sustu. Uzunca bir süre sessiz kaldı. Sonra tekrar konuşmaya başladı. "Cevap vermiyorsun, veremezsin tabii. Kaç gün oldu? Üç mü? Daha önce hiç bu kadar uzun süre ayrı kalmamıştık. Beni özlediğini hissedebiliyorum. Seni çok seviyorum."
Oturduğu yerden kalktı. Yağmur tamamen dinmişti. Hava da kısmen aydınlıktı. Yavaş yavaş yürüdü o apartmana doğru. O'nun oturduğu apartman. O'nun evi, O'nun yuvası... Apartmanın kapısı kapalıydı. Deli gibi vurmaya başladı kapıya. Bir yandan da "Açın şu kapıyı!" diye bağırıyordu. Estell tüm apartmanı uyandırmadan, kapıcı koşup kapıyı açtı. Üzerinde hâlâ pijaması vardı.
"Ne oluyor hanımefendi? Siz de kimsiniz?"
"Estell. Tanıdın mı? Sus da yol ver."
Ve kapıcının itiraz etmesine izin vermeden onu itti. Merdivenlere doğru koştu. Kapıcının arkasından bir şeyler dediğini duyabiliyordu fakat, saat henüz çok erken olduğu için pek yüksek sesle konuşamıyor olmalıydı ki, Estell onun ne dediğini pek anlamadı. Merdivenleri inanılmaz bir hızla çıkıp çatıya açılan kapıyı itti. İşte ordaydı. Teras gibi kocaman çatı... Kenara doğru yürümeye başladı. Fazla vakti yoktu, kapıcı bozuntusunun arkasından geleceğine emindi. Bu yüzden fazla düşünmedi. Kenara geldiğinde bir duraksadı. "Bana hoş geldin de, sevgilim."
Ve sonsuzluğa ilk adımını attı...
"Aşk kalplerin cenaze törenidir. Ve zulüm için bir gazel..."
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz