- Ophrys AeralithHufflepuff V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 52
Kayıt Tarihi : 14/04/12
Yaş : 34
Nerden : Plüton
Lakap : Ryss, ancak aile üyeleri dışındakilerin bu lakabı kullanması pek hoşuna gitmiyor.
Ophrys
C.tesi Nis. 14, 2012 5:25 pm
- İstenilen bina; Mercier
Kısaca karakteristik özellikler; Aeralithlere mensup Areth & Japhette çiftinin sahip olduğu iki çocuktan biri ve soyadı taşıyan diğer herkes gibi Hogwarts'a başlayana dek evde bir aristokrata yaraşır şekilde eğitildi. Oldukça sakin ve nazik olan kızımız pek az konuşur, zira dinlemeyi en büyük tutkusu olan bilgiye ulaşmada önemli bir adımdır ona göre. Bilgi tutkusu gerek yetiştiriliş tarzından, gerekse zamanının çoğunu malikânelerindeki kütüphanede geçiren ebeveynlerini örnek alışından gelmektedir. Bitkilere karşı garip bir tutkusu vardır ki bu da çocukluğunun büyük bölümünü annesinin seradaki bitkilerle ilgilenişini izleyerek geçirmesiyle rahatlıkla açıklanabilir. Adalet tutkusu ise neo-pagan inancına bağlı olan ailesinin ona aşıladığı öğretilerden gelmektedir. Oldukça zekidir, bu sebeple belki de, adalet kavramını kimi zaman pek çoğundan farklı bir şekilde yorumlayabilmektedir.
İstenilen dönem; V
Örnek RP; Okunduktan sonra kaldırılsa pek hoş olur aslında.
- Spoiler:
- Orta Avrupa üzerinde popülasyonları ziyadesiyle azalmış Cizvitlerin yeniden örgütlenmeyi başarabildikleri sayılı merkezlerden biri olan St. Francis kilisesinin çanının yükseldiği kulenin bir alev topundan farksız güneşin kızıl çehresini ikiye bölmekte olduğu vakitlerde, on yılı aşkın süredir her Pazar aynı simalara ev sahipliği yapmaktan yorulmayan kilisenin kırmızı tuğlalı ön cephesi üzerindeki, altın kaplaması yer yer sökülmüş ‘Ad majorem Dei gloriam’ mottosu sabahyıldızının ön cephedeki avluyu terk etmesiyle huşu içinde parıldamayı bırakıp yalnızlığın ve yıpranmışlığın ağır kasvetine bürünerek panoramaya uyum sağlamıştı. Ağaçların arasından kıvrılarak gelen dar patikayı kilise arazisinin açıklığına vardığında karşılayan soluk mermer taşların iki yanına sıra sıra dizilmiş akşamsefaları gelmeye hazırlanan geceyi selamlarken yuvalarına çekilen karatavuklar günün son saatlerine keyifli şarkılarıyla eşlik etmekteydiler. Yeri özenle seçildiğini belli edercesine şehir merkezine oldukça uzak bir dağın eteğine yerleştirilmiş yasaklı ibadethane bu perspektiften bakıldığında sıradan bir günde olmasına karşın çağdaş-gotik atmosfere sahip binanın vitraylı camlar ile bezenmiş yüksek pencerelerinden içeri sızmayı başaran ışık huzmeleri çok daha spesifik bir sahneyi aydınlatıyordu. Romen yaka, düz, siyah cüppesini kuşanmış orta yaşlı papaz, Francis Xavier’ye adanmış sunağın başında diz çökmüş, yüz hatları çetin bir savaşa hazırmışçasına geriliyken uzun sayılabilecek kumral saçlarının kapatmayı ustalıkla başardığı alnı az sonra bilinmezliğe yuvarlanacak herhangi birinin hissedeceği kadar belirgin bir korku ve yakarış imalarını taşıyan kaşlarının önderliğiyle kırışmıştı. Gözbebekleri, sunağın hemen arkasındaki duvarda bulunan oyuğa özenle yerleştirilmiş Meryem Ana heykeliyle buluştuğunda birkaç kuşaktır yeşilin aynı tonunu taşımakta olan ve bu tesadüfî renk benzerliğinden ötürü pek çok cemaat mensubunun, papazlarının St. Francis ile aynı sondan geldiğini yanılsamalarını sağlayan hâleler inceldikten sonra sarı, narin kirpiklerle süslenmiş gözkapakları tarafından perdelendiler. Birkaç saniyelik tutsaklığın ardından bu iki zümrüdî küre karanlığın zincirlerinden kurtularak bir kere daha manzaraya dâhil edildiklerinde taşıdıkları manalarda sönmeyi reddeden alevler gizliydi. Dünyaya geldiği günden itibaren kusursuzca hizmet ettiği İsa, şanını sürdürdüğü Aziz Francis, nefes aldığı müddetçe oğlunun arkasında durmuş olan Kutsal Rahibe ve tabii ki Tanrı sadakatini sınamak için önüne bir iblis çıkardıysa, şeytanın oğlu ile arasındaki savaşta onu kollayacaklarına emin olmamasında bir neden göremeyişinin verdiği cesaretle doğruldu. Yapılı cüssesinin gölgesiyle perdelenen sunağın üzerindeki demir, haç figüründeki kolyeyi boynuna takıp, içinde kutsal su bulunan, her an kırılabilecekmiş gibi narin görünen cam şişeyi ve özenle sivriltmiş olduğu tahta parçasını özenle, dikkat çekmeyeceğinden emin olduğu çuvalın içine yerleştirdikten sonra aheste adımlarla kiliseyi günahkâr dış dünyaya yasaklı kılan, metal işlemelerle bezenmiş kapıdan çıkarak onu bilinmezliğe sürükleyecek patikaya bağlanan mermer zemine adımını attı.
Yolun zihninde ölçtüğünden daha uzun olduğunun ayırtına varan Rahip, batmakta olan güneş ile ağaçların arasındaki rutin yolculuğuna çıkmış akşam melteminin eteklerine takılarak mekânı doldurmakta olan korkuyu iliklerine kadar hissediyor olmasına karşın pes etmemekte kararlı görünüyordu. Gökyüzünün kurşunî mavisini ve batmakta olan güneşin hüzünlü kızıllığını asaletle kuşanan bu ormanı kilisedeki odasının penceresinden izlediği günlerde manzaranın bu denli rahatsızlığı barındırabileceğinin hiç aklına gelmemiş olmasına duyduğu şaşkınlık, gitgide ağırlaşmakta olan çuvalın ve boynunda sallanmakta olan haçın verdiği ağırlığın yarattığı katlanması güç sıkıntıyla birlikte geniş ön dişlerini perdelemekte pek başarılı olamayan ince dudaklarını bir çizgi hâline getirerek çehresinden silmişlerdi. Yıllar boyunca bir avuç Cizvit’i ibadethanelerine taşıdığından zemini sertleşmiş olan patika, üzerinde yürümekte olan adamın adımlarına tok bir çığlıkla karşılık verdiğinden Peder’in adımlarının hızlanmış olduğunu anlamak kaçınılmazdı. Kızıl, killi topraktan yükselerek ağaçların arasında yankılanan ritmik adımlar, fırtına öncesi sessizliğin huzurunu kaçıran yegâne ayrıntı, birkaç kilometre istikrarla devam ettikten sonra sekmeye uğramaya başlamış, sonrasında ise renklerini an be an kaybederek bir gravüre dönüşmekte olan tabloya hak ettiği sükûneti bahşetmişti. İki katlı –en azından dışarıdan öyle görünüyordu-, simsiyah perdelerle uzay-zamandan koparılmış yıkık dökük binanın önünde durmuş, donuk gözlerle harabeyi izlerken omuzlarına çelik bir pelerin gibi düşerek tüm bedenini ele geçirmiş olan endişe, biraz önceki maratonunun onu hissetmeye mahkûm ettiği yorgunlukla birleştiğinden bulunduğu alanda yer çekiminin on katına çıktığını duyumsuyor, dinçliklerini kaybetmiş dizleri tüm vücudunun şiddetle sarsılmasına sebebiyet veriyordu. Aldığı derin nefes yarıda kesilirken yutkunma çabası boğazını sinsice ele geçirmiş olan yumru tarafından engellenmişti. Orada, iblisten yalnızca birkaç adım uzaktayken ve güneş hâlâ bedenini kutsuyorken geri dönmek inandığı her şeye ihanet etmek demekti; eğilerek yerde bulduğu büyük bir taş parçasını aldıktan sonra ilerledi.
Verandaya attığı adımla birlikte çıtırdayan eski, tahta döşeme sinirlerinin biraz daha gerilmesine yol açmış, evin ziyadesiyle tekinsiz görünüşe sahip tahta kapısını açmak için uğraşırken bu huzursuz hâli, orta yaşa özgü kıvrımlarla dolu alnının küçük, tuzlu su zerrecikleriyle kaplanmasına neden olmuştu. Kısa bir çabanın ardından kapı akortları bozuk bir yaylılar orkestrasının rahatsız edici etüdüyle açıldı ve rahip, kalın bir toz tabakasının esiri olmuş hol ile karşı karşıya kaldı. Zemin katı kolaçan etmektense içgüdüsel olarak girişin dört metre ötesindeki merdivenlere yöneldiğinde bu davranışını sorgulamamıştı, ancak sığ bir inançla ayakları onu yatak odalarına yönlendirmekteydi. Bir suçlu gibi ses çıkarmaktan korkarak attığı her adımda döşeme ona ihanet etmekte ısrarcıydı. Basamakların bitişindeki dar koridorun kendisine sunduğu dört kapıyla karşılaştığında bir an tereddüt etse de en sağdakine yönelirken eli istemsizce boynundaki haç figürünü sarmalamıştı. Benzer bir gürültüyle açılan kapı adama beklediği iblis yerine zifiri karanlığa teslim olmuş, en az yüz yıl öncesine ait mobilyalar, 2065 yılında emsalini ancak müzelerde görebileceğiniz eski tip bir telefon ve yarısı yanmış olsa da önceden sarı saçlara, mavi gözlere sahip olduğu hâlâ belli olan, üzerinde küflenmiş, pembe elbisesiyle korku filmi dekorundan farksız görünen bir oyuncak bebek sunmaktaydı. Dekorların değiştiği ancak terk edilmişliğin kasvetinin rahatça duyumsanabileceği diğer odalarda değişmeyen tek şey neredeyse tüm nesneleri kaplayan örümcek ağları ve toz bulutlarıydı. Alt kat da daha fazlasını vadetmemişti, ta ki Rahip evin bir bodrum katı olduğunu ifşa eden merdivenlerle karşılaşana dek. Yüzü bir an zaferini kutsayan bir gülümsemeyle aydınlanırken evde bulunduğu süre içinde haçı kavramakta olduğundan uyuşmuş parmakları sanki bu mümkünmüş gibi demir parçasına biraz daha kenetlenmek üzere kasıldılar. Temkinli adımlarla soğuk, birkaç meşalenin loş ışığıyla sarmalanmış, evin geri kalanından farklı olmak üzere taş zemine sahip bu odada aradığını kolaylıkla bulan gözleri kanındaki adrenalinin biraz daha artmasına sebebiyet vermişti. Zemin çıtırdamadığı için mutlu, avına yaklaşan bir vaşak gibi sessizce ilerlerken kata hâkim ağır rutubet kokusunu duyumsamıyordu bile. Hedefine vardığında inancının alevleri yeniden yükselmiş, korkusuzca tabutun kapağını açtı; beklediği şeytanî yüzün geçici istirahatinde olduğunu gördüğündeyse işe koyuldu.
Rahip, henüz bodruma inen merdivenlerin yarısını kat etmemişken güneş ışığının son huzmeleri de Fransa’yı terk etmiş, vampir içgüdüsel olarak uyanmıştı, lâkin mekânda bulunan yabancının varlığını hissederek hareketsiz kalmayı tercih etti. Kanının iştah açıcı kokusundan, kalp atışlarından, vücut sıcaklığından ve hareketlerinden bunun orta yaşlı bir erkek olduğunu anlamaması imkânsızdı. Tabutun maun kapağı açıldığında uyuyor gibi davranmayı tercih ederek bir sonraki adımı bekledi. Titreyen elin sivriltilmiş kazığı kalbinin üzerine yerleştirmesiyle küçük oyunundan vazgeçme kararı aldığından gözleri açıldı ve kendisininkine kıyasla ziyadesiyle güçsüz bedeni iterek rahibin taş zeminle buluşmasını sağladı. Yattığı yerden çevik bir hamleyle kalkarak henüz düştüğü yerden kalkamamış olan adamın göğsüne basarak bedeni tabuttan birkaç metre öteye sabitledi. Kurbanının üzerine eğildiğinde pederin ürkek parmakları boynundaki haç ile tekrar buluşmuş, vampiri ürkütebileceğine duyduğu inançla demir parçasını yaratığın burnunun ucuna kadar getirmişti ve dudakları tanrım demeye çalıştığını belli edercesine aralanıyor ancak herhangi bir ses bu kelimeye hayat bahşetmiyordu. Miechowa’nın yüzü bu jest karşısında şeytanî bir gülümsemeyle aydınlanırken bakışları yapmacık bir merhamet kuşanmışlardı. “Bizlerin, geçmişteki inançlarımızda kutsal olarak atfedilen şeylere karşı duyduğumuz çekince ve rahatsızlığı inkâr edecek değilim, Peder, fakat beni düzmece bir tanrıyı imgeleyen demir parçasıyla ürkütebileceğinize inanmanız… Şaşırtıcı.” Alaycı kelimeler yerini sessizliğe bıraktığında vampir kımıldamadı; rahibin cüppesinin adi kumaşına sinen eski, ekşi kokuya karışan ter kokusunu, adamın damarlarında dolaşan korkuyu, kalp atışlarını ve orta yaşlı ucubenin tenine sinmiş olan yeniyetme bir erkeğin kokusunu rahatlıkla duyumsayabiliyordu bu mesafeden. Hissettiği tiksintinin de etkisiyle oyuncağının akıbetinde karar kılmış olduğundan aniden doğrularak bedeni tek eliyle havaya kaldırmış, manzara, vampirin parmakları arasındaki rahibe âdeta bir yün bebek görüntüsü vermişti. Boştaki eliyle canlı bedeni örtmekte olan cüppeyi tek hamlede üzerinden çıkarıp dişlerinin de yardımıyla bir çırpıda siyah kumaş parçasını ikiye ayırdı, ardından bu sefer yüzüstü gelecek şekilde konuğunu tabana bıraktı. Vampirle karşılaştığından beri ilk defa debelenmeye yeltenen adamın ellerini ve ayaklarını bu iki kumaş parçasıyla sıkıca bağlayışının ardından onu yerden kaldırıp, aynı merdivenlerden hiçbir çıtırtı duyulmaksızın çıkarak verandayı geçti. Parmakları din adamını terk ettiğinde kontrolsüzce titremekte olan et parçası toprakla buluştu. “Yani şimdi şeytan, tanrıya bir kere daha karşı gelip benimle oğluna ziyafet mi bahşediyor?” Kurban, dakikalardır ilk defa konuşmaya cüret etmiş, titreyerek çıkan sesi kendinin bile ürkmesine neden olmuştu. Cümlesi dâhiyane değildi şüphesiz, ancak bir ümit, yaratıkla konuşmayı başarabilirse ona her şeyi unutacağına dair söz verebilir ve belki hayatını kurtarabilirdi. Kelimelerin ağzından dökülüşünü takip eden kısa bir sessizliğin ardından gür, alaycı bir kahkaha fırladı vampirin dudaklarından. Ses, yayıldığı ortamdaki her nesneden yansıyarak onlarca defa verandaya geri döndü. “Canlıların kanı ile beslenen bir asalak olabilirim, ancak damarlarım sizin gibi bir böceğin kanıyla kirletilemeyecek kadar asildir.” Alaycı tıslama son bulduğunda gecenin oğlu iki katlı harabenin içine girdi ve kısa bir süre sonra elinde beyaz bir bidon ve bir kibrit kutusuyla geri döndü.
Yakmak bir zevkti. O aşağılık sürüngenin acı dolu çığlıkları ormanda yankılanırken sarı saçlarının, alnını süsleyen ince kaşlarının, kirpiklerinin ve hemen akabinde zümrüt yeşili gözlerinin yanışını izlemek, damarlarındaki kanın tamamını içerken inleyerek ölmesini izlemekten çok daha keyifliydi. Teninin kızarışını ve su toplayışını izlemek, artık göremiyor olmasına karşın hâlâ kaderine boyun eğmediğini belli eden hayvanî haykırışların melodisiyle birleştiğinde az bulunur bir seyirlik çıkıyordu ortaya. Ateş, sahte nur maskesinin altına gizlediği tüm günahlarla Cizvit rahibi arındırmaktaydı. Yalnızca on dakika sonra kahkahaları sönmekte olan feryatları bastırıyordu; adamın derisi kömür rengine dönmüş, vücudu hareketsizleşmişti. Yanan, yok olan, tamamıyla değişen bedenden sıkıldığında onu oracıkta bırakıp kabaran iştahını bastırmaya gitti; döndüğünde ise rahipten geriye yalnızca bir avuç kül kalmıştı. Özenle külleri ve yanmamaya diretmiş olan haçı rahibin getirdiği çuvala koyarak tek bir çıt çıkarmaksızın ormanın içinde ilerledi. Fransa üzerinde yükselmeye başlamış olan ay, açıkça kolladığı oğlunu neşeyle selamlamaktaydı. Onun bu kadar basit bir şekilde, acı çekmeden ölüvermesine izin vermeyecek kadar yırtıcı olan şuh dişisini oldukça iyi tanıyordu Narcyz. Sonunu ona bahşetmeye karar verdiğinde aşağılık bir rahibin kalbine sapladığı bir tahta parçası kadar basit olmayacaktı senaryo. Papazın kalıntılarını ait olduğu yere bırakmak adına kiliseye döndüğünde ise aniden karar değiştirerek adımlarını başka bir yere yöneltti; rahibin biri tarafından yakılmış olması, eğer vampir şüphelerinden herhangi birine bahsetme gafletinde bulunduysa sadece dikkatleri biraz daha üstüne çekecekti, öyleyse kalıntılar, pek çoğunun bakmayı aklına getiremeyeceği bir yere teslim edilmeliydi; Loire Vadisi. Yıkıntıların arasında is kaplamış demir bir haç tepki çekmezdi nihayetinde.
Bir vampir için uzun sayılamayacak seyahatinin sonunda harap olmuş vadiye ulaşmayı başardığında çuvalı ters çevirerek içindeki küller ve haçı yıkıntılardan birinin yakınında azat etti. Vadiyi arşınlamakta olan yel, rahibin kalıntılarını geceye karıştırırken kolye gecenin sükûtunu yaran bir gümleme eşliğinde zeminle buluşmuştu. İşinin bittiğinden emin olan yaratık geri dönmeye hazırlanırken rüzgâr, bu sefer nostaljik bir kokuyu, canlı bir bedenin havada yarattığı basıncı, teninden koparılmış tatlı bir sıcaklık dalgasını kendisine taşımaya cüret etmişti. Biraz önce davrandığı istikametin tersi yönünde hızlanan adımları trajikomik bir yanılsamaya, ya da Paris’in kendine sunmakta olduğu yeni bir oyuna itaat etmekteydi.
- Vladimir VyacheslavYönetici, Konsey Başkanı
- Mesaj Sayısı : 281
Kayıt Tarihi : 06/04/12
Geri: Ophrys
C.tesi Nis. 14, 2012 5:29 pm
Mercier V.Sınıf rütbe veriliyor.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz