- JacquesVampir
- Mesaj Sayısı : 73
Kayıt Tarihi : 23/04/12
Bana bir sütlü mısır, Frank usta!
Salı Nis. 24, 2012 3:47 pm
- Kurgu: Ölümsüz çiftimiz, ''Gezmek vampirlerin de hakkı, bizim başımız kel mi?'' diyerek isyan etmiş ve köy meydanını dolaşmaya karar vermiştir. Ve olaylar gelişir.
Katılan karakterler: Jacques, Ojufemi, Celestia Myska(uu beybi)
Birazdan bu başlığa kocaman bir rp konuşlanacak.
- JacquesVampir
- Mesaj Sayısı : 73
Kayıt Tarihi : 23/04/12
Geri: Bana bir sütlü mısır, Frank usta!
Salı Nis. 24, 2012 6:06 pm
Kırmızı kiremitleri, yüzyıllar öncesi kadar capcanlı, alev kırmızısı küçük bir kulübe vardı meydanın sağında duran. Bu ufak, derme çatma binanın koca bir ahırdan başka yakın komşusu yoktu. Bu büyüklükte bir bina parçasında yakışmayacak kadar kocaman bir arazinin ortasındaydı. Hava biraz bozuktu, serindi bir parça, baharın müjdecisi tatlı kokular bile bu serinlikte donuklaşmıştı. İnce, uzun, tek tük silüetler ve gölgelerin haricinde pek bir şey yoktu meydanda –ki bunların çoğunluğu ya kediydi, ya da ortalıkta telaşla koşturan başıboş tavuklardı. Gecenin bir köründe, herkes güvenli yataklarında, rengarenk ve erotik hayatları gösteren tvlerinin başındaydılar.Kimse yoktu burada, hiç kimse. Açık olan bir iki pub haricinde her yer kapalıydı. Hüzünlü görünüyordu bu haliyle meydan. Ve kırmızı çatılı derme çatma kulübeden bir ince silüet daha çıktı. Gerçek değildi sanki, gölgesi yoktu, hayal gibi, rüya gibi hareket ediyordu. Ardından başkası daha, bu seferki öbüründen de zarifti. Zarif olması da sanki onu daha tehlikeli kılıyordu. Ve meydanın ortasına doğru yürüyen bu iki karartılardan ilk çıkan, bir lambanın altında durdu. Etrafa telaştan tamamen arınmış hareketlerle baktı. Bir sağa, bir sola... Gözlerini kısmamıştı bile, çok da dikkatli bakıyor değildi. Sanki zorlanmadan görüyor gibiydi bu karanlıkta. Kim bilir, belki de gözleri çoktan alışmıştı karanlığa. Gerçi çıktığı kulübeden de ışık geliyor değildi. Kesinlikle, karanlığa alışmıştı, belki de karanlığı çoktan kabullenmişti. Dostuydu ışıksızlığın, gizlerin üstadıydı. Şu anda, bulutların arkasına gizlenmiş ay ışığının ve sokak lambasının altında daha koyu görünse de masmavi olan gözleri, yüzü kadar ifadesizdi, ancak anlamsız ve bön değildi. Yaşını ve bilgeliğini ele veriyordu ama duygularını ve düşüncelerinin zerresini de olsa kimseye yansıtmıyordu. Bu iddiasız iddianın altında yatan bakışlardan uzaklaşarak kıyafetlere geldiğimizde, oldukça sıradan olmasına rağmen, onu oldukça sıradışı gösteren bir moda anlayışına şahit olabiliriz. Üzerine geçirdiği, uzun, deri pardesünün içinde boz rengi tüvit ceket, onun altında açık gri bir gömlek, altında da koyu kahverengi kot bir pantolon vardı. Bu renksizliği kırmızı, siyah renklerinde ekose bir atkı ile kırmıştı. Saçları yanlardan kısa, ortalardan hafif uzundu ama perçemleri alnına düşmeyecek kadar dalgalıydı, geriye doğru taranmıştı. Bu haliyle, hoş, yakışıklı görüntüsü ile birlikte, biraz seksenlerin şu serseri gençlik filmlerinin artistlerini andırıyordu. Peşinden gelen silüete döndü az önceki sükunetinden beklenmeyecek kadar büyük bir hızla. Etrafta kimsenin olmamasına güvenerek bir parça içinden geldiği gibi hareket etmekte bir beis görmemişti bu genç vampir, Jacques.Bir zamanlar Frank boyunun genç ve parlak delikanlılarından olan bu yaşlı yaratığın gözlerine, sanki uzun zaman sonra ilk defa rahat hareket etme imkanı bulmuşçasına bir ışıltı yayılmıştı.
‘’Alışveriş için biraz geç değil mi? Köyün epey dışına yürümek zorundayız. Eğer saçının dağılmasını göze almazsan, asla alışveriş dükkanına zamanında yetişemeyiz.’’, dedi peşinden gelen zarif karaltıya. Sonra gözlerini kapattı bir an, rüzgarı hissetti jöleli olduğu için tek teli bile oynamayan saçlarında. Gözlerini tekrar açar açmaz bir adım attı ve sokak lambasının etki alanından çıkarak karanlığa gömüldü. O esnada dolunayı gizleyen bulutlar aralanmış, ay ışığı yavaş yavaş meydanı aydınlatmıştı. Artık ikisi de rahatlıkla görülebiliyordu meydanda. Ve sarışın vampir, etrafı koklayarak tanıdık ya da aşırı yabancı bir koku aradı. İç güdüleri, bazen kehanet gibi işliyordu. Bunun nedeni yılların deneyiminin getirdiği bir koku yeteneğiydi, olacakları, olamayacakları kokluyordu yaşlı vampir, zira güneşin altında yeni bir şey yoktu, hiçbir zaman da olmamıştı. Döngü her kültürde, her çağda aynen tekrar ediyordu. İnsanlar hangi dili konuşmaya başlarsa başlasın, hangi dili unutursa unutsun eninde sonunda aynı sözcükleri söylüyordu. Kendilerine yaptıkları süsler bile yetmiyordu aslında onları birbirinden farklı kılmaya. Sürekli bir tekrar vardı, sürekli bir rutin. Bir iki kişi bunu bozup da dünya tarihine adını yazdırsa da bir süre sonra eskiye dönüyordu her şey. Peşinden gelene doğru döndü ve ona kollarını açtı. Sarılmak için de çok beklemesi gerekmiyordu. ‘’Bence bu gece burada kalalım. Dün gece çok yoruldun, bu yüzden sadece gündüz değil, gece de uyudun, anlıyorum ama açıkçası bu birden ortaya çıkıveren alışveriş tutkuna bin yıllardır halen anlam veremedim.’’ Yüzünde gülümseme vardı. Saf ve güzel bir gülüseme idi bu. Sanki arıtılmış, elekten geçirilmiş, öylesine güzel... Ve yanaklarındaki gamzeleri bile gülüşün pürüzsüzlüğüne engel olamıyordu. Güzel, inci kadar düzgün, beyaz dişleri, ay ışığında bile parlıyordu. Dişlere dikkatli bakarsak, sivri değillerdi. Acıkmadıkça, ya da saldırıya hazırlanmadıkça bu dişleri sıradan bir insanınkilerden ayırmak imkansız oluyordu. Tabi göz alıcılıkları dışında... Silüeti iyice kollarında kavrayarak, öpücüklere boğdu hemen akabinde. Sanki hayatı boyunca hiç bu kadar mutlu olmamış gibi görünüyordu.
‘’Alışveriş için biraz geç değil mi? Köyün epey dışına yürümek zorundayız. Eğer saçının dağılmasını göze almazsan, asla alışveriş dükkanına zamanında yetişemeyiz.’’, dedi peşinden gelen zarif karaltıya. Sonra gözlerini kapattı bir an, rüzgarı hissetti jöleli olduğu için tek teli bile oynamayan saçlarında. Gözlerini tekrar açar açmaz bir adım attı ve sokak lambasının etki alanından çıkarak karanlığa gömüldü. O esnada dolunayı gizleyen bulutlar aralanmış, ay ışığı yavaş yavaş meydanı aydınlatmıştı. Artık ikisi de rahatlıkla görülebiliyordu meydanda. Ve sarışın vampir, etrafı koklayarak tanıdık ya da aşırı yabancı bir koku aradı. İç güdüleri, bazen kehanet gibi işliyordu. Bunun nedeni yılların deneyiminin getirdiği bir koku yeteneğiydi, olacakları, olamayacakları kokluyordu yaşlı vampir, zira güneşin altında yeni bir şey yoktu, hiçbir zaman da olmamıştı. Döngü her kültürde, her çağda aynen tekrar ediyordu. İnsanlar hangi dili konuşmaya başlarsa başlasın, hangi dili unutursa unutsun eninde sonunda aynı sözcükleri söylüyordu. Kendilerine yaptıkları süsler bile yetmiyordu aslında onları birbirinden farklı kılmaya. Sürekli bir tekrar vardı, sürekli bir rutin. Bir iki kişi bunu bozup da dünya tarihine adını yazdırsa da bir süre sonra eskiye dönüyordu her şey. Peşinden gelene doğru döndü ve ona kollarını açtı. Sarılmak için de çok beklemesi gerekmiyordu. ‘’Bence bu gece burada kalalım. Dün gece çok yoruldun, bu yüzden sadece gündüz değil, gece de uyudun, anlıyorum ama açıkçası bu birden ortaya çıkıveren alışveriş tutkuna bin yıllardır halen anlam veremedim.’’ Yüzünde gülümseme vardı. Saf ve güzel bir gülüseme idi bu. Sanki arıtılmış, elekten geçirilmiş, öylesine güzel... Ve yanaklarındaki gamzeleri bile gülüşün pürüzsüzlüğüne engel olamıyordu. Güzel, inci kadar düzgün, beyaz dişleri, ay ışığında bile parlıyordu. Dişlere dikkatli bakarsak, sivri değillerdi. Acıkmadıkça, ya da saldırıya hazırlanmadıkça bu dişleri sıradan bir insanınkilerden ayırmak imkansız oluyordu. Tabi göz alıcılıkları dışında... Silüeti iyice kollarında kavrayarak, öpücüklere boğdu hemen akabinde. Sanki hayatı boyunca hiç bu kadar mutlu olmamış gibi görünüyordu.
- OjufemiVampir
- Mesaj Sayısı : 95
Kayıt Tarihi : 23/04/12
Yaş : 32
Nerden : Ben bilmem beyim bilir u.u
Geri: Bana bir sütlü mısır, Frank usta!
Salı Nis. 24, 2012 9:18 pm
En kıskanılan insanlar, kimseyi kıskanmayanlardır. Ne etrafındakilerle ne başkalarının hayatıyla fazla alakadar olanlar... Arkadaşlarının, dostlarının ne yaşadıklarını bile pek merak etmeyenler... Kendileri ne yapmak, nasıl yaşamak istiyorsa, ona önem verenler... Dünyayı bir rekabet alanı ya da bir sahne olarak görmeyenler... Belki biraz benmerkezci, hazcı olanlar... Kimseyle yarışa girmedikleri, sevdiklerinin başarılarına ve mutluluklarına sahiden sevindikleri, çevresindekileri kırmasınlar diye onların yalanlarını, yanlışlarını, hırslarını, hasetlerini anlamazdan geldikleri için kıskanılırlar. Çünkü yadırganırlar. Çünkü büyük çoğunluğu böyle değildir insanların. Ve kendilerine benzemeyene şaşırdıkları kadar kin duyarlar, hem de sırf bu sebepten. Gizliden gizliye isterler ki kendileri nasıl başkalarıyla ölçülüyorsa hep, diğerleri de onu ölçü alsın, onunla yarışsın, hatta kıskansın... Kıskanılmayı, sevilmekten daha çok arzu ederler. Ancak öyle kanıtlayabilirler kendi kendilerine değerli olduklarını. Haseti bilmeyenler, ufukları dar olmayanlar, bir gün bir yerde apaçık karşılaştıklarında dost bildiklerinin, arkadaş saydıklarının bu çehresiyle, kırılırlar, yaralanırlar, herkesten misliyle sarsılırlar. Bilmedikleri, alışık olmadıkları bir duygudur zira anlayamadıkları, affedemedikleri, geçirdikleri sarsıntıyı uzun süre atlatamadıkları varsa bundandır. Hatta belki Ojufemi’nin ölmesi bundandır. Kendi halinde olmasının, diğerleri gibi olmamasının kefareti olmuştur. Aşağı Mısır’da bulunan Memfis kentini, doğduğu kenti asla unutmamıştı. Tuhaftı, on binlerce yıldır uğradıkları bütün şehirleri öyle ya da böyle, bir süre sonra unutmuştu. Ancak Memfis… Onun o yumuşak geçen kış ayları ve Nil’in cömertliğini nasıl unutabilirdi? Unutmak mümkün müydü? Peşinden, aralarında ailesinin de bulunduğu, öfkeli, kendisini öldürmek isteyen kalabalık, ellerinde mızrak ve meşalelerle koştururken, yüzüne vuran hamsin rüzgârını nasıl unutabilirdi? Nisan veyahut Mayıs ayında esen o rüzgâr, kum fırtınalarının habercisiydi. Ve peşinde büyük bir öfkeyle koşturan tüm o insanlar… Bir zamanlar birlikte Nil’de birlikte yıkandığı arkadaşları, birbirlerine bitkisel yağlar verdikleri, on iki yaşlarına kadar çıplak dolaşıp birlikte oynadıkları arkadaşları… Ama en çok ailesi… Asla ve asla unutamayacağı bir görüntüydü bu. Yüzlerinden okunan öfkeleri, o öfke ile peşinden koşarken ağızlarından çıkan salyaları… İnsan olmadıklarını düşünmüştü onların, insana benzemiyorlardı çünkü. Vahşi hayvan gibiydiler daha çok, daha önce hiç görmediği kadar vahşi, kendilerine karşı gelen herkese, her şeye karşı öfkeli. Hâlbuki sadece yaşamak istemişti. Yaşamının baharındaydı ve Firavun uğruna tanrılara kurban edilecek olmak haksızlıktı. M.Ö 1650 dolaylarında Orta Krallık firavunlarının gücü zayıflarken, Delta'nın doğusunda Avaris kentine yerleşmiş olan Asyalı göçmenler, bölgenin kontrolünü ele geçirmişler ve merkezi yönetimi Teb'e çekilmeye zorlamışlardı. Hanedanlar döneminin o görkeminden eser yoktu artık. Teb'deki gerçek firavun, bağlı olmaya ve haraç ödemeye zorlanırken Eski Mısır dilinde ‘yabancı krallar’ anlamına gelen Hiksoslar kendilerini firavun olarak göstermişlerdi. Böylece hemen ardından otuz yıldan fazla sürecek bir çatışma başlamıştı. Firavun 2. Seqenenre ve Kamose sonunda yeniden gücü ellerine geçirmişti elbet ve bu tam olarak onun on sekizince yaşına denk geliyordu. Firavunların tanrıların ve tanrıçaların yardımları için teşekkür etmek istemesi normaldi, büyücülerin onlara genç bir kadın sunmak istemesi de normaldi aslında. Ancak Ojufemi’nin yaşamak istemesi daha normaldi. “Emin ol Ba’n ve Ka’n öbür yaşamda birleşecek ve kalp scrabın terazide ağır basacak.” Bu sözler bile rahatlatmamıştı onu. En sonunda her iki tarafında istediği oldu aslında; Ojufemi öyle ya da böyle öldü ve öyle ya da böyle yaşamaya devam etti, sonsuza dek uzanan bir zaman içinde sıkışıp kalarak…
Elbet şimdi M.Ö 1500lerden kalma bu vampirin İngiltere’de ne işi olduğunu sorabilirsiniz. O, on binlerce yıl içinde asla sabit bir yerde kalmadı. Yaratıcısı ile hep gezgin halde bulundu. Bazı yerlerde uzun kaldılar bazı yerlerde kısa ama asla sonsuza dek tek bir yere bağlı kalamadılar. Tek bir yer, sonsuzluk için fazla sıkıcı olurdu. Ojufemi, gittiği her yerde peşindeydi Jacques’in. Bütün tarihi olaylara en yakın pencereden baktılar. Zaman değişiyordu, insanlar gidiyor yenileri geliyordu ama değişmeyen tek şey insanların içindeki vahşi hayvanlardı. Nesiller boyu savaşlar, yıkımlar, kurbanlar olmaya devam etti. Aslında gereğinden fazla yaşadığınız zaman tüm bunların saçma olduğunun farkında olabiliyordunuz, ancak insanlar öyle değildi. Kısacık ömürlerini öfkenin tüketmesine izin veriyorlardı. Ortaya çıkan her şeye, her akıma körü körüne bağlı kalıyor, ondan sonra gelene ise bir öncekine tamamen düşman olarak geçiyorlardı. Zaman içerisinde Jacques ile o da birçok şey oldu, akımlara göre değiştiler, insanlar arasında dikkat çekmemeye çalıştılar. 60larda Çiçek Çocukları’nın arasındaydılar. İkinci Dünya Savaşı sırasında Polonya’da bulunuyorlardı. Açıkçası geceleri nöbet tutan askerleri yemek eğlenceliydi. Modernleşme süreci içinde elbet vampir hikâyeleri de çoğalmaya başladı. İnsanlar bunlardan para kazanmaya başladılar. Aslında başlarda fena değildi; vampirlerin tamamı gotik ve karizmatikti. Ancak 2000li yıllarda işler çığırından çıktı ve güneşte disko topu gibi parlayan vampir fenomenleri ortaya çıktı. Vampirlerin gerçek olduklarına inananların yanında bunun doğruluğunu ispat edemediler. İşin aslı insanlar gerçekten vampirleri gotik takılan karanlık tipler olarak düşünüyorlardı ve işin aslı bu büyük bir yalandı. Mesela Ojufemi gerçekten Jacques’in dediği gibi alışveriş manyağıydı ve gotik olma gibi bir sorunu da yoktu.
Onun hemen ardından çıktığı ara sokaktan yayılan pis kokudan rahatsız oldu. Çöplerin kokusu oldukça keskin ve yoğundu. En son veba salgınında, sokak ortasında kalan cesetlerin kokusundan bu kadar rahatsız olmuştu galiba. Hala 1960lardaki saç modelini koruyan Jacques’e baktı. Bu saç modeli muhtemelen onlarca yıl içinde ona en çok yakışanıydı. En azından Fransa’daki peruklardan daha iyiydi. Sevimli bir gülümseme ile alışveriş için geç olduğunu söyleyen yaşlı vampire yaklaştı ve ona sarıldı. ”Evet ama başka ne zaman gidebilirim ki? Hem birdenbire çıkan bir şey değil bu. Ne yani, Antik Mısır’daki kıyafetlerimi mi giymemi isterdin hala?” dedi meydan okurcasına bir surat ifadesi takınarak. Ardından onun boynunu öperken söylediklerini dinledi ve ancak geri çekildiği zaman yanıt verebildi gülerek. ”Evet, haklısın, fazla yoruldum. Ama bundan daha çok beni yoran sorumlu değil mi?”Hemen ardından ciddileşti ve dudaklarına bir öpücük kondurduktan sonra ondan biraz uzaklaştı. ”Neyse. Alışverişi sonraya da erteleyebilirim. Ve bu arada sana da bir şeyler alacağız. İtiraz istemiyorum. Nerede ise 1940’dan beri aynı gömleği giyiyorsun. Üstündekiler demode olalı uzun zaman oldu tatlım. Bunlar yerine daha modern bir şeyler almalıyız. Tamam, sana neler alacağımızı biliyorum. Tek yapman gereken her şeyi bana bırakman.” Sesinde neşeli sayılabilecek bir tını vardı açıkçası. Ardından olduğu yerde döndü sokak lambasının ışığı altında. Elbisesinin etekleri bu dönmenin etkisi ile uçuştular.”Bana bir bak! Üstümdeki elbise son moda ve beni olduğumdan daha çekici yapıyor. Rengi de gözlerimi ortaya koyuyor. Yani zevkime güvenmelisin.” Gecenin karanlığına karıştı neşeli kıkırtısı ve o anda keskin kulaklarına gelen sesle dikkat kesildi. Yüzündeki gülümseme soldu ve katı bir hal içerisine büründü. ”Sen de duydun mu?” dedi kısık bir sesle Jacques’e ama ancak ardından sesini yükseltti. ”Kim var orada? Ortaya çıksan iyi edersin.”
Elbet şimdi M.Ö 1500lerden kalma bu vampirin İngiltere’de ne işi olduğunu sorabilirsiniz. O, on binlerce yıl içinde asla sabit bir yerde kalmadı. Yaratıcısı ile hep gezgin halde bulundu. Bazı yerlerde uzun kaldılar bazı yerlerde kısa ama asla sonsuza dek tek bir yere bağlı kalamadılar. Tek bir yer, sonsuzluk için fazla sıkıcı olurdu. Ojufemi, gittiği her yerde peşindeydi Jacques’in. Bütün tarihi olaylara en yakın pencereden baktılar. Zaman değişiyordu, insanlar gidiyor yenileri geliyordu ama değişmeyen tek şey insanların içindeki vahşi hayvanlardı. Nesiller boyu savaşlar, yıkımlar, kurbanlar olmaya devam etti. Aslında gereğinden fazla yaşadığınız zaman tüm bunların saçma olduğunun farkında olabiliyordunuz, ancak insanlar öyle değildi. Kısacık ömürlerini öfkenin tüketmesine izin veriyorlardı. Ortaya çıkan her şeye, her akıma körü körüne bağlı kalıyor, ondan sonra gelene ise bir öncekine tamamen düşman olarak geçiyorlardı. Zaman içerisinde Jacques ile o da birçok şey oldu, akımlara göre değiştiler, insanlar arasında dikkat çekmemeye çalıştılar. 60larda Çiçek Çocukları’nın arasındaydılar. İkinci Dünya Savaşı sırasında Polonya’da bulunuyorlardı. Açıkçası geceleri nöbet tutan askerleri yemek eğlenceliydi. Modernleşme süreci içinde elbet vampir hikâyeleri de çoğalmaya başladı. İnsanlar bunlardan para kazanmaya başladılar. Aslında başlarda fena değildi; vampirlerin tamamı gotik ve karizmatikti. Ancak 2000li yıllarda işler çığırından çıktı ve güneşte disko topu gibi parlayan vampir fenomenleri ortaya çıktı. Vampirlerin gerçek olduklarına inananların yanında bunun doğruluğunu ispat edemediler. İşin aslı insanlar gerçekten vampirleri gotik takılan karanlık tipler olarak düşünüyorlardı ve işin aslı bu büyük bir yalandı. Mesela Ojufemi gerçekten Jacques’in dediği gibi alışveriş manyağıydı ve gotik olma gibi bir sorunu da yoktu.
Onun hemen ardından çıktığı ara sokaktan yayılan pis kokudan rahatsız oldu. Çöplerin kokusu oldukça keskin ve yoğundu. En son veba salgınında, sokak ortasında kalan cesetlerin kokusundan bu kadar rahatsız olmuştu galiba. Hala 1960lardaki saç modelini koruyan Jacques’e baktı. Bu saç modeli muhtemelen onlarca yıl içinde ona en çok yakışanıydı. En azından Fransa’daki peruklardan daha iyiydi. Sevimli bir gülümseme ile alışveriş için geç olduğunu söyleyen yaşlı vampire yaklaştı ve ona sarıldı. ”Evet ama başka ne zaman gidebilirim ki? Hem birdenbire çıkan bir şey değil bu. Ne yani, Antik Mısır’daki kıyafetlerimi mi giymemi isterdin hala?” dedi meydan okurcasına bir surat ifadesi takınarak. Ardından onun boynunu öperken söylediklerini dinledi ve ancak geri çekildiği zaman yanıt verebildi gülerek. ”Evet, haklısın, fazla yoruldum. Ama bundan daha çok beni yoran sorumlu değil mi?”Hemen ardından ciddileşti ve dudaklarına bir öpücük kondurduktan sonra ondan biraz uzaklaştı. ”Neyse. Alışverişi sonraya da erteleyebilirim. Ve bu arada sana da bir şeyler alacağız. İtiraz istemiyorum. Nerede ise 1940’dan beri aynı gömleği giyiyorsun. Üstündekiler demode olalı uzun zaman oldu tatlım. Bunlar yerine daha modern bir şeyler almalıyız. Tamam, sana neler alacağımızı biliyorum. Tek yapman gereken her şeyi bana bırakman.” Sesinde neşeli sayılabilecek bir tını vardı açıkçası. Ardından olduğu yerde döndü sokak lambasının ışığı altında. Elbisesinin etekleri bu dönmenin etkisi ile uçuştular.”Bana bir bak! Üstümdeki elbise son moda ve beni olduğumdan daha çekici yapıyor. Rengi de gözlerimi ortaya koyuyor. Yani zevkime güvenmelisin.” Gecenin karanlığına karıştı neşeli kıkırtısı ve o anda keskin kulaklarına gelen sesle dikkat kesildi. Yüzündeki gülümseme soldu ve katı bir hal içerisine büründü. ”Sen de duydun mu?” dedi kısık bir sesle Jacques’e ama ancak ardından sesini yükseltti. ”Kim var orada? Ortaya çıksan iyi edersin.”
- Celestia MyskaSihir Bakanı Asistanı
- Mesaj Sayısı : 48
Kayıt Tarihi : 17/04/12
Yaş : 31
Nerden : İrlanda
Lakap : Tia
Geri: Bana bir sütlü mısır, Frank usta!
Çarş. Nis. 25, 2012 8:58 am
Geride bırakılan hüzünler geride kalmaya mahkumdurlar. Genede bir anlık bir karşılaşmayla hortlayabileceklerini düşünmeden yaşıyor insan. Gözlerine çarpan tek bir şey, bir kişi ona her şeyi baştan yaşatabiliyor. Oysa ne kadar duygusal vaklıklarız hepimiz. Hendi hazzımız, tutkumuz ve en büyüğü aşkımız için dökmediğimiz göz yaşı, çekmediğimiz keder kalmayıncaya dek yaşarız. Sonunda bütün görmüşlüklerimizin izleri bedenimizde parlamaya başlar. Kırışıklıklar, renk değişimleri bedenimizde bırakılan izlerdir; oysa her yaşlanan bilir ki bundan daha ötesi vardır. Belkide ondan hüzünlü gözbebeklerimizin arasından bakarız çocuklarımıza, torunlarımıza. Onların şimdi düşünüp canları acıyacaklarından değil de bütün bu düşmelerin yaşları büyüyünce onlarda yansıyacağı izlerine üzülürüz. Kendimiz yaşarken fark etmediğimiz izlerdir bunlar. Her bir düşüp kalkmamız bize iki şey getirir oysa. Biri iyileştirir bizi, bir şekilde mutluluk kapısını açar. Ondan mugglelar 'Her şeyde bir hayır vardır.' diyip durmaktadır. Oysa ikinci şeyi de getirir bize. Hüznü ve bizi yaralayan geri kalan her şeyi. Eğer ilacımız hüznümüzden ağır basıyorsa çok şanslıyızdır ama bu olmazsa yaralı bir ruhtan geriye yalnızca amaçlar kalır. Gece boyunca barın en dip masasında bir adamla tartışan Celestia içinde tek sahip oldukları amaçlarıydı şimdi. Başarılı olmak, melezlerden intikamını almak, büyücü halkını korumak ve buna benzer daha bir amacı vardı genç cadının. Yaşlandığını hissetmiyordu, hem zaten güzel bedenine daha bir yansımada bulunmamıştı acıları. Işıltılı barın köşesinde bulunan masada karanlıkta bile seçilebilecek kadar acık renk saçları ve teniyle duruyordu. Dolgun dudakları hararetle bir şeyler anlamtaya devam ediyordu. Uzaktan bakıldığında bile bunun monotonluğu öylesine belli oluyordu ki son birkaç saattir konuştuklarını herkes anlayabilirdi. Karşısındaki adam hiçte acelesi olmadığını belirdircesine yanındaki sandalyeye ceketini bırakmıştı. Gömleğinin kollarını birkaç defa katlamış ve bileğine gelen gömlekle birlikte kolunu sandalyesinin arkasına doğru sarkıtmıştı. Diğer eliyle sakalını tutuyordu. Gözleri Celestia'ya bakmıyor, onun hemen önünde duran tahta masanın deliğine odaklanmıştı. Bütün dikkatini düşüncelerine verdiği çok açıktı. Karşısındaki genç bayanın güzelliği bile bunu değiştirmeye yetmediğinden aralarındaki garip ilişkide dikkatleri çekiyordu. Cümlesinin sonunda dudaklarını yukarıya doğru kıvrımlandıran genç kadın tek elini adamın koluna uzatmıştı. Rahatlıkla tuttuğu kolda baş parmağını yukarı aşağı oynatıyordu. Sesi anlayışlı bir havaya bürünmüştü ve karşısındaki adam bu okşama hareketlerini çok doğal karşılamıştı. Dışarıdan bakan birinin anlayacağının aksina büyücü Celestia'nın uzun süreden beri iletişimde olduğu bir dostuydu. Birlikte geçirdikleri zamanların çok ötesinde birbirlerine acılarıyla bağlanmışlardı. Aynı duyguyu paylaşan tenler birbirleriyle buluştuklarında hiçbir rahatsızlık hissetmezlerdi. Bu iki kişininde tenleri böylesine bir bağla bağlanmıştı. Bu yüzden birbirlerinin yanında oldukça rahatlardı.
Genç kadın saatlerdir konuşmaktan kurumuş dudaklarını son yudum içksiyle ıslattı. Yeşil gözlerini karşısında duran düşünceli admadan çekerek barı taradı. Tek eliyle barmene ufak bir işaret yaptı, genç adam anlamış gibi hesabı önlerine birkaç saniye sonra bırakmıştı. Celestia hızla çantasına uzanırken ondan önce davranan adam bütün hesabı tek seferde kapatmıştı. Kadın bunun karşısında anlayışla gülümseyerek arkadaşına baktı. Tatlı sesi barın konuşma gürültüleri arasında "Bir dahakine bendensin ama." şeklinde adama ulaşmıştı. Bunu duyan mavi bakışlar birkaç sanıye cadıya odaklandı. Bütün gece boyunca ilk defa onu bütün olarka görüyormuş gibi baktı ve sonunda başını bir defa sallayarak onaylamakla yetindi. Celestia bunun üzerine topuklarının üzerinde ayağa doğruldu. Onunla kalkmak adına cewketine uzanan adamın bileiğini yakladı. Masayı bir iki adımda geçerek adamın yanağına ufak bir öpücük bıraktı. Dudakları gecenin son sözleri için aralandı. Olabildiğince sakin "Bırakmana gerek yok, sen devam et. Hem zaten hemen cisimleneceğim, iş yetiştirmem lazım." diyerek arkadaşını rahatlatmıştı. Adam buna ihtiyacı olduğunu belirtircesine sandalyesine geri yaslandığında barmene bir içkinin daha siparişini çoktan vermişti. Cadıysa başını bir iki defa tatlılıkla sallamasının ardından elini sallayarak adamın yanından uzaklaştı. Barın sonuna geldiğinde gözlerini son birkez bıraktığı adama çevirdi. Önüne gelen birasını tek eliyle kavramış hala boş bir köşeye bakmaktaydı. Konuşulanların onu bu gece çok fazla etkilediğinin farkındaydı cadı ama kendiside çok fazla etkilenmişti. Sevdiklerini kaybetmek ona göre çok zor bir şeydi ve bunu yaşamış olmanın verdiği burukluğu hep hissediyordu. Dolmuş gözlerini birkaç defa kırpıştırdı ve hemn cisimlenemeyeceğini o an fark etti.
Godric's Hallow'un sakin sokaklarında birkaç dakikadır ilerliyordu. Karanlığın içinde yüzüne vuran ay ışığı gözlerine yansıyordu. Celestia çantasından çıkarttığı bir şalı vücuduna dolamıştı, böylece havanın soğukluğunu biraz daha baskılamıştı. Gözlerinden sülen birkaç damla yaş ay ışığının altında parlayarak asfalta ulaşmışlardı. Şalın altından yüzüne uzanan ellerini gözlerini bir defada silmişti. Geriye kalan nemlilik hissi rüzgarın yüzüne çarpmasıyla üşümesine sebep oluyordu. Sarı saçları hafif dalgalarla geriye doğru savruluyordu. Bir adım daha hiçbir şey düşünmeden ilerledi. Meydana doğru yaklaştığının beyni bir şekilde farkındaydı ama bunu bilincine ulaştıramıyor gibiydi. Yolların tenhalığı hiç azalmamıştı. Herkes sıcak evlerin, aileleriyle birbirlerine sarılmış uyuyor olmalıydı. Cadıysa tek başına kalmaya çok önce mahkum edilmiş gibiydi. Ailesini çok özlemişti. Aslında eskiyi özlemiş gibiydi. Arkadaşına sevdiklerini hatırlattığında kendi sevdiklerini de geride bıraktığını o an fark etmemişti ama kasabanın ılık hafası onu çağrıyordu sanki. Gittiğinde sevilen küçük kız olurdu hep, annesi durmadan en sevdiği yemekleri yapar, onu yeni eski herkesle tanıştırır ve mutlulukla kızının ne kadar güzel olduğu hakkında atıp tutardı. Bu ufak anılar gülümsemesini sağlamıştı cadının. Ufak bir kahkahasının ardından meydandan gelen yüksek bir sesle irkildi. Birkaç adım sonra durdu ve karanlıkta sesin sahibini görmeye çalıştı. Meydanın tam ortasında duran sokak lambasının yakınlarında iki beden vardı. Hareketleri bir insan için fazla zarifti. Ay ışığının aydınlattığı yerlerden seçtiği kadarıyla bir kadın, diğeri erkekti. Celestia bu çifti korkutmak istemediğinden ışığa doğru birkaç adım attı. O anda ışığın çiftede yansımasıyla gözlerini birkaç defa kırpıştırdı. Böyle bir anda karşılaşabileceği son kişileri görüyordu sanki. Onları gün ışığında, son gençlik kitaplarında anlatıldığı gibi parlarken görse daha az şaşırırdı doğrusu. Cadı bu kadar düşüncesinin arasında o zamanlara dair iki dostunu daha görmesiyle hüznünün yerini gülümsemesiyle doldurdu. Ojufemi'nin neşeli hallerini gerçekten özlemişti ve Jacques'in kibar tavırlarınıysa asla unutmayacağına emindi. Onlara biraz fazla şey borçluydu genç kadın. Ojufemi bakanlığa onun adına başvurup gerçekten işi kapmasını sağlamasa şimdiye kasabasın bunalımlı kadın olmaya devam ediyordu. Oysa yeniden büyücü dünyasına karışmaya ihtiyacı olduğunu buraya geldiğinde fark etmişti. Bunun minnetini hiçbir zaman atamayacaktı üzerinden. Genede yıllardır yaşayan bu yaşlı -ama kesinlikle yaşını göstermeyen- arkadaşı ona hiçbir zaman üstünlük gibi kullanmamıştı bu durumu. Oysa bunun için ayrı bir minnet duyuyordu aslında. Bütün bu özlem ve sevgi duygularının arasında gülümseyen dudakları tatlılıkla "Kimleri görüyorum demeliyim sanırım ama dilim tutulmuş olabilir." şeklinde yorumunu savurdu boş sokağa doğru. Sesi pek yüksek çıkmamıştı ama vampir dostlarının bunu rahatlıkla duyabileceğinin farkındaydı. Bu yüzden önemsemeden birkaç adım daha yaklaştı onlara doğru.
Genç kadın saatlerdir konuşmaktan kurumuş dudaklarını son yudum içksiyle ıslattı. Yeşil gözlerini karşısında duran düşünceli admadan çekerek barı taradı. Tek eliyle barmene ufak bir işaret yaptı, genç adam anlamış gibi hesabı önlerine birkaç saniye sonra bırakmıştı. Celestia hızla çantasına uzanırken ondan önce davranan adam bütün hesabı tek seferde kapatmıştı. Kadın bunun karşısında anlayışla gülümseyerek arkadaşına baktı. Tatlı sesi barın konuşma gürültüleri arasında "Bir dahakine bendensin ama." şeklinde adama ulaşmıştı. Bunu duyan mavi bakışlar birkaç sanıye cadıya odaklandı. Bütün gece boyunca ilk defa onu bütün olarka görüyormuş gibi baktı ve sonunda başını bir defa sallayarak onaylamakla yetindi. Celestia bunun üzerine topuklarının üzerinde ayağa doğruldu. Onunla kalkmak adına cewketine uzanan adamın bileiğini yakladı. Masayı bir iki adımda geçerek adamın yanağına ufak bir öpücük bıraktı. Dudakları gecenin son sözleri için aralandı. Olabildiğince sakin "Bırakmana gerek yok, sen devam et. Hem zaten hemen cisimleneceğim, iş yetiştirmem lazım." diyerek arkadaşını rahatlatmıştı. Adam buna ihtiyacı olduğunu belirtircesine sandalyesine geri yaslandığında barmene bir içkinin daha siparişini çoktan vermişti. Cadıysa başını bir iki defa tatlılıkla sallamasının ardından elini sallayarak adamın yanından uzaklaştı. Barın sonuna geldiğinde gözlerini son birkez bıraktığı adama çevirdi. Önüne gelen birasını tek eliyle kavramış hala boş bir köşeye bakmaktaydı. Konuşulanların onu bu gece çok fazla etkilediğinin farkındaydı cadı ama kendiside çok fazla etkilenmişti. Sevdiklerini kaybetmek ona göre çok zor bir şeydi ve bunu yaşamış olmanın verdiği burukluğu hep hissediyordu. Dolmuş gözlerini birkaç defa kırpıştırdı ve hemn cisimlenemeyeceğini o an fark etti.
Godric's Hallow'un sakin sokaklarında birkaç dakikadır ilerliyordu. Karanlığın içinde yüzüne vuran ay ışığı gözlerine yansıyordu. Celestia çantasından çıkarttığı bir şalı vücuduna dolamıştı, böylece havanın soğukluğunu biraz daha baskılamıştı. Gözlerinden sülen birkaç damla yaş ay ışığının altında parlayarak asfalta ulaşmışlardı. Şalın altından yüzüne uzanan ellerini gözlerini bir defada silmişti. Geriye kalan nemlilik hissi rüzgarın yüzüne çarpmasıyla üşümesine sebep oluyordu. Sarı saçları hafif dalgalarla geriye doğru savruluyordu. Bir adım daha hiçbir şey düşünmeden ilerledi. Meydana doğru yaklaştığının beyni bir şekilde farkındaydı ama bunu bilincine ulaştıramıyor gibiydi. Yolların tenhalığı hiç azalmamıştı. Herkes sıcak evlerin, aileleriyle birbirlerine sarılmış uyuyor olmalıydı. Cadıysa tek başına kalmaya çok önce mahkum edilmiş gibiydi. Ailesini çok özlemişti. Aslında eskiyi özlemiş gibiydi. Arkadaşına sevdiklerini hatırlattığında kendi sevdiklerini de geride bıraktığını o an fark etmemişti ama kasabanın ılık hafası onu çağrıyordu sanki. Gittiğinde sevilen küçük kız olurdu hep, annesi durmadan en sevdiği yemekleri yapar, onu yeni eski herkesle tanıştırır ve mutlulukla kızının ne kadar güzel olduğu hakkında atıp tutardı. Bu ufak anılar gülümsemesini sağlamıştı cadının. Ufak bir kahkahasının ardından meydandan gelen yüksek bir sesle irkildi. Birkaç adım sonra durdu ve karanlıkta sesin sahibini görmeye çalıştı. Meydanın tam ortasında duran sokak lambasının yakınlarında iki beden vardı. Hareketleri bir insan için fazla zarifti. Ay ışığının aydınlattığı yerlerden seçtiği kadarıyla bir kadın, diğeri erkekti. Celestia bu çifti korkutmak istemediğinden ışığa doğru birkaç adım attı. O anda ışığın çiftede yansımasıyla gözlerini birkaç defa kırpıştırdı. Böyle bir anda karşılaşabileceği son kişileri görüyordu sanki. Onları gün ışığında, son gençlik kitaplarında anlatıldığı gibi parlarken görse daha az şaşırırdı doğrusu. Cadı bu kadar düşüncesinin arasında o zamanlara dair iki dostunu daha görmesiyle hüznünün yerini gülümsemesiyle doldurdu. Ojufemi'nin neşeli hallerini gerçekten özlemişti ve Jacques'in kibar tavırlarınıysa asla unutmayacağına emindi. Onlara biraz fazla şey borçluydu genç kadın. Ojufemi bakanlığa onun adına başvurup gerçekten işi kapmasını sağlamasa şimdiye kasabasın bunalımlı kadın olmaya devam ediyordu. Oysa yeniden büyücü dünyasına karışmaya ihtiyacı olduğunu buraya geldiğinde fark etmişti. Bunun minnetini hiçbir zaman atamayacaktı üzerinden. Genede yıllardır yaşayan bu yaşlı -ama kesinlikle yaşını göstermeyen- arkadaşı ona hiçbir zaman üstünlük gibi kullanmamıştı bu durumu. Oysa bunun için ayrı bir minnet duyuyordu aslında. Bütün bu özlem ve sevgi duygularının arasında gülümseyen dudakları tatlılıkla "Kimleri görüyorum demeliyim sanırım ama dilim tutulmuş olabilir." şeklinde yorumunu savurdu boş sokağa doğru. Sesi pek yüksek çıkmamıştı ama vampir dostlarının bunu rahatlıkla duyabileceğinin farkındaydı. Bu yüzden önemsemeden birkaç adım daha yaklaştı onlara doğru.
- JacquesVampir
- Mesaj Sayısı : 73
Kayıt Tarihi : 23/04/12
Geri: Bana bir sütlü mısır, Frank usta!
Perş. Nis. 26, 2012 9:12 am
Onu ilk gördüğü günü hatırlıyordu, ne kadar da mağrurdu, aynı zamanda zavallı. Zira kurban edilecek olması müjdeleniyordu herkese, o çoşkun, kıpırtılı kalabalığa. O dönemlerde öyleydi. Bir dişi olarak doğmak sizin zavallı olmanız için yeterliydi. Gerçi bu hala pek değişmiş olmasa da artık eskisi kadar alelade de olamıyordu. -Buna bazı gelişmemiş uygarlıkları ve toplumları dahil etmiyordu.- Diğer yandan, neden insanların bir bakireyi bu kadar kolay harcadıklarını anlayamıyordu. Oysa ne kadar değerlilerdi. Hristiyanların deyişi ile ''kutsal'' ya da çapkınların deyişi ile ''tam yatmalık'' falan bulduğundan değildi, hayır. Onun için, hatta diğer vampirler için bakire kanı, hatta dokunuşu bile bambaşkaydı. Bunun nedeni asla o incecik zar değildi elbette. Zaten söz konusu bekaret sadece kızlarda da değil, her cinste olabilen bir şeydi. Sadece bir şeyler olgunlaşmamış oluyor onlarda. Bilmiyordu nedenini ama kokusundan bile ayırabiliyordu onları. Çocukla, yetişkin arasındalardı onlar, en yaşlıları bile. Bu yüzden kendi de dahil bir çok vampir seviyordu bakireleri. Sevgi derken, bir yiyeceği sever gibi tabi... Onlardaki bu farklılığı insanlar da fark etmişti. Başta fazla sorun yoktu, ancak erkek egemen toplumlar geldiğinde, erkekler birdenbire bekaretten bir an önce kurtulmaya, kızlarınkini de istedikleri gibi kullanmaya başlamışlardı. Tabi bu dönemlerin çoğuna şahit olduğu söylenemezdi, Jacques'in. Bazı dönemleri kendinden yaşlı vampirlerden dinlemişti zamanında. Ancak, artık çoğundan geriye kalan bir hiçti. Ve onu ilk gördüğü ana dönecek olursak, kızda ilk gördüğü bu olmuştu. ''Ne ziyan ama...'' diye geçirmişti içinden. Sonra, bir şey daha, kızı uzaktan incelerken onun bir bakireden fazlası olduğunu fark etmesi biraz zaman almıştı. Gözlerinin ifadesine, içindeki şeye ulaştığında anlamıştı ki, o, zamanının kızı değildi. Onu kurtarması gerekiyordu, bir an evvel hak ettiği zamana getirmeliydi bu bakireyi. Bu düşünce ile onu gördüğü kalabalık mekandan hızla uzaklaşmıştı sonrasında, daha sonraları onu tekrar bulacaktı, ancak en hazır olduğu anı beklemeliydi. Ziyan olacağı anı, insanların kırkını, ellisini ender olarak gördüğü bu cahiliyetten kurtulmaktan başka seçeneği bulunmayacağı o güzel anı. Ve beklemişti, buna da üç bin yıldan fazladır, değmişti işte...
''Doğrusu onları giyseydin, eminim ki üzerinde hala parçalanmadan duruyor olduklarına hayret edebilirdin. İtiraz etmiyorum ama bu gömleğe laf söyletmem, hem sağlam, hem de senin görüşünün aksine asla modası geçmiyor. İnsanlar yüzyıllar sonra bile gömlek giyecekler ve gardıroplarında bunun bir kopyası mutlaka duracak, benimkinin onlardan farkı, iki üç günden eskimek yerine yüzyıllardır dayanmış olması olacak.'' dedi uzaklaşan sevgilisine tekrar yaklaşarak. Evet, bir şeyi sevdiği zaman onu kolay kolay atmazdı. Biriktirmeyi seviyordu açıkçası. Bazen 'çöpçü' diye dalga geçerdi Ojufemi. ancak ziyanı yoktu, o şeylerin gitmesi, bir dalgadan daha üzücü olurdu doğrusu. Belki bir vampirden böyle takıntılar beklenmezdi, en azından insanların yargılarına göre. Ojufemi birini fark ettiğinde, hemen tanıdık bir kokunun geldiği yönü buldu ve oraya başını çevirdi sakince. Bu kızın bu kadar telaşlı olmasını anlayamıyordu. Ve onu gördü, uzağı görüş yeteneği Ojufemi'den daha gelişmişti. ''Sakin ol sevgilim, gelir elbette, çıkar ortaya, ayrıca bir ölümlünün seni o uzaklıktan bağırsan da duyabileceğini sanmıyorum.'' dedi müstehzi bir gülümseme ile. Normalde sokakta dolaşan tiplere bu kadar telaşla yaklaşmazdı, ancak kokuyu tanımış olmalıydı o da. Uzaktaki ölümlü yaklaştıkça, Jacques de Ojufemi'nin elini tutarak sokak lambasının ışığının altına girdi. Zira bir ölümlünün, hele de büyücü bir ölümlünün görüş yeteneğinin kısıtlılığına saygı göstermemek ve ona yardımcı olmamak, kabaca olurdu. Celestia... Yaklaşıp, az evvelki üzüntüsünün aksi bir neşe ile konuşmaya başladığında Jacques'in de yüzünde nazik bir gülümseme belirdi. Gözlerini kızdan ayırmadan baktı o konuşurken. ''Gözlerine inanabilirsin. Cidden, okulda size ne öğrettiler bilmiyorum ama, biz vampirler sosyal hayatı ve gezinmeyi severiz, oldukça hem de.'' dedi gülümseyerek. Düğünlere katılan, akrabaları olup da onların ziyaretine giden, resmi davetlere bile katılan vampirler vardı, olacaktı. Onlar büyü dünyası da, muggle dünyası da var oldukça hayatın bir parçası olacaklardı, gece olsun gündüz olsun.-Tabi gündüzleri, güneşe çıkamadıkları zamanlarda sosyalleşmemek de onlar için en iyisi olurdu, her zaman.- Sonra o ölümlüye yaklaştı ve nazikçe elini tutarak dudaklarına götürdü ve öptü. ''Seni görmek harika matmazel. De hangi rüzgar attı bu sıkıcı köye acaba?'' Dışarıdan kulübe şeklinde ama, içeriden bir büyücünün yardımı ile genişletilmiş evlerinin yakınlarında onu görmek şaşırtıcı gelmişti. ''Ayrıca, bir sıkıntınız olduğunda bize anlatabileceğini biliyor olduğunu umuyorum. Biraz deneyimden yararlanmakta fayda var açıkçası.'' dedi eli bırakıp da bir adım geriye, Celestia'nın kişisel sınırların dışında geçerken. Ayrıca, kan kokusunun onu baştan çıkarıp da, bir ölümlüye salt keyfi nedenlerle saldırmasına engel olmak için gereken uzaklık da tam olarak buydu. Sonuçta sosyal de olsa, bir vahşiydi bu yaşlı vampir. Hem de bir zamanlar, Ojufemi ile tanıştığında bile, asla iç güdülerine engel olmamış bir vampirdi. Açlığa gelince, yeni doğan olduğundan bu yana, o kadar da ağır şekilde bir açlık hissetmiyordu. Bu da yaşlı vampirler için büyük bir avanaj oluyordu. Zaten sosyal bir vampir olarak, bir dostu kaybetmek, pek iç açıcı bir hareket olmazdı.
''Doğrusu onları giyseydin, eminim ki üzerinde hala parçalanmadan duruyor olduklarına hayret edebilirdin. İtiraz etmiyorum ama bu gömleğe laf söyletmem, hem sağlam, hem de senin görüşünün aksine asla modası geçmiyor. İnsanlar yüzyıllar sonra bile gömlek giyecekler ve gardıroplarında bunun bir kopyası mutlaka duracak, benimkinin onlardan farkı, iki üç günden eskimek yerine yüzyıllardır dayanmış olması olacak.'' dedi uzaklaşan sevgilisine tekrar yaklaşarak. Evet, bir şeyi sevdiği zaman onu kolay kolay atmazdı. Biriktirmeyi seviyordu açıkçası. Bazen 'çöpçü' diye dalga geçerdi Ojufemi. ancak ziyanı yoktu, o şeylerin gitmesi, bir dalgadan daha üzücü olurdu doğrusu. Belki bir vampirden böyle takıntılar beklenmezdi, en azından insanların yargılarına göre. Ojufemi birini fark ettiğinde, hemen tanıdık bir kokunun geldiği yönü buldu ve oraya başını çevirdi sakince. Bu kızın bu kadar telaşlı olmasını anlayamıyordu. Ve onu gördü, uzağı görüş yeteneği Ojufemi'den daha gelişmişti. ''Sakin ol sevgilim, gelir elbette, çıkar ortaya, ayrıca bir ölümlünün seni o uzaklıktan bağırsan da duyabileceğini sanmıyorum.'' dedi müstehzi bir gülümseme ile. Normalde sokakta dolaşan tiplere bu kadar telaşla yaklaşmazdı, ancak kokuyu tanımış olmalıydı o da. Uzaktaki ölümlü yaklaştıkça, Jacques de Ojufemi'nin elini tutarak sokak lambasının ışığının altına girdi. Zira bir ölümlünün, hele de büyücü bir ölümlünün görüş yeteneğinin kısıtlılığına saygı göstermemek ve ona yardımcı olmamak, kabaca olurdu. Celestia... Yaklaşıp, az evvelki üzüntüsünün aksi bir neşe ile konuşmaya başladığında Jacques'in de yüzünde nazik bir gülümseme belirdi. Gözlerini kızdan ayırmadan baktı o konuşurken. ''Gözlerine inanabilirsin. Cidden, okulda size ne öğrettiler bilmiyorum ama, biz vampirler sosyal hayatı ve gezinmeyi severiz, oldukça hem de.'' dedi gülümseyerek. Düğünlere katılan, akrabaları olup da onların ziyaretine giden, resmi davetlere bile katılan vampirler vardı, olacaktı. Onlar büyü dünyası da, muggle dünyası da var oldukça hayatın bir parçası olacaklardı, gece olsun gündüz olsun.-Tabi gündüzleri, güneşe çıkamadıkları zamanlarda sosyalleşmemek de onlar için en iyisi olurdu, her zaman.- Sonra o ölümlüye yaklaştı ve nazikçe elini tutarak dudaklarına götürdü ve öptü. ''Seni görmek harika matmazel. De hangi rüzgar attı bu sıkıcı köye acaba?'' Dışarıdan kulübe şeklinde ama, içeriden bir büyücünün yardımı ile genişletilmiş evlerinin yakınlarında onu görmek şaşırtıcı gelmişti. ''Ayrıca, bir sıkıntınız olduğunda bize anlatabileceğini biliyor olduğunu umuyorum. Biraz deneyimden yararlanmakta fayda var açıkçası.'' dedi eli bırakıp da bir adım geriye, Celestia'nın kişisel sınırların dışında geçerken. Ayrıca, kan kokusunun onu baştan çıkarıp da, bir ölümlüye salt keyfi nedenlerle saldırmasına engel olmak için gereken uzaklık da tam olarak buydu. Sonuçta sosyal de olsa, bir vahşiydi bu yaşlı vampir. Hem de bir zamanlar, Ojufemi ile tanıştığında bile, asla iç güdülerine engel olmamış bir vampirdi. Açlığa gelince, yeni doğan olduğundan bu yana, o kadar da ağır şekilde bir açlık hissetmiyordu. Bu da yaşlı vampirler için büyük bir avanaj oluyordu. Zaten sosyal bir vampir olarak, bir dostu kaybetmek, pek iç açıcı bir hareket olmazdı.
- OjufemiVampir
- Mesaj Sayısı : 95
Kayıt Tarihi : 23/04/12
Yaş : 32
Nerden : Ben bilmem beyim bilir u.u
Geri: Bana bir sütlü mısır, Frank usta!
Çarş. Mayıs 02, 2012 9:56 am
Sulu bir kar yağıyordu. Gece sokulgan örtüsünü şehrin üzerine sererken sahipsiz bir sokakta yalnız bir kadın yürüyordu. Adımları sessizliği yırtarken, küçük ellerini duman gibi çıkan nefesiyle ısıtmaya çalışıyordu. Nafile çığlıklar kopuyordu yüreğinden. Anlamsız anlamlar yüklü yüzünde, gri bulutlar dolaşıyor, poyraz bir rüzgar kesiyordu mavi gözlerini. Öfke dalgaları ateş saçıyor, masum bir bulut kanatlanıp soğuk yüzüne konuyordu. Kadın sağ pantolonunun sağ cebinden bir şeyler çıkardı. Bir mektup. Okuma konusunda ikircil kaldı. Gergin yüzünü sevda şöyle bir koklayıp geçti. Belki, bir adam canlandı bakışlarında, kim bilir. Geçmişin sisli perdesi hafifçe aralandı. Mavi düşlerini siyah bir yaşanmış delip geçti. İnanç dolu yaşanmışlıklar, aldanışlara, aldatılışlara yerini bıraktı. Güzel bir geleceğe yelken açmışken; şimdi, bir uçurumun kenarından yaşanacaklara bakıyordu. Yıllar öncesiydi. Silik bir bahar tomurcuk açıyordu. Onunla tanışmasını hatırlamaya çalıştı. Yine bir akşamüstüydü. İsmi mühim olmayan bir şehrin kirli kaldırımında yürüyor, vitrinlere bakınıyordu. O, mu önce görmüştü yoksa kendisi mi? Bir kibrit yaktı geçmişin karanlığına, hatırlamadan ziyade görmeye çalıştı. Maviye kesen gözlerinden deniz fışkırıyordu sanki, yaşama sevinci. Nasıl da balıklama atlamıştı o gözlerden içeri. Kalbi yerinden fırlarken o bakışların altında, birine ait olmanın, güvenli bir limanda çalkantılı denizi seyretmenin huzuru sarmalamıştı yüreğini. Aşık olmuş, bir kıvılcım sevda yumağına dönüşmüştü. O’nun olmuştu, nefesinin sıcaklığında, güvenli kollarında, yanında dünyanın en mesut kadını, insanı hissediyordu kendini. O anlattıkça, bir masalda dünyanın en mesut prensesi sanıyordu. Yaşamları ne zaman virgüllerin, 'belki'lerin ya da noktalı virgüllerin egemenliğine girdi, üç noktalar birer birer düştü; mavi düşler ne zaman önce griye sonra siyaha döndü? Hatırlamaya çalışıyordu nafile çabalarla. Uzaklardan bir vapurun geceyi bölen sesini duydu, iskeleye yaklaşmış; cebindeki insanları atıyordu yaşamın kucağına. Bilinmez şehrin gecelerinde yaşadıkları anları, zamanın geçişlerini, sevginin tükenişlerini film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirdi. Değişim. Ya da gerçek kişiliğin zamanla su yüzüne çıkması. Şimdi hangisinin doğru olmasının ne önemi vardı... Sonuçta, gerçek değişmedikten sonra... Evlenmişler miydi? Ne önemi vardı şu an? Hiç... Ya çocukları var mıydı? Ya da ilişkileri kaç yıl sürmüştü? Kadın kaç yaşındaydı ya da adam? Kadın mektubu zarftan çıkardı. Nemli gözleriyle yazılanları okumaya çalıştı. Kadının üşüyen avuçlarından mektup kaydı. Ayın kurulduğu karşılara baktı. Gökyüzüne birkaç yıldız gelmişti. Bir köpeğin uzaktan havlamasında bir şeyler bulur gibi oldu. Yanından bir araba geçti, geçerken şöyle kornasıyla kadına şuh teklifler yaptı. Kadın yürüyordu. Gri bir gece siyah bir tuvalden fırlıyordu.
Ojufemi, kadının yanından öylesine gelip geçti. Onun gözlerindeki buğuyu farketmesine rağmen üstünde çok durmadı. Düşünceliydi ve bu dalgınlığı etrafındaki her şeyi görmesine engeldi. Yoksa normalde o kadının dalgınlığından yararlanıp arkasından yaklaşabilir ve kendisine ziyafet çekebilirdi. Ancak pek umurunda değildi şu anda o. Ojufemi, bir başka üzgün kadınla ilgilenecekti. Bir başka üzgün ve onun üzüntüsünün her anına yakından tanık olduğu bir kadınla... Aslında pek umurunda olmazdı ancak o genç kadınla tanışınca ona bir iyilik yapmanın zararı olmayacağını düşünüyordu. Üstelik elbet bir gün 'ödeşebilirlerdi'. Ojufemi, yaptığının karşılığını elbet bir şekilde alabilirdi. Tabii açık açık bunu söylemeyecekti. Bekleyecekti. Bakanlık fazla kalabalık değildi. Elindeki dosyalar ile geldiğinde hemen bakanı görmek istediğini söyledi. "Randevunuz var mıydı?" Derin, mavi gözlerini bunu söyleyen genç kadına dikti ve çarpık gülümsemesini yüzüne kondurdu. "Ojufemi geldi demen yeterli." Ardından bakanın yanına gelmesi uzun sürmedi. Gerçekçi olursak sihir bakanının ona bu kadar iilgili olması saçma gelebilirdi. Ancak, Ojufemi on binlerce yıllık bir geçmişe sahipti. Önemli yerlere gelen herkesin geçmişini bilmesi normal değiş miydi? Bu başlarda sadece bir hobiydi tabii. O kadar yıl yaşadıktan sonra fanileri birer oyuncak gibi görmekten sakınca duymuyordunuz. Bakanın odasına girdiğinde tek kelime etmeden onun masasına bir dosya bıraktı. "Onu iyi bir yerde işe alırsan sevinirim." Aslında daha çok babasından doğumgününde araba isteyen şımarık bir kız gibi görünüyordu ama tek fark vardı; dileği bir tür emirdi. Ondan sonra gelişen süreç pek şaşırtıcı değildi. Celestia yetenekli bir kadındı ve biraz teşvikle, yardımla neler yapabileceğini kimse tahmin edemezdi.
Bunların hepsi yakın bir geçmişti olup bitmişti elbet. Şimdi Celestia yakın bir dosttu Jacques ve onun için. Hem kim demişti vampirlerin bu tarz şeylere ihtiyacı olmaz diye? Her canlının dostlara ihtiyacı olurdu. Bu yüzden Ojufemi de Celestia'yı görür görmez abartılı olmayacak bir şekilde gülümsedi. "Tam de ihtiyacım olan kişi. Tia, lütfen sen de Jacquese üstündekilerin moda katliamı olduğunu söyler misin? Onu bir türlü alışveriş için ikna edemiyorum."
Ojufemi, kadının yanından öylesine gelip geçti. Onun gözlerindeki buğuyu farketmesine rağmen üstünde çok durmadı. Düşünceliydi ve bu dalgınlığı etrafındaki her şeyi görmesine engeldi. Yoksa normalde o kadının dalgınlığından yararlanıp arkasından yaklaşabilir ve kendisine ziyafet çekebilirdi. Ancak pek umurunda değildi şu anda o. Ojufemi, bir başka üzgün kadınla ilgilenecekti. Bir başka üzgün ve onun üzüntüsünün her anına yakından tanık olduğu bir kadınla... Aslında pek umurunda olmazdı ancak o genç kadınla tanışınca ona bir iyilik yapmanın zararı olmayacağını düşünüyordu. Üstelik elbet bir gün 'ödeşebilirlerdi'. Ojufemi, yaptığının karşılığını elbet bir şekilde alabilirdi. Tabii açık açık bunu söylemeyecekti. Bekleyecekti. Bakanlık fazla kalabalık değildi. Elindeki dosyalar ile geldiğinde hemen bakanı görmek istediğini söyledi. "Randevunuz var mıydı?" Derin, mavi gözlerini bunu söyleyen genç kadına dikti ve çarpık gülümsemesini yüzüne kondurdu. "Ojufemi geldi demen yeterli." Ardından bakanın yanına gelmesi uzun sürmedi. Gerçekçi olursak sihir bakanının ona bu kadar iilgili olması saçma gelebilirdi. Ancak, Ojufemi on binlerce yıllık bir geçmişe sahipti. Önemli yerlere gelen herkesin geçmişini bilmesi normal değiş miydi? Bu başlarda sadece bir hobiydi tabii. O kadar yıl yaşadıktan sonra fanileri birer oyuncak gibi görmekten sakınca duymuyordunuz. Bakanın odasına girdiğinde tek kelime etmeden onun masasına bir dosya bıraktı. "Onu iyi bir yerde işe alırsan sevinirim." Aslında daha çok babasından doğumgününde araba isteyen şımarık bir kız gibi görünüyordu ama tek fark vardı; dileği bir tür emirdi. Ondan sonra gelişen süreç pek şaşırtıcı değildi. Celestia yetenekli bir kadındı ve biraz teşvikle, yardımla neler yapabileceğini kimse tahmin edemezdi.
Bunların hepsi yakın bir geçmişti olup bitmişti elbet. Şimdi Celestia yakın bir dosttu Jacques ve onun için. Hem kim demişti vampirlerin bu tarz şeylere ihtiyacı olmaz diye? Her canlının dostlara ihtiyacı olurdu. Bu yüzden Ojufemi de Celestia'yı görür görmez abartılı olmayacak bir şekilde gülümsedi. "Tam de ihtiyacım olan kişi. Tia, lütfen sen de Jacquese üstündekilerin moda katliamı olduğunu söyler misin? Onu bir türlü alışveriş için ikna edemiyorum."
- Celestia MyskaSihir Bakanı Asistanı
- Mesaj Sayısı : 48
Kayıt Tarihi : 17/04/12
Yaş : 31
Nerden : İrlanda
Lakap : Tia
Geri: Bana bir sütlü mısır, Frank usta!
Perş. Mayıs 03, 2012 11:18 am
Issız bir sokaktı. Köşede yanan lamba kimseyi aydınlatmamaya inat etmiş gibiydi. Yuvarlak bir alana bıraktığı ışığın etkisi çok yetersizdi. Oysa öylesine ihtişamlı dikilmişti ki en köşeye, gündüzleri onu gören biri ışık şöleni yapacak sanardı. Belkide bunun sebebi o sokaktaki en antika şey olmasındandı. El oyması işlemeleriyle inan gövdesinin etrafına yaprak desenleri saçılmıştı. Her bir yaprağın üzerinde iki harf yazılıydı. Umursamazca işlenmiş harfler gibi görünebilirdi, ama her birinin bir anlamı vardı. Her gece karanlık sokağı aşıp kendini ışığa atan gençlerin sebebi bu anlamlarıydı, aslında gençler bu harflarin anlamıydı. Yuvarlak dairede yarattıkları gölgeleriyle birleşen karanlığa aldırmadan aydınlık gelecek umut ederlerdi dudaklarının arasındaki dileklerde. Belki asla sahip olamayacakları bir bebeği, ayrılıklarının getirmeyeceği birleşmeyi... En kötüleri ölümü geri çağıranlar olurdu. Tılsımlı ışığın altında sarındıkları gövdeye ağlarken kazıdıkları aciş bücüş harflerden başka bir varlığı olmazdı bu dileklerin. Genede yere bıraktıkları birkaç damla göz yaşı ışığın kenarında büyüyen çiçeklere hayat verirdi ve kimse bunu bilmezdi. İşte bu gereksiz ara sokağın en büyük sihri buydu. Hiçbir şeyi olmayan veya her şeylerini kaybetmiş insanların uğrak yeriydi. Oysa onlara verdiği hiçbir şey yoktu. Hatta birkaç horsızla birlikte ceplerinde olan son knutlarınıda teslim alırdı bu sokak. Genede yıllarca akın bulmuştu. O lambanın üzerine kazınmış 'C' harfiyse şimdilerde bu umudunuda hepten kaybetmiş bir kadına aitti. Aşk dilemişti ama bulduğu kederle ömrünün beş yılını almıştı bu sokak ondan. Geriye birkaç dost ve düşüncelerini dağıtabileceği bir iş dışında bir şey bırakmamıştı.
Genç cadı işini borçlu olduğu dostuna gülümserken kadının mavi gözlerine umutla bakıyordu hala. Bir anda karşısına çıkan bu çiftle hatırladığı eski günlerini özlüyordu. Işığa doğru eğilmiş genç görünen ama binlerce yıldır yaşayan adama baktığında kibar bir gülümsemenin ardından gelen sözlerle düşündü birkaç dakika. Sonunda gülücüğüne hakim olamadan savurduğu ufak kahkahasının çehresine bıraktığı neşeyle adım attı ışığa. Jacques'de kibar adımlarıyla yaklaşmasının aldından genç cadının elini tutmuş, sakin bir edayla öpmesinin ardından yeni sözcüklerle süslemişti öpücüğünü. Kısa bir anlığına gözlerini eski bir klubeye kaydırmasının ardından cevap beklemeden devam etmişti kibar adam. Celestia biten sözlerin ardından adamın yakışıklı yüzüne baktı bir süre. Gerçekten bir vampir değil insan için bile tartışalamayacak denli yakışıklı duran bir adamdı Jacques. Yılların getirdiği bilgelik yeşil gözlerinden saçılırken kıvrımlı dudaklarının zerafeti biçimli yüz hatlarının tam ortasında bulunan burnuyla tamamlıyordu kendini. Böylesine büyük bir güzelliğin yanına tek yakışacak kişi olan arkadaşı Ojufemi'e gözlerini birkaç saniye çevirmesine rağmen dudakları Jacques'e cevap vermek için açıldı. "Teşekkür ederim Mösyö. Sıkıntılarım geçici bir insaniyetten öte bir şey değil, deneyimlerinizden ziyade sizi görmek bile bu sıkıntıları geçirebilecek güçte. Öyle ki onları şu an hatırlamıyorum bile." Sesinin karanlıkta bıraktığı yankıları umursamadan gülümsemesine devam eden genç beden arkadaşının sözleriyle birkez daha kendine geldi. Yıllardır ne olursa olsun modayla ilgilenen Oje'nin dediklerini hiçte yabancılamamıştı. Gerçekten bu genç kadın her gördüğünde farklı bir kıyafetin içinde oluyordu. Oysa yanındaki adam hiçbir zaman eskimeyen gömleğiyle dolaşmaktan çok hoşlanıyor gibiydi. Tia artık bu gömleğin her ipliğini göre göre ezberlemişti gibiydi. Oje'nin neler çektiğini düşünemiyordu bile. Bu yüzden aslında son derece sosyal bir hayat yaşayan arkadaşlarına gülümsemesinin ardından sol elinin işaret parmağını dudağına götürerek düşünür gibi bir hareket yaptı. Sonunda gülerek "Elbette Oje. Kesinlikle ufak birkaç değişiklik kimseyi öldürmez. Hem sıkılmadın mı bu gömlekten?" sarf ettiği cümlelerin peşinden arkadaşına destek olurcasına bir adım Oje'ye yaklaştı. Tatlı kızın elbisesine ufak bir göz gezdirdi, sonunda gözleri karşısındaki kızın mavi gözleriyle buluştu. İşte o zaman uzun zamandır tuttuğu kahkahasına hakim olamadan gülmeye başladı. Gerçekten onları çok özlemişti ve böyulesine bir gecede karşılarına çıkmak büyük bir şanstı. Bu şansıda Oje'nin isteğine göre Jacques'i ikna etmekle değerlendirebilirdi, hem zaten Jac'in bu gömleğinden eski krallardan tut, günümüzdeki bakanlar bile bıkmıştı. Genç adamın gerçektende yeni bir şeylere ihtiyacı vardı.
Genç cadı işini borçlu olduğu dostuna gülümserken kadının mavi gözlerine umutla bakıyordu hala. Bir anda karşısına çıkan bu çiftle hatırladığı eski günlerini özlüyordu. Işığa doğru eğilmiş genç görünen ama binlerce yıldır yaşayan adama baktığında kibar bir gülümsemenin ardından gelen sözlerle düşündü birkaç dakika. Sonunda gülücüğüne hakim olamadan savurduğu ufak kahkahasının çehresine bıraktığı neşeyle adım attı ışığa. Jacques'de kibar adımlarıyla yaklaşmasının aldından genç cadının elini tutmuş, sakin bir edayla öpmesinin ardından yeni sözcüklerle süslemişti öpücüğünü. Kısa bir anlığına gözlerini eski bir klubeye kaydırmasının ardından cevap beklemeden devam etmişti kibar adam. Celestia biten sözlerin ardından adamın yakışıklı yüzüne baktı bir süre. Gerçekten bir vampir değil insan için bile tartışalamayacak denli yakışıklı duran bir adamdı Jacques. Yılların getirdiği bilgelik yeşil gözlerinden saçılırken kıvrımlı dudaklarının zerafeti biçimli yüz hatlarının tam ortasında bulunan burnuyla tamamlıyordu kendini. Böylesine büyük bir güzelliğin yanına tek yakışacak kişi olan arkadaşı Ojufemi'e gözlerini birkaç saniye çevirmesine rağmen dudakları Jacques'e cevap vermek için açıldı. "Teşekkür ederim Mösyö. Sıkıntılarım geçici bir insaniyetten öte bir şey değil, deneyimlerinizden ziyade sizi görmek bile bu sıkıntıları geçirebilecek güçte. Öyle ki onları şu an hatırlamıyorum bile." Sesinin karanlıkta bıraktığı yankıları umursamadan gülümsemesine devam eden genç beden arkadaşının sözleriyle birkez daha kendine geldi. Yıllardır ne olursa olsun modayla ilgilenen Oje'nin dediklerini hiçte yabancılamamıştı. Gerçekten bu genç kadın her gördüğünde farklı bir kıyafetin içinde oluyordu. Oysa yanındaki adam hiçbir zaman eskimeyen gömleğiyle dolaşmaktan çok hoşlanıyor gibiydi. Tia artık bu gömleğin her ipliğini göre göre ezberlemişti gibiydi. Oje'nin neler çektiğini düşünemiyordu bile. Bu yüzden aslında son derece sosyal bir hayat yaşayan arkadaşlarına gülümsemesinin ardından sol elinin işaret parmağını dudağına götürerek düşünür gibi bir hareket yaptı. Sonunda gülerek "Elbette Oje. Kesinlikle ufak birkaç değişiklik kimseyi öldürmez. Hem sıkılmadın mı bu gömlekten?" sarf ettiği cümlelerin peşinden arkadaşına destek olurcasına bir adım Oje'ye yaklaştı. Tatlı kızın elbisesine ufak bir göz gezdirdi, sonunda gözleri karşısındaki kızın mavi gözleriyle buluştu. İşte o zaman uzun zamandır tuttuğu kahkahasına hakim olamadan gülmeye başladı. Gerçekten onları çok özlemişti ve böyulesine bir gecede karşılarına çıkmak büyük bir şanstı. Bu şansıda Oje'nin isteğine göre Jacques'i ikna etmekle değerlendirebilirdi, hem zaten Jac'in bu gömleğinden eski krallardan tut, günümüzdeki bakanlar bile bıkmıştı. Genç adamın gerçektende yeni bir şeylere ihtiyacı vardı.
- JacquesVampir
- Mesaj Sayısı : 73
Kayıt Tarihi : 23/04/12
Geri: Bana bir sütlü mısır, Frank usta!
C.tesi Mayıs 05, 2012 9:50 am
Savaşlar, Londra yangını, Prag'ın işgali, Hiroşima'ya atılan bombalar çeşitli zamanlarda, çeşitli felaketler olmuştu insanlığı olgunlaştıran. Artık herkes yanındakinin yaşadığını, hayatın değerini kavramaya başlamıştı. İletişim, ulaşım giderek kolaylaşmış, görmüşlerdi düşman sandıklarının aslında kendileriyle tıpatıp aynı kişiler olduklarını. İnsanlar artık savaşmak istemiyorlardı, nefret etmekten, sürekli üzülmekten yorulmuşlardı. Dahası Leonardo da Vinci'nin icat ettiği tek delikli karanlık kutu artık ışıkla resim çizen yepyeni bir icada dönüşmüştü. Böylelikle kendi meslektaşlarını da baltalamıştı sevgili da Vinci ta o zamandan. Son darbeyi de onun buluşunu tamamlayıp geliştiren, fotoğraf makinasını icat edenler vurmuştu. Artık ressamlar zanaatkar olarak iş bulamayacaklardı. Bu yüzden geçmiş yanmış, küllere kavuşmuş, küllerden yepyeni sanat akımları doğmuştu anka misali. Görüntünün sonsuzluğunun ayağa düşmesi ile ruhu ölümsüzleştirmeye başlamışlardı. Empresyonizm, Kübizm, Fovizm ve Gerçeküstücülük akımları bunlardan sadece bir kaçı olmuştu. Saat resmen vandaliste dönüşmüştü. Yeni gelenler öncekilerin devirdiği tuğlaları kenara çekip yeni tuğlalar deviriyordu. Ve yaşlı vampir bariz ruh kokusu almaya başlamıştı. Ve işte, Jacques en güzel zamanda, ruhların kokusunun sanata ve renklere sindiği zamanda dünyaya gelmişti, ikinci kere, ikinci bir hayata. Belki de bu yüzden bu kadar bağlıydı o zamanlara, kıyafet ve saç açısından da. Şimdinin tüketim çılgınlığından farklı şeyler vardı o zamanda. Yenilik, üretim, umut vardı. Şimdiyse hepsi yıkılmıştı, eskiye dönmüştü resmen bir çok şey. İnsanlar çabuk sıkılmışlardı kendilerini geliştirmekten. Cehalette artış başlamıştı, ansızın. Bu da Jacques'e rahatsız edici gelmişti. Zaten üretilen yeni kumaşlardan tiksinti duyuyordu. Açlık, susuzluk, fakirlik bolluk gibi görünmeye başlamıştı artık. Ve onların görmediği, hatta nedense Ojufemi'nin bile fark etmediği şey, bu çağ zehirlenme çağıydı. Bu devir yok ederdi, yutardı onları. Halbuki hiç eskiye özenme gibi bir huyu yoktu bu vampirin. Çağlar boyu en az Ojufemi kadar moda akımlarına uymuştu. Ancak yakışan vardı, yakışmayan vardı. Uyulacak vardı, uzak durulacak vardı. Ve bu çağda uzak durulacağa tek bir alternatif bile yoktu. Belki de vardı, evet vardı.
Öncelikle Celestie'nin önerisini nazikçe reddeşinin ihtişamına gülümsedi. Kelimeleri doğu kumaşları kadar ihtişamlı, süslü dokuyordu bu kız. Sonra Ojufemi ve Celestie'nin hep beraber dile getirdikleri 'Kızlar birliği' cümlelerinde de gülümsemesi kahkahaya dönüştü. ''Siz hiç 'hipster' diye bir şey duymadınız mı? Mükemmelliğin vücut bulduğu zamanı özleyenler sadece yaşlılar değil. Böyle bir şeye, tercihlere burun kıvıramazsınız. Ben sadece onların giydiği taklitlerin orjinallerini tercih ediyorum, orjinal ve kaliteli olanlarını. Siz istediğiniz kadar dil dökün, ben gene bildiğimi okuyacağım hanımlar.'' dedi neşeli bir sesle. Mavi-yeşil gözlerini yere dikti o an. Etrafı kokladı. Burnuna yabancı bir koku gelmişti bu sefer. Fakat üstünde durmadı. Büyük ihtimalle gecenin köründe köyde konaklayacak yer arayan bir yolcuydu. Bakışlarını kaldırdı, kızların üzerine dikti. ''E hep böyle dikilecek miyiz? Biz dolaşmaya çıktık sanıyordum, Ojufemi.'' Celestie'nin gelmesine kesinlikle memnun kalmıştı. Bir ölümlü dostun, halen yaşıyor oldukları çağda doğmuş birisinden bile öğrenecek, görülecek çok şey vardı. Eski zamanlardan gelme vampirler ne kadar zamana uyum sağlarsa sağlasın, asla bu zamana ait olamazlardı. Bu zamana ait olanlarla görüşmek, onlar için ilginç oluyordu bu nedenle. Üstelik biraz farklı bakış açıları, farklı görüşler sunuyorlardı bu çağın bebekleri. Ayrıca, dostluk değerli bir şeydi. Kimle olursa olsun, süresi ne kadar kısa olursa olsun her türlü özeni, ilgiyi hak ediyorlardı. Onlar olmasa bu dünyada değil bin yıllar, bir dakika bile vakit geçmezdi. İnsanı sıkıntıya, bunalıma sokardı bu. Bunu çok iyi biliyordu Jacques. Zaten Ojufemi de bir nevi bu yüzden hayatına girmişti. İyi ki de girmişti. Yürümeye başladı yavaş adımlarla. Hanımların kendisine ayak uydurması için el işareti yaptı. Biraz açılmış olan ekose atkısını düzeltti bir çırpıda, ardından sokağın sonuna doğru ilerlemeye başladı. Burnuna gelen o yabancı kokuyu takip ediyordu içindeki meraka uyum sağlayıp. Belki de düşündüğü kadar da yolcu değildir. Zira yolculuk cisimlenme yeteneği olan büyücüler için pek zorlu olmazdı. Konaklamak için tercih edilen yer de burası olamazdı.
Öncelikle Celestie'nin önerisini nazikçe reddeşinin ihtişamına gülümsedi. Kelimeleri doğu kumaşları kadar ihtişamlı, süslü dokuyordu bu kız. Sonra Ojufemi ve Celestie'nin hep beraber dile getirdikleri 'Kızlar birliği' cümlelerinde de gülümsemesi kahkahaya dönüştü. ''Siz hiç 'hipster' diye bir şey duymadınız mı? Mükemmelliğin vücut bulduğu zamanı özleyenler sadece yaşlılar değil. Böyle bir şeye, tercihlere burun kıvıramazsınız. Ben sadece onların giydiği taklitlerin orjinallerini tercih ediyorum, orjinal ve kaliteli olanlarını. Siz istediğiniz kadar dil dökün, ben gene bildiğimi okuyacağım hanımlar.'' dedi neşeli bir sesle. Mavi-yeşil gözlerini yere dikti o an. Etrafı kokladı. Burnuna yabancı bir koku gelmişti bu sefer. Fakat üstünde durmadı. Büyük ihtimalle gecenin köründe köyde konaklayacak yer arayan bir yolcuydu. Bakışlarını kaldırdı, kızların üzerine dikti. ''E hep böyle dikilecek miyiz? Biz dolaşmaya çıktık sanıyordum, Ojufemi.'' Celestie'nin gelmesine kesinlikle memnun kalmıştı. Bir ölümlü dostun, halen yaşıyor oldukları çağda doğmuş birisinden bile öğrenecek, görülecek çok şey vardı. Eski zamanlardan gelme vampirler ne kadar zamana uyum sağlarsa sağlasın, asla bu zamana ait olamazlardı. Bu zamana ait olanlarla görüşmek, onlar için ilginç oluyordu bu nedenle. Üstelik biraz farklı bakış açıları, farklı görüşler sunuyorlardı bu çağın bebekleri. Ayrıca, dostluk değerli bir şeydi. Kimle olursa olsun, süresi ne kadar kısa olursa olsun her türlü özeni, ilgiyi hak ediyorlardı. Onlar olmasa bu dünyada değil bin yıllar, bir dakika bile vakit geçmezdi. İnsanı sıkıntıya, bunalıma sokardı bu. Bunu çok iyi biliyordu Jacques. Zaten Ojufemi de bir nevi bu yüzden hayatına girmişti. İyi ki de girmişti. Yürümeye başladı yavaş adımlarla. Hanımların kendisine ayak uydurması için el işareti yaptı. Biraz açılmış olan ekose atkısını düzeltti bir çırpıda, ardından sokağın sonuna doğru ilerlemeye başladı. Burnuna gelen o yabancı kokuyu takip ediyordu içindeki meraka uyum sağlayıp. Belki de düşündüğü kadar da yolcu değildir. Zira yolculuk cisimlenme yeteneği olan büyücüler için pek zorlu olmazdı. Konaklamak için tercih edilen yer de burası olamazdı.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz