Ziyafet!
+18
Bellatrix De'phell
Damian McGlazy
Chica V. Fuks
Rachelle Jeseven
Toro Vikingreisi
Priscilla Derichs
Rose Weasley
Wladsylaw Wojcieszak
Floja Feodora
Aidan Wandhunt
Ulfhedin Faborg
Scorpius Malfoy
Berthé A. Glamour
Albus Severus Potter
James Potter
Prurient V De'Phell
Ra'asiel S. V. d'Orléans
Vladimir Vyacheslav
22 posters
2 sayfadaki 2 sayfası • 1, 2
- Scorpius MalfoySlytherin IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 183
Kayıt Tarihi : 20/04/12
Yaş : 31
Nerden : İngiltere
Lakap : Yakın olanlara Scorp.
Geri: Ziyafet!
Paz Nis. 29, 2012 3:15 pm
Olayları büyük bir dikkatle izliyordu genç adam. Büyük salonda kopan fırtınayı sanki tatil boyunca herkes istemiş gibiydi. Her yerden sesler yükseliyordu. Potter ve arkadaşları elbette genç büyücxünün üzerine gelecekti ama Scorpius kendini buna çoktan hazırlamıştı. Oysa beklediğinden bile daha mükemmel olan şeyse binadaşlarıydı. Rose'un dediği gibi o istenmiyor değildi, aksine hepsi Scorpius'u gerçek bir dost gibi savunuyordu. Prurient beklediği gibi ilk anda atılan olmuştu, trende olanlardan sonra bile Scorpius'un arkasında duracaktı genç cadı ve Scorpius'da ne olursa olsun aynısını yapacaktı. Vlad Potter'ın asasının önüne geçerken Scorpius gerçekten etrafındakilerin değerini anladı. Bir Potter'ın aptal cesaretiyle büyü savurabileceğinin bilincinde olan genç adam genede kendini öne atmıştı. Floja, Priscilla ve diğerleri gerçekten Selfier ruhunu taşıyorlardı. Scorpius'un aklında kalan Albus ikilemide böylece çözülmüş oluyordu zaten. Potter'dan gerçek bir Selfier'lik beklemek gerçekten çok beklemek oluyordu. Vlad'ın dediği gibi çapulcu takımına mahkum bir adamdan başka bir şey değildi.
Rose'un söylediklerine hafifçe gülümseyen genç adam sarı saçlarını geriye attığında asasını biraz daha sıkı kavradı. James'in sinirle hatırlattığı tarihi kısaca düşündüğünde gülmesi biraz daha arttı. Malfoy'ları kaybeden sanıyordu genç adam. Aptal Potter Karanlık Lord'u yenebilirdi ama bir Malfoy asla kaybetmezdi. İngiltere'nin yarsına sahip bu köklü ailenin kaybetmesi için neslinin bitmesi gerekirdi ve hala Scorpius nefes alıyordu. Potter'ın cesaret edemeyeceği şeyde onu öldürmekti zaten. Bunun bilincinde tatlı bir kahkaha attı genç adam. Sinirli arkadaşlarıyla birlikte Leondier'ler de ona dönmüştü şimdi. Scorpius boşta olan elini Vlad'ın omzuna koydu. Genç adamı birazcık geriye çekerken "Merak etme dostum. Potter'lar cesaretleriyle övünür ama asla ilk büyüyü atamazlar." diye birkaç adım öne ilerledi. James'in gözlerinin içine baktığında siniri git gide artıyordu. Ona tarihten bahsetmek istiyordu genç adam. Öyleyse tarihi konuşacaktı. Gri-mavi gözlerindeki ateşi yalnızca James'e kitleyerek "Tarihe bakalım Potter. Ama görebileceğimiz tek şey babasının adına sığınmış bir çocuktan ibaret." diyerek gözlerini Albus'a kaydırdı. Sonra yeniden James'e döndü, şimdi herkes olacakları merakla bekliyordu. Scorpius'sa diyebileceklerinden emin "Ben babam değilim Potter, korkmam. Sen de baban değilsin, bunu zaten Hogwarts'ın yıkılmış olmasından anlayabiliriz." derken arkasındaki dostlarının gülüşlerinden her şey anlaşılıyordu. James'in ilk savaşta hiçbir şey yapamayan çocuk olduğunu herkes biliyordu, o muzurluklarla sınırlı kalmaya mahkum bırakılmıştı. Dersleri iyi değildi, yeterli büyü yapamıyordu. Babasının adı ve muzurlukları dışında hiçbir şeyi yoktu. Scorpius'un karşısına çıkıp onu tehdit etmek şöyle dursun aynı yerde bile bulunmamalıydı. Bunun bilincinde genç adam sözcüklerine "Tarih tekerrürden ibaret değildir Potter. Bunu ilk yıl gördün, gene göreceksin." şeklinde son vermişti. Sonunda bir Potter'ın arkası dönük birine saldırama cesareti olmayacağı bilincinde birkaç adım geriledi. Dostlarının yanına gelip durduğunda bir şey unutmuş gibi işaret parmağını yukarı kaldırdı. gülümseyerek geri döndü ama bu sefer Potter'dansa Rose Weasley'e dikmişti gözlerini. Kızın kızıl saçlarına kısa bir anlığa bakmasının ardından yeşil gözlerine odaklanarak "Bize köpecikler diyorsun Weasley ama asıl yarası olanlar havlar. Burada en çok havlayanlarsa belli sanırım. Abine dikkat et derim, değerli Potter'ı ona kaptıracaksın." şeklinde birkaç kelime savurdu. Sonunda başka bir şey demeye bile gerek duymadan, profesörlerin ilgisini daha fazla çekmemek adına Vlad'ın omuzunu tutarak Selfier masasına ilerledi. Floja, Prurient ve Priscilla'nın geldiğini duyabiliyordu. Yerine oturduğunda bu gecelik eğlencenin yettiğini düşünüyordu, şimdi sıra karınlarını doyurmaktı ve Scorpius gerçekten acıkmıştı. Vlad'a bir börek uzarıtken kendisine bir parçayı ağzına attı. O sırada masaya oturan kızlara gülümseyerek "İşte meleklerimde gelmiş." diye tatlı bir iltifat savurdu.
Rose'un söylediklerine hafifçe gülümseyen genç adam sarı saçlarını geriye attığında asasını biraz daha sıkı kavradı. James'in sinirle hatırlattığı tarihi kısaca düşündüğünde gülmesi biraz daha arttı. Malfoy'ları kaybeden sanıyordu genç adam. Aptal Potter Karanlık Lord'u yenebilirdi ama bir Malfoy asla kaybetmezdi. İngiltere'nin yarsına sahip bu köklü ailenin kaybetmesi için neslinin bitmesi gerekirdi ve hala Scorpius nefes alıyordu. Potter'ın cesaret edemeyeceği şeyde onu öldürmekti zaten. Bunun bilincinde tatlı bir kahkaha attı genç adam. Sinirli arkadaşlarıyla birlikte Leondier'ler de ona dönmüştü şimdi. Scorpius boşta olan elini Vlad'ın omzuna koydu. Genç adamı birazcık geriye çekerken "Merak etme dostum. Potter'lar cesaretleriyle övünür ama asla ilk büyüyü atamazlar." diye birkaç adım öne ilerledi. James'in gözlerinin içine baktığında siniri git gide artıyordu. Ona tarihten bahsetmek istiyordu genç adam. Öyleyse tarihi konuşacaktı. Gri-mavi gözlerindeki ateşi yalnızca James'e kitleyerek "Tarihe bakalım Potter. Ama görebileceğimiz tek şey babasının adına sığınmış bir çocuktan ibaret." diyerek gözlerini Albus'a kaydırdı. Sonra yeniden James'e döndü, şimdi herkes olacakları merakla bekliyordu. Scorpius'sa diyebileceklerinden emin "Ben babam değilim Potter, korkmam. Sen de baban değilsin, bunu zaten Hogwarts'ın yıkılmış olmasından anlayabiliriz." derken arkasındaki dostlarının gülüşlerinden her şey anlaşılıyordu. James'in ilk savaşta hiçbir şey yapamayan çocuk olduğunu herkes biliyordu, o muzurluklarla sınırlı kalmaya mahkum bırakılmıştı. Dersleri iyi değildi, yeterli büyü yapamıyordu. Babasının adı ve muzurlukları dışında hiçbir şeyi yoktu. Scorpius'un karşısına çıkıp onu tehdit etmek şöyle dursun aynı yerde bile bulunmamalıydı. Bunun bilincinde genç adam sözcüklerine "Tarih tekerrürden ibaret değildir Potter. Bunu ilk yıl gördün, gene göreceksin." şeklinde son vermişti. Sonunda bir Potter'ın arkası dönük birine saldırama cesareti olmayacağı bilincinde birkaç adım geriledi. Dostlarının yanına gelip durduğunda bir şey unutmuş gibi işaret parmağını yukarı kaldırdı. gülümseyerek geri döndü ama bu sefer Potter'dansa Rose Weasley'e dikmişti gözlerini. Kızın kızıl saçlarına kısa bir anlığa bakmasının ardından yeşil gözlerine odaklanarak "Bize köpecikler diyorsun Weasley ama asıl yarası olanlar havlar. Burada en çok havlayanlarsa belli sanırım. Abine dikkat et derim, değerli Potter'ı ona kaptıracaksın." şeklinde birkaç kelime savurdu. Sonunda başka bir şey demeye bile gerek duymadan, profesörlerin ilgisini daha fazla çekmemek adına Vlad'ın omuzunu tutarak Selfier masasına ilerledi. Floja, Prurient ve Priscilla'nın geldiğini duyabiliyordu. Yerine oturduğunda bu gecelik eğlencenin yettiğini düşünüyordu, şimdi sıra karınlarını doyurmaktı ve Scorpius gerçekten acıkmıştı. Vlad'a bir börek uzarıtken kendisine bir parçayı ağzına attı. O sırada masaya oturan kızlara gülümseyerek "İşte meleklerimde gelmiş." diye tatlı bir iltifat savurdu.
- Damian McGlazyGryffindor IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 136
Kayıt Tarihi : 11/04/12
Yaş : 31
Nerden : İstanbul
Geri: Ziyafet!
Paz Nis. 29, 2012 3:28 pm
Yavaş adımlarla büyük salona doğru ilerleyen, bir yandan “17. Yy iblisleri” adlı kitaba göz atan Damian, okulda olmanın verdiği mutluluğu yaşıyordu. Koca üç yılı devirmişti ve dördüncü yıla yine kitap okuyarak başlamıştı. Gözünde bulunan gözlüklerle, tam bir kütüphane öğrencisi profili çiziyordu. Aslında gözlük kullanmıyordu, onun yerine lens takıyor ve bunun ona daha çok yakıştığına inanıyordu. Ancak dinlendirici olarak aldığı gözlükleri, kitap okurken kullanıyordu. Hem açık konuşmak gerekirse, diğer kişilerin de ilgisini çekmiyor değildi. Çünkü kullandığı gözlük annesi tarafından büyülenmişti ve Damian’ın duygu halini yansıtıyordu. Eğer sinirlenmişse kırmızı, mutsuz ise mavi, normal bir anında ise siyah oluyordu. Bu onun içinde bir eğlence aracıydı. Ancak sevdiği bir kızın karşısına gözlükle çıktığında gözlüğün pembe renge dönmesi, hem onun rezil olmasına hem de karşıdakine karşı olan hislerini açığa vurmasına neden oluyordu. Lens kullanmasının bir nedenini de buna bağlıyordu. Duyguları açığa vurmama… Çünkü karşıdaki ne hissettiğini bilirse senin zayıf noktanı yakalamış olur. Damian, adımlarını ara sıra daha da yavaşlatıp, bazı yerlerde duruyor ve bir süre kitaba gömülüyordu. Aslında bu sefer diğer dönemlerden farklı bir duygu barındırıyordu içinde. Okula gelmeden önce aldığı isimsiz bir mektupta yazılı olanlar onu epeyce korkutmuştu ve bu konunun üzerine gitmeyi, mektubun nereden geldiğini, kimin gönderdiğini ya da ne demeye çalıştığını bilmeyi istiyordu. Mektupta eski dönemlerin lanetlerinden ve bunların Damian’ın başına gelmesinin ne kötü bir durum olacağından alaycı bir dille bahsediyordu. Bunun diğer binada bulunan öğrencilerden birinin yaptığını düşünüyordu ilk başta ancak konunu ciddiyetini kitabı aldıktan sonra anlamıştı. Bahse girerdi ki birçok öğrencinin böyle bir kitabın varlığından bile haberi yoktu. Okuma isteği ve bir şeyler öğrenme isteği onda yuvarlanan bir kartopu gibi günden güne büyüyordu.
Kitaba gömülmüş bir şekilde yürümeye devam ederken, önünde olan kolonu fark etmedi ve ona çarparak dengesini kaybetti. Yavaş yürümesi onun düşmesini engellemişti ve sakin bir biçimde etrafına baktı. Ortada kimse yoktu. Rezil olmamıştı. Cübbesinin cebinde bulunan küçük saati çıkardı ve büyük salona gitme vaktinin çoktan geldiğini gördü. Saati cebine tekrar koydu ve kitabı kapatarak elinde sıkıca tuttu, ardından koşar adımlarla büyük salona doğru yöneldi. Bina başkanı olarak salona erken gelmesi gerektiğini biliyordu, ancak bazı konularda rahat davranmayı sevdiği herkes tarafından bilinen bir şeydi ve diğerleri buna alışmıştı. İşini ve görevini yerine fazlasıyla güzel getiriyordu ancak arada bu şekilde kaçamaklar yapması gerektiğinin farkındaydı. Büyük salona geldiğinde adımlarını yavaşlattı ve hızlı atan kalbini eski seviyesine getirmek için derin derin nefes almaya başladı. İçeri girdiğinde konuşma çoktan yapılmış ve ziyafet başlamıştı. Yorgun ruh hali sonucunda gözlük açık mor rengine gitmişti, üzerindeki cübbe ile pek uyumlu olmasa da yine de Damian mor rengi seviyordu. Bir süre etrafa baktıktan sonra kendi binasından ve Selfier’den öğrencilerin yine birbirlerine sataştığını gördü. “Merlin’in sakalı aşkına, okulun daha ilk günü. Hiç anlamıyorum bunları. Hiç!” James’in orada olduğunu gördü Damian, yine ona karşı bir söz dalaşında bulunulmuştu anlaşılan. Öğrencilerin yanına doğru ilerlerken bilmiş bir şekilde konuşmaya başladı. ”Ben de diyorum burnuma gelen bu pis kokularda ne böyle? Kendi kendime yine Amethyste iksir dersliğinde bir şeyler patlattı dedim ama öyle görünmüyor. Biliyor musunuz, bence zorlamamalı. Yani bu laf sataşmalarını bırakalım da birinci sınıflar yapsın.” Olaya birden dalmıştı ve gözlükleri liladan siyaha dönmüştü. Gayet sakin bir tavırla aralarından geçti ve masada boş bir yere oturdu. Onlara yakın bir yere.
Kitaba gömülmüş bir şekilde yürümeye devam ederken, önünde olan kolonu fark etmedi ve ona çarparak dengesini kaybetti. Yavaş yürümesi onun düşmesini engellemişti ve sakin bir biçimde etrafına baktı. Ortada kimse yoktu. Rezil olmamıştı. Cübbesinin cebinde bulunan küçük saati çıkardı ve büyük salona gitme vaktinin çoktan geldiğini gördü. Saati cebine tekrar koydu ve kitabı kapatarak elinde sıkıca tuttu, ardından koşar adımlarla büyük salona doğru yöneldi. Bina başkanı olarak salona erken gelmesi gerektiğini biliyordu, ancak bazı konularda rahat davranmayı sevdiği herkes tarafından bilinen bir şeydi ve diğerleri buna alışmıştı. İşini ve görevini yerine fazlasıyla güzel getiriyordu ancak arada bu şekilde kaçamaklar yapması gerektiğinin farkındaydı. Büyük salona geldiğinde adımlarını yavaşlattı ve hızlı atan kalbini eski seviyesine getirmek için derin derin nefes almaya başladı. İçeri girdiğinde konuşma çoktan yapılmış ve ziyafet başlamıştı. Yorgun ruh hali sonucunda gözlük açık mor rengine gitmişti, üzerindeki cübbe ile pek uyumlu olmasa da yine de Damian mor rengi seviyordu. Bir süre etrafa baktıktan sonra kendi binasından ve Selfier’den öğrencilerin yine birbirlerine sataştığını gördü. “Merlin’in sakalı aşkına, okulun daha ilk günü. Hiç anlamıyorum bunları. Hiç!” James’in orada olduğunu gördü Damian, yine ona karşı bir söz dalaşında bulunulmuştu anlaşılan. Öğrencilerin yanına doğru ilerlerken bilmiş bir şekilde konuşmaya başladı. ”Ben de diyorum burnuma gelen bu pis kokularda ne böyle? Kendi kendime yine Amethyste iksir dersliğinde bir şeyler patlattı dedim ama öyle görünmüyor. Biliyor musunuz, bence zorlamamalı. Yani bu laf sataşmalarını bırakalım da birinci sınıflar yapsın.” Olaya birden dalmıştı ve gözlükleri liladan siyaha dönmüştü. Gayet sakin bir tavırla aralarından geçti ve masada boş bir yere oturdu. Onlara yakın bir yere.
- Prurient V De'PhellSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 224
Kayıt Tarihi : 20/04/12
Lakap : Valérie
Geri: Ziyafet!
Paz Nis. 29, 2012 3:33 pm
- Öğrenci kalabalığının yarattığı ortam git gide tatsızlaşırken cadı huzursuzca kıpırdanmaya başlamış, Scorpius'un çıkışıyla bakışlarını büyücüye yöneltmişti. Hiç durmadan savurduğu sözler Leondier'ı yaralamış olmalıydı, çünkü bu kez haksızken üste çıkmaya çalışmaktan ziyade, doğrular konuşuluyordu. Hogwarts'ın yıkılmış olması ve bu okuldakilerin çoğunun geçmişte yaşanılan o muhteşem şatoyu, şimdiki beşinci sınıfların eski evini görmemiş olması belki de James ve altın üçlünün genç versiyonları sorumluydu. Scorpius'un suçlamaları ve öfkesi büyük salonda tınlarken cadı gülümsemesine hakim olamayıp büyücünün üzerinde gezdirdiği bakışlarıyla onu onayladığını belli etti. Selfier ruhunu taşıdığını kanıtlayan öğrencilerle ve özellikle de her şeye rağmen yanında dimdik durmaya söz vermiş olduğu Scorpius'la gurur duyuyordu. Binası ise şimdiye dek hiç yaşamadığı utancı, bir Weasley ve bir Potter ile yaşıyor olmalıydı.
Scorpius seri adımlarını masalarına yönelttiğinde Prurient en önden büyücüye eşlik etmeye başladı. Eski yerini alırken yüzündeki tebessüm uçup gitmiş, iğneleyici bakışlarının eşlik ettiği asık suratı göze çarpmaya başlamıştı. Son sözlerini söyleyip masaya geçen Scorpius'la hala gurur duyuyordu belki. Ve onaylarcasına süzdüğü bakışları konusunda da aynı düşüncedeydi. Fakat masadan ilk kalkan ve Prurient'in bütün o planlarını hiçe sayarcasına Potter'a bulaşan da o olmuştu. Suçlayıcı bakışları Scorpius'unkilerle buluştuğunda büyücü cadının neye kızdığını anlamışçasına kafasını başka yöne çevirdi. "Ne yaptığını sanıyorsun sen? Sondaki savunman başarılı olabilir Scorpius, ama tartışmayı ilk başlatan kişi olarak aciz bir konuma düşmediğini mi sanıyorsun?" Ses tonu oldukça net ve bir o kadar da sertti büyücüyü suçlarken. Herkesin içinde söyleyemediklerini daha alçak sesle söylemeyi tercih etmişti şimdi.
- Floja FeodoraSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 386
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Lakap : Kötü Kurt.
Geri: Ziyafet!
Paz Nis. 29, 2012 3:47 pm
Hadi ama, hepsi bu kadar mıydı. Karşılıklı atışmalar devam ederken, Floja asasını indirdi ve olanları izlemeye başladı. Arada sırada gözleriyle Ulf’u da süzmeyi ihmal etmiyordu. Gözleri tekrar Vlad’ı bulduğunda, Potter’ın boynuna sarılmış olduğunu gördü. Evet, ikisi arasındaki atışma büyüyeceğe benziyordu. Etraf yavaş yavaş bölünüyordu. Bazıları karşı tarafa, bazılarıysa bizim tarafımıza geçerken, genç cadı gözlerini devirdi. Bunlarda hiç takım ruhu yoktu. Sadece biri konuşuyor, diğerleri bekliyordu. Sanırım Potter’ı grup sözcüsü olarak seçmişlerdi ve tüm yükü onun omuzlarına yüklemeye çalışıyorlardı. Yazık. Scorp, göz hizasına girmişti bile. Onca olan şeyden sonra, sarışın büyücüye sıra anca gelmiş gibiydi. Genç cadı, Scorp’un kapanışı yapacağından emindi. Ellerini göğsünde birleştiren genç cadı; bir yandan dinliyor diğer yandan da tetikte bekliyordu. Hiç kimse, ilk büyüyü atan taraf olmak istemiyordu. Ama bu gidişle, Leondier’lerden geleceğini düşünüyordu. Cesur olmalarına karşın çabuk sinirlenen bir yapıya sahiptiler ve ilk adım her zaman onlardan gelirdi. Hogwarts’ta onlar yüzünden yıkılmamış mıydı zaten? Genç cadı, Scorpius’un söylediği bazı şeyleri başıyla onaylıyordu. Leondier’lere laflar yüklendikçe yükleniyordu ve söylenecek söz kalmadan Scorp, arkasını dönüp masaya oturmuştu. Genç cadı, Ulf’a tekrar kaçamak bir bakış attıktan sonra, ellerini göğsünden çekti ve kafasının arkasında birleştirerek yerine oturdu. Önündeki sudan bir yudum içtikten sonra, Scorpius’un sözlerine karşılık, iğneleyici bir tonda konuşmuştu. “Fazla havalanma Malfoy. Biliyorsun, sen başlattın.” Hafifçe güldükten sonra, bakışlarını yeni oturmuş olan Vlad’a dikti. “Hey, söylesene Vlad. Bizim için ne süprizler hazırladın bakalım?”
- Scorpius MalfoySlytherin IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 183
Kayıt Tarihi : 20/04/12
Yaş : 31
Nerden : İngiltere
Lakap : Yakın olanlara Scorp.
Geri: Ziyafet!
Paz Nis. 29, 2012 4:00 pm
Yerime oturduğumda kızların yerini almasıyla hafifçe gülümsedim. Sözlerimin ağır olduğunu biliyordum ama bunu başlatan taraf olmama rağmen ilk hırlayanlar kesinlikle Potter'lardı ve altta kalacak halim yoktu. İyi bir bitiriş yaptığıma emindim, kanıma ve aileme laf atması kendi kaşındığı anlamına geliyordu. Bense sadece kaşımıştım ve doğruları söylediğim için yeniden pisicik olmuşlardı. Gerçekten beni orada savunan kızlarsa şimdi bana karşı gibiydi masada. Gözlerimi başta parlayan Prurient'e dikmiştim ki Floja'da aynı şeyi söyleyince hafifçe sırıttım. Sonunda Floja Vlad'a dönmeden "Kendimce sebeplerim vardı Feodora." şeklinde cevabımı iletmiştim genç kıza. Cadının beni anlayacağının bilincinde Prurient'e bir laf sokmak adına gözlerimi ona diktim. Genç kızın kızgın bakışları karşımda değişirken elime aldığım kadehi hafifçe kaldırarak "Bir şeyi engellemeliydim ve şimdi istediğimi garantiledim. Buna içilir." diyerek bir yudum aldım. Diğer arkadaşlarımında ban uyması hoşuma gitmişti. Güzel bir akşamdı, tren kötü başlatmıştı bu günü ama Potter'ın doğrularla değişen yüz ifadesi, Prue'nin Potter'a gidemeyeceğinin garantisi ve dostlarımın gerçekten beni koruması bunu iyi devam ettiriyordu. Işıltılı salonda şimdi gerçek bir ziyafet başlıyordu ve ben etimi zarifçe keserek bir lokma ağzıma atmıştım. Ağıda dağılan etimle zevkim iyice katlanmıştı. Aklımda kalan tek hüzünde Rose'un beni istenmeyen olarka görüşürdü ve bu yıl yapacağım son şeyde olsa bu bakış açısını değiştirecektim. Potter gibi olmayı hiç istememiştim, onların daima bir kusuru olurdu. Ben mükemmel olmak için vardım ve bu yüzden hep istenen kişi olacaktım. Rose'da bunu görecekti.
- Bellatrix De'phellRavenclaw V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 186
Kayıt Tarihi : 20/04/12
Geri: Ziyafet!
Paz Nis. 29, 2012 6:26 pm
- Zümrüt yeşili gözlerini gölgeleyen siyah saçları omuzlarına doğru bırakılmış ve okul cübbesine uyan rengiyle görünümünü kusursuzluğa eriştirmişti. Önceki dört yılın aksine, bu sene okula erken gelmeyi kafasına sokan genç cadı, öyle de yapmış ve neredeyse hayatında ilk defa okul trenine yetişmiş ve ziyafete zamanında gelmeyi başarabilmişti. Yine de o büyük salonun kapısından adımını attığı sırada Vladimir Vyacheslav konuşmaya başlamıştı. Hiç bir zaman dakik olamayan Bella, yine aynı kusurla karşı karşıyaydı lakin bu durumu önemsediği de pek söylenemezdi. Dolgun kırmızı dudakları diliyle ıslanırken, kendi binasının masasına kurulmuş ve Vladimir'i dinliyormuş gibi yapıyordu. Büyücünün konuşması bittiği anda başlayan ziyafet pek ilgisini çeker cinsten değildi. Bu nedenle bakışları sürekli olarak tıkınmakla meşgul olan insanlarda geziniyor ve ikizini görme çabasına giriyordu. Selfier'lerin oturduğu masada baştan sona gezinen bakışları sonunda kızıl saçlarla karşılaşmış ve ikizinin de uzun süredir görmediği siması peşi sıra gözlerine çarpmıştı. İştahının kapalı olduğundan yakınırcasına ayaklandığı masadan üzerine çektiği dikkatleri başta umursamamış ve ikizinin oturduğu yere de ilerlemişti seri adımlarıyla. Yüzüne düşen siyah saçlarını geriye savurduktan sonra kurumaya başlayan dudaklarını tekrar ıslatmış ve sesinin titrek çıkmamasını önlemek için masaya yaklaşmadan önce bir iki öksürük patlatmıştı yürüdüğü zaman içerisinde. İkizinin yanına geldiğindeyse, masanın çevresinde toplanan insanlar pür dikkat Bells'in çehresine bakmakla meşgul oluyordular. Bellatrix, soğukluğundan hiç taviz vermeden ama yine de hoş bir görüntü oluşturmak adına keskin ses tonuyla konuşmuştu ona bakan birkaç çift göze doğru. ''Sanırım benim de yanınızda durmamın bir sakıncası olmaz, ikiz?'' Feodora'ya takılan bakışları peşi sıra Malfoy ile karşılaştığında ise gözlerinden görünmez bir ışık geçip gitti sanki. Pek haz etmediği genç adamın varlığı sinirlerini bozmasına rağmen uzun süredir görmediği ikizinin yanında durmak isteği daha baskın kalıyordu. Beyaz parmakları bir kez daha siyah saçlarına dolandığında birkaç saniye cevap beklemişti. Hemen konuşmalarına fırsat bırakmadan ekledi genç cadı. ''Seni çok özledim.'' Gerçeği kızıl cadının kulağına fısıltıyla söylerken, kimsenin duymadığından adı kadar emindi. Ailesinin yaşadıkları şehri terk etmesi ve ikizi Prurient ile farklı yerlerde yazı geçiriyor olmaları aralarına fazla mesafe koyuyordu. Hem ikizini hem de annesiyle babasını çok özlemişti. Bu değiştirilemez bir gerçekti ve her zamanda bir umut, mezun olduklarından sonra hep bir arada olacaklarını düşlüyordu. Ne var ki her zaman bu ona hem gerçekleşmesi imkansız bir hayalden ibaret hem de güzel bir düş gibi geliyordu.
- Feodor VasilyevSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 157
Kayıt Tarihi : 16/04/12
Lakap : Valentin var, ikinci adı. Pek kullanmaz.
Geri: Ziyafet!
Paz Nis. 29, 2012 6:48 pm
Trende hâkim olan bunaltıcı havanın ardından ziyafet tantanasını çekemeyeceğini hissettiğinden zindanlara yönelmiş, lâkin ortak salonun parolasını sormayı akıl edemeyecek kadar dalgın olduğundan bir süre ıssız, küf kokuları ve kasvetle bezenmiş koridorlarda turladıktan sonra mecburen Büyük Salon’a taşıyacak merdivenleri bir kere daha arşınlamaya girişmişti. Henüz birkaç basamağı çıkmıştı ki kulaklarına çalınan uğultudaki agresif tını adımlarının hızlanmasına sebebiyet verdi. Yanlış giden her ne ise bu işte Malfoy’ın parmağının olduğundan adı gibi emindi yılan; işler daha da sarpa sarmadan arkadaşının yanına gidebilmeyi arzulayışının yegâne sebebi buydu, yoksa herhangi bir velveleyi daha kaldırabilecek durumda değildi. Salonu binanın diğer bölümlerinden ayıran geniş kapıdan geçtiğinde aslanlar ve yılanlardan oluşan kalabalıkla buluşan iki zümrüt korku tınılarını taşıyan bakışları birkaç saniyeliğine kuşanmış, ancak donuk maskelerine dönmeleri uzun sürmemişti. Artık dağılmakta olan öğrencilerin arasından muzaffer bir edayla çıkan sarışın çocuğun istikametinde ivmelenirken Scorpius’ı tek parça hâlinde ve başında dikilmiş herhangi bir profesör olmaksızın görmek rahatlatıcıydı. Verdiği derin nefesle birlikte gergin yüz hatları normale dönmüşse de sakinleşebildiği söylenemezdi; zira biraz önceki vaziyete yol açan her ne ise ziyadesiyle lüzumsuzdu ve Prue’nün trende söyledikleriyle doğrudan alakalıydı. Feodor masaya yaklaşana dek içkisini yudumlamaya başlamış Malfoy’ın ve gözlerini ona dikmiş Floja ve Prurient’in yanına vardığında fark edilmesini sağlamak için hafifçe boğazını temizledi. Kemikli parmakları masada duran kadehlerden birini sıkıca sarmalayarak Dionysos’ın kanıyla kutsanmış bardağı dört yılanın arasında yükseltti ve Rus büyücünün dudaklarına götürdü. Dişi yılanların üzerinde kısa bir tur atan bakışları vakit kaybetmeksizin Scorpius’ın üzerine sabitlendiklerinde sorgu ve sitem manalarını başarıyla takınmışlardı; “Neye içiyoruz, Scorpius? Neyi kaçırdım?”
- Rose WeasleySlytherin III. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 51
Kayıt Tarihi : 25/04/12
Geri: Ziyafet!
Paz Nis. 29, 2012 6:53 pm
Yilanlar, zehirlerini akitabilmek icin Albus ya da James'den daha zayif bir hedefle yetinmislerdi anlasilan. Annesinden aldigi altin sarisi, dalgali saclarindan bir tutami parmagina dolayip minik bir gulumseme takinarak kendisine tehditler savuran kizlari dinliyor, James'in korumasinda kendisini guvende hissetmesine ragmen bir sekilde bundan rahatsiz da oluyordu. Rose'a saldirma sirasi Scorpius'a gelince nefesini tuttu, birkac dakika once laf dalasina girme cabasina girdigi Selfier'li buyucuye uzaktan bakinca daha da sasiriyordu nasil buna gucu yettigine. Her bir soz, genc cadiya viz gelirken bundan etkilenmis gorunuyordu ve bu hosuna gitmemisti. Ofkeyle etrafina bakindi, hem Leondier masasina hem de etraflarini cevreleyen Selfier'lara. "Cok harikasiniz, degil mi? Itici, yuzeysel, aptal ibneler." Ofkeli bir tislamayla baslayan konusmasi, bir bagirisla son bulmustu. Etrafindakileri gormezden gelip var gucuyle ittirdi, koyu kahverengi motorcu botlarinin el verdigi hizda kosarak salonu terkettiginde kizin yemyesil gozleri, dusmeyi bekleyen gozyaslariyla islanmisti. Hemen yakinlardaki bir heykelin dibine cokup kendini ic hesaplasmasina birakti. Bir Weasley miydi, yoksa Selfier mi?
telefondan yazmaks, sori
telefondan yazmaks, sori
- Prurient V De'PhellSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 224
Kayıt Tarihi : 20/04/12
Lakap : Valérie
Geri: Ziyafet!
Paz Nis. 29, 2012 7:40 pm
- İkizini görmek canın zihninde tekrarlayan geçmişinin perdelenmesini sağlamıştı. Simsiyah saçları ve zümrüt yeşili gözleriyle Prurient'in aksine tıpkı babasına benziyordu genç cadı. Ne kadar da özenirdi onun babasının asaletini taşıyor olmasını... Kendisi annesinin narin bedenine ve sarıya çalan kızıl saçlarına sahipken, kehribar gözleri de Ophelia'yı aratmayan acizlikle parıldıyordu. Bakışlarının altında yatan asalet babasının aynası olsa da, dışarıdan görünümü annesinin ikiziydi ve bu hiç bir zaman cadının hoşuna gitmemişti. Bellatrix'in sözleriyle masada ona yer açıp cadıyı çekiştirerek yanına oturttu. Ona olan özlemini cadının bedenini sımsıkı kavrayıp sarılmasıyla göstermişti. İnsanların dönüp baktığı Prurient, ölümcül bakışlarından arınmış sevgi dolu bir cadıya dönüşmüştü ve bu fevriliği karşısında ördüğü duvarlar yıkılmıştı. Çok geçmeden cadıdan uzaklaşırken gülümsemesini korudu ve diğer öğrenciler tarafından çektiği dikkati önemsemeden Scorpius'a döndü. Bellatrix'in ondan haz etmediğini biliyordu ve evlilik meselesine ikisinden çok Bellatrix karşı geliyordu. Bellatrix'e göre Francisco Prurient2le olması gereken tek büyücüydü, ki bunu Slytherin'li cadı da onaylamıyor değildi. Scrpius'un nezaketen gülümsemesi Prurient'i rahatlatmıştı, fakat ikizini çok iyi tanıyordu ve onun aşinası olduğu mimiklerinin şu anda asık olduğunu bilmesi için dönüp suratına bakması gerekmiyordu. Kokusunu bile özlemiş olduğu cadıya ithafen kadeh kaldırdı. "İkizlerin buluşmasına." Memnuniyetle çınlayan tınısı, ikizini de gülümsetmişti. İşte şimdi yeniden evinde gibi hissediyordu kendini. Feodor, Petre, Scorpius ve canından çok sevdiği ikizi vardı yanında. Ne Potter, ne gelecek, ne de ziyafetten sonrası umurunda değildi. Petre'nin üzerinde gezinen bakışlarındaki anlamı idrak etmesi uzun sürmemişti. Anne ve babasının ölü olduğunu bilen tek kişi o büyücüydü. Onun dışında ikizi de dahil olmak üzere herkes ailesinin bakanlıktan kaçmakta olduğunu sanıyordu ve bunun tek sorumlusu Prurient'ti. Mutluluğuna gölge düşüren bakışların etksiyle huzursuzca kıpırdandı cadı. Petre'nin ne istediğini biliyordu, fakat bu isteğini yerine getirmesi için daha zamana ihtiyacı vardı. Şayet ikizini tamamen kaybetmeye hazır değildi. İtiraf ederken ne diyebileceğini bile düşünemiyordu. 'İkizim, ailemizi ben öldürdüm ama rüyadaydım, bilincim yerinde değildi, üzgünüm' demek mi Bellatrix'i daha çok acıtırdı, yoksa şimdiye dek yalan söylemiş olduğunu bilmek mi, tahmin dahi edemiyordu. Bu nedenle gülümsemesini koruyarak Bellatrix'e döndü ve Petre'den kaçırdığı bakışlarını ikizinin zümrüt yeşili gözlerine dikti. "Ben de seni çok özlemişim Bells."
Geri: Ziyafet!
Paz Nis. 29, 2012 8:02 pm
Sir Patrick Delaney-Podmore’un bin yıldır şeref konuğu olarak kendisini davet ettiği Kafasızlar Avı partisinden telaşla ayrılırken aklında, Orenthia bücürlerinin kendi türüne yapabilecekleri en büyük saygısızlığa, ziyafete yetişerek hepsinin burunlarından getirmek vardı. Hayalet arkadaşlarının tümüne kendisiyle birlikte gelerek eğlenceye katılmaları için neredeyse yalvarmış olmasına rağmen, Kafasızların çoğu çürük et kokusundan kafayı bulduklarını öne sürerek testere ve tencerelerin birbirlerine sürtmesinden çıkan iğrenç sesi dinlemeye devam etmek istediğinden tek başınaydı fakat Kanlı Baron ile Peeves’in teklifini reddetmeyeceğini düşünüyordu. Kendisine bahşedilen ışık hızını zorlayarak Büyük Salon’un kapısından içeri girdiğinde, birkaç küçüğün birbirlerine laf atarak kendileri havalı zannettiği bir cümbüşün ortasına düştüğünden şato duvarlarını titreten bir kahkaha patlattı. Derhal kendisine en yakın konumda olan Leondier masasından cephane toplamaya başlamıştı ki, kızıl saçlı kızın OV YEAli sözünden sonra neredeyse gözlerinden yaşlar gelecekti ki ölü olduğu düşünüldüğünde bu epey bir şey demekti. Fakat yeşillerden bir çocuk tüm kibriyle ona çıkıştığında, ilk hedefini ve ikinci hedefini seçmiş oldu. Bir kavanoz çilek reçelini eline aldı ve Leartes Roubanis daha ne olduğunu anlayamadan başından aşağı boşalttı. Ardından eline aldığı salata tabağını da, tüm saç tellerini kapsayacağından emin olduktan sonra Floja Feodora’nın kafasına geçirdi. Ardından kahkahalar atarak şatonun tavanına doğru yükseldi.
- Scorpius MalfoySlytherin IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 183
Kayıt Tarihi : 20/04/12
Yaş : 31
Nerden : İngiltere
Lakap : Yakın olanlara Scorp.
Geri: Ziyafet!
Ptsi Nis. 30, 2012 11:41 am
Genç adam karşıdan gelen bedenle bir süre sorna kadehini hemen indirmişti. Gözleri yanlarına gelen genç kıza sabitlendiğinde Prurient'in ikizinden pek haz etmediğini gene fark ediyordu. Genede genç cadıya olan büyük güveni ve bağlılığı bu kıza katlanmasına yetiyordu. Genç kız tok sesiyle konuştuğunda hafifçe soluk aldı Scorpius. Yaptığı gösteriyi görmesi gerektiğini düşünüyordu şimdi, belki o zaman genç adama biraz saygı gösterirdi. Gözlerini Scorpius'la birleştirmesine karşın nezaket kurallarından oldukça yoksun olan genç kız Prurient'in yanına oturmakla yetinmişti. Scorpius'da Wlad'la konuşmak adına diğer tarafına dönmüş gibi yapmıştı. Oysa tam o anda gelen Feodor'la her şey dağılmıştı sanki. Kızıl saçlarıyla ortamı aydınlatan genç adam Scorpius'a sorusunu yönelttiğinde genç büyücü yalnızca hafifçe gülümsemişti. Gri-mavi gözlerini arkadaşına dikerek "Pek bir şey değil dostum. Klasik Potter olayı." diyerek durumu açıkladı. Feodor'un neden bu olayın çıktığını trendeki konuşmalardan tahmin edebileceğini düşünüyordu. Bu sebepten daha fazla üstelememişti. Zaten üstelemesine fırsat kalmadan hayaletlerden biri başta Leartes'e, daha sonra Floja'ya doğru bir tabak boca etmişti. Scorpius bu durumdan pek haz etmemiş yükselen hayalete baktı. Gözlerini hayalete dikerek "Git ve başka binalarla uğraş Dulcamara. Bu gün bizden sana eğlence çıkmaz." diyerek hayaleti uzaklaştırmak adına birkaç sözcük savurmuştu. Hem James'in kafasına bir tabak makarna yemesi anını yaşmayıda istiyordu doğrusu. Bu yüzden ufak bir gülümsemeyle yanında oturan arkadaşlarına döndü. Floja saçlarından marulları ayıklarken genç adam kafasını hafifçe iki yana sallayarak gülümsedi. Daha demin reçeli kafasına yemiş Leartes'inse durumu daha kötü gibiydi. Yardımı dokunamayacağını anlayarak Feodor ve Wlad'a döndü. Onlarla sohbet ederek geceyi tamamlamayı planlıyordu. Böylece birazda adam gibi şeylerden bahsedebilirdi.
- Floja FeodoraSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 386
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Lakap : Kötü Kurt.
Geri: Ziyafet!
Ptsi Nis. 30, 2012 12:23 pm
- Genç cadı, tabağındaki bezelyelerle oynarken, diğer yandan da konuşulanlara arada katılıyor, arada dinliyordu. Prurient’in ikizi gelmişti. İkisi gerçekten mutlu görünüyordu. Bakışların onlardan tabağına indirdi. Çatalına bir tane bezelye tanesi geçirirken, kafasına boca olan bir tabak salata ile yerinden sıçradı. Bunu kimin yaptığını görmek için kafasını kaldırdığında, marullardan birkaç tanesi yere düşerken, hızla uzaklaşan hayalet Dulcamara’yı gördü. Scorp’un sözlerinin de ardından, gözlerini devirip, önüne döndüğünde, hayaletin duyabileceği kadar yüksek sesle konuşmuştu. “Hadi ama, senin izlemen gereken Operan falan yok mu Dulcamara. Ya da o aşk iksirlerin ile tavlaman gereken birkaç kişi falan? Benimle uğraşmaktan vazgeç.” Pek fazla kızdığı söylenemezdi. Şu anda keyfi yerindeydi ve o hayaletin bunu bozmasına izin vermezdi. En azından, Leartes’in durumundan olmadığına sevindi. Onun kafasında yapış yapış reçel vardı. Genç cadı, tiksintiyle baktı ve kafasından birkaç tane marul alarak masanın üzerine koydu. Bir tane daha aldı ve masadakilere doğru sallayarak konuştu. “Tatmak isteyen varsa, buyurabilir.” Hafifçe sırıttı. Cüppesinin cebinden asasını çıkardı ve minik bir bilek hareketiyle, temizlenmişti. Eskisinden daha iyiydi şimdi. Gecenin ilerleyen saatlerinde neler olabileceğini düşündükçe, keyfi ikiye katlanıyordu. Zulasından herkes için birkaç şişe içki ve birkaç paket sigara çıkarabilirdi. Nasıl olsa, bitirene kadar bir çok partinin geçmesi gerekirdi.
Geri: Ziyafet!
Ptsi Nis. 30, 2012 12:51 pm
Ortam, asaların çekilmesinin hemen ardından sakinleşince Pris kendisine oradan bir iş çıkmayacağını anlayarak somurtmuştu. Saçma sapan laf dalaşlarına girmek, "bina birliği" zırvası adı altında diğer öğrencilerle uğraşmak ona göre olmasa dâhi Weasley'e sataşmaktan geri kalmamıştı amaçları doğrultusunda. Kendisi için neyin mübah olup olmadığını bilmiyordu açıkçası, kişisel prensiplerinin neyi savunduğunu anlamak son zamanlarda iyice güçleşmişti. Leondier'dan kızıl saçlı bir cadının ona aslen oldukça komik gelen konuşmasına dil çıkartmakla yetindi, belliydi ki ona mantıklı bir cevap veremezdi; "eşek - babanın donu gevşek" de parlak bir argüman sayılmazdı açıkçası. Wlad ile Scorpius'un karşısındaki yerine tekrar oturup patates püresiyle uğraşmaya geri dönmüştü ki, cadının gözleri saçlarını marulla süslemeyi tercih etmiş gibi görünen Floja'ya takılmıştı. Yüzünde neşeli bir sırıtışla, cadının masaya koyduğu marullardan birini nazikçe havaya kaldırdı. "Umarım ilerleyen saatlerde tadacak daha hoş şeylerimiz olur, değil mi?" Yazlarını fazlasıyla serbest geçirmeye alışık olan Priscilla için, aile kavramı ona maddi destek sağlayıp dünyanın dört bir yanındaki minik evlerini her daim kullanımına açan insanlar topluluğundan ibaretti ve bu da, Selfier'lı cadının çok erken yaşlardan beri türlü maddelerin kullanımına alışık olması anlamına geliyordu. Onu mutlu eden ve düşünmemesini sağlayan ufak tefek şeylere, bir bağımlı gibi ihtiyaç duymasa dâhi her daim isteyebilirdi. Kahve aromalı likörler, viskiler ve favorisi olan renkli kokteylleri düşündükçe bile dudaklarını yalayacak şekilde iştahı açılabiliyordu. Buna rağmen tek etkisi kötü kokmak gibi duran sigara, sadece cezbedici bir şey olarak aklında kalmıştı Pris'in. Yine de hayır demeyeceğini biliyordu, ve bina arkadaşlarının da bu konuda hayli deneyimi olmalıydı.
- Wladsylaw WojcieszakSlytherin IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 82
Kayıt Tarihi : 24/04/12
Geri: Ziyafet!
Ptsi Nis. 30, 2012 1:31 pm
Potter’ın yanında biten, kendi döneminden olan Leondier’in sözcüklerini küstah ve hain gülümsemesi ile cevap vermeyi tercih etti. Mavi bakışlarındaki öfke git gide artarken ve elinde çevirdiği asayı kullanma duygusu damarlarının içinde gezinirken öylece dikilip durmak istemiyordu. Omzunda hissettiği el ile birlikte, mavi bakışları yanında beliren platin saçları ve taviz vermez yüz ifadesi ile arkadaşı Malfoy’du. Karşısında dikilip duran bedene gönderme yaparak ilk sözcükleri dudaklarından azat etmişti. Yüzündeki gülümseme biraz daha yayıldığında, başı biraz aşağıya doğru eğildi. Kaş altında bakmaya başlamıştı etrafına. Avına saldırmayı bekleyen bir yılan gibi hissediyordu kendini. Arkadaşının iğneleyici sözcükleri ile ortamın biraz daha gerildiğini hissedebiliyordu. Birazdan asaların ucunda uğuldayan büyülerin parıltılarını görmeyi ümit ediyordu sadece.
Mimarinin içindeki ışıkların platin saçlarında gezindiği genç büyücü arkasını dönüp oradaki huzursuzluğu kesip attığında tüm ümitleri yerle bir olmuştu. Potter’ın cesaretini sorgulamamıştı. Bu yüzden kendisine küfürler yağdırıyordu. Rose Weasley’e dönen iğneleyici bakışların ardından ortama eşlik kelimeler onu sadece bir nebze neşelendirebilmişti. Yüzündeki öfkenin yerini kaplayan şaşkınlık ve kırgınlık karışımı duyguyu en azında bu tebessüm ile gizleyebilmişti. Zihni ani bir kırgınlıkla kendini dış dünyadan soyutladığında, masanın ahşabını ılıklığını teninde hissettiğinde kendisine gelmişti. Masadaydı. Elinde daha yenmemiş bir börek vardı. Yanında sohbet eden binadaşları vardı ama o konunun ne olduğunu dahi bilmiyordu. Mavi bakışları etrafı boş boş seyrederken, küçük ve ani bir şekilde olup biten bir yemek savaşının arasında buldu kendini. Cübbesine birkaç damla reçel sıvısı sıçramıştı. Onları umursamadı bile. Masadaki tatlı gerginlik anların son demlerinin yaşadığını fark ettiğinde, koluna baskı yapan bir el hissetmişti. Mavi bakışları yanında dikilip duran bedene çevirdiğinde, zihnine dolan gürültü bulutu ile afallamıştı. Siyah cübbesi ile uyumlu kuzguni saçları buluna ve çehresini kutsayan lapis lazuli mavisi bakışları fark etti. “Wlad iyi misin dostum?” Sözcükler ile birlikte bütün dikkati yok olan ümitleri arasından çıkıp gitmişti. Şimdi etrafa yoğunlaşmıştı. Josh isimli arkadaşının ona uzattığı gümüş sigara tablasının parlaklığı gözünü alsa da bugünkü asıl amacını ona hatırlatmıştı. Şaşkınlık dolu mavi bakışları gümüş tablanın üzerindeyken, kaşları havaya kalkarak tablayı kavradı elleri. Etraftaki dağınık dikkatleri kendisine çevirmeden mavi bakışlar lapis lazuli mavisi bakışlar ile buluştu. Sessiz bir teşekkürün ardından, boğazını temizledi. Seslerin az çok kesilmesi ardından tablayı özenle masaya yerleştirdi. Üstünde griffin motifi olan tablanın kapağına asasını dokundurduğunda, mekanik tıkırtılar çıkarmaya başlamıştı. Ortama eşlik eden bu sesin içinde azat etti kelimeleri. “Şimdi size bugün ilk sürprizimi tanıtmak istiyorum…” Tablanın kapağı garip bir tıs sesi ile açıldığında, dipsiz siyah bir anafor beyaz ışıklarla aydınlandı. Genişletme büyüsü ile büyük bir depo sayılabilecek bir konuma gelmişti. Elini aydınlanan küçük depoya daldırdı. Eline değen jelatinli paketi çıkardı. Büyük Salondaki ışıkların altında beliren ilk şey sigara paketi olmuştu. Üstünde ejderhanın burnundan çıkan dumanların içinde beliren “Derek&Terry” yazısı dikkat çekiyordu. “Şuanda elimde tuttuğum neredeyse antika sayılabilecek bir şey. Ve tadı inanılmaz. Evet, bayanlar ve baylar karşınızda 1960 yılında üretimi durdurulan Yeşil Ejder Dumanı…” Masanın üzerine özenle yerleştirdi paketi. Sonra beyaz spot ışıklarla aydınlanan küçük depoya daldırdı elini. Garip şişe şıngırtıları arasından, ince boyunlu iksir şişesini andıran iki küçük şişe çıkardı. Sonra iki tane daha koydu masaya. “İşte bugün size yapacağım asıl sürprizlerden birisi. Sürprizlerden diyorum çünkü kavga öncesi bir diğerine daha çalışıyordum…” Sözcüklerini anlık bir şekilde kesip ufak şişelerden birisini eli ile kavradı. İlahi bir eşyayı tutarcasına etrafındakilere göstererek tekrar konuşmaya başladı. “Neyse, evet hayatınızın en muhteşem içkisini tanıtıyorum size. Adına Woj diyorum. Birazcık uyuşturucu ile harmanladım bu içkiyi. Uzaya çıkmak isteyenler varsa onlar için ideal bir seçim. Ayrıca tadı bakımından asla sıkıntı çekmeyin. Balkabağı şerbetinden daha tatlı ve hafif.” Şişeyi masaya özenle koyduğunda, tablanın kapağını kapattı. Açılırken çıkan mekanik seslerin aynısı tekrar ortama peydahlanmıştı. Etrafındaki şaşkın gözler, küçük şişeler ve onun mavi bakışları arasında gidip geliyordu. Çehresinde hain tebessümü oluşurken durumu açıklamak için söze girdi. “Sadece tadımlık, ha sizi yine uçurur ama Baloya saklıyorum stokları. Durmayın bakın tadına. Sigara sorun olmaz özel yapım olduğu için dumanı tamamen ciğerlere gidiyor. Dışarıya ise sadece ufak bir buhar bulutu. Bu yüzden kafa yapıyor ya.” Dudaklarından azat ettiği kelimeler, zihnindeki kırılan umutları ona çoktan unutturmuştu. Şimdi arkadaşları eğlenen o Wlad olmuştu. Vurdumduymaz, sivri zeka ve sivri dilli Wlad.
Mimarinin içindeki ışıkların platin saçlarında gezindiği genç büyücü arkasını dönüp oradaki huzursuzluğu kesip attığında tüm ümitleri yerle bir olmuştu. Potter’ın cesaretini sorgulamamıştı. Bu yüzden kendisine küfürler yağdırıyordu. Rose Weasley’e dönen iğneleyici bakışların ardından ortama eşlik kelimeler onu sadece bir nebze neşelendirebilmişti. Yüzündeki öfkenin yerini kaplayan şaşkınlık ve kırgınlık karışımı duyguyu en azında bu tebessüm ile gizleyebilmişti. Zihni ani bir kırgınlıkla kendini dış dünyadan soyutladığında, masanın ahşabını ılıklığını teninde hissettiğinde kendisine gelmişti. Masadaydı. Elinde daha yenmemiş bir börek vardı. Yanında sohbet eden binadaşları vardı ama o konunun ne olduğunu dahi bilmiyordu. Mavi bakışları etrafı boş boş seyrederken, küçük ve ani bir şekilde olup biten bir yemek savaşının arasında buldu kendini. Cübbesine birkaç damla reçel sıvısı sıçramıştı. Onları umursamadı bile. Masadaki tatlı gerginlik anların son demlerinin yaşadığını fark ettiğinde, koluna baskı yapan bir el hissetmişti. Mavi bakışları yanında dikilip duran bedene çevirdiğinde, zihnine dolan gürültü bulutu ile afallamıştı. Siyah cübbesi ile uyumlu kuzguni saçları buluna ve çehresini kutsayan lapis lazuli mavisi bakışları fark etti. “Wlad iyi misin dostum?” Sözcükler ile birlikte bütün dikkati yok olan ümitleri arasından çıkıp gitmişti. Şimdi etrafa yoğunlaşmıştı. Josh isimli arkadaşının ona uzattığı gümüş sigara tablasının parlaklığı gözünü alsa da bugünkü asıl amacını ona hatırlatmıştı. Şaşkınlık dolu mavi bakışları gümüş tablanın üzerindeyken, kaşları havaya kalkarak tablayı kavradı elleri. Etraftaki dağınık dikkatleri kendisine çevirmeden mavi bakışlar lapis lazuli mavisi bakışlar ile buluştu. Sessiz bir teşekkürün ardından, boğazını temizledi. Seslerin az çok kesilmesi ardından tablayı özenle masaya yerleştirdi. Üstünde griffin motifi olan tablanın kapağına asasını dokundurduğunda, mekanik tıkırtılar çıkarmaya başlamıştı. Ortama eşlik eden bu sesin içinde azat etti kelimeleri. “Şimdi size bugün ilk sürprizimi tanıtmak istiyorum…” Tablanın kapağı garip bir tıs sesi ile açıldığında, dipsiz siyah bir anafor beyaz ışıklarla aydınlandı. Genişletme büyüsü ile büyük bir depo sayılabilecek bir konuma gelmişti. Elini aydınlanan küçük depoya daldırdı. Eline değen jelatinli paketi çıkardı. Büyük Salondaki ışıkların altında beliren ilk şey sigara paketi olmuştu. Üstünde ejderhanın burnundan çıkan dumanların içinde beliren “Derek&Terry” yazısı dikkat çekiyordu. “Şuanda elimde tuttuğum neredeyse antika sayılabilecek bir şey. Ve tadı inanılmaz. Evet, bayanlar ve baylar karşınızda 1960 yılında üretimi durdurulan Yeşil Ejder Dumanı…” Masanın üzerine özenle yerleştirdi paketi. Sonra beyaz spot ışıklarla aydınlanan küçük depoya daldırdı elini. Garip şişe şıngırtıları arasından, ince boyunlu iksir şişesini andıran iki küçük şişe çıkardı. Sonra iki tane daha koydu masaya. “İşte bugün size yapacağım asıl sürprizlerden birisi. Sürprizlerden diyorum çünkü kavga öncesi bir diğerine daha çalışıyordum…” Sözcüklerini anlık bir şekilde kesip ufak şişelerden birisini eli ile kavradı. İlahi bir eşyayı tutarcasına etrafındakilere göstererek tekrar konuşmaya başladı. “Neyse, evet hayatınızın en muhteşem içkisini tanıtıyorum size. Adına Woj diyorum. Birazcık uyuşturucu ile harmanladım bu içkiyi. Uzaya çıkmak isteyenler varsa onlar için ideal bir seçim. Ayrıca tadı bakımından asla sıkıntı çekmeyin. Balkabağı şerbetinden daha tatlı ve hafif.” Şişeyi masaya özenle koyduğunda, tablanın kapağını kapattı. Açılırken çıkan mekanik seslerin aynısı tekrar ortama peydahlanmıştı. Etrafındaki şaşkın gözler, küçük şişeler ve onun mavi bakışları arasında gidip geliyordu. Çehresinde hain tebessümü oluşurken durumu açıklamak için söze girdi. “Sadece tadımlık, ha sizi yine uçurur ama Baloya saklıyorum stokları. Durmayın bakın tadına. Sigara sorun olmaz özel yapım olduğu için dumanı tamamen ciğerlere gidiyor. Dışarıya ise sadece ufak bir buhar bulutu. Bu yüzden kafa yapıyor ya.” Dudaklarından azat ettiği kelimeler, zihnindeki kırılan umutları ona çoktan unutturmuştu. Şimdi arkadaşları eğlenen o Wlad olmuştu. Vurdumduymaz, sivri zeka ve sivri dilli Wlad.
Geri: Ziyafet!
Ptsi Nis. 30, 2012 1:57 pm
Çok beklemesine gerek kalmadan istediği sesler yükselmeye başladığından kahkahalarını ikiye katladı, şu ziyafetler bin kişilik izleyici kitlesinin önünde solo söylerken en yüksek perdeye dek kreşendo yapmak kadar eğlenceliydi doğrusu. Başından aşağı çilek reçeli döktüğü çocuğun acınası hâlinin aksine hayli eğlenceli bir tipe benzeyen kızın tepki vermesine fırsat kalmadan lafa atlayan sarışın çocuğun tepesine dikildi. “Yoksa tini mini bebek Skoypiyus hayayetleyden koykuyoy mu?” dedi sesini incelterek, ardından pike yaparak Malfoy’un içinden geçti. Zavallı çocuk, bir hayaletin yaşayan insan bedeniyle buluşmasından kaynaklanan soğukluğu iliklerine dek hissediyor olmalıydı. Ardından kulağını sevmeye başladığı kıza verdi. “Opera mı dedin, canım? Ah opera güzel şeydir,” hüzünlü bir ifade takınarak bakışlarını yukarı çevirdi. “İstersen hemen sana ezberimde olan librettolardan birini okuyabilirim, ne dersin?” dedi ümitle gözlerini kıza dikerek. Ancak tüm salondan itiraz sesleri yükselmeye başladığından hayal kırıklığıyla iç geçirdi. “Hiç kimse Dulcamara’nın şarkı söylemesini istemiyor demek! HAH! Sizi küçük işe yaramaz nankör bücürler!”
Selfier masasındaki kimsenin kendisini dinlemediğini görünce daha da bozuldu. Anlaşılan bir reçel kavanozu ile salata tabağı derslerini almalarına yetmemişti, eski neşesine kavuşarak yeniden kahkaha atmaya koyuldu. Derhal masaya eğilerek cephane almaya çabalarken, kulağına çalınan ‘ot’ kelimesi ilgisini çekti. Siyah saçlı keş oğlana dönerek konuşmaya başladı. “Yok canım? Sizin gibi temiz yavruların uyuşturucu gibi kötü bir şeyle kirlenmesine Vladimir’in izin vereceğini mi sanıyorsunuz? Derhal gidip Vladimir’e haber veriyorum ki siz veletler Dulcamara’yı dikkate almamanın cezasını çekin, terbiye yoksunları sizi!” Sözlerini bir sürahi balkabağı suyunu Wladsylaw Wojcieszak’ın başından aşağı dökerek noktaladı.
Selfier masasındaki kimsenin kendisini dinlemediğini görünce daha da bozuldu. Anlaşılan bir reçel kavanozu ile salata tabağı derslerini almalarına yetmemişti, eski neşesine kavuşarak yeniden kahkaha atmaya koyuldu. Derhal masaya eğilerek cephane almaya çabalarken, kulağına çalınan ‘ot’ kelimesi ilgisini çekti. Siyah saçlı keş oğlana dönerek konuşmaya başladı. “Yok canım? Sizin gibi temiz yavruların uyuşturucu gibi kötü bir şeyle kirlenmesine Vladimir’in izin vereceğini mi sanıyorsunuz? Derhal gidip Vladimir’e haber veriyorum ki siz veletler Dulcamara’yı dikkate almamanın cezasını çekin, terbiye yoksunları sizi!” Sözlerini bir sürahi balkabağı suyunu Wladsylaw Wojcieszak’ın başından aşağı dökerek noktaladı.
- Euterpe ChâtillonSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 975
Kayıt Tarihi : 07/04/12
Yaş : 30
Lakap : Persephone, müzik tanrıçası, eu.
Geri: Ziyafet!
Ptsi Nis. 30, 2012 11:11 pm
Genç cadının kulağına ulaşan söylentiler onu çileden çıkartırken hızla merdivenlerden inmeye başlamıştı bile. Bu bina bir kere olsa da uslu durmaz mıydı? Kendisinin bina başkanı seçilmesi canını sıkarken merdivenin sonuna geldiği için derin bir nefes almıştı. Üzerinde duran cüppeyi en iyi şekilde taşımaya çalışırken, önünden geçen Leondier’lere kin dolu bakışlar fırlattı. Onları sevmediği yetmiyormuş gibi kompartımanda bir kedicikle oturmuştu. Kavga ve laf dalaşları yüzünden hayal ettiği o mükemmel uykuyu çekememişti. Nefesini tuttuğunu fark ettiği sırada elini ahşap kapıya koyarak kendine gelmeye çalıştı. Onu her düşündüğü an beynine oksijen gitmezken, nasıl oluyor da büyük bir rahatlıkla kavga ediyordu? Asıl soru, beş yıldır süregelen bu düşmanlık ne zaman son bulacaktı? Acı çekmeye değmezdi, her zaman aynı şey akın ediyordu beyin hücrelerine. Ancak kalbi onu gördüğü anda deli gibi çırpınırken, bakışların kine bürünmesi rahatsızlığa yol açıyordu. Onu düşünmekten bir anlığına vazgeçerek başını dikleştirdi ve büyük salona adım attı. Orenthia’nın tüm zarafeti gözler önündeydi. Bina renklerinin cümbüşü, adeta ziyafeti vurguluyordu. Adımlarını Selfier masasına ilerletirken Malfoy ile göz göze geldi. Atıştığı ancak bir süre sonra kendisindeki değeri fark ettiren Malfoy’a güveni o kadar tamdı ki, kardeşi olsa ancak bu kadar saygı duyar ve severdi. Başıyla hafifçe selam verirken, gözlerindeki memnuniyeti belli etmeye çabalıyordu. Tabii her ne kadar sorunu o başlatmış olsa da bir bildiği vardır diyerek hesap sormayacaktı. Bakışlarını sarışın büyücüden çekip, sadece en yakın dostuna odaklamıştı. Gülümsemesi yüzüne yayılırken dostunun yanına oturan cadıya sinirli bir bakış atarak yana kaymasını sağladı ve yerine geçti. ‘‘Selam olsun size saygı değer Selfierler!’’ cümlesini melodik sesi ile şakırken, kolunu da Floja’nın boynuna dolamıştı. Bu tatil o kadar uzun gelmişti ki, dostundan uzak kaldığı süre boyunca her saniye öleceğini düşünmüştü. ‘‘Çok özledim sizi Sayın Feodora. Rica ediyorum, bir daha bu kadar uzak kalmayalım.’’ Kolunu daha da sıkarken bir yandan da korktuğunu hissediyordu. Korkusu, cesaretsizlikten değil sadece gelecek tepkidendi. Bir Leondier ve Selfier… Gerçek olamayacak kadar saçma ve imkansız. Kim mantıklı bakabilirdi ki? Kolunu genç kızın boynundan çekerken düşüncelere dalmaması gerektiğini anladı. En büyük korkusu Floja’nın özellikle de Malfoy’un bunu fark etmesiydi.
- Floja FeodoraSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 386
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Lakap : Kötü Kurt.
Geri: Ziyafet!
Salı Mayıs 01, 2012 7:22 am
- Pris, marulumu aldığında onu yiyecek sansam da bu umutlarım çabucak sönüverdi. O da benim gibi eğlence arıyordu. Vlad’ın sesi kulaklarımda çınladığında, bakışlarımı ona doğru çevirdim. Elindeki şey, hoşuma gitmişti. “Hey Vlad. O Ejderha şeysinden bir tane istiyorum. Aç gözlülük olmasın, herkese yetsin. Daha varsa eğer, biraz daha alabilirim tabiî ki.” Hafifçe kıkırdadı cadı. Ah, hayalet yine muzurluk peşindeydi. Şu anda Vlad, balkabağı suyundan bile tatlı görünüyordu. Hele elindeki Woj’dan içtiğinde, daha da tatlı olacağı kesindi. Cadı, hafifçe sırıttı. “Kaç yaşındasın sen Dulcamara. Biraz daha oturaklı olamaz mısın. Yaşından utan.” Hayalete bakıp dil çıkarmıştı. Evet, şu an herkes ona şaşkın gözlerle bakıyordu ama umrunda bile değildi. Sadece biraz eğlenmek istiyordu. Kulaklarına dolan melodik sesle neşesi biraz daha yerine gelmişti. En yakın dostu, yanındaydı. Onu feci derecede özlemişti. Cadı, Floja’nın boynuna sarıldığında, Floja’da bir eli cadının sırtında, sarılmıştı. Gerçekten özlemişti. Böyle bir dosta sahip olduğu için çok şanslıydı. Ama, aklındaki soruları Euterpe’ye açması gerektiğini de biliyordu. Ne şekilde davranacağını, ya da ne şekilde kızıp kızmayacağını öğrenmesi gerekiyordu genç cadının. Düşüncelerini zihninin derinlerine iterek, konuştu. “Merak etme sayın Tanrı’çam. Bundan sonra, hiçbir kuvvet bizi ayıramaz.” Hafif bir kahkaha attı ve dostuna sıkı sıkı sarıldı.
Geri: Ziyafet!
Salı Mayıs 01, 2012 12:33 pm
Masaları diğer binaların öğrencilerin uğrak mekanı hâline gelmişken, Pris her zamanki gibi gülümsüyor, laf atıyordu yemeğe bulanmış birkaç öğrenciye. Kimseye sahte sevgi gösterilerinde bulunmak, kimseden hoşlanıyormuş gibi davranmak ya da kimseyi umursamak zorunda değildi; bu da genç cadıya sınırsız bir davranış özgürlüğü sağlıyordu. Bir sevgili ya da dost, onun her zaman iyi davranmasını beklerdi; fakat bunların eksikliği onu yalnızlaştırdığı kadar özgürleştiriyordu da. Patates püresi ve tavuğundan minik lokmalar alırken okyanus mavisi gözleri ortamı dikkatlice izliyor, olanı biten her şeyi adeta kaydediyordu marifetli zihnine. Diğer binaların öğrencileri neredeyse mükemmel bir biçimde kaynaşmışken, Selfier'daki Ravenclaw ve Slytherin ayrımı neredeyse gözle görülür derecedeydi. Bir tür haksızlığa maruz kaldığını düşündürtüyordu bu durum Priscilla'ya; eski binasından ona kalan tek şey küçük bir kuzgun arması ve bina armalarındaki bronz rengi miydi yani? Gerçi Slytherin'in Hogwarts yıllarında da baskın bir bina olduğunun farkındaydı, ve şimdi Scorpius ile iyice üstünlük kurmuş gibiydi. Büyük salonun ılık havasını ciğerlerine doldurup, Wlad'a dikti meraklı bakışlarını. Genç büyücü bir şeyler hazırlıyor gibiydi, en azından elinde tuttuğu gümüşî nesneye çevrilmiş ilgiden bunu anlayabiliyordu cadı. Tabağını yana ittirip masaya eğildi, gözlerini kısarak baktığında bunun bir tabla olduğu kavramıştı. Wlad konuşmasına başladığında, bir büyüyle genişletilmiş tablada daha neler olduğunu düşünerek kırmızı, dolgun dudaklarına bir gülümseme kondurdu Priscilla.
"Eh, bana da ayırırsın, değil mi? Umalım da dediğin kadar iyi olsun, yoksa daha tatlı şeylere yöneleceğim." Hafifçe kıkırdayıp ince şişelerden birini incelemeye koyuldu. Yarı saydam beden kafalarının üzerinde uçuşup dururken bu pek kolay olmasa dâhi, içkinin oldukça özel olduğunu ayırt edebiliyordu. Kuzgunî saçlarını gelişigüzel topladıktan sonra, kurban olarak onlara onca sürprizi hazırlamış olan büyücüyü seçen Dulcamara'ya dikti gözlerini. Onu severdi aslında, Dulcamara ile her daim eğlenebileceğini ve yeni bir şeyler öğrenebileceğini hissetse de bazen sinir bozucu olduğu gerçeğini de gözden kaçırmamak gerekiyordu. "Duyduğuma göre Leondier'daki kız, Rachelle miydi, senden şan dersleri almak istiyormuş. Eminim ki sen bunu yapamazsın, değil mi?" Okyanus mavisi ve kehribarın en parlak tonlarının bir araya geldiği gözleri inanmazlıkla açılırken, yeterince iyi rol yaptığını düşünüyordu Priscilla. Belki bir günlüğüne başlarından savmaya yeterdi, ama işini sonraki günler sağlama alması gerektiğinin de bilincindeydi. Bu sefer balkabağı şerbetine bulanmış Wlad'a çevirdi bakışlarını, ellerini çenesine dayayıp arsızca gülümsedi. "Tatlıdan kastım bu değildi, ama kabul." Eh, en azından ilgisini çeken şeyleri saklayacak türde bir kız değildi.
"Eh, bana da ayırırsın, değil mi? Umalım da dediğin kadar iyi olsun, yoksa daha tatlı şeylere yöneleceğim." Hafifçe kıkırdayıp ince şişelerden birini incelemeye koyuldu. Yarı saydam beden kafalarının üzerinde uçuşup dururken bu pek kolay olmasa dâhi, içkinin oldukça özel olduğunu ayırt edebiliyordu. Kuzgunî saçlarını gelişigüzel topladıktan sonra, kurban olarak onlara onca sürprizi hazırlamış olan büyücüyü seçen Dulcamara'ya dikti gözlerini. Onu severdi aslında, Dulcamara ile her daim eğlenebileceğini ve yeni bir şeyler öğrenebileceğini hissetse de bazen sinir bozucu olduğu gerçeğini de gözden kaçırmamak gerekiyordu. "Duyduğuma göre Leondier'daki kız, Rachelle miydi, senden şan dersleri almak istiyormuş. Eminim ki sen bunu yapamazsın, değil mi?" Okyanus mavisi ve kehribarın en parlak tonlarının bir araya geldiği gözleri inanmazlıkla açılırken, yeterince iyi rol yaptığını düşünüyordu Priscilla. Belki bir günlüğüne başlarından savmaya yeterdi, ama işini sonraki günler sağlama alması gerektiğinin de bilincindeydi. Bu sefer balkabağı şerbetine bulanmış Wlad'a çevirdi bakışlarını, ellerini çenesine dayayıp arsızca gülümsedi. "Tatlıdan kastım bu değildi, ama kabul." Eh, en azından ilgisini çeken şeyleri saklayacak türde bir kız değildi.
- Rachelle JesevenGryffindor V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 328
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Lakap : reçel!
Geri: Ziyafet!
Salı Mayıs 01, 2012 2:11 pm
Priscilla'nın dilini ona çıkarırken o da dilini Leartes'e çıkarınca ilginç bir dilception yarattıklarının farkındaydı ama büyücünün 9gag'den çok troll bilimi olduğunu bildiğinden bu güzel oluşuma onu dahil etmekten vazgeçtip onu olduğu yerde bırakarak arkasına döndü. Bu birazdan-kuulluktan-ölecek tipi kendini beğenmiş insanların azalarak bitmesi için ne yapması gerekirdi acaba? Şöyle yemeğine fare zehri atsak... Üzerinde fazla düşünmemeye çalışarak Leondier masasına dönüşünü gerçekleştirmişti. Vay be, demek bu katılacağı son ziyafet olacaktı. Yemeklerin tadını sonuna kadar çıkarabilmek için bir başka sebep daha! Masadaki yüzleri tek tek incelerken hepsiyle geçen yılların nasıl da güzel olduğunu hatırladı, bu okul büyüklüğünde bir çikolatalı keke bile değişemeyeceği kadar güzeldi bu zamanlar. Gerçi her zaman hayalini kurduğu süper güçleri olan patatese dönüşebileceğini söyleseler belki değişirdi, yanında da ıspanaklar tamamen yeryüzünden silinse filan... Yok olmaz, o zaman da tüm eğlence elinden gitmiş olurdu. Masaya oturduğu gibi tabaklardan bir patates kızartmasını çalıp ağzına atıvermişti. Tekrar buraya dönmek inkar edilemeyecek kadar güzeldi. Dünyada en çok sevdiği varlıklardan biri olan Dr. Dulcamara'nın troll bilimi çocuğun kafasına döktüğü reçel ile keyfinden dört köşe olmuştu lakabı da Reçel olan cadı. Ardı ardına gelen salata ve balkabağı suyu darbelerinden sonra onu bu savaşın içinde yalnız bırakmak olmazdı. Gerçi yemekler hayalet gibi içinden sıyrılıp gitmeyecek ve üzerine yapışacaktı ama bu eğlenceye değerdi. Çoktan kendi aralarında konuşmalarına dalmış selfierler mi, oldukça neşeli ama bir o kadar da iyi niyetli görünen mercierler mi yoksa tek hamlede kafalarını koparacakmış gibi davranan forestierler mi? Karar vermek oldukça zordu. Kabukları soyulmamış muzun doğrudan bina başkanları Damian'ın kafasına gönderilmesi oldukça şaşırtıcı bir adım olmuştu ama son kez birlikte olacaklarları binadaşları ile etkileşimde olmak daha değerliydi şimdi. Kafası hızla ondan yana dönen büyücüye tüm sevimliliği ile gülümserken bir sonraki hamlesinin ne olması gerektiğini bilemedi. "Çikita muz!" diyerek kahkaha atarken içine kaçan Ajdar'dan kurtulması ne kadar zaman alır diye düşünmemiş değildi.
- Zagreb Lacroix LeducSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 41
Kayıt Tarihi : 30/04/12
Yaş : 33
Geri: Ziyafet!
Salı Mayıs 01, 2012 2:11 pm
Olaylar, olaylar... Hiç bir zaman ardı arkası kesilmeyen atışmalardan biri yaşanıyordu yine Büyük salonda. Görkemli kapı yanında Nate ile konuşurken bir yandan da gözü Malfoy ve Potter üzerindeydi. James'i görür görmez suratındaki rahat ifade kaybolmuş ve damarları çekilmişti Lacroix'in. Genç büyücü suratına farkında olmadan yerleşen tiksinme ifadesini bir türlü atamıyordu. Gözleri ise alev saçarak gevşek hareketler sergileyen James'in üzerinden ayrılmıyordu. Çocuğun fazla laubali ve yapmacık olduğunu düşünüyordu, belki de bu yüzden ondan böylesine nefret ediyordu. Ona tek kelime etmeyecek kadar ondan nefret ediyordu. Aynı dönemde olmalarına rağmen dört sene boyunca tek bir kelime dahi etmemişti onunla. Aynı ortamda olmaktan rahatsız olduğu gibi elinde olsa onunla aynı havayı bile solumayacak kadar nefret ediyordu. Hatta özel olarak James Potter'ın kesinlikle oksijen israfı yapan bir mahlukat olduğunu düşünüyordu. Bu dünyada genç Potter'a yer yoktu. Nate'e tekrardan döndüğünde genç büyücü konuşmasını tamamlamak üzereydi. Zagreb, gencin son kelimesini de dudakları arasından azad etmesini bekledi ve ardından hemen konuştu. "Şimdi gitmem gerekiyor." Ne olduğunu pek anlayamayan Selfier'e gülümsedi ve omzunu hafifçe sıktı Zagreb.
Nate olduğu yerde kalakalırken Zagreb çoktan oradan uzaklaşmış Priscilla'nın yanına oturmuştu bile. Yanına oturan soğuk bedenle birlikte hafifçe çocuğa dönmüştü Priscilla. Zagreb gülümseyerek güzel kızı selamlamıştı. Ardındansa başını hafifçe eğerek Scorpius ile göz teması kurmuştu. Masada önemsediği insanları teker teker selamladıktan sonra eline aldığı çatalı küçük tavuk parçalarından birine saplamıştı. Tam ağzına atacağı sırada kendini bilmez Dulcamara, Wladsylaw'ı baştan aşağı balkabağı suyuyla yıkamıştı. Zagreb suratını buruşturarak Dulcamara'ya baktı. Yanında kıkırdayan Priscilla'yı ise susturmamak için kendini zor tutuyordu. Binasında en değer verdiği insanlardan biriydi genç cadı. Dudaklarını yaladıktan sonra ucunda tavuk parçası kalan çatalı iştahı kaçtığı için tabağa bıraktı ve arkasına yaslandı. Sadece Priscilla'nın duyacağı şekilde ayarladı ses tonunu ve konuştu.
"Priscilla, Scorpius'un canını mı sıktı yine Potter?"
Nate olduğu yerde kalakalırken Zagreb çoktan oradan uzaklaşmış Priscilla'nın yanına oturmuştu bile. Yanına oturan soğuk bedenle birlikte hafifçe çocuğa dönmüştü Priscilla. Zagreb gülümseyerek güzel kızı selamlamıştı. Ardındansa başını hafifçe eğerek Scorpius ile göz teması kurmuştu. Masada önemsediği insanları teker teker selamladıktan sonra eline aldığı çatalı küçük tavuk parçalarından birine saplamıştı. Tam ağzına atacağı sırada kendini bilmez Dulcamara, Wladsylaw'ı baştan aşağı balkabağı suyuyla yıkamıştı. Zagreb suratını buruşturarak Dulcamara'ya baktı. Yanında kıkırdayan Priscilla'yı ise susturmamak için kendini zor tutuyordu. Binasında en değer verdiği insanlardan biriydi genç cadı. Dudaklarını yaladıktan sonra ucunda tavuk parçası kalan çatalı iştahı kaçtığı için tabağa bıraktı ve arkasına yaslandı. Sadece Priscilla'nın duyacağı şekilde ayarladı ses tonunu ve konuştu.
"Priscilla, Scorpius'un canını mı sıktı yine Potter?"
- Damian McGlazyGryffindor IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 136
Kayıt Tarihi : 11/04/12
Yaş : 31
Nerden : İstanbul
Geri: Ziyafet!
Çarş. Mayıs 02, 2012 1:16 pm
Diğerlerinin Damian’ın söylediklerini duymadığı her hareketlerinden belliydi, zaten duyulacak bir yükseklikte söylememişti ve bunu fazla sorun etmiyordu. Oturduğu bina masasında tekrar kitabını çıkardı ve diğerleri yemeklerini yemeye ve içecekleri içmeye devam ederken, o kitabında kaldığı yerden okumaya devam etti. Okurken gözünde bulunan gözlüklerin renginin yeşile dönmesi, onun bir şeyden korktuğu ve ruh halinin karanlığa gömüldüğünü gösteriyordu. Ancak Damian gözünde bulunan gözlüklerinin renk değiştirdiğini fark edecek kadar bile kendinde değil, kitaba gömülmüş bir haldeydi. Sanki tüm büyük salon boşalmış ve sadece kendisi almış gibiydi. Arka masada kendi aralarında şakalaşan öğrencilerin, birbirlerine laf atan tarafların, tatilde neler yaptığını anlatan insanların sesleri kulağından içeri girmiyordu. Elinde bulunan kitabın iki yüz altmış beşinci sayfasındaydı. Bir yan sayfaya geçtiğinde konunun birden farklı bir yere çekilmesi dikkatinin dağılmasına neden olmuştu. Ortada iki sayfa yoktu, yırtılmıştı. O iki sayfada ne olduğunu, kim tarafından neden yırtıldığını merak ediyordu. En son, bir büyücünün iblisler yardımı ile lanetlediği bir büyücünün o durum içinden nasıl kurtulabileceğini anlatan iksirler mevcuttu ancak lanet olası sayfaların nerede olduğu konusunda en ufak bir fikri bile yoktu. Bu kitabı Kütüphaneden almıştı. Çoğu öğrencinin girmesine izin verilmeyen ve sadece bir profesörün imzası üzerine girilebilen kütüphanenin gizli bölmesinden almıştı. Soldan üçüncü koridorda bulunan Karanlık Sihir Tarihi ve Umutsuz Lanetler bölümünde üçüncü raftan almıştı bu kitabı. Sayfaların yırtık olduğunu profesöre söyleyip söylememesi gerektiğini düşünüyordu. Damian, kütüphane kitaplarının büyülendiği ve bu yüzden onlara bir zarar verilemeyeceğini düşünüyordu en azından bunun böyle olduğunu biliyordu kendisi. Belki yanlış belki doğru... Ancak eğer böyle bir şey varsa ve bu sayfalar yırtıksa, bu okulda bulunan profesörlerden ya da bu büyüyü bozabilecek seviyedeki öğlencilerden birisi –ki Damian böyle birinin olduğunu düşünmüyor, eğer olsa o kişiler arasında kendinin de olacağını biliyor- yapmıştı. Bunu yapmak içinde yeterince inandırıcı bir sebebinin olması gerektiğini düşünüyordu. Bu konuyu daha sonra düşüneceğine ve durumu okul müdürüne belki ondan önce bina sorumlusu profesöre bildireceğine karar verdi. Ardından kitabın kaldığı yerine asasını çıkararak kitaba doğrulttu ve sessizce “Snufflifors” diye mırıldandı ardından kucağında bulunan kitap bir fareye dönüştü. Fareyi elinden indirerek yere bıraktı ve Rachelle’a doğru göndererek “Hadi bakalım küçük yaratık git ve biraz eğlen” dedi. Farenin Rachelle’ın yanına gidip onun bacağından tırmanarak içine girmesinin eğlenceli olacağını düşündü. Biraz gülmek herkese iyi gelecekti. Hem böyle bir durumu Rachelle –ki Damian ona kısaca Rec derdi- sorun etmezdi. Farenin ona doğru gidişini izlerken karşı masada bir öğrencinin boğazına bir şey kaçtığını fark etti ve asasını o yöne doğrultarak “Anapneo” dedi. Asa ucunda çıkan ışık çocuğu boğulmaktan kurtarmışa benziyordu.
- Wladsylaw WojcieszakSlytherin IV. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 82
Kayıt Tarihi : 24/04/12
Geri: Ziyafet!
Perş. Mayıs 03, 2012 9:08 am
İlahi bir mertebeye çıkan bir bağımlılık… Ayrıca, o bağımlılığı istediği şekilde yaşamaya hak tanıyan bilgisi. Genç büyücü için hayatta yaşamasının tek sebebi belki de. Uyuşturucuya olan bağımlılığının yanında, içkilere olan bağımlılığı onu eğlenmesinde yardımcı olan tek etmendi. Kardeşinin şöhreti ve ailesini yoksulluktan kurtaran servetine olan öfkesini bu şekilde dile getirmeyi seviyordu. Babasının her zaman onu kayıran sözcüklerini umursamamasına yardımcı olan tek şey olarak onları görüyordu büyücü. Sadece üç hafta önce içki yapmanın, değişik tatlarda sigara yapmanın ve çok çok mükemmel ve aşırı bağımlı yapacak türden bir uyuşturucu yapmayı öğrenmişti. Küçük hırsızlıklarla hayatta kalırken, okula gelmeden önce dünyanın parasını kazanmıştı. Sihir Dünya’sındaki uyuşturucu baronlarının arasına girmiş sayılırdı. Sadece birkaç tecrübe daha kazandığında belki de ailesinin servetini iki kez geçme hakkını bile elde edebilirdi.
Büyücü düşüncelerinden çekip alan, tepesinde süzülen saydam hayaletin üstüne boca ettiği balkabağı şerbeti olmuştu. Kafasından çehresine oradan çenesinden aşağıya süzülen sıvının yapış yapışlığı arasında kalmıştı. Başını yukarı çevirip birkaç küfür savurduğunda istemsizce ayağa kalktı. Cübbesinin cebindeki asasını çıkardığında, kendisine dönen gülen çehrelere öfke ile baktı. Sonra kulaklarına çarpan melodik sesin kaynağına çevirdi yüzünü. Ona doğru gülümseyerek bakan Priscilla’nın çehresine kilitlenmişti soğuk iradeli mavi bakışları. Sadece birkaç saniye öncesinde, içkisi konusunda sıkıntı olmayacağını ona söylemek istediğini anımsadı. Tam ağzını açacaktı ki cadının dudaklarından azat edilen kelimeleri dinledi. Sözcüklerin tesiri altında çehresine hain gülümsemesi yerleştiğinde cübbesinin cebindeki asayı sıyırıp çıkardı. Üstüne doğru çevirdiğinde havayı yaran birkaç bilek hareketinin ardından büyülü sözcükleri mırıldandı. “Aklapakla!” Üstündeki balkabağı şerbetinin yapış yapış hissini verdiği sıvısı tamamen bedenini terk ettiğinde üstünde dolan hayalete bakmadan yerine tekrar oturduğunda, küçük şişelerden birisini kavradı elleri. “Söylesene pislik senin hayatın çok mu temizdi? Buradan bakılınca baya kirli gözüküyor çünkü. Sonuçta hayatını hayalet olarak devam ettirmek istemen bu hayata aşık olduğunu gösterir ki o zaman zaten kirlenmişsindir. Şimdi defol buradan da keyfimizi kaçırma.” Şişenin ucundaki mantarı açtığında, içindeki bütün sıvıyı boğazından aşağıya boca etti. Çünkü uzun süredir ne bir hap, ne bir sigara ne de bir kadeh içki içmişti. Bedeninin onlara olan ilahi bağımlılığı yüzünden garip öfke krizlerine girmesine sebep oluyordu. Bazen saçma sapan el hareketlerine ve ürkütücü titremelere… Boğazından geçen içkinin tatlı tadı altında rehavete bırakırken bedenini, yüzündeki hain gülümsemeyi bir kez daha peydahlayarak etrafı selamladı boş şişe ile. İçkinin içindeki uyuşturucu sadece soğuk iradeli mavi bakışlarının biraz buğulu bir mertebeye çıkmasına sebep olmuştu. Bakışlarını Priscilla’nın kusursuz çehresine çevirdiğinde, içki ile ıslanmış dudaklarını araladı. “Hmm… o zaman sana şöyle bir şey yapabiliriz… İçkiyi boş ver. Baloda sadece sana özel bir sürpriz olarak bunu al.” Siyah kumaş pantolonun cebinden çıkan, Medusa’nın yılanlı başını tüm hatları ile gösteren gümüş bir kolyeyi ona uzattı. Biçimli kaşlarının sorgularcasına çatılması ardından açıklama için bir kez daha araladı dudaklarını genç büyücü. “Sonuçta daha tatlı şeylere yöneleceğini kendin söyledin. Baloyu bekle. Ama unutma kolye mutlaka boynunda olmalı.” Sözcüklerin ardından cadıya göz kırptı. Masadaki dostlarının çoğunun bakışlarının onlara dönmesini aldırmadı. Kolyeyi cadının avuçları arasına bırakırken hain gülümsemesi iyice çehresine yayıldı. “Hey bana öyle bakma Scorp. Sonuçta beni tatlı olarak senin seçeceğini sanmıyorum dostum.” Ufak bir kahkaha attıktan sonra tekrar konuşmaya başladı. “Ee ne bekliyorsunuz şişelerden birer yudum alın. Zira baloda Selfier kızlarını bulmak oldukça zor olacak.” Kahkaha atarken, kolu dostça Malfoy’un omzuna gitti. Sağ eli ile onun göğsüne birkaç vuruş yaptıktan sonra bitmek üzere olan bir böreğin son parçasını eline aldı. Damarlarında dolaşan içkinin rehaveti ile birlikte kendisini daha iyi hissediyordu. Böreğinden ısırık almadan önce Priscilla’nın duyabileceği bir ses tonu ile azat etti sözcüklerini. “Balo’da kaybolma.” Hain bir şekilde gülümsediğinde tekrar göz kırptı. Böreğinden bir ısırık aldığında, masadaki neşeye tamamen katılmıştı. Şimdi o benliğindeki Wlad olmuştu.
Büyücü düşüncelerinden çekip alan, tepesinde süzülen saydam hayaletin üstüne boca ettiği balkabağı şerbeti olmuştu. Kafasından çehresine oradan çenesinden aşağıya süzülen sıvının yapış yapışlığı arasında kalmıştı. Başını yukarı çevirip birkaç küfür savurduğunda istemsizce ayağa kalktı. Cübbesinin cebindeki asasını çıkardığında, kendisine dönen gülen çehrelere öfke ile baktı. Sonra kulaklarına çarpan melodik sesin kaynağına çevirdi yüzünü. Ona doğru gülümseyerek bakan Priscilla’nın çehresine kilitlenmişti soğuk iradeli mavi bakışları. Sadece birkaç saniye öncesinde, içkisi konusunda sıkıntı olmayacağını ona söylemek istediğini anımsadı. Tam ağzını açacaktı ki cadının dudaklarından azat edilen kelimeleri dinledi. Sözcüklerin tesiri altında çehresine hain gülümsemesi yerleştiğinde cübbesinin cebindeki asayı sıyırıp çıkardı. Üstüne doğru çevirdiğinde havayı yaran birkaç bilek hareketinin ardından büyülü sözcükleri mırıldandı. “Aklapakla!” Üstündeki balkabağı şerbetinin yapış yapış hissini verdiği sıvısı tamamen bedenini terk ettiğinde üstünde dolan hayalete bakmadan yerine tekrar oturduğunda, küçük şişelerden birisini kavradı elleri. “Söylesene pislik senin hayatın çok mu temizdi? Buradan bakılınca baya kirli gözüküyor çünkü. Sonuçta hayatını hayalet olarak devam ettirmek istemen bu hayata aşık olduğunu gösterir ki o zaman zaten kirlenmişsindir. Şimdi defol buradan da keyfimizi kaçırma.” Şişenin ucundaki mantarı açtığında, içindeki bütün sıvıyı boğazından aşağıya boca etti. Çünkü uzun süredir ne bir hap, ne bir sigara ne de bir kadeh içki içmişti. Bedeninin onlara olan ilahi bağımlılığı yüzünden garip öfke krizlerine girmesine sebep oluyordu. Bazen saçma sapan el hareketlerine ve ürkütücü titremelere… Boğazından geçen içkinin tatlı tadı altında rehavete bırakırken bedenini, yüzündeki hain gülümsemeyi bir kez daha peydahlayarak etrafı selamladı boş şişe ile. İçkinin içindeki uyuşturucu sadece soğuk iradeli mavi bakışlarının biraz buğulu bir mertebeye çıkmasına sebep olmuştu. Bakışlarını Priscilla’nın kusursuz çehresine çevirdiğinde, içki ile ıslanmış dudaklarını araladı. “Hmm… o zaman sana şöyle bir şey yapabiliriz… İçkiyi boş ver. Baloda sadece sana özel bir sürpriz olarak bunu al.” Siyah kumaş pantolonun cebinden çıkan, Medusa’nın yılanlı başını tüm hatları ile gösteren gümüş bir kolyeyi ona uzattı. Biçimli kaşlarının sorgularcasına çatılması ardından açıklama için bir kez daha araladı dudaklarını genç büyücü. “Sonuçta daha tatlı şeylere yöneleceğini kendin söyledin. Baloyu bekle. Ama unutma kolye mutlaka boynunda olmalı.” Sözcüklerin ardından cadıya göz kırptı. Masadaki dostlarının çoğunun bakışlarının onlara dönmesini aldırmadı. Kolyeyi cadının avuçları arasına bırakırken hain gülümsemesi iyice çehresine yayıldı. “Hey bana öyle bakma Scorp. Sonuçta beni tatlı olarak senin seçeceğini sanmıyorum dostum.” Ufak bir kahkaha attıktan sonra tekrar konuşmaya başladı. “Ee ne bekliyorsunuz şişelerden birer yudum alın. Zira baloda Selfier kızlarını bulmak oldukça zor olacak.” Kahkaha atarken, kolu dostça Malfoy’un omzuna gitti. Sağ eli ile onun göğsüne birkaç vuruş yaptıktan sonra bitmek üzere olan bir böreğin son parçasını eline aldı. Damarlarında dolaşan içkinin rehaveti ile birlikte kendisini daha iyi hissediyordu. Böreğinden ısırık almadan önce Priscilla’nın duyabileceği bir ses tonu ile azat etti sözcüklerini. “Balo’da kaybolma.” Hain bir şekilde gülümsediğinde tekrar göz kırptı. Böreğinden bir ısırık aldığında, masadaki neşeye tamamen katılmıştı. Şimdi o benliğindeki Wlad olmuştu.
- Vladimir VyacheslavYönetici, Konsey Başkanı
- Mesaj Sayısı : 281
Kayıt Tarihi : 06/04/12
Geri: Ziyafet!
Ptsi Haz. 18, 2012 6:30 am
Ziyafet, bütün öğrencilerin önüne serilen ihtişamlı yemekleri midelerine indirmeleriyle birlikte; biraz da olsa tatmin olmuş bedenlerine eren huzur eşliğinde sona ermiştir.
BAŞLIK KİLİT.
2 sayfadaki 2 sayfası • 1, 2
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz