Profesör Alımları
+8
Camilla Nylund
Giosué Poldi
Lev Soljenitsin
Petre Piedmon
Vladimir Vyacheslav
Josié Cynnton
Obelia Aedon
Priscilla Derichs
12 posters
Profesör Alımları
Çarş. Eyl. 07, 2011 7:38 pm
Dersler;
xİksir
xTılsım
xBiçim Değiştirme
xSihir Tarihi
xKaranlık Sanatlara Karşı Savunma
xEski Yazılar
xBitkibilim
xMitoloji
xSihirli Yaratıkların Bakımı
xKehanet
Bina sorumluluları, dersler dolduğu zaman başvurular arasından seçilecektir, yani bir binaya birden fazla başvuru gelebilir.
x
x
x
x
x
x
x
x
x
x
- Kod:
[size=10][b]Karakteristik özellikler:[/b]
[b]Karakter yaşı:[/b]
[b]İstenilen ders:[/b]
[b]Örnek RP:[/b] [/size]
Bina sorumluluları, dersler dolduğu zaman başvurular arasından seçilecektir, yani bir binaya birden fazla başvuru gelebilir.
- Obelia Aedon
- Mesaj Sayısı : 78
Kayıt Tarihi : 07/04/12
Geri: Profesör Alımları
C.tesi Nis. 07, 2012 8:58 pm
Karakteristik özellikler: Spor yapmaya bayılır. Çikolata sever. Müzik dinler. Şarkı söyler - aramızda kalsın iyi bir sesi vardır.-. İçine kapanık değildir. Dışa dönüktür. Arkadaş canlısı, sevgi pıtırcığıdır. Okul yıllarından beri Tarih'e ilgisi vardır. Her erkeğin hayalindeki kadındır. Eğlenilecek değil, evlenilecek birisidir.
Karakter yaşı: 23
İstenilen ders: Sihir Tarihi
Örnek RP:
Karakter yaşı: 23
İstenilen ders: Sihir Tarihi
Örnek RP:
- Spoiler:
- Katie, düşünceler arasından, yavaş yavaş uyanıyordu. Derin bir rahatlık ve mutluluk içinde dudaklarında bir gülümseme belirdi. Sol elini uzatıp, yatağın içinde dolaştırdı.
Eli yanındaki boş yastığa değince, masmavi gözleri bir anda açıldı. Yatakta yalnızdı. Geçen gyedi ay boyunca olduğu gibi. İçini bir üzüntü ve özlem kapladı.
Bret’i neden o kadar çok özlediğini anlayamıyordu. Onunla evleninceye kadar yastığını hiç kimseyle paylaşmamıştı. Ama Bret çoğu akşamları, hatta geceleri bile dışarıda geçirerek, Katie’yi hep yalnız bırakıyordu.
Bret ile, Sam ve Laura’nın düğününden iki hafta sonra kısa ve sade bir törenle evlenmişlerdi ve Katie, henüz altıncı ayları bile dolmadan Bret’i terk etmişti. Kısa bir süre önce de, birinci evlilik yıldönümlerinde, boşanma evraklarını imzalayarak, evliliğini mutsuz bir şekilde noktalamıştı
Evliliğini hatırlamak Katie’yi üzüyordu. Pencereye gitti ve pervaza dayanarak dışarıyı seyretmeye başladı. Her gördüğü düşten sonra kendini hep böyle yalnız ve itilmiş hissediyordu. Sevmek için neden yanlış birisini seçtiğini düşündü.
Pencerenin önünde biraz sakinleşmeyi beklerken, sanki bir değişikliğin eşiğindeymiş gibi bir hisse kapıldı. Havadaki koku ona daha belirgin geliyor, pencerenin önündeki akça ağacın yaprakları da daha sivriymiş gibi görünüyordu.
Tuhaf bir duygu içinde pencereden ayrıldı. Kısa saçlarını taradıktan sonra başına taktığı saten bir bantla perçemlerini yüzünden kaldırdı. Sonra üstüne turkuvaz renkli bir pantolon, koyu pembe bir bluz giydi. Bu iki rengin birleşimi Katie’nin koşuna giderdi.
Aşağıya inip kahvaltıyı hazırlamaya başladı. On iki yaşından beri yapmaya alışkın olduğu işleri yaparken garip bir tedirginlik hissettiğini fark etti. Yumurta pişirip ekmek kızartırken, bir yandan da kahvesini yudumluyordu.
Biraz sonra babası da aşağıya indi. Gri bir pantolon ve soluk yeşil golf gömleğini giymişti. Neşeyle ıslık çalarak masaya oturdu. Katie ona tabağını uzatırken, ıslığı keserek sordu. ‘Günaydın, tatlım. Bir şey mi kutluyoruz?’
‘Hayır. Yalnızca canım bugün oturma odasında yemek istedi. Birlikte pek sık kahvaltı yaptığımız olmuyor.’ Katie arkasına yaslandı. İçindeki sıkıntıdan bir türlü kurtulamıyordu.
‘İyi uyudun mu?’ diye sorarak, Hugh dikkatle yüzüne baktı.
Katie sıkıntılı haliyle gazetecinin merakını uyandırmış olduğunu anladı. Canlı bir yüz ifadesi takınarak, ‘Çok iyi uyudum.’ Diye cıvıldadı. Sonra gazeteyi eline alıp, arkasına yaslandı.
Sessiz geçen birkaç dakikadan sonra Hugh boğazını temizledi. ‘Katie, sana söylemek istediğim bir şey var.’
‘Hmm, neymiş?’ Ortadoğu’da yapılan toplantılar hakkındaki bir haber ilgisini çekmişti.
‘Katherina Galverra, beni dinle!’
Babası onu Katherina diye çağırdığı zaman, konunun ciddi olduğu anlaşılırdı. Katie gazeteyi indirdi. ‘Evet, baba.’
‘Emekli olmaya karar verdim.’
‘Emekli olmaya mı?’ Katie gazeteyi bırakıp şaşkınlık içince babasına baktı. Hugh kahve termosunu alıp fincanına yeniden kahve doldurdu. Gözlerini Katie’den kaçırıyordu. Katie ısrarla sordu. ‘Ne demek istiyorsun?’
‘Sözlük tanımını istersen, tam olarak, işten çekilmek.’
‘Ben senin tanımını soruyorum.’ Babasından cevap beklerken içini bir korku sardı. Galiba, duyduğu tuhaf sıkıntının nedenini öğrenmek üzereydi. ‘Baba?’ diye üsteledi. ‘Senin tanımın ne?’
Babası omuz silkerek, kahvesine süt koydu. ‘Sanıyorum, benimki de aynı. Gazete işinden çekilmeyi planlıyorum.’
‘Gazetemizi satacak mısın?’ diye boğulur gibi sordu.
‘Hayır. Yeni bir Yazı İşleri Müdürü tutacağım.’ Eğer babası bir dansözle evleneceğini söylemiş olsaydı, Katie ancak bu kadar şaşırırdı. Yüzüne ateş basarken, ağzını birkaç kez açıp, kapattı. Donup kalmış gibiydi. Yutkundu. ‘Ama baba, Yazı İşleri Müdürü benim. Beni işten mi çıkarıyorsun?’
‘Bu sabah doktorun aradı Katie. Geçen hafta gittiğin kontrolde hamile olduğun ortaya çıkmış. Düşük tehliken olduğu için çalışmaman gerkeliymiş. Bunu bana söylemeliydin, tatlım. Bu şartlar altında sen çalışamazsın ve ben de sana bakmalıyım.’
Katie yaşadığı şaşkınlığı gizleyemiyordu. Kırpamadığı göz kapakları daha fazla açık kalamıyor ve yavaş yavaş ağırlaşıyordu. Elini karnına götürdü ve okşamaya başladı. En son Ramon ile birlikte olmuştu ve tek gecelikti. Şimdi gerçekten Ramon’dan hamile miydi?
- Josié CynntonMitoloji Profesörü
- Mesaj Sayısı : 134
Kayıt Tarihi : 07/04/12
Geri: Profesör Alımları
C.tesi Nis. 07, 2012 9:09 pm
Karakteristik özellikler: Josié, sakin ve sessiz olmasının dışında her şeyde mantık arayan bir bayandır. Bütün olayları mantığa bağlar. Onun dışında hiçbir şey düşünemez. Mantıklı olmasını dışında fazlasıyla sorumluluk sahibidir. Her şeyi düzenli, planlı ve programlı yapmaya alışmıştır. Hataları veya yanlışları asla kabul edemez. Her başladığı işin mükemmel ya da kusuruz olması için çaba harcar. Titizdir ve bazen bu titizlik aşırıya kaçar. Herkese kolay kolay güvenemez. Yani kısacası onun güvenini kazanmak zordur. Bir olay olduğu zaman tek bir yönden bakmaz, geniş olarak bakar ki nedeni anlayabilsin. Merhamet duygusu biraz fazladır ve buna bazen engel olamamaktadır. Etrafındaki insanlara yüklenmeyi asla sevmez, onları sıkmaktan kaçınır.
Karakter yaşı: Yeni mezun olarak düşünüyorum. 20 olmalı galiba.
İstenilen ders: Mitoloji.
Örnek RP:
Karakter yaşı: Yeni mezun olarak düşünüyorum. 20 olmalı galiba.
İstenilen ders: Mitoloji.
Örnek RP:
- Spoiler:
- [size=10]Dolunayın olmaması var olmamış ruhunun ferahlığını sağlarken alacakaranlık ışığı yüzüne vuruyordu. Işığın altında tam olarak net görülmeyen yüzü bir heykeltıraşın elinden çıkmış gibiydi. Uzun kirpikleri gecenin ışığını engelleyen bir örtüye benziyordu. Yüzündeki maske misali teninde ortaya çıkan dolgun dudakları olmaması gerektiği kadar kırmızıyken, varlığın kan ihtiyacını arttırıyordu. Özellikle saçları ile olan uyumu sanki doğanın bir armağanıydı ona. Uzun dalgalı kızıl saçları beline kadar dökülürken alev gibi parıldıyordu. Rüzgâr arttıkça geriye doğru savruluyor, dans edercesine hareket ediyorlardı. Üzerine giydiği siyah pelerin tüm hatlarını kapatırken bir ruh misali etrafta dolaşmasına izin veriyordu adeta. Üstelik gecenin ışığında gizlenmesine olanak veriyordu. Gözlerini açar açmaz, derin bir nefes aldı. Hiç gerekmemesine rağmen bir anlığına buna ihtiyaç duymuştu. Birkaç dakikalığına düşünceleri insanlığına kayarken ruhunun var olmaması tekrar canını yakıyordu. Atmayan kalbine saplanan geçmişin hatıraları onu bile hüzünlendirecek kadar acıydı. İlk defa savunmasız hissediyordu; bedenini, ruhunu ve düşüncelerini… Gece onu hiç olmadığı kadar korkutuyor ve bedenini rahatsız ediyordu. Boğucu hava, gecenin karanlığı ile birleşmiş ve Paris sokaklarını kasvetle doldurmuştu. Ay bile acımasızdı sanki ona karşı. Taş zeminde yürümeye devam ederken sessizliğini koruyordu. Okyanus rengi gözleri etrafı tararken hiçbir canlıya zarar vermeyi düşünmüyordu bu gece. Sonsuzluğa uzanan bedeni bugün başka anılara açılan kapıların habercisiydi. Cehennem ateşinde kavrulan bedeni, ateşi hissetmiş ve bir anlığına ürpermesini sağlamıştı. Artık gezindiği bu kaldırımlar ona dost gibi geliyordu. Hiçbir canlının yer alamayacağı hayatındaki tek tanıdık cisimler onlar olacaktı. Aslında hep dostuydu onlar, yeni hayatına başladığından beri. İkinci hayatına gözlerini açtığında tanışmıştı bu soğuk kaldırımlarla. Yeni doğan bir bebek gibi olan bedeni, terk edilmişliği sürüklüyordu peşinde. Yapayalnız günler ve sonunda ölüm olmayan upuzun bir yaşam… Herkesin tutkusu değil midir sonsuz yaşama sahip olmak? Ancak ona göre bunlar sadece düşüncelerden ibaretti. Sevdiği kimse yokken yanında, bir anlam taşır mıydı bu süslü ve garipsenecek hayat? Aykırı olan varlığını bir kere daha düşüncelerinin bir köşesine atarken, insan olmadığını lanetli benliğine hatırlattı. Yaşam denilen oyunun içinde benliği yasaktı, varlığı imkânsızdı.
Şatafatlı ay yavaş yavaş gözlerden kaybolurken, bulutlar kaplamıştı Paris’i. Sisli hava, güzel şehirden hırsını çıkarmak ister gibiydi. Geçmek bilmeyen birkaç dakikanın ardından küçük bir yağmur damlası, yaratığın elmacık kemiğine damlamıştı. Bakışları sonsuzluğu temsil ederken başını yavaşça yukarıya kaldırarak havaya teslim etti kendini. Kaybolmuş ruhunu bulmak istercesine çığlık çığlığaydı gözleri. Ne olduğu ya da ne olacağı önemli değildi belki de, hiçbir değer taşımıyordu şimdi gözünde. Bedeni, yağmura hapsolurken zihni de geçmişe hapsolmuş gibiydi. Anıları teker teker demir parmaklılara dönüşürken acı içinde feryat ediyordu. Her yağmur damlası onun kaybolması için bedenini kaplıyordu sanki. Saçlarına, yüzüne, ellerine… Kaybolmamak için ant içmiş bir yaratığın sonsuzluğu nasıl sonlandırılabilirdi ki? Tüm görkemi ile şimşek çakarken yüzü aydınlandı ve uykudan uyanırcasına sarsıldı, cehennemin günahkâr yaratığı. Sırtını dikleştirirken yağmurun altında ıslanmaya devam etti ve günahlarından arınırcasına ferahladığını hissetti. Azrail’in onu kolaçan ettiğinin farkındaydı, bu yüzden duygularını sabit tutuyordu cehennemin görevlisine karşı. Zaman geçtikçe cehennemin darbesini yüreğinde hissediyordu. Onu çağıran geceye kulak verirken, yürümeye başlamıştı bile. Işığa yürüyemezken, gecenin karanlığında kaybolmaya devam ediyordu. Aynı anılarda kaybettiği benlikleri gibi… Tek kaybetmediği şey görünüşüydü. İnsan gibi görünen ama içinde yaratılan acı çeken bir canavar olmak. İçinde beslediği canavar onu eski benliğinden uzaklaştırırken bunun kalbine saplanan acılı görüntülerden pek bir farkı olduğu söylenemezdi.
İçindeki hırs attıkça, vahşi dürtüleri de ortaya çıkıyordu. Gözlerindeki ışığın parıltısı ile sönmek bilmiyordu adeta. Gecenin ruhunu yansıtıyordu sanki dişi yaratık. O kadar hızlıydı ki, üzerindeki pelerin yırtılacak gibi savruluyordu rüzgârda. İlerlediği yolun suretini fark edince birden duraksadı ve yağmur birikmiş eskimiş kaldırımlara döndü. Dönüştürüldüğü gün zihnine dolarken gözlerinin maviliği de ortaya çıkmıştı. Bir okyanusu andırıyordu adeta, eskisi gibi. Ne zaman derinlere baksanız boğulduğunuzu hissedersiniz. Dalgalar sizi yavaş yavaş aşağıya doğru çekerken nefesiniz tükenir ve dibe batarsınız. Dişi yaratığın ölümü de aynı şekilde olmuştu. Kendisini cezbeden yaratığın ağına düşmüş ve tüm hayatını rüsva etmişti. Tüm görkemi ile içinde bulunduğu tenha sokağa baktı. Bir oyunun içine hapsolmuştu sanki anılar oyunu. Geçmiş ondan acısını çektirir gibi kıvrandırıyordu bedenini. Anılar doldururken etrafını, acıyı bile hissedemiyordu sanki. Tek hissettiği kokuydu. Tanıdık olan menekşe kokusu… Burnu heyecanla dolarken, içindeki coşkuya engel olamamıştı. Dudaklarının kenarı yukarı doğru kıvrılırken, adımları daha çok avını bekleyen bir leopara benziyordu. Koku, onu cezp ettikçe kanının kaynadığını hissediyordu. Sanki av, onu merakla ve büyük bir sabırla bekliyordu.
Sokağı dönünce yağmur yavaş yavaş azalmaya başlamıştı bile. Toprak kokusu yüzünden burnuna dolan kan kokusu dişi yaratığı baştan çıkarıyordu, içinden lanet etti kendine. Avı tüm ihtişamı ile karşısındayken, avının yanında bulunan başka bir yaratıkta dişinin varlığını hissetmiş gibiydi. Büyük bir rahatsızlık duyduğu belliydi, cehennem yaratığının. Dişi, hiç sesini çıkarmadan usulca yaklaşıyordu ki duyduğu ses ile yerine sabitlenivermişti. ‘‘Burası senin yerin değil, dişi yaratık. Av benim.’’ Dişi, karşısındaki yaratığın neden bahsettiğini anlayınca hoş tınısındaki kahkahasını atmaktan bir an olsun bile çekinmemişti. Dedikleri o kadar alaycı geliyordu ki, gülmekten başka bir şey yapamamıştı. Rüzgârın varlığı ile pelerin savrulurken dişi rahatını bozmuyordu bile. Bakışları ise avını sahiplenen bir leopar gibiydi. Onun olduğunu, karşısındaki yaratığa vurguluyordu adeta. Üstelik varlığı o bulmamışken, ancak içinde kopan bir şeyler olduğunu hissediyordu. O av, kesinlikle ona aitti. Benim diye düşündü şüphesizce. Cezp edici sesini kullanmaktan çekinmeksizin konuşmaya başlayınca, yaratığın açlıkla parlayan gözleri dişiye çarpmıştı. ‘‘O benim.’’ Sahiplenici olması, karşısındaki yaratığı fazlasıyla etkilerken rahatını hiç bozmuyordu. Yaratık, yüzünü dişiye çevirip yürümeye başlayınca kasvet artmış ve huzursuzluk etraflarını sarmaya başlamıştı. Dişi sinirlenmeye başlarken, içindeki cehenneminde kızışmaya başladığının farkındaydı. Sanki bakışları konuşuyordu, ikisi de geri bıraktıkları avı unutmuşçasına nefretlerini savuruyorlardı yüzlerine.
‘‘Nedense bunu belli edici bir kanıt yok, dişi.’’
‘‘Benim diyorsam benimdir.’’
‘‘Bundan o kadar emin olma dişi.’’
‘‘Kavga etmek istiyorsan bana uyar. Ama o benim!’’
Dişi, sözcükleri hecelemişti resmen sanki yaratığın anlamasını kolaylaştırmak istercesine. Etrafındaki rahatsızca dolaşan yaratığa aldırış etmeden avına doğru yürüdü. Ancak kolay lokma olmadığının farkındaydı. Av, sığındığı yere iyice sokulurken yaratığı karşısında tehdit edici bakışlar atarken yakaladı. Anlaşılan, yem gerçekten de kolay alınmayacaktı. Vahşice saldırırken, yaratık şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Dişi, yaratığın boynuna saldırırken tiz bir çığlık işitti ve ardından yağmurun karanlığına karışmasını. Tahmin ettiğinden de kolay olmuştu. Bir insan misali nefesini dışarıya verirken, usulca okyanus bakışlarını avına çevirdi. Kokusu geçmişin ötesinden de tanıdık geliyordu. Onun olduğunu hissettirecek bir kokuydu bu. İçindeki dürtüye engel olamadan hızla avına yaklaştı ve bedeninin donduğunu hissetti. Kendisine bakan bir çift kehribar rengi göz içini parçalarken sarışın kadının kurumuş dudaklarından çıkan sözler hafızasına kazanmıştı bile. Adımları yavaş yavaş geriye doğru çekilirken ne yapacağını bilmiyordu. Tesadüflerden kaçmak tahmin edilemeyecek kadar zordu. ‘‘Burada ne işin var?’’ Kırmızı dudaklarından çıkan sözcükler, cadının kalbini sızlatırken dişi yaratık içinde pek farkı yoktu. Cehennem ateşi, şimdi alevlenmeye başlamıştı. İki günahkâr karşı karşıya gelince…
- Vladimir VyacheslavYönetici, Konsey Başkanı
- Mesaj Sayısı : 281
Kayıt Tarihi : 06/04/12
Geri: Profesör Alımları
C.tesi Nis. 07, 2012 10:03 pm
Obelia; başvurunuz yetersiz görüldüğünden onaylanmamıştır.
Josie; rütbeniz veriliyor.
Josie; rütbeniz veriliyor.
- Obelia Aedon
- Mesaj Sayısı : 78
Kayıt Tarihi : 07/04/12
Geri: Profesör Alımları
Paz Nis. 08, 2012 12:45 pm
Obelia Aedon demiş ki:Karakteristik özellikler: Spor yapmaya bayılır. Çikolata sever. Müzik dinler. Şarkı söyler - aramızda kalsın iyi bir sesi vardır.-. İçine kapanık değildir. Dışa dönüktür. Arkadaş canlısı, sevgi pıtırcığıdır. Okul yıllarından beri Tarih'e ilgisi vardır. Her erkeğin hayalindeki kadındır. Eğlenilecek değil, evlenilecek birisidir.
Karakter yaşı: 23
İstenilen ders: Sihir Tarihi
Örnek RP:
- Spoiler:
Katie, düşünceler arasından, yavaş yavaş uyanıyordu. Derin bir rahatlık ve mutluluk içinde dudaklarında bir gülümseme belirdi. Sol elini uzatıp, yatağın içinde dolaştırdı.
Eli yanındaki boş yastığa değince, masmavi gözleri bir anda açıldı. Yatakta yalnızdı. Geçen gyedi ay boyunca olduğu gibi. İçini bir üzüntü ve özlem kapladı.
Bret’i neden o kadar çok özlediğini anlayamıyordu. Onunla evleninceye kadar yastığını hiç kimseyle paylaşmamıştı. Ama Bret çoğu akşamları, hatta geceleri bile dışarıda geçirerek, Katie’yi hep yalnız bırakıyordu.
Bret ile, Sam ve Laura’nın düğününden iki hafta sonra kısa ve sade bir törenle evlenmişlerdi ve Katie, henüz altıncı ayları bile dolmadan Bret’i terk etmişti. Kısa bir süre önce de, birinci evlilik yıldönümlerinde, boşanma evraklarını imzalayarak, evliliğini mutsuz bir şekilde noktalamıştı
Evliliğini hatırlamak Katie’yi üzüyordu. Pencereye gitti ve pervaza dayanarak dışarıyı seyretmeye başladı. Her gördüğü düşten sonra kendini hep böyle yalnız ve itilmiş hissediyordu. Sevmek için neden yanlış birisini seçtiğini düşündü.
Pencerenin önünde biraz sakinleşmeyi beklerken, sanki bir değişikliğin eşiğindeymiş gibi bir hisse kapıldı. Havadaki koku ona daha belirgin geliyor, pencerenin önündeki akça ağacın yaprakları da daha sivriymiş gibi görünüyordu.
Tuhaf bir duygu içinde pencereden ayrıldı. Kısa saçlarını taradıktan sonra başına taktığı saten bir bantla perçemlerini yüzünden kaldırdı. Sonra üstüne turkuvaz renkli bir pantolon, koyu pembe bir bluz giydi. Bu iki rengin birleşimi Katie’nin koşuna giderdi.
Aşağıya inip kahvaltıyı hazırlamaya başladı. On iki yaşından beri yapmaya alışkın olduğu işleri yaparken garip bir tedirginlik hissettiğini fark etti. Yumurta pişirip ekmek kızartırken, bir yandan da kahvesini yudumluyordu.
Biraz sonra babası da aşağıya indi. Gri bir pantolon ve soluk yeşil golf gömleğini giymişti. Neşeyle ıslık çalarak masaya oturdu. Katie ona tabağını uzatırken, ıslığı keserek sordu. ‘Günaydın, tatlım. Bir şey mi kutluyoruz?’
‘Hayır. Yalnızca canım bugün oturma odasında yemek istedi. Birlikte pek sık kahvaltı yaptığımız olmuyor.’ Katie arkasına yaslandı. İçindeki sıkıntıdan bir türlü kurtulamıyordu.
‘İyi uyudun mu?’ diye sorarak, Hugh dikkatle yüzüne baktı.
Katie sıkıntılı haliyle gazetecinin merakını uyandırmış olduğunu anladı. Canlı bir yüz ifadesi takınarak, ‘Çok iyi uyudum.’ Diye cıvıldadı. Sonra gazeteyi eline alıp, arkasına yaslandı.
Sessiz geçen birkaç dakikadan sonra Hugh boğazını temizledi. ‘Katie, sana söylemek istediğim bir şey var.’
‘Hmm, neymiş?’ Ortadoğu’da yapılan toplantılar hakkındaki bir haber ilgisini çekmişti.
‘Katherina Galverra, beni dinle!’
Babası onu Katherina diye çağırdığı zaman, konunun ciddi olduğu anlaşılırdı. Katie gazeteyi indirdi. ‘Evet, baba.’
‘Emekli olmaya karar verdim.’
‘Emekli olmaya mı?’ Katie gazeteyi bırakıp şaşkınlık içince babasına baktı. Hugh kahve termosunu alıp fincanına yeniden kahve doldurdu. Gözlerini Katie’den kaçırıyordu. Katie ısrarla sordu. ‘Ne demek istiyorsun?’
‘Sözlük tanımını istersen, tam olarak, işten çekilmek.’
‘Ben senin tanımını soruyorum.’ Babasından cevap beklerken içini bir korku sardı. Galiba, duyduğu tuhaf sıkıntının nedenini öğrenmek üzereydi. ‘Baba?’ diye üsteledi. ‘Senin tanımın ne?’
Babası omuz silkerek, kahvesine süt koydu. ‘Sanıyorum, benimki de aynı. Gazete işinden çekilmeyi planlıyorum.’
‘Gazetemizi satacak mısın?’ diye boğulur gibi sordu.
‘Hayır. Yeni bir Yazı İşleri Müdürü tutacağım.’ Eğer babası bir dansözle evleneceğini söylemiş olsaydı, Katie ancak bu kadar şaşırırdı. Yüzüne ateş basarken, ağzını birkaç kez açıp, kapattı. Donup kalmış gibiydi. Yutkundu. ‘Ama baba, Yazı İşleri Müdürü benim. Beni işten mi çıkarıyorsun?’
‘Bu sabah doktorun aradı Katie. Geçen hafta gittiğin kontrolde hamile olduğun ortaya çıkmış. Düşük tehliken olduğu için çalışmaman gerkeliymiş. Bunu bana söylemeliydin, tatlım. Bu şartlar altında sen çalışamazsın ve ben de sana bakmalıyım.’
Katie yaşadığı şaşkınlığı gizleyemiyordu. Kırpamadığı göz kapakları daha fazla açık kalamıyor ve yavaş yavaş ağırlaşıyordu. Elini karnına götürdü ve okşamaya başladı. En son Ramon ile birlikte olmuştu ve tek gecelikti. Şimdi gerçekten Ramon’dan hamile miydi?
Başvuru yenilenmiştir. Tekrar bakmanızı rica etmekteyim. Teşekkürler.
- Petre PiedmonSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 209
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Profesör Alımları
Paz Nis. 08, 2012 12:54 pm
Onaylandı, rütbe veriliyor.
- Lev Soljenitsin
- Mesaj Sayısı : 94
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Profesör Alımları
Paz Nis. 08, 2012 4:00 pm
+Ketum, vurdumduymaz kendini beğenmişlik. Lev için bunlar bünyesinde olmazsa olmaz kişilik özellikleridir. Onu tek bir kelime ile tanımlayacak olursak soğukkanlı onun için biçilmiş kaftandır. Kendisini kanıtlamayan bir insana saygı göstermeyi hakaret sayar. Titizdir. Her şeyi yerli yerinde görmek ister. Bu yüzden karşısındaki bir insandan kusurları varsa örtmesini bekler.
+27
+KSKS
+27
+KSKS
- Spoiler:
İrlanda-İki Ay Önce
Siyahın en koyu tonlarının hüküm sürdüğü gökyüzündeki bulutlar ürkütücü bir lacivert rengine bürünmüştü. Kandilleri yanık gecenin, titrek yıldız ışıklarının önüne bir set çekiyordu. Öfke dolu lacivert renkli bulutlar üstlerine giydikleri sert rüzgarla beraber bunaltıcı bir havayı yeryüzüne hediye ediyordu. Dublin yakınlarındaki orman, tüm yeşil tonlarını siyaha satmış gibiydi. Rüzgar, içinde dolandığı uyuyan ormanın içindeki ağaçlardan yayılan garip kokuyu etrafa gelişi güzel dağıtıyordu. Ormanın içlerine doğru hızla esen sert rüzgar, eski ve yıpranmış bir dış cepheye sahip bir mimari ağaçlarının arasında bakımsız bahçesiyle büyük bir boşluk oluşturuyordu. Mimarinin batı cephesindeki duvarı çökmüştü. Bakımsız bahçede büyümekte olan sarmaşıklar yıkık duvardan mimarinin kullanılmayan salonuna doğru büyümüştü. Ormandan esen sert rüzgar yıkık duvarın içinden mimarinin sağlam bölgelerine doğru yayılıyordu. Kurumuş yaprakları hışırdatan sert rüzgar, etrafa bozuk ezgili bir melodinin peydahlanmasına neden oluyordu.
Sert rüzgar ve hışırtı ile çalınan garip ıslık sesi arasında ani bir şekilde beliren ‘şak’ sesi ormanın üstüne çektiği karanlık tonları arasında bir bedeni sunmuştu geceye. Gecenin koyu renklerine uyum sağlayan siyah cübbeli meçhul beden, cisimlendiği yerden yıkık mimariye doğru emin adımlarla ilerliyordu. Cübbesinin kukuletası ile çehresini gölgelerin gerisinde saklamıştı. Elleri bedeninin yanında bacaklarının emin ve hızlı ritmine uymak amacıyla ileri geri yönlü sallanıyordu. Sert rüzgar bedeni selamlamak istercesine cübbenin içine doluyordu. Yer yer cübbeden azat edilen kumaş hışırtısı sesi rüzgar ile birlikte uçup kayboluyordu. Yıkık duvarın bulunduğu sarmaşık kaplı zeminden geçerek mimarinin çürümüş zemini üzerinde adımlamaya başladı. Tahtaların acı gıcırtıları gecenin içinde ürkütücü bir sese sebep oluyordu. Hızlı emin adımları eskiden salon olan, şimdi ise bir çok haşerenin yuvası haline gelmiş harabenin içinden yürüyüp, yıkılmış duvara sadece birkaç metre ötede bulunan menteşelerinden kopmuş ve tahtalarının yer yer çürümüş olduğu sola doğru sarkarak açık bir vaziyette duran kapıdan geçti. Cübbesi tozlu zemindeki tozları havaya hediye edip, rutubetli binanın içindeki havayı kirletiyordu. Büyücü ciğerlerine düzenli hava giriş çıkışı sağlarken büyük bir hole çıkmıştı. Mimarinin eskiden fazlasıyla gösterişli olduğu sanki bu bölgede vurgulanıyormuş gibi geldi büyücüye. Yukarıya doğru kıvrılarak giden çift taraflı merdivenleri çıkıyordu. Yüksek tavanda aşağıya doğru düşmek istercesine sarkan, eskiden elmas biçimde kesilmiş şatafatlı camlar ile süslenmiş avize bir saniyeliğine görüş alanına girip çıkmıştı. Merdivenlerin basamaklarında çıkardığı acı dolu sesler ile birlikte sükuta durmuş mimarinin içinde serkeşçe denebilecek bir biçimde dolaşıyordu. Halbuki gideceği yönü buraya cisimlenmeden önce biliyordu. Sol tarafa döndü ve karşısına kısa bir koridor çıktı. Sağ ve sol tarafında kapıları kırılmış olan odalar bulunuyordu. Yerdeki gri toz zemininin üstünü örten örümcek ağları cübbesinin ayak bileği hizasındaki bölgeye yapışmış bir şekilde meçhul beden ile birlikte hareket ediyordu. Koridorun sonunda duran ve mimarinin tüm yapılarına nazaran yeni gibi duran kapıya doğru adımlamaya başlamıştı. Kapı koyu kahve rengindeydi. Ve mimarinin içindeki tüm tahtadan olan yapıların aksine etrafını çevreleyen duvarlar ortaçağdan kalma lacivert renkli taşlar vardı. Büyücünün eli cübbesinin cebindeki uzantıyı tutarak dışarıya çıkarttı. Kapının önüne gelince, kilinin bulunduğu boşluğa doğrulttu. Ve ucunu o boşluğu çevreleyen paslanmış demire dokundurdu. Kapı, birkaç saniyeliğine sadece sert rüzgarın uğultusunu etrafa sunan sükutu bozarcasına garip sesler çıkarmaya başladı. Mekanik sesler sürüp giderken, bomba etkisi yapan büyük bir gürültü ile kapı ağzına kadar açıldı. İçeriden dışarıya yayılan soğuk havanın içindeki rutubet kokusunu ciğerlerine sunduğunda, kulaklarını tırmalayan bir çığlıkta kapının eşiğinden tüm mimariye sızmayı başarmıştı. Çığlık tiz bir ses şekildeydi. Düzgün bir şekilde başlamıştı, ama şuanda ses tellerinin bağırmaktan çatladığı belli oluyordu. Büyücü kapının içindeki gölgelere adımını attığında, önünde aniden beliren ve aşağıya kıvrılarak inen taş merdivenleri hızlı bir şekilde kat etti. Kapı onun arkasından aynı mekanik sesleri çıkartarak kapanmıştı. Çığlığın belli belirsiz boğuk sesi kulaklarını daha fazla tırmalamaya başlamıştı. Zira acı çeken bedene çok yaklaşmıştı. Merdivenlerimin bitiminde taş bir koridora ulaştı. Duvarlarda duran ve üstleri örtülü portrelerden başka bir şey bulunmayan koridorun sonundaki kapı eşiğinden dışarıya cılız bir meşale ışığı sızıyordu. Kapıya doğru yaklaşınca içeridekilerin seslerini boğuk çığlığın arasında duyabiliyordu. Aralık duran kapıya elini uzatıp içeriye doğru ittirdi. İçeriden yayılan rutubetin arasında kan kokusu ciğerlerinin içine çekti. Duvarlarda asılı duran meşalelerden yayılan kuru kayısı rengindeki ışık odanın ortasında öylece asılı duran bedenin üstünde, dans eden alevlerin gölgeleri hareket ediyordu. Yerde yatan yarı çıplak kadın cesedinin etrafını kaplayan kan gölü tüm kırmızılığı ile dikkatleri üstüne çekiyordu. Ayakta duran siyah cübbeli iki bedenin samimi bakışları içeriye giren meçhul bedenin üzerindeydi. Büyücü elleri yardımı ile kukuletasını geriye doğru atarak başından çıkardı. Şimdi kayısı kurusu rengindeki meşale alevi altında, uzun kıvırcık saçları görülebiliyordu. Uzamaya başlamış seyrek sakalı altındaki ifadesiz ve soğuk yüz hatları havda asılı duran bedene çevrilmişti. Sol yanağında derin bir kesik izi vardı. Sarı saçları arasında kırmızılıklar belli oluyordu. Kirlenen yüz hatlarında gözyaşlarının izlediği yolu belirten çizgiler bulunuyordu. Korku dolu gözleri büyücüyü gördüğünde daha fazla açılmıştı. “Sen… Ama sen ölmüştün! Ben… Ben kendi ellerimle öldürdüm seni.” Sesindeki korku dolu ifade, ses tonunun çatlamış bir şekilde çıkmasına neden oluyordu. Büyücünün gözlerindeki soğukkanlı ifade ani bir biçimde kaybolmuştu. Gözlerinde parıldamaya başlayan şey öfkeydi. “Sen benim ikiz kardeşimi öldürdün!” Sesindeki hiddet dolu tını, taş duvarlar arasında yankılanmıştı. Asası ile havada bir bilek hareketi yapmıştı. O kadar hızlı, seri ve sertti ki havada asılı duran beden tavana doğru fırladı. Göğüs kafesi taşlara sert bir biçimde çarpıp taş zemine daha sert bir şekilde çakıldı. Gözleri acıdan dolayı kapanmıştı. Boğuk bir ses dudakları arasından azat ediliyordu. Zar zor nefes almaya başladı. Birkaç saniye sonra öğürerek öksürmeye başlamıştı. Büyücü büyük bir hışımla yerde kıvranan bedenin sarı saçlarını tuttuğu gibi onu ayağa kaldırdı. Sonra hızla karşıdaki duvara koşarak, onun başını duvarın sert taşlarına ani bir biçimde vurmasına sebep oldu. İçinde bulundukları hücre misali odanın içinde kırılan kemiğin sesi ürkütücü bir şekilde yankılandı. Sağ kaşı üzerinde, şakağından aşağıya doğru akmaya başlayan kanın bulunduğu yer içe doğru göçmüş bir haldeydi. “Seni p*ç! Sana öyle şeyler yapacağım ki! Şu sürtük gibi öldürülmek için yalvaracaksın!” Sesindeki öfke, mimarinin içinde yankılanırken odadaki iki beden yerde yatan bedene doğru koşar adım ilerleyen büyücünün kollarından kavrayarak onu geriye doğru sürüklemeye çalıştılar. Birisi iri yarı bir cüsseye sahipti. Uzun kumral saçları arasında, soğukkanlılık ve acı çektirmekten haz alan pis bir ifadeye sahip, sivri ve uzun çeneliydi. Diğeri ona nazaran daha kısa boyluydu. Yeşil renkli gözleri öfke ile parıldıyordu. Kısa kesim kestane rengi saçları vardı. Büyücüyü zar zor zapdediyorlardı. Ağzından çıkan küfürler içinde bulundukları mimarinin içinde yankılanıyordu.
Wigtown-Günümüz
“Çok içiyorsun Giuseppe.”
“Sana ne bundan Pierre! Bana karışma! Hele ki o p*ç kurusunu elimden çekip aldıktan sonra!”
“Belki işimize yarayabilir diye düşünmüştüm…”
Orta boylu, kestane renkli saçları uzamaya başlayan büyücünün yüz hatlarında ilk defa farklı duygular barınmasına şahit oluyordu. Kıvırcık saçları dağılmış ve sakalları uzamış olan büyücü, karşısında dikilen Pierre ismindeki bedenin omzundan tutup sola doğru savurarak yanından geçti. Toprak zeminde ayaklarını sürüyerek ilerliyordu. Elinde votka şişesi vardı. Birkaç saniye önce içtiği yudumdan sonra sakalında ıslaklık vardı. Kül rengine dönmeye başlamıştı teni. Dudaklarındaki hafif morluk onu yarı ex olmuş izlenimi veriyordu. Başı feci bir şekilde dönmesine rağmen nereye gideceğini kestirebiliyordu. Sarhoşken içindeki duyguları kolaylıkla ifşa edebiliyordu. Yalpalayarak yürürken arkasında duran bedenin bir hışımla ortadan kaybolduğunu görmüştü. Sağ elinde beceriksizce tuttuğu şişenin ağzını dudaklarına götürdü. Ardından kafasını geriye doğru kaldırarak şişenin içinde kalan sıvının hepsini boğazına boca etti. Gırtlağının ani bir şekilde yanmasını önemsemeden yolda öylece yürümeye devam etti. Boş şişeyi bulanık olarak gördüğü sokağın belirsiz bir köşesine fırlattı. Birkaç saniye geçmesiyle birlikte sükut halindeki sokakta parçalanan camın melodisi kısa bir konser verdi. Gözleri nemlenmişti. Etrafı buğulu bir biçimde görüyordu. Düz bir şekilde ilerleyemiyordu. Dördüncü şişenin ardından bu kadar kötü olacağını tahmin etmemişti. Ama önemli değildi. Çünkü şuanda gece mi gündüz mü onu bile tam olarak seçemiyordu. Ama etraftaki koyu renk tonundan ve gökyüzündeki lacivert renkli bulutların arasından çehresini yalayıp geçen rüzgarın soğukluğu ile gece olduğunu düşündü. Daha fazla yürümek istemiyordu. Sokağın kuytu köşesi olduğunu düşündüğü bir bölgeye yığılıvermişti. Midesi bulanmaya başlamıştı. Ama birazdan geçer umudu ile birlikte, sırtını tam olarak anlayamadığı soğuk zemine yasladı. Dışarıya verdiği derin nefes gri bir bulut misali havada dağıldı. Soğuğu tam olarak hissetmeyişinin nedenini içkiye bağladı. Gözleri yavaş yavaş kapanmaya başlıyordu. Sızıyor muydu? Sızsa ne olurdu ki? En azından kardeşinin o tanıdık yüz çehresini bilinçaltından çıkarıp gerçek misali ona bakabilirdi. Ya da… Duraksadı. Aklına gelen düşünce bir hışımla ortadan kaldırdı. Zihninde cismani bir şekle varan düşünceyi resmen oracıkta katletti. Göz kapakları büyük bir yükün altındaymışçasına aşağıya doğru kayıyordu. Başı önüne doğru düşüyordu. Etraftaki seçilebilen ışık huzmeleri kararmaya başladığında büyük bir hiçliğe yelken açmıştı.
- Petre PiedmonSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 209
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Profesör Alımları
Paz Nis. 08, 2012 4:02 pm
Onaylandı, rütbe veriliyor.
- Giosué Poldiİksir Profesörü
- Mesaj Sayısı : 147
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Profesör Alımları
Paz Nis. 08, 2012 8:56 pm
# Bunca yaşa gelmesine rağmen, hala içindeki çocuğu canlı tutan. Cesur ve bir o kadarda iyi olan hafiften düzenli bir büyücü. Daha açık olmak gerekirse, her cadının hayalindekide diyebiliriz. Gerektiğinde ciddileşmesini bilen gevşek biride olabilitesi yüksek sonuçlardan birisi. Dahasıda zamanla ortaya çıkacaktır.
# 30
# İksir
# Sonbaharın artık yerini açıkca kışa bırakacağı ortadaydı. Ağaç dallarında yaprakların kalmayışı, yere düşen yaprakların büzüşmesi; ayrıca kuru bir içimizi ürpertiren ayaz. Üzerime giydiğim antreman kıyafetlerinin yeni dizaynından olacak ki, geceleri yorgan altında titreyen ben; şu an muhteşem bir sıcaklıkla vücudumu koruyan bu hoş şeylerle ilerliyorum. Kırmızının hakim olduğu antreman kıyafetlerim içli dışlı üç parçadan oluşuyordu. İçimde kırmızı üzerine altın sarısı işlenmiş aslan desenli kazağım, altında bir o kadar kalın deriden yapılmış olan eşofman altı ve son olarak tabiî ki bunları örten siyah kırmızı şeritleri olan pelerinim.
Hava açıktı; ama burnumu ve kulaklarımı orantılı bir şekilde kırmızılaştıran soğuk kendini belli ediyordu. Uzun ve yalnız bir yürüyüşten sonra büyük sahanın yanındaki büyük sahaya oranla küçük olan antreman sahasına ulaşmıştım. Kimseler yoktu; çünkü erken gelmek istemiştim. Kahvaltıyı es geçip, buraya gelmek; süpürge üzerindeki son zamanlarda yaşadığım bahtsız düşüşleri engellemek için küçük antremanlar yapmalıydım. – en azından diğerleri gelene kadar - Henüz ailemin yeni süpürge gayet eski bir ateşokuyla deneme yapacaktım. Elime aldığım tozlu süpürgeyi birkaç kez tahta duvara vurarak sağlamlığını kontrol ettikten sonra muazzam bir hızlı sahanın ortasına doğru koşmaya başladım. İçimde sanki ilk kez süpürgeye binecekmişim gibi bir heyecan vardı; lakin bu heyecanının yanında hayatımda hiç yaşamadığım bir korku yüreğimi sarıyordu. Süpürgeyi doğrultup, bacaklarımın arasına aldım. Kalp atışlarım hızlanmıştı. Sağ elimle saçlarımı geriye ittirip, bir anda havalandım. Yavaştım; çünkü tedbirli bir kalkış her zaman quidditch oyuncusu sağlığı için iyidir. İstifimi bozmadan yavaşca üç quaffle deliğinden hiçbirine çarpmadan geçtim. Hızımı şimdi biraz daha artırmam gerekiyordu, biliyordum. Deliklerden geçtikten sonra yüzümde oluşan sinsi gülümsemede biraz olsun motivasyonumu yerine getirmişti.
Yerden on, on beş metre yükseklikte git geller yapıyor, havada yavaş yavaş hızlanıyordum. Hızdan dolayı oluşan basınç açık kestane rengindeki uzun sayılabilecek saçlarımı geriye doğru ittiriyor, bağımsız şekilde hareket ettiriyordu. Bu hız zevkini otomobillerle hatta mini uçaklarla bile kimse tadamızdı. Özgürdüm, hürdüm. Antreman sahasına paralel bir şekilde uçuyor, hafiftende kendimi yukarı çekerek yükseliyordum. Soğuğa alışmıştım, doğrusu basınçada alışmıştım. Antreman sahasının çevresinde dört tur atmıştım. Kahvaltıdan çıkan öğrenciler bahçedeki dersliklere gidiyor ve ara sıra yürüyüşlerini kesip: “ Bu kim, Gryffindor’un antremanı mı var ? “ diyerek aralarında yüksek sesle konuşuyorlardı. Tabiî ki ilgi çekmek her insanın hoşuna gider, benimde hoşuma gidiyordu; fakat yanlış yerde çektiğimin farkındaydım. Siyah peleriniyle sahayı hedef almış takım arkadaşlarımı görebiliyordum. Kaptanının bu kadar aşırıya kaçmama kızacağını düşünerek sahaya doğru yaklaşıp, yavaşladım. Kulağımdaki uğultu yerini baş ağrısına bırakmıştı. Bu kadar fazla süratten sonra, Cintia’nın o tatlı ses tonuyla bana kızması çekilir miydi ? Gayet tabi çekebilirdim.
- Camilla Nylund
- Mesaj Sayısı : 63
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Profesör Alımları
Paz Nis. 08, 2012 9:08 pm
Karakteristik özellikler: Disiplinli, erk hırsıyla yanıp tutuşan genç bir cadının en büyük ideali bir gün Flamel kadar başarılı olabilmektir. Gününün tamamını çoğu zaman kilitli tuttuğu odasında veya şehir merkezindeki laboratuvarında geçirir. Asıl ilgi alanı bitkiler ve iksirler olan cadı büyülü sözcükler ve bitkiler arasındaki tarihsel gelişim sürecini araştırmaya başlamıştır.
Karakter yaşı: 26
İstenilen ders: Biçim Değiştirme
Örnek RP:
Karakter yaşı: 26
İstenilen ders: Biçim Değiştirme
Örnek RP:
- Spoiler:
- YEL YAVRUSU;
Soğuk, taştan zemin üzerinde sürünen bir çift beyaz ayak. Şişmiş damarlar tarak kemikleri üzerinde asice belirmiş, rengini kaybetmiş solgun tırnaklar. Geceliğinin etekleri arsızca bacaklarına değiyor genç kızın. Sinsi adımları yatak odasını arşınlıyor sessizce, öyle sessiz ki bedenini hissedemiyor genç kız. Ruhu vücudunu terk etmiş gibi hafif bedeni. Bu duyguyu sevdiğini düşünüyor, gülümsüyor kendi kendine. Niyeti baştan çizik bunun, kafayı sıyırmış olmalı! Gecenin bir yarısı yatakhanede Quidditch cüppesini arıyor Arsız Gressiuva, kendi uyumadığı gibi diğerlerini de uyutmayacak! Bunun genç kız için bir önemi yok elbette, içi süpürgesine binmek için yanıp tutuşurken yatakhaneyi sel bassa umurunda mı olacaktı sanki? Üzerinde gümüş desenleri olan yeşil cüppesini sandığından hızla çıkartıyor; sandığın kapağı sertçe aşağıya vururken genç kız her ihtimâle karşı yatağının arkasında, pusuda bekliyor. Birkaç mızmızın da sesi kesilir kesilmez telaşla geceliğini soyuyor üstünden. Nefis, beyaz teni ay ışığında parıl parıl parlarken gece kadar karanlık ve ıssız bakışları ayakkabılarını arıyor. Buluyor, buluyor sonunda! Bir arbede içinde ayakkabılarını ayağına, cüppesini üzerine geçiriyor. Hava durgun, Gressiuva durgun havayı seviyor. Quidditch için mükemmel bir gece olduğunu düşünüyor, pencereden dışarı baktığında bucaksızlığını hayretle sezdiği Quidditch sahasına dalıp gidiyor gözleri. O an havada süzülmenin kalbinde yaratacağı heyecanı düşünüyor, içini hoş bir titreme alıyor. Bunu hayal etmek bile Solita’yı, yıllanmış bir şişe şarabı tek dikişte bitirmişçesine sarhoş edip, kendinden geçirebiliyor. Yüzündeki soğuk gülümseme ile gerilmiş dudakları ay ışığının tacizine uğruyor, parlıyor. Genç kız saçlarını elleriyle karıp, yatakhanenin kapısına doğru ilerliyor. Gecenin gizemine bürünmüş, karanlık bakışlar… Gözleri üzerindeki cüppenin yeşilini taklit etse bile, karanlık kıskanıp o gözleri saklamayacak mıydı? Siyah, ona böylesine tutkuyla vurulmuşken; onu böylesine sakınırken koridorlara çıkan Haylaz Gressiuva’yı hangi insanoğlu fark edecekti? Zindanların küf kokusu cüppesine siniyor, süpürgesi sağa sola çarpsa da Haylaz’ın fark edip de çözemediği gücüm onun fark edilmemesini sağlıyor. Bahçeye çıktığında Solita daha bir yeşil görünüyor, gözleri ise o muazzam parlaklığından ödün vermemiş. Heyecanı bacaklarını titretiyor, parmakları süpürgesini daha bir evhamla kavrarken zihni bir an için tatlı uykunun esiri oluyor. İçi geçen genç kızın gözleri dehşetle açılıyor birden. Duyduğu sesle kaşları çatılıyor, bakışları şatodan gelen seslerin olduğu tarafa kayıyor. ‘Gressiuva hazır gibi, Mike. Sanırım süpürgemin tozunu yutmak için fazla acele ediyor, ne dersin?’ Gecenin karanlığıyla uyum sağlamış siyah saçları omuzlarından uçuşuyor bahçeye çıkan kızın. Gressiuva onun koyu kırmızı cüppesini bir an için seçemese de üzerine ne giydiğini tahmin ediyor. Başka ne olabilirdi ki? Sarışın saçlarını elleriyle bir kez daha kararken sinsi bakışları ay ışığında aydınlanıyor. ‘Dikkat et de, süpürgem seninkinin hakkından gelmesin Bulanık Cursey!’ Son iki kelimeyi çok daha vurgulu söylüyor Haylaz, pek de sevimli sayılmayacak bir gülümsemeyle dilini dişlerine değdiriyor. Cursey’in yüzündeki tedirgin ifade Solita’yı daha da yüreklendiriyor, bu su götürmez bir gerçek! On dört yaşında bir çocuk için hayli sıska olan Haylaz Gressiuva göğsünü şişiriyor, çünkü o sırada arkadaşları Stollen ve Parcié kapının önünde ona sırıtmakta. Gressiuva’nın kaşları alayla kıvrılıyor, hiçbir şey söylemeye gerek duymuyor. Ona göre bu bulanıkla konuşmak, onun ‘cesurcukcuk’ laflarını dinlemek vakit ziyanlığı. Cursey ve –Gressiuva’ya göre- pek ezik birkaç arkadaşı süpürgelerini sertçe kuru toprağa vuruyorlar. Hakemlik yapacak olan Lewis şatodan aceleyle çıkarken pantolonunun düğmesini iliklemekle oyalanıyor. Kaybolan birkaç dakika daha… Yüzünden korku akıyor, ancak bu maçı yönetmeli. Yoksa Gressiuva onu bir güzel benzetecek. Peşinden sürüklediği sandığı taşımak için diğerlerinden yardım istercesine bakıyor suratlarına. ‘E hadi?!’ Solita yerinden dâhi kımıldamıyor, hamallık yapmak pek de ona göre değil! Birkaç kişi Lewis’a yardım etmek için sandığın başına geçiyor. ‘Pis muggle dölleri! Çekilin şuradan!’ Gressiuva yine bedeniyle tezat, güçlü bir sesle haykırıyor. Asasını uzatıyor sandığa. ‘Locomotor Motris!’ Sandık asa doğrultusunda havalanırken Cursey ve arkadaşlarının yüzüne hazımsız bir ifade yerleşiyor. Keyifle sırıtan Gressiuva, Lewis’ın kendisine teşekkür ettiğini duyuyor. Yüzündeki tatminkâr ifade… Başını onaylarcasına sallamakla yetiniyor, Lewis bir Hufflepuff öğrencisi ve Solita kendi binası dışındaki -bir başka bina mensubu- öğrencilerle konuşmaktan hoşlanmıyor. Son altmış metre. Altmış küsur adım bekleyemeyecek kadar sabırsız. Süpürgesine binip diğerlerini geride bırakıyor. Ta ki Quidditch sahasının ortasına varıncaya kadar… Sandık gürültüyle kuru toprağa iniyor, Solita da başında hazır bekliyor. Şimdi Lewis görevini yapmalı, değil mi? Lewis anahtarla göremediği kilidi zorluyor. Birkaç dakikalık bir uğraş sonunda sandık açılıyor. Lewis topları çıkarmadan önce Vahşi Quidditch’in kurallarını anlatmaya koyuluyor. ‘İyi dinleyin. İki Bludger ve bir Quaffle ile oynayacaksınız. Kaleleri aydınlatmaları için yatakhanende iki arkadaş ayarladım. Eh, biraz da bu kapışmayı merak ediyorlar. Ehm, neyse. Bir kaleci olacak ve diğerleri atak yapacak. Buraya kadar zor bir şey yok. Asıl iş Bludgerlardan korunmakta. Vurucu olmadığı için her an üstünüze bir Bludger gelebilir. Bu yüzden çok ama çok dikkatli olun.’ Cursey yerinde huzursuzca kıvranırken Gressiuva soğuk sesiyle ağır ağır konuşmaya başlıyor. ‘Öğüt dinlemeye gelmedik, Lewis. Bu oyunu daha önce tam yedi kez oynadım.’ Zavallı çocuk pörtlek gözlerini Gressiuva’dan kaçırırken maçın on sayıda biteceğini söyleyerek konuşmasını sürdürüyor. Kısa bir maç olacak. Gressiuva arkadaşlarına dönüyor yavaşça. Daha önce pek çok kez çalıştığı arkadaşları ona itimat dolu bakışlar fırlatırken Gressiuva elini çenesine götürüp Lewis’ın sandığı açmasını seyre koyuluyor. Yaramaz Bludgerlara baktığında içi titriyor, nereden geldiğini bilmediği bir his tüm bedeni sarsıyor. Haylaz bunu önemsemiyor, korkuya mahal vermiyor zihninde! Gressiuva olmak en başta güçlü görünmek anlamına gelir. Maç başlamak üzere. Oyuncular yavaşça havalanıyor, tribünlerde duran iki kişi asalarıyla kaleleri aydınlatmakta. Gressiuva ve Cursey ay ışığının aydınlattığı kırmızı topu tutan Lewis’ın iki yanına diziliyorlar. Lewis düdükle birlikte hava atışı yapıyor, belli-belirsiz bir karaltı nazlıca havaya yükselirken Gressiuva’nın parmakları Quaffle’ı hâkimiyeti altına alıyor. Gressiuva’nın bu başarısı pek de tesadüf sayılmaz aslında. Slytherin Quidditch Takımına ikinci sınıfta arayıcı olarak girdi. Üçüncü sınıfta takımın kaptanlığını da yüklendi. Dördüncü senesinde yine kaptan, yine arayıcı olarak oynuyor. Cursey’in ona meydan okuması bile komik geliyor Gressiuva’ya. Parcié Haylaz’ın attığı topu yakalayıp Cursey’in kalesine doğru süzülüyor. Bu sırada gecenin karanlığında fark edilmesi imkânsız Bludgerlardan biri Parcié’nin süpürgesine çarpıyor. Neyse ki şiddetli bir çarpma değil bu, sadece topun Cursey tarafına geçmesini sağlıyor. Maçın henüz başı, Gressiuva endişelerini bir kenara bırakıyor. Top Cursey’in eline geçiyor ve Quaffle inanılmaz bir hızla kaleden geçiyor. İlk sayıyı Cursey’lerin yapması Gressiuva’yı daha da hırslandırıyor. Atağa kalkan kızıl saçlı, çilli çocuğun dengesini süpürgesiyle alt-üst eden Gressiuva Quaffle’ı tekrar ufak parmakları arasına alıyor. Gözleri şimdi sadece kaleyi görüyor, sarışın saçları peşinden sürüklenirken genç kız topu Parcié’ye atıyor. Parcié atış için kollarını kaldırıyor … o da ne? Topu hemen gerisinden yükselen Gressiuva’ya fırlatıyor, hem de gözlerini kaleciden ayırmadan! Kurtarış için sağa kayan kaleci Gressiuva’nın yıldırımdan hızlı atışı karşısında hiçbir şey yapamıyor. Cursey şaşkın bir ifadele süpürgesi üzerinde yalpalıyor. Lewis bağırıyor: ‘Durum bir-bir!’ Sesi pek duyulmasa da Gressiuva ne demek istediğini anlıyor. Hücum sırası Gressiuva’da. Yetenekli ufaklık Quaffle’ı parmakları arasında gezdirirken Cursey’in beş karış suratını sıyırıp geçiyor. Çifte darbe zamanı. Parcié ile süpürgeleri birbirine yaklaşıyor. Top Parcié’de, ancak ne fark eder ki? Süpürgeleri birbirine çok yakın ve savunmadaki Cursey’e doğru amansızca ilerliyorlar. Ya Gressiuva ve Parcié ile çarpışmayı göze alacak, ya da bu yoldan çekilecek. Gressiuva ana dilinde bir nâra atarak sırıtıyor. Cursey ise son ana kadar yerinden kımıldamıyor. Gressiuva keyifli bir şekilde ayaklarını uzatıyor ileriye, acımak diye bir şey Gressiuva’nın damarlarında gezinmiyor ya hani! Cursey süpürgesini sertçe sola çeviriyor, bu riski göze alamıyor. Ancak hırsını Parcié’den çıkartıyor. Parcié durumu fark eder etmez topu Gressiuva’ya yollasa da Cursey’in darbesi karşısında epey bir sarsılıyor. Gressiuva arkasına dahî bakmadan kaleye doğru ilerliyor, kaleyi aydınlatan ışık gözlerini kamaştırıyor. Süpürgesi üzerinde üç yüz altmış derece dönüşler yaparak tam gaz kaleye süzülüyor. Bu sırada top parmakları arasından hızla çıkıp kaleyi boyluyor. Sayıların bu kadar çabuk alınmasının, kalecilerin bu kadar pasif olmasının bir sebebi var elbet. Işık kalecilerin üstünde kaldığından, karanlıktan gelen cismi seçmeleri zor oluyor. Gressiuva ikinci sayılarını bulmanın gururu ile hücuma tekrar başlamak üzere kaleci Stollen’ın yanına dönüyor … derken sert bir çarpma sesi ile Gressiuva süpürgesiyle birlikte düşüyor. Düşüyor. Toprak zemine çarpan bedeni tüm havadakileri hayretler içinde bırakıyor. Bu sırada kulelerden birinin ışığı yanıyor, bunu fark eden Lewis, yatakhane arkadaşları, Cursey ve Cursey’in arkadaşları Quidditch sahasını hızla terk etmeye koyuluyorlar. Işığı yanan oda Müdür odası, Parcié ve Stollen hızla Gressiuva’nın anına iniyorlar. Süpürgesi pek bir günahsızca yatıyor toprak zemin üzerinde. Bedeni sere serpe soğuk toprak üzerinde yatan Gressiuva’nın kolu sanki bedenine hatalı bağlanmış gibi çarpık duruyor. Dizinin bükülmüş, diğer bacağı ise dümdüz durmakta. Genç kızın bedeni hiçbir tepki vermiyor. Stollen Gressiuva’yı derin bir nefesin ardından kucaklıyor. Parcié de süpürgesini silkeleyip omzuna alıyor. Müdür telaşla pencereye geçip Quidditch sahasındaki siluetlere bakınıyor. Birkaç saniye içinde ışık sönüyor, müdür bey olanlara bakmak üzere odasını terk ediyor. Stollen gecenin ayazını tüm bedeninde hissederken maçı kazandıklarını düşünüyor. Parcié’ye dönüyor. ‘Solita’nın sakatlanması, bu sene kupayı ancak rüyamızda görmemiz anlamına geliyor.’ Parcié endişeli bakışlarla şato merdivenlerini tırmanmaya koyulurken Stollen zindanlara yöneliyor. ‘Şifacıyı çağıracağım.’ Parcié’nin soğuk sesi koridorda yankılanıyor. Gressiuva’ya en yakın ikinci insan olan Parcié yeşil Quidditch cüppesini savurup hastane kanadına doğru yol alıyor. Bu sırada merdivenlerde müdür bey beliriyor, küçük Parcié olduğu yerde çakılı kalıyor. Güçlükle yutkunuyor, işlerin boyutu değişmiş gibi görünüyor.
*
Anlatan; Yel Yavrusu // O’nun her şeyde vârolduğuna inananlara…
Yazılış Tarihi; 04.07.2009
- Luanna GuadalupeSYB Profesörü
- Mesaj Sayısı : 79
Kayıt Tarihi : 07/09/11
Geri: Profesör Alımları
Ptsi Nis. 09, 2012 12:43 pm
Onaylandınız.
- Aidan Chancellor
- Mesaj Sayısı : 30
Kayıt Tarihi : 10/04/12
Geri: Profesör Alımları
Çarş. Nis. 11, 2012 2:07 pm
xOldukça rahat ve alaycı bir adamla olmakla beraber, sorumluluk almasını iyi bilir. Ne kadar rahat görünse de aslında serttir ve karşısındakine kötü davranır. Ailesinden gelen disiplin onda olmasa da yine de kurallara bağlıdır.
xYirmi yedi.
xTılsım.
xYirmi yedi.
xTılsım.
- xrp:
- Gözlerini açtı genç oğlan. Ne yaptığından habersiz hızlıca ayağa kalktı. Bir anlık başı döndü. Yüzü yapış yapış, saçları sırılsıklam olmuştu. Boğulacak gibi hissediyordu. Tüm benliği bir saniye içinde yanıp kül olacak gibi. Derin derin soluk alıp vermeye başladı. Gittikçe daha kötü hissetmeye başlamıştı. Zifiri karanlıkta, erkekler yatakhanesinde hiçbir şey göremiyordu. Kimseyi uyandırmamaya çalışıp, onları telaşa sokmak istemeyerek aksak aksak, küçük adımlarla elini yüzünü yıkamaya gitti. Banyoya vardığında ise aynadaki kendi yansımasından oldukça korkmuştu. Kan çanağı gözler, bembeyaz bir yüz. O hiç tanıyamadığı karanlık ifade. Musluğu hızlıca açtı ve soğuk suyu yüzüne tuttu. Nefes alamıyordu. Beyni uyuşmuştu sanki. O anda boydan boya taş betona düşecek gibiydi. Saçlarını da ıslatıp aynaya tekrar baktığında az da olsa rahatlamıştı. Banyoda, tek başına. Tavanda asılı duran artık vakti gelmiş titrek lambanın altında bir yüz gördü. Tam karşısında duruyordu. Hafif gülümseyen, parlak bakışlı genç, yakışıklı bir oğlan. Kendisi de gülümsemeden edemedi. Kim bu bakışlar uğruna can vermezdi ki; Ne muhteşem bir varlık. lakin gülümseyişi yarıda kaldı. Bir yüz daha belirmişti çocuğun arkasında. Korkunç bir yüz. Simsiyah saçları, sarı dişleri ve günahların en büyüğü kırmızı dudakları. O muzip, ürkütücü bakışları. İçinde ne bir şefkat var, ne bir güzellik tohumu. Gözleri, evrendeki tüm korkunç hazların yansımasıydı sanki. Oğlan, çığlıklar içerisinde oradan kaçmak istedi; fakat ne ağzından dökülebilecek uygun bir feryat vardı, ne de ayaklarını hareket ettirebilecek gücü. Sadece karşısında duran adama bakmakla yükümlüydü. "O adamın ismini ağzına alırsan seni en korkunç lanetlere mahkum ederim Richard!" Annesinin gür, ışıltılı sesini kafasında duyunca korkuyla geriledi çocuk. Aynadaki korkunç suratı tanımıştı. Daha o sekiz yaşındayken, oğluna sırf zevk için bir kadına nasıl tecavüz ettiğini gösteren baba. Öfkesinin önüne geçemiyordu artık. Orada, bedeni aynaya bağlanmışken; hiçbir şey yapmaktan yoksun kalmak onu öldürecekti. Elinde olmadan aynaya bir kez daha baktı. İşte o anda gözleri kaydı, yüzü dünyadaki en mahkum kişinin yüzünü aldı. Nefes alamadı, konuşamadı. Acısını haykırmadı. Tek düşündüğü, daha yeni idrak ettiği gerçekti. Korkunç bir gerçek. Aynadaki karanlık surat babasının değil, kendisinindi.
Haykırarak uyandı Richard. Ne yapacağını bilmiyordu. Öfkeden kuduruyordu, şüphe onun içini kemirip duruyordu. İki yanında durmuş, onu kendisine getirmeye çalışan en iyi arkadaşlarına baktı. Yüzü kim bilir ne haldeydi, çıldırmıştı adeta, çıldırmış. Genellikle sakin görünümlü, melankolik arkadaşı Daniel, endişeyle bakıyordu ona. Diğer yanında duran, en az Richard kadar kendini beğenmiş Alex ise merakla. Daniel, yumuşakça, çocuğu ürkütmemeye çalışarak konuştu. " Richard sakin ol, kabus gördün kardeşim. " Çocuk ise onu tutan iki kolu da kendisinden uzaklaştırarak hızla ayağa kalktı. Yine haykırmak istiyordu. O kadar yaralanmıştı ki ruhu. O kadar korkmuştu ki bunu arkadaşlarının görmesini istemiyordu. Onlar da çocuğu zorlamadılar. Richard, onlara yataklarına dönmeleri gerektiğini söylediğinde itiraz etmediler. Yatağının altındaki kalın bavulun içinden, dolaplara yerleştirmemiş olduğu giysilerini çıkardı. İçinden krem rengindeki kazağını ve kahverengi kadife pantolonunu rastgele seçip hızlıca giyindikten sonra elini yüzünü yıkamaya gidecekken yarı yolda durdu. Oraya bir daha giremem. Berbat bir halde, koşarak çıktı yatakhaneden. Ortak salonda da kimse olmadığı için rahatça çıktı Hogwarts koridorlarına. Hizmetliye, veya hayaletlere yakalanmayı umursamadan koşmaya başladı. Durmak istemiyordu, arkasına bakmakta. Tek istediği bedenine yapıştırılan ruhunun özgür kalmasıydı; lakin o kadar sıkı zincirlenmişti ki öfkeli ruh. Çıkması ne mümkün, nefes alması bile olanaksızdı. Dışarı çıktığına kendisi bile şaşırmıştı. Böyle bir okulda, bu kadar kolay kaçabilmek olacak iş değildi. Belki de tanrı istemişti ürkmüş oğlanın nefes almasını. Ha! Tanrı mı? Bir kere tanrı eğer genç çocuğu sevseydi, ona önce gerçek bir beden, daha sonra gerçek bir ruh ve en son da kaldırabileceği acılar verirdi. Richard bunların hepsinden yoksun, kendisini melek sanan şapşal bir iblisti sadece. Okul arazisine vardığında yukarıya baktı küfredercesine. Yukarıdaki adam, artık her neyse ondan nefret ediyordu. Kısa bir duraklamadan sonra tekrar nefesini tutup arkasına bakmadan koşmaya başladı. Bir süre sonra gözlerini açtığında ise nereye vardığını farkına varınca kısa bir an tereddüt etti. Bu kadar yol almış olması imkansıza yakın bir ihtimaldi; fakat belki de kendisini iyi hissedebileceği tek yer burasıydı. Başını aşağıya doğru eğdi ve büyük soluklar alıp vermeye başladı. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Su altından gelen ürkünç, güzel ve bir o kadar büyülü sesler olmasa duyabileceği tek ses hayata karşı isyanını tek belli eden parçası, gümbür gümbür atan kalbi olurdu.
Gece mi hüznü çekiyor, yoksa hüzün gelmek için geceyi mi bekler bilinmez.
En sonunda gözlerindeki yaşların yanaklarına süzülmesine izin verdi Richard. Yorulmuştu artık. Olmadığı biri gibi davranmaktan, hayattaki acılarından, sürekli sakladığı o korkunç anılarından. Bu kadar mı? Sadece bu mu? Daha fazlasını vermeyecek miydi o kahrolası yukarıdaki büyük! Gözlerini kapadı. Deniz kızlarının, derinlerdeki melodilerini duyabiliyordu. Hüznü anlatıyorlardı sanki. Karşısındakine doğru gelmesine hiçbir şeyin mani olamayacağı hüznü. Gözlerindeki her bir göz yaşı, farklı bir acıyı, farklı bir öfkeyi, farklı bir gerçeği anlatıyordu sadece. En baştaki her şeyi, tüm kötülükleri ruhuna genç yaşta aşılayan babasıydı. Onu öldüreceğine yemin etmişti. Daha sonra ki, her biri birbirinden korkunç suratlı, şeytan yüzlü melek kardeşleri ve tüm yükü kendi oğlunun üzerine bindirmiş annesiydi. En sonuncusu da herkes tarafından kahraman ruhlu, iyiliğin yansıması gibi görünen, parlak görünümlü ve ışıltılı çocuktu. O çocuk bir süre öyle olduğunu sansa da gerçeğe daha fazla baş kaldıramamıştı. Tüm o korumacı ruhunun ardında yatan bir şeytan vardı aslında. Kibrini, o önüne geçilemez kıskançlığını ve ailesinin damarlarında akan İngiltere Kraliyet soyunun en fazla kan döken ailesi, York hanedanlığından gelen ve hükmetmek, parçalamak, yok etmek kendi kanının içinde duran o uzak kişiliği yok sayarsak, daha derinlerde, en karanlık ve kuytu köşelerde kanser hücresi gibi hızlıca çoğalan vahşi bir hayvan vardı. Tüm o korkunç duygular. Şehvet, ihtiras, yalan. Onlardan daha beter. Daha sekiz yaşında, küçük bir çocukken fark etmişti bunu; lakin dile getirememişti. Babası o yerde yatan kadına tecavüz ederken, acı çektirirken ve işkence ederken. O da zevk almıştı. Kötülüğün her bir parçasından. Şeytanın tüm adlarından, iblisin tüm oğullarından. Kötülüğü istiyordu. Kendi içinde var olan şeyi. Hükmetmek duygusu. Onun asıl istediği, asıl amacı sadece bir taneydi. Şeytana hükmetmek. Kara gölde, simsiyah suda kendi yansımasına bakarken arkasında duran, Richard ne kadar karanlıksa, o kadar parlak görünen bir beden gördü. Kokusu, avın en lezzetli bölümü gibiydi. Sadece sürünün liderine laik olan. Saçları bir melek gibi, gözleri ah gözleri. Şeytanı bile kendi kovuğundan çıkarıp merakla kafasını uzatmasına neden olacak gözleri. Belki o siyah gecede ne yıldızlar vardı aydınlatacak, ne de ay; fakat asıl yıldız gelmişti. Arkasında beliren titrek bir ışık. Yıldızlar ile süslenmiş karanlık, yalnızlık. Darciel...
- Biljana Blazhe
- Mesaj Sayısı : 44
Kayıt Tarihi : 11/04/12
Nerden : hell.
Geri: Profesör Alımları
Çarş. Nis. 11, 2012 4:09 pm
Karakteristik özellikler: Ruhunu esir alan karanlığın yoğun melodisi öylesine sağır etmiştir ki dış dünyaya ruhunu, etrafında gelişen ve düşüncelerini değiştirmeye yönelik olan eylemleri kaale almaz. İnsanları önemsemez ve onlara değer vermez. Dik kafalı ve kibirli.
Karakter yaşı: Yirmi altı.
İstenilen ders: Bitkibilim.
Örnek RP: Alicja Arnovez.
Karakter yaşı: Yirmi altı.
İstenilen ders: Bitkibilim.
Örnek RP: Alicja Arnovez.
- Petre PiedmonSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 209
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Profesör Alımları
Çarş. Nis. 11, 2012 4:10 pm
İkiniz de onaylandınız rütbeler veriliyor.
- Irene ClevelandYönetici, Hufflepuff III. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 164
Kayıt Tarihi : 14/04/11
Geri: Profesör Alımları
Çarş. Nis. 11, 2012 4:35 pm
Profesör alımları bitmiştir.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz