- Vladimir VyacheslavYönetici, Konsey Başkanı
- Mesaj Sayısı : 281
Kayıt Tarihi : 06/04/12
Kompartıman - V
Cuma Nis. 20, 2012 8:53 pm
RPG IN.
- Euterpe ChâtillonSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 975
Kayıt Tarihi : 07/04/12
Yaş : 30
Lakap : Persephone, müzik tanrıçası, eu.
Geri: Kompartıman - V
C.tesi Nis. 21, 2012 8:58 pm
İngiltere’nin serin havası vücudunu titretirken arkasında bıraktığı kadını aklından çıkartamıyordu. Ona her bakışı, babasını hatırlatırken derin hüzünler içinde boğuluyordu adeta. Olgun görünüşünü ruhunda hissedemezken engel olamıyordu tavırlarına. Hüzün, sinir, nefret… Hepsi varoluş nedeniydi sanki. Ya sıklıkla ağlıyor ya da bir şeyleri yıkıp döküyordu. Aynı bugün halasının, ruhuna acı çektirmesi gibi. Her hareketi, sanki genç cadının suçlu olduğunu vurguluyordu. Ne yapmıştı ki onları çok sevmekten başka? Doğru düzgün görüşemiyorlardı bile. Düşünceli bakışlarını gri bulutlarla kaplanmış olan gökyüzüne çevirdi ve derin bir iç çekti. Günler geçtikçe, sıkıntıları büyüyor neşe denen şey kalmıyordu. Aslında o hiç neşeli olmamıştı sadece öyle görünüyordu. Artık yapay yüzleri insanlara sunacak gücü de yoktu ya… Tek becerebildiği insanların üstüne kurduğu otorite sayesinde bir şeyler yapabilmekti. Derin bir nefes alarak, yolun ortasında durduğunu hatırladı. Adımlarını hızlandırırken teyzesiyle karşılaşma korkusu da içini kemiriyordu. Bu sene okulda profesör olması, genç cadının canını sıkarken kadının kendisi için ne kadar değerli olduğunu hatırladı. Elbette yanında bulunması güzeldi ama bir o kadar da tehlikeliydi. Başına gelenlerin fark edilmesini istemiyordu, hele de bunca olay gerçekleşirken sırlarının ortaya dökülmesini kaldıramazdı. Üzerine giydiği palto üşümesini nasıl engelleyemiyorsa, tanrıçada ruhuna acı çektirenlere engel olamıyordu. Tüm sevdiklerinin kaybolması, değer verme korkusu, her gün artan kâbuslar… Bunları hak edecek hiçbir şey yokken tanrının ona ceza olarak verdiği günahlarından kurtulmak için yaşıyordu sanki. Belki de yaşaması verilebilecek en büyük cezaydı. Peki, tanrının yanında yer alsa böyle bir hak tanınsa herkesi bırakıp gidebilecek miydi? Dudakları acıyla kıvrılırken, adımlarını hızlandırdı. Treni kaçırmaya niyeti yoktu.
Okuluna dönmenin sevincini ve üzüntünü yaşarken aklından geçirebildiği tek şey elinde tuttuğu keman olmuştu. İnsanların dikkatini çekeceğini bildiği için elinde tuttuğu sonsuz cehenneme doğru yavaşça fısıldadı. Koskoca keman şimdi bir cebin içine sığabilecek kadar küçülmüştü. Gülümsemesi yüzüne yayılırken cebine attı ve asasını tekrardan montuna yerleştirdi. Bugün bir daha işe yarayacağını sanmıyordu, sadece kompartımanına gidecek ve güzel bir uyku çekecekti. Selfier binasında birçok olayın ve elbette yaramazlıkların ilk günden gerçekleşeceğini bildiğinden yolculuk sırasında iyi bir uyku çekmeyi deneyecekti. Bunları düşünürken geçen sene kendisine yılışan çocuğu gördü, sanki yanına doğru geliyordu. Doğru bilmişti, yüzüne yerleştirdiği zoraki bir gülümsemeyi genç büyücüye sundu istemsizce. Çocuğun yiyecekmiş gibi bakan yeşil gözleri, genç cadıyı rahatsız ederken dudaklarından dökülen sözcüklere şükretmişti. ‘‘Biliyor musun, şuan çok yorgunum ve bu bavulları taşıyacak halim yok. Sen ve arkadaşların bunları beşinci kompartımana yerleştirir misiniz?’’ Bakışları bir kedi yavrusundan çok, avını kapmaya hazırlanan aslanı andırıyordu. Euterpe’in her zaman ki haliydi bu. İnsanları sevimli olarak etkileyeceğine, bakışlarını ve hareketlerini konuştururdu. Bu yüzden denirdi ona prenses ya da persephone… İnsanların gözünde adeta karanlıkların prensesi olarak anılıyordu fakat alakası bile yoktu. Çocuğun etkilenmiş bakışlarına aldırmayacak bir Fransız edasıyla yürüdü trene. Kibar hareketleri ve narin yürüyüşü her ne kadar Beauxbatons’lıları anımsatsa da onlardan iyi olduğu da bir gerçekti. Ruhunu bu kadar yorduğu için kendisine lanet ederken, birkaç dakika sonra ulaştığı beşinci kompartımana baktı. Kimse uğramamıştı, yapışkan çocuk haricinde. Bavulları istediği gibi düzenlice yerleştirilmiş, sahiplerini bekliyorlardı sanki. Cadı heyecanla gülümserken içeriye adım attı ve sürgülü kapıyı yavaşça çekti. Kendini cam kenarına atarken derin nefesler almayı sürdürdü. Sanki, boğazına düğümlenen bir şeyler vardı ve nefes alıp verişlerini etkiliyordu. Gözlerine dolan yaşlar ve bu kompartıman, geçen gün ki kabusunu hatırlatmıştı. Annesi ve babası… Beşinci kompartımanda tanışmaları… 18 yıl önce bu kompartımanda soluduklarını, oturduklarını ve konuştuklarını bilmek canını o kadar acıtıyordu ki ilk defa özlem duymuştu içinde. Özlemişti, bir kere daha yüzlerini görebilmek için her şeyi yapardı. Neden hala yoklardı, neden? Tanrıça, düşüncelerine engel olmaya çalışırken elinin tersi ile gözyaşlarını sildi. Bu kompartımana biri gelecek olsa bile ağladığını görmemeliydi. Bir prenses hele ki Selfier prensesi asla ağlamazdı, ağlamamalıydı.
Okuluna dönmenin sevincini ve üzüntünü yaşarken aklından geçirebildiği tek şey elinde tuttuğu keman olmuştu. İnsanların dikkatini çekeceğini bildiği için elinde tuttuğu sonsuz cehenneme doğru yavaşça fısıldadı. Koskoca keman şimdi bir cebin içine sığabilecek kadar küçülmüştü. Gülümsemesi yüzüne yayılırken cebine attı ve asasını tekrardan montuna yerleştirdi. Bugün bir daha işe yarayacağını sanmıyordu, sadece kompartımanına gidecek ve güzel bir uyku çekecekti. Selfier binasında birçok olayın ve elbette yaramazlıkların ilk günden gerçekleşeceğini bildiğinden yolculuk sırasında iyi bir uyku çekmeyi deneyecekti. Bunları düşünürken geçen sene kendisine yılışan çocuğu gördü, sanki yanına doğru geliyordu. Doğru bilmişti, yüzüne yerleştirdiği zoraki bir gülümsemeyi genç büyücüye sundu istemsizce. Çocuğun yiyecekmiş gibi bakan yeşil gözleri, genç cadıyı rahatsız ederken dudaklarından dökülen sözcüklere şükretmişti. ‘‘Biliyor musun, şuan çok yorgunum ve bu bavulları taşıyacak halim yok. Sen ve arkadaşların bunları beşinci kompartımana yerleştirir misiniz?’’ Bakışları bir kedi yavrusundan çok, avını kapmaya hazırlanan aslanı andırıyordu. Euterpe’in her zaman ki haliydi bu. İnsanları sevimli olarak etkileyeceğine, bakışlarını ve hareketlerini konuştururdu. Bu yüzden denirdi ona prenses ya da persephone… İnsanların gözünde adeta karanlıkların prensesi olarak anılıyordu fakat alakası bile yoktu. Çocuğun etkilenmiş bakışlarına aldırmayacak bir Fransız edasıyla yürüdü trene. Kibar hareketleri ve narin yürüyüşü her ne kadar Beauxbatons’lıları anımsatsa da onlardan iyi olduğu da bir gerçekti. Ruhunu bu kadar yorduğu için kendisine lanet ederken, birkaç dakika sonra ulaştığı beşinci kompartımana baktı. Kimse uğramamıştı, yapışkan çocuk haricinde. Bavulları istediği gibi düzenlice yerleştirilmiş, sahiplerini bekliyorlardı sanki. Cadı heyecanla gülümserken içeriye adım attı ve sürgülü kapıyı yavaşça çekti. Kendini cam kenarına atarken derin nefesler almayı sürdürdü. Sanki, boğazına düğümlenen bir şeyler vardı ve nefes alıp verişlerini etkiliyordu. Gözlerine dolan yaşlar ve bu kompartıman, geçen gün ki kabusunu hatırlatmıştı. Annesi ve babası… Beşinci kompartımanda tanışmaları… 18 yıl önce bu kompartımanda soluduklarını, oturduklarını ve konuştuklarını bilmek canını o kadar acıtıyordu ki ilk defa özlem duymuştu içinde. Özlemişti, bir kere daha yüzlerini görebilmek için her şeyi yapardı. Neden hala yoklardı, neden? Tanrıça, düşüncelerine engel olmaya çalışırken elinin tersi ile gözyaşlarını sildi. Bu kompartımana biri gelecek olsa bile ağladığını görmemeliydi. Bir prenses hele ki Selfier prensesi asla ağlamazdı, ağlamamalıydı.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz