Sanatçı Alımları
+8
Wilbur Goldstein
Dr. Dulcamara
A. Elbereth Véalidus
Aida Tavityan
Harmonia
Petre Piedmon
Cristobal Windsor
Vladimir Vyacheslav
12 posters
- Vladimir VyacheslavYönetici, Konsey Başkanı
- Mesaj Sayısı : 281
Kayıt Tarihi : 06/04/12
Sanatçı Alımları
Çarş. Nis. 25, 2012 3:44 pm
- Kod:
[size=10][b]Karakteristik özellikler:[/b]
[b]Hangi dal (resim, müzik vb.):[/b]
[b]Karakter yaşı:[/b]
[b]Örnek RPG:[/b][/size]
- Cristobal WindsorDe Vries
- Mesaj Sayısı : 187
Kayıt Tarihi : 26/04/12
Geri: Sanatçı Alımları
Perş. Nis. 26, 2012 5:13 pm
- Karakteristik özellikler: Çok da sosyal değildir. İnsanlarla arkadaşlık kurmayı tamamen gözlem amaçlı yaptığından onları seçmez. İnsanlar hakkında kolay kolay yargıya varmaz. Onları sürekli gözlemler tanımaya çalışır. Kendinin bile kabul etmediği kibirli bir yapısı vardır. Ancak hırslı olduğu pek söylenemez. Adildir ve insanları gerçekten tanıyarak değerlendirir. Kişiliklerin yönü konusunda sezgileri kuvvetlidir. Öfkesini kontrol altında tutmayı iyi başarır. Ancak bazen bunu istemediği anlar da gelecektir. Safkan hakkındaki görüşleri bellidir. Bunu asla tasvip etmez. Hatta bunu yapanlara lafı vardır. ''Biz büyücüler av köpeği miyiz ki safkan kırma diye kabaca ayrılalım? İnsan yapısı bundan çok daha fazlasıdır. Saçma...'' Yaşına göre olgundur. Bu yüzden çok da arkadaşlarına uyum sağlayamamıştır. Daima ciddidir ama asla somurtkan değildir. Gerektiğinde gülümser de şakalaşır da. Ama laubalilikten kaçınır.
Hangi dal (resim, müzik vb.): Heykeltraş & Ressam (ikisi birbiri ile bağlantılı zaten)
Karakter yaşı: 24
- Petre PiedmonSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 209
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Sanatçı Alımları
Cuma Nis. 27, 2012 9:43 am
Rütbe veriliyor.
- HarmoniaMüzisyen, Anéxs Bar Sahibesi
- Mesaj Sayısı : 7
Kayıt Tarihi : 29/04/12
Lakap : Irene Anéxs
Geri: Sanatçı Alımları
Paz Nis. 29, 2012 6:47 pm
# Gerçek ismiyle Irene Anéxs, herkes tarafından Harmonia olarak bilinen oldukça ünlü bir müzisyendir. Düzenbaz kişiliğini eğlenceli ve canayakın karakteriyle örtmeye çabalar. Hastalıklı ruhu onu bahşedilmiş büyülü sesiyle insanları kandırmaya iter. Şarkı söylediği zaman insanları büyüleyebilme ve ikna edebilme yeteneğine sahiptir. Bir çeşit veela özelliğini, sesiyle taşımaktadır. Unutkan bir yapıya sahiptir ve hafızası yaptığı bütün kötü işleri ardından siler. Bu yönüyle de şizforen biri sayılabilir.
# Müzisyen
# Yirmi üç
# Müzisyen
# Yirmi üç
- A. Elbereth VéalidusRessam, Müzisyen
- Mesaj Sayısı : 1
Kayıt Tarihi : 30/04/12
Geri: Sanatçı Alımları
Ptsi Nis. 30, 2012 5:46 pm
Karakteristik özellikler: İçine kapanıktır ama oldukça sevecendir de. İkizi gibi işkolik bir yapısı olmadığı için genellikle üşengeç olarak bilinir. Resme olan ilgisini henüz okula başlamadan önce ailesine fark ettirmiş ve bu yönde yaptığı tüm kararları desteklemelerini sağlamıştır. Resim yeteneği ve ona bahşedilen sesi onu kibirli, şımarık küçük bir kız çocuğuna dönüştürse de zaman bunu kontrol altına tutmayı öğrenmiştir. Düzenli bir işte çalışamayacak kadar disiplinden yoksun demeyelim de devamlılığı sevmiyor olduğu için ressamlığın yanında ara sıra müzisyenlik de yapmaktadır.
Hangi dal: Ressam &. Müzisyen
Karakter yaşı: 30
Hangi dal: Ressam &. Müzisyen
Karakter yaşı: 30
- Wilbur GoldsteinŞarkıcı
- Mesaj Sayısı : 186
Kayıt Tarihi : 30/04/12
Lakap : Willie.
Geri: Sanatçı Alımları
Çarş. Mayıs 09, 2012 8:03 pm
Hangi dal (resim, müzik vb.): Şarkıcı
Karakter yaşı: 17
http://orenthia.my-rpg.com/t560-heaven-knows-i-m-miserable-now
Bu bir tekrar başvuru, karakteri yeniliyorum. Karakter kişilik, ünlü vs bakımından aynı kaldığı için yazmadım tekrar onları. Yine, bir tekrar başvuru olduğu için örnek rp de koymuyorum. Problem olmaz umarım?
Karakter yaşı: 17
http://orenthia.my-rpg.com/t560-heaven-knows-i-m-miserable-now
Bu bir tekrar başvuru, karakteri yeniliyorum. Karakter kişilik, ünlü vs bakımından aynı kaldığı için yazmadım tekrar onları. Yine, bir tekrar başvuru olduğu için örnek rp de koymuyorum. Problem olmaz umarım?
- Catherine CordellGitarist, Vokalist
- Mesaj Sayısı : 8
Kayıt Tarihi : 09/05/12
Yaş : 27
Lakap : Cath, Patchy
Geri: Sanatçı Alımları
Çarş. Mayıs 09, 2012 8:27 pm
Karakteristik özellikler: Dışa dönük, eğlenceli ve umursamaz bir tiptir. Kafasına eseni yapmaktan zevk alır. Canının istediğini yapmaktan çekinmez. Daha çok oyun tadında yaşar hayatı. Kuralları takmayan bir insandır. Ama onu ciddiye alanlara ve ona önem verenlere karşı bir düşkünlüğü vardır. Siz onu severseniz o da sizi sever anlayacağınız.
Hangi dal (resim, müzik vb.): Gitarist & Vokalist
Karakter yaşı: 18
Örnek RPG: Olvia C. Rothstein'in yan karakteridir. Örnek rp' ye bu yüzden gerek yok sanırım?
Hangi dal (resim, müzik vb.): Gitarist & Vokalist
Karakter yaşı: 18
Örnek RPG: Olvia C. Rothstein'in yan karakteridir. Örnek rp' ye bu yüzden gerek yok sanırım?
- Lorelei Lee
- Mesaj Sayısı : 24
Kayıt Tarihi : 12/05/12
Geri: Sanatçı Alımları
C.tesi Mayıs 12, 2012 11:28 am
Karakteristik özellikler: Her zaman meraklı, ilgili ve neşelidir. Yüzünden hiçbir zaman eksilmeyen o meraklı bakışı bir çok kişiyi etkilemiş ve ilgisinin tamamen onun üzerinde olmasını sağlamıştır. Çocukluk dönemi pek iyi değildir. Bu yüzden karakterinin derinliklerde bolca zayıflıkları vardır ama dışarıdan görünen tek şey sürekli parıldayan genç bir kadındır. Çok az kişi onun derinliklerini bilir. Bunun dışındaki insanlarla güler, eğlenir ama asla yaralarını paylaşmaz. Zaten kendisine ve değişen ruh haline katlanabilen insan sayısı çok azdır.
Hangi dal (resim, müzik vb.): Model & Oyuncu
Karakter yaşı: 24
Örnek RPG:
Hangi dal (resim, müzik vb.): Model & Oyuncu
Karakter yaşı: 24
Örnek RPG:
- Örnek RP ;:
- Sarı saçlarını ve dikkat çekecek derece dolgun vücut hatlarını gizleyebileceği bir güneş gözlüğü yoktu, ne yapabilirdi ki? Eşofman giyip, şapka ve gözlük taksa bile onu tanıyabilecek derecede saplantılı hayranları olmuştu. Bu işin sonu nereye varacaktı bilmiyordu. Şöhreti o istemişti, evet sonuçlarına da katlanacaktı. Mutsuz muydu? Hayır hiç de değil. Sevdiği yönler ağır basıyor bile denebilirdi. Ünlü olmanın normal bir insan olmaktan tek farkı daha fazla insana tahammül etmek zorunda olmanızdı. Sabrının son sınırı gittikçe yükseliyordu. Hatta neredeyse artık sabırlı biri olduğu bile söylenebilirdi. 20 metre önce kendisine el sallayarak "Bu sabah nasılsınız bayan Lee?" diyerek 32 diş gülümsemesi ile sözde hatrını soran ünlü avcısı Thomas'ı başıyla selamladıktan sonra telefonu çalıyormuş gibi yaparak adımlarını hızlandırmıştı.
Düşmekte oldukça hevesli görünen güneş gözlünü bir eliyle yüzünde tutmaya çalışırken diğer elini çantasının içinde gezdiriyordu telefonunu bulmaya çalışarak. En sonunda pes edip derdinden çektiği bir "off" ile çantasını yakınındaki banka doğru atıp kendisini de çantanın hemen yanına attı. Gözlüğünü yavaşça çıkarıp yukarı doğru iterek saçlarının üzerine yerleştirdikten sonra gözlerini bir an için kapatmıştı ki oturduğu yere doğru yaklaşan bir kaç çift heyecanlı ayak sesi bir an süren huzurunu bozmuştu bile. Gözünü açtığında karşılaşacağı manzarayı o kadar iyi biliyordu ki. Derin bir nefes alıp konsantre olduktan sonra kocaman sıcak bir gülümseme ile gözlerini açtı. İşte beyninde canlandırdığı ve son 3 senede milyarlarca kez yaşadığı o anlardan biri. Oturduğu bankın bir metre ötesinde kiminin elinde telefon, kiminin elinde kağıt kalemle duran bir grup heyecanlı ergen gözler. Hepsi de ağzından çıkacak tek bir kelime için nefesini tutmuş Ivy'nin gözlerinin içine bakarken; "Nasılsınız gençler? Yürüyüş için ne güzel bir hava değil mi ama?" O ağzını açtığı andan itibaren telefonlardan "click" sesleri gelmeye başlamıştı bile. Gülümsemesini hiçbir şekilde eksiltmeden sürdürmüştü kelimeleri dudaklarından dökmeye. Her bir harfte, her bir hecede daha da hipnotize oluyor gibilerdi. Tanrı aşkına, üzerinde salaş bir tshirt ve kot pantalon vardı. Converse ayakkabıları ve spor çantası ile gerçekten ekranlarda göründüğü kadar seksi miydi yoksa bu ergenler akşam rüzgarı yiyip algılarını mı bozmuştu Thames kıyısında.
İçlerinden biri nihayet son yarım dakikadır süren hipnotize kıvamıdanki havayı bozarak söze girişmiş. Beceriksizce elindeki fotoğrafı ve kalemi ona doğru uzatarak imza istediğini göstermeye çalışmıştı. Ivy fotoğrafı almak için uzandığında bunun dün akşam talk show programı öncesi kuliste çekerek twitterına yüklediği fotoğraf olduğunu gördü. Ne ara görmüşlerdi de çıktısını almışlardı. Dahası burada olacağını biliyorlar mıydı yoksa yanlarında sürekli onun fotoğrafları ile mi geziyorlardı ? Detayları daha fazla düşünmek istemedi çünkü hayranların neler yapacağının sınırları olmadığını bir nebze de olsa öğrenmişti 3 yılda. Çekingen kızın uzattığı fotoğrafı kocaman bir gülümseme ile imzalarken bir yandan telefonlardan ve fotoğraf makinelerinden gelen click seslerine aldırmayarak "Çok güzel görünüyorsun, dün gece harikaydın televizyonda, filmini merakla bekliyorum" vb cümlelere tebessümle ya da başını sallayarak yanıt veriyordu. Bir kaç dakika kadar süren bu heyecanlı ergen kalabalığının ardından bu kez telefonu gerçekten çalınca çantasından beyaz iphone'unu çıkarak gençlere doğru el salladı ve hızlı adımlarla nehrin diğer ucuna doğru kıyıdan yürümeye başladı. "Elbette gördüm, bir kaç saate ofiste olacağım. Jameson moronuna söyle ergenler gibi hayranlarına sataşmayı kessin."
- Adèle BeaumontRessam
- Mesaj Sayısı : 8
Kayıt Tarihi : 12/05/12
Geri: Sanatçı Alımları
C.tesi Mayıs 12, 2012 6:49 pm
Karakteristik özellikler:Cècile biraz soğuktur. Sadece yaşadıklarından sonra çevresindekilere pek güvenememekte. Ancak zamanında iyi bir oyuncu olduğu için isterse oldukça sıcakkanlıymış gibi de davranabilir. Hislerini gizlemekte çok başarılıdır. Fransız olduğu için ingilizcesi çok iyi değildir. Aksanı ve bazı kelimeleri yutmasıyla da anlaşılır fransız olduğu. Babasının bakanlıktaki işi sebebiyle seneler öncesinden İngiltereye taşınmışlardır. Hogwartsta okumuş ve son senesinde de okuldan ayrılmıştır. Okumak yerine tiyatro oyunculuğuna başlamıştır. Ancak yeteneklerini keşfetmesi evlenmesinden sonra olmuştur. Resime olan yeteneğini çok küçük yaşta keşfetmesine rağmen fazla üstüne düşmemiştir. Kocasının onu cesaretlendirmesi ile mesleği bu olmuştur.
Hangi dal (resim, müzik vb.):Ressam.
Karakter yaşı:40.
Örnek RPG:
Hangi dal (resim, müzik vb.):Ressam.
Karakter yaşı:40.
Örnek RPG:
James açıklama yaparken genç cadının endişesi daha da arttı. En sonunda Joseph'e endişeyle baktığında; "Ah, hadi ama. Eğlenceli olacak, bende bu aralar çok sıkılıyordum zaten. Hem merak etme kendi başımın çaresine bakacak kadar büyüdüm." dedi arkadaşı. O çok bilindik kahkahasını da eklemeyi unutmadı tabi. "Endişelenme işini annelerinize bırakın bayanlar. Erkekler de bu gece bize katılırlarsa çok memnun oluruz." Her zamanki tersliğiyle söylemişti bunu. Sonra da çıkıp gitti. Tabi genç cadı da peşinden gitti Joseph'in. Arkadaşı için endişeleniyordu, hem de çok. Merdivenlerin peşinde yakaladı onu. "Yine ne var Ysebel?" diye sordu genç büyücü. Merdivenlerden inmeye başladıklarında Ysebel; "Joseph seni gece oraya gitmemen için nasıl ikna edebilirim?" diye sordu. "Beni öperek olabilir." diye cevap veren arkadaşına hafifçe yumruk attı. Her zamanki Joseph. "Ne var? Sordun, söyledim. Böylece hasta olurum ve gece de oraya gidemem." dedi ve dudağını uzattı. Aslında mantıklıydı. Gülmeden edemedi genç cadı. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle; "Tamam o halde bilmelisin ki ben de geliyorum." dedi. Gülmeye halen devam ediyordu. Her ne kadar boğazı acısa da Joseph ile hep böyle gülesi gelirdi. Ancak o an fark etmediği bir şey vardı. Joseph'in yüzü ciddileşmişti. "Saçmalama Ysebel. Son kavgamızda nasıl yaralandığımı biliyorsun. Seni korumaya çalışırken nasıl kavga edebilirim?" dedi Ysebel'i rahatsız eden bir ses tonuyla. Ysebel şaka yaptığını düşünüp gülümsemeye çalışarak; "Senden daha iyi dövüştüğüme bahse girerim, Joseph." dedi. Yine de alınmıştı sözlerine. Koridorda ilerlerken birden Joseph'in arkasına dönmesiyle korktu genç cadı. "Sağlıklıyken, belki. Ancak hastayken onlara mikrop bulaştırmaktan başka bir işe yaramayacağından eminim. Ne kadar iyi olursan ol böyle hastayken asla, Ysebel. Beni duyuyor musun? Asla." diye bağırdı genç büyücü Ysebel'e. Korkutmuştu genç cadıyı. Ysebel gözleri dolarken hemen arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Sonra arkasına yavaşça dönüp baktı. Josep'in ilerlediğini görünce üzüntüsü daha da arttı ve ağlayarak ters yönde ilerlemeye başladı. Ortak salona doğru merdivenleri zorla tırmanırken, yorulduğunu hissetti. Gözyaşları usul usul süzülüyordu yanaklarından. Öksürmeye başladığında çoktan yatakhaneye ulaşmıştı. Yatağına yüzüstü yattı ve sakinleşmeye çalıştı. Boğazını daha fazla zorlamak istemiyordu çünkü yeterince acıyordu. Gözyaşlarını silmek için elini kaldırmaya gücü bile kalmamıştı. Yavaşça yorganının altına girdi ve uyumaya çalıştı. Yorgunluk hissinden olsa hemen uykuya daldı.
Gece yarısına doğru.
Boğazı sanki çok daha kötüleşmiş gibi hissediyordu genç cadı. Bütün bedeni sanki yatağa bağlanmıştı da kalkamıyordu. O kadar güçsüz hissediyordu ki kendini başını bile hareket ettiremiyordu. Gözlerini açtığında başında bir kızın durduğunu farketti. Ysebel'e endişelenmemesi gerektiğini, hasta olduğunu fark ettiğinde biberli iksir hazırladığını söyledi. Ysebel teşekür edip iksirden içmek için yavaşça kalktı. Biberden neden nefret ettiğini hatırladı Ysebel tadı aldığında. Kendini tuhaf hissediyordu. Ancak biraz daha iyiydi. En azından başını kaldıracak kadar güçlü hissediyordu kendini. Joseph'in sözleri halen kulağındaydı. Ancak havanın karardığını fark edince endişesi geri döndü. James ve Joseph'in iyi olup olmadığını merak ediyordu. Ne olursa olsun, gidecekti. Hızla yatağından kalkınca başı döndü. Biraz sendelese de ayakta durabildi. Kızın itirazlarına rağmen ceketini alıp merdivenlerden inmeye başladı. Sesinin halen kısık olduğunu fark ettiğinde biraz bozulsa da, daha iyi hissetmesine sevinmişti. Asasını almayı unuttuğunu hatırlayınca onca merdiveni geri çıktı. Neyse ki zamanı vardı. Yoksa asasız saldırmayı düşünüyordu o öğrencilere. Asasını yastığının altından aldı ve biraz soluklandı. Bu arada aynaya bakıp görüntüsünü kontrol etti. Ateşi düşmüştü düşmesine. Ancak halen normal bir insana göre ateşi fazlaydı. Bu yüzden yanakları kırmızıydı. Soluklandıktan sonra aşağıya inmeye başladı. Bu saatte dışarı çıkmaktan biraz çekinse de ilerlemeye devam etti. Dışarı çıktığında hava ılıktı. Koşar adımlarla yasak ormana doğru ilerledi. Kimseye yakalanmamak için gizlenmeye ve hızlı hareket etmeye çalışıyordu.Karanlık arttıkça korkusu da artıyordu. En sonunda asasını çıkartıp; "Lumos." diye fısıldadı. Şimdi daha iyi görebiliyordu etrafı. Ağaçların arasına daldığında saatin neredeyse gece yarısına geldiğini fark etti. Korkuyla etrafı inceledi. Slytherin öğrencileriyle karşılaşmaktan korkuyordu. Ya da arkadaşlarına ulaşamadan başka yaratıklara rastlamaktan. Bir çıtırtı duyduğunda korkudan yerinde zıpladı. Asasını doğrulttuğu yüzü görünce rahatladı ancak rahatlaması çok uzun sürmedi. Çünkü Joseph'e rastlamıştı. Görünüşe göre henüz kimse gelmemişti ve Joseph oldukça sinirli görünüyordu.
Genç cadı sinirle ona bakan arkadaşının az sonra patlayacağını düşündü. Bir anlamda da öyle oldu zaten. "Burada ne halt ediyorsun Ysebel! Ben sana gelmemeni söylemedim mi? Lanet olsun biraz da sözümü dinle." Ne diyeceğini şaşıran genç cadı gururundan ona; "Ben, senin için gelmedim ki. James için endişelendim. O yüzden geldim. Hem şimdi daha iyiyim. Ateşim düştü ve kendimi daha sağlıklı hissediyorum. Kendi başımın çaresine bakarım ben." dedi. Joseph'in onu incelediğini görebiliyordu. Yalan söyleyip söylemediğine bakıyordu. Tek kaşını kaldırıp onu bekledi genç cadı. Joseph; "İyi o zaman kendi başının çaresine nasıl bakacaksın göreceğiz." diye söylenince genç cadı başka bir alınganlık dalgasının etkisi altına girdiğini hissetti. Ancak Joseph'e yakından baktığında gözbebeklerinin genişlemiş olduğunu fark etti. Yine kullanmış, lanet olsun. Endişeyle arkadaşına baktığında o çoktan yerine kurulmuştu bile. Bir şey söylemeden o da başka bir yere oturdu. Gelecek olanları beklerken arada Joseph'e bakıyordu. Arkadaşının bu durumda olması onu çok üzüyordu. İlk gelen James ve Maya oldu. Tam heyecanla kalkıp espri yapacakken James'in sert bakışları ile karşılaştı genç cadı. Korkudan birkaç adım geriledi. Tabi bu sırada her zamanki çıkıntılığı ile yasak ormana doğru ilerlemeye başladı Joseph. Neyse ki James'in uyarısıyla geri dönüp gelecek olanları bekledi. Genç cadı iki arkadaşının da ona olan davranışından hoşlanmadığı için onlardan uzakta durmayı tercih etti. Zaten fazla beklemesine gerek kalmadan diğerleri de gelmişti. Yavaşça ilerlemeye başladıklarında herkes asalarını çıkartmış tetikte bekliyordu. Genç cadı onları biraz uzaktan takip ediyordu çünkü kırgınlığı halen geçmemişti. İlerledikçe tüylerinin diken diken olduğunu hissetti genç cadı. Burası onu ürperten sayılı yerlerden biriydi. Derken çığlık sesi ile yerinde zıpladı genç cadı. Koşarak arkadaşlarına yetişmek isterken ayağı bir şeye takıldı ve saniyeler içerisinde kendini yukarıda buldu. Çığlık atacakken yutkunduğu için öksürmeye başladı. Bütün o çığlık sesleri arasında Ysebel'in sonu gelmeyen öksürük sesi biraz tuhaf duruyordu. Öyle bir durumda olmasalardı komik bile denilebilirdi. Öksürürken baş aşağı olduğu için dilini ısıran genç cadı yaşaran gözlerini sımsıkı kapattı ve hırsla "Lacarnum İnflamarae" dedi sarsıldıkça titreyen sesiyle. Düşerken kafasını korumak için elindeki asasını düşürdü. Korkuyla gözlerini kapattı. Derken sert zemine değil de yumuşak birşeye düştüğünü anladığında gözlerini açtı ve şaşırtıcı bir manzara ile karşılaştı. Joseph'in üzerine düşmüştü ve görünen o ki bunu Joseph yapmıştı. Ne diyeceğini bilemeyen genç cadının yerine Joseph ona iyi olup olmadığını soruyordu endişeyle. Genç cadı iyi olduğunu söyleyip kalkmıştı. Halen ona kırgındı. Diğerlerine yardım etmek için ilerlerken birden asasını düşürdüğünü hatırladı ve aramak için arkasını dönmesiyle kalınca bir ağaç dalı tarafından yakalandı. Ancak bu sefer genç cadı daha sesini çıkartamadan onu mumyalar biri sarmıştı. Kolları önünde çapraz olacak şekilde kalmıştı ve dal genç cadıyı gittikçe daha fazla sarıyordu. "Yardım edin. Lütfen biri bana yardım etsin." diye seslendi arkadaşlarına. Ancak herkes kendini kurtarma çabasında gibi görünüyordu. Asasını da kaybetmiş olmasından dolayı onu çağıramıyordu. Zaten tutacak elleri, dalın altında kalmıştı. Dal onu daha çok sıkarken genç cadı kan dolaşımının yavaşladığını hissetti. Sanki beynine giden kan basıncı fazlaymış gibi hissediyordu.Gözünden yaşlar süzülürken ilk kez hayatı için endişelendiğini fark etti. Dalı ittirmeye, tırnakları ile biraz olsun parçalamaya çalıştı ancak işe yaramadı, çok güçsüzdü. Ağaç onu sallarken gözlerini sımsıkı kapattı ve dik kafalılığı için kendine içinden küfürler etmeye başladı. Gözyaşları halen akıyordu. "Lütfen yardım edin." diye fısıldadı. O an, bütün acılara rağmen yaşamak istedi genç cadı.
Gözleri halen kapalıydı genç cadının. Sesler sanki yavaş yavaş azalıyordu. Ya da genç cadı bilincini kaybediyordu. Dal onu öyle sıkıyordu ki, Ysebel'in omzu çıkmıştı. Acı daha da artıyorken kendini tutamayıp çığlık attı genç cadı. Annesini düşündü o anda. Babasının vahşice katlettiği annesini. O da bu kadar acı çekmiş miydi ölüyorken merak etti. Böylesine korkmuş muydu? Lanetli diye düşündüğü o geceyi hatırladı genç cadı. O gece, sanki annesi olacaklardan haberi varmış gibi saklanmasını söylemişti küçük Ysebel'e. Her zamanki saklambaç oyunlarından biriymiş gibi düşünmesini, ancak sobelemenin yasak olduğunu söylemişti. O zamanlar minik kalbinin temizliği ile kabul etmişti ve hemen saklanmıştı yatağının altına. Sonra alt kattan annesinin bağırışları, babasının söylediği pek hoş olmayan sözler, ona anlamsız geliyordu. Kırılma sesleri geldiğinde yavaş yavaş endişelenmeye başlamıştı minik bedeni. Alt kattan yukarıya çıkan birilerinin seslerini duydu. Babasının korkunç sözleriyle bağırışını anımsıyordu genç cadı. İçeriye deli gibi dalmasını. Annesinin yalvarmasına tanık olmuştu. Yine de iyice saklandı minik cadı. Tek düşünebildiği babasının her zamanki korkutma şakalarından birini yaptığıydı. Annesinin yere düştüğünü gördü. Şaşkın gözlerle onu izledi. Yanağında kocaman bir kırmızı el izi ile ağlaması şiddetlenmişti. Minik cadı hareketlenince annesi olumsuz anlamda başını salladı. Sonrası ise Ysebel'in hatırlamak istemediği korkunç ayrıntılardı. Annesinin her darbeyle sarsılan bedeni geliyordu gözleri önüne. Annesi güzel bir cadıydı. Ysebel ile ne zaman Londra'nın sokaklarında dolaşsalar herkes annesine bakardı. Güzelliğinin de farkındaydı annesi. Babası ise annesinin anlattığına göre gençken çok yakışıklıymış. Zaman geçip, annesi güzelliğini koruyup babası kaybedince, sorunlar da ortaya çıkmış tabi. Annesinin arkadaşı olarak gösterdiği kişilerin neredeyse hepsinin erkek olması ve birçok gece bu arkadaşlarında kalması Ysebel'in o zamanlarda anlayamayacağı şeylerdi. O gece ise, annesinin o güzel bayandan, çığlıklar atarak acıyla yardım dilenen kurbana dönüşmesini izledi masum gözleriyle. Babasının zevk dolu kahkahalarını duyabiliyordu. Yine de o masum düşünceleriyle babasından korktuğu için kendi ağzını kapattı sıkıca. Çünkü artık o da ağlamaya başlamıştı. Annesinin gözleri boşluğa daldı bir an. Yüzündeki bütün kaslar gevşedi. Sonrasında ise büyük bir patlama sesi duydu minik Ysebel. Babasının da kanlar içinde yere düştüğünü gördü. Anlamamıştı ne olduğunu. Babasının kalkmasından korkup saatlerce yatağının altında, ağzı kapalı bir şekilde ağladı minik Ysebel. Sonra kanların yatağın altına kadar ulaşmasıyla, sürünerek oradan çıktı. Her yeri kan olmuştu. Ağlayarak annesinin yanına gitti. Hemen yanına yatıp kolunu kendi üzerine çekti ve ağlamaya devam etti. İçerideki koku kötüleşmeye başlamıştı ancak umursamadı Ysebel. Annesinin bedeni soğuyana kadar orada ağlamaya devam etti. Birinin ona seslendiğini duyduğunda ağlamaya devam ediyordu minik cadı. Ses dışarıdan geliyordu. O gece, alt kattan teyzesinin ona seslendiğini fark ettiğinde hissettiği boşluk hissini hatırladı genç cadı. Bütün bedeninin aynen şimdi olduğu gibi karıncalaşmaya başladığını fark etmişti. Kalbi sıkışıyor, konuşmak için açtığı ağzı sessiz çığlıklarıyla doluyordu. Kemileri kırılacak gibi hissediyordu genç cadı. Arkadaşlarının onu göremediğini veya ona yardım edecek halde olmadıklarını biliyordu. Sesini duyuramadığının da farkındaydı. Ağlamak artık boşaydı, bunu biliyordu. Acı kendini daha da hissettirirken, korku bütün bedenini sarmıştı. Ölümün kaçınılmaz bir son olduğunu biliyordu artık. Zaten senelerce kendini öldürmeye çalışmıştı. Şimdi neden ölüm kapısına gelmişken bunu engellemeye çalışıyordu ki genç cadı? Çaresizliğin somutlaştığını hissetti. Acı bile çaresizlik duygusunun yanında bir hiç olmuştu. Kendini sıkmayı bırakıp, teslim oldu genç cadı. Tepinmeyi bıraktı. Bütün kaslarını gevşeltti. Annesinin sesini duyabiliyordu. Gözleri halen kapalı olduğu için her yer karanlıktı. Ancak annesini görebiliyordu. Karanlığın içinde bir yıldız gibi parıldıyordu. Yebel'e gelmesini söylüyordu. En sonunda mutluluğu hissetti genç cadı. Annesinin o gülen yüzünü görünce içindeki ölüme karşı olan bütün korkuları yok oldu. Endişesi kalmamıştı artık. Annesine gidiyordu işte. Bu arada kurt ulumasına benzer bir ses duydu.Omzunun acısı daha da artarken seneler önce hissettiği o boşluk hissi ile bayıldı genç cadı.
Gece yarısına doğru.
Boğazı sanki çok daha kötüleşmiş gibi hissediyordu genç cadı. Bütün bedeni sanki yatağa bağlanmıştı da kalkamıyordu. O kadar güçsüz hissediyordu ki kendini başını bile hareket ettiremiyordu. Gözlerini açtığında başında bir kızın durduğunu farketti. Ysebel'e endişelenmemesi gerektiğini, hasta olduğunu fark ettiğinde biberli iksir hazırladığını söyledi. Ysebel teşekür edip iksirden içmek için yavaşça kalktı. Biberden neden nefret ettiğini hatırladı Ysebel tadı aldığında. Kendini tuhaf hissediyordu. Ancak biraz daha iyiydi. En azından başını kaldıracak kadar güçlü hissediyordu kendini. Joseph'in sözleri halen kulağındaydı. Ancak havanın karardığını fark edince endişesi geri döndü. James ve Joseph'in iyi olup olmadığını merak ediyordu. Ne olursa olsun, gidecekti. Hızla yatağından kalkınca başı döndü. Biraz sendelese de ayakta durabildi. Kızın itirazlarına rağmen ceketini alıp merdivenlerden inmeye başladı. Sesinin halen kısık olduğunu fark ettiğinde biraz bozulsa da, daha iyi hissetmesine sevinmişti. Asasını almayı unuttuğunu hatırlayınca onca merdiveni geri çıktı. Neyse ki zamanı vardı. Yoksa asasız saldırmayı düşünüyordu o öğrencilere. Asasını yastığının altından aldı ve biraz soluklandı. Bu arada aynaya bakıp görüntüsünü kontrol etti. Ateşi düşmüştü düşmesine. Ancak halen normal bir insana göre ateşi fazlaydı. Bu yüzden yanakları kırmızıydı. Soluklandıktan sonra aşağıya inmeye başladı. Bu saatte dışarı çıkmaktan biraz çekinse de ilerlemeye devam etti. Dışarı çıktığında hava ılıktı. Koşar adımlarla yasak ormana doğru ilerledi. Kimseye yakalanmamak için gizlenmeye ve hızlı hareket etmeye çalışıyordu.Karanlık arttıkça korkusu da artıyordu. En sonunda asasını çıkartıp; "Lumos." diye fısıldadı. Şimdi daha iyi görebiliyordu etrafı. Ağaçların arasına daldığında saatin neredeyse gece yarısına geldiğini fark etti. Korkuyla etrafı inceledi. Slytherin öğrencileriyle karşılaşmaktan korkuyordu. Ya da arkadaşlarına ulaşamadan başka yaratıklara rastlamaktan. Bir çıtırtı duyduğunda korkudan yerinde zıpladı. Asasını doğrulttuğu yüzü görünce rahatladı ancak rahatlaması çok uzun sürmedi. Çünkü Joseph'e rastlamıştı. Görünüşe göre henüz kimse gelmemişti ve Joseph oldukça sinirli görünüyordu.
Genç cadı sinirle ona bakan arkadaşının az sonra patlayacağını düşündü. Bir anlamda da öyle oldu zaten. "Burada ne halt ediyorsun Ysebel! Ben sana gelmemeni söylemedim mi? Lanet olsun biraz da sözümü dinle." Ne diyeceğini şaşıran genç cadı gururundan ona; "Ben, senin için gelmedim ki. James için endişelendim. O yüzden geldim. Hem şimdi daha iyiyim. Ateşim düştü ve kendimi daha sağlıklı hissediyorum. Kendi başımın çaresine bakarım ben." dedi. Joseph'in onu incelediğini görebiliyordu. Yalan söyleyip söylemediğine bakıyordu. Tek kaşını kaldırıp onu bekledi genç cadı. Joseph; "İyi o zaman kendi başının çaresine nasıl bakacaksın göreceğiz." diye söylenince genç cadı başka bir alınganlık dalgasının etkisi altına girdiğini hissetti. Ancak Joseph'e yakından baktığında gözbebeklerinin genişlemiş olduğunu fark etti. Yine kullanmış, lanet olsun. Endişeyle arkadaşına baktığında o çoktan yerine kurulmuştu bile. Bir şey söylemeden o da başka bir yere oturdu. Gelecek olanları beklerken arada Joseph'e bakıyordu. Arkadaşının bu durumda olması onu çok üzüyordu. İlk gelen James ve Maya oldu. Tam heyecanla kalkıp espri yapacakken James'in sert bakışları ile karşılaştı genç cadı. Korkudan birkaç adım geriledi. Tabi bu sırada her zamanki çıkıntılığı ile yasak ormana doğru ilerlemeye başladı Joseph. Neyse ki James'in uyarısıyla geri dönüp gelecek olanları bekledi. Genç cadı iki arkadaşının da ona olan davranışından hoşlanmadığı için onlardan uzakta durmayı tercih etti. Zaten fazla beklemesine gerek kalmadan diğerleri de gelmişti. Yavaşça ilerlemeye başladıklarında herkes asalarını çıkartmış tetikte bekliyordu. Genç cadı onları biraz uzaktan takip ediyordu çünkü kırgınlığı halen geçmemişti. İlerledikçe tüylerinin diken diken olduğunu hissetti genç cadı. Burası onu ürperten sayılı yerlerden biriydi. Derken çığlık sesi ile yerinde zıpladı genç cadı. Koşarak arkadaşlarına yetişmek isterken ayağı bir şeye takıldı ve saniyeler içerisinde kendini yukarıda buldu. Çığlık atacakken yutkunduğu için öksürmeye başladı. Bütün o çığlık sesleri arasında Ysebel'in sonu gelmeyen öksürük sesi biraz tuhaf duruyordu. Öyle bir durumda olmasalardı komik bile denilebilirdi. Öksürürken baş aşağı olduğu için dilini ısıran genç cadı yaşaran gözlerini sımsıkı kapattı ve hırsla "Lacarnum İnflamarae" dedi sarsıldıkça titreyen sesiyle. Düşerken kafasını korumak için elindeki asasını düşürdü. Korkuyla gözlerini kapattı. Derken sert zemine değil de yumuşak birşeye düştüğünü anladığında gözlerini açtı ve şaşırtıcı bir manzara ile karşılaştı. Joseph'in üzerine düşmüştü ve görünen o ki bunu Joseph yapmıştı. Ne diyeceğini bilemeyen genç cadının yerine Joseph ona iyi olup olmadığını soruyordu endişeyle. Genç cadı iyi olduğunu söyleyip kalkmıştı. Halen ona kırgındı. Diğerlerine yardım etmek için ilerlerken birden asasını düşürdüğünü hatırladı ve aramak için arkasını dönmesiyle kalınca bir ağaç dalı tarafından yakalandı. Ancak bu sefer genç cadı daha sesini çıkartamadan onu mumyalar biri sarmıştı. Kolları önünde çapraz olacak şekilde kalmıştı ve dal genç cadıyı gittikçe daha fazla sarıyordu. "Yardım edin. Lütfen biri bana yardım etsin." diye seslendi arkadaşlarına. Ancak herkes kendini kurtarma çabasında gibi görünüyordu. Asasını da kaybetmiş olmasından dolayı onu çağıramıyordu. Zaten tutacak elleri, dalın altında kalmıştı. Dal onu daha çok sıkarken genç cadı kan dolaşımının yavaşladığını hissetti. Sanki beynine giden kan basıncı fazlaymış gibi hissediyordu.Gözünden yaşlar süzülürken ilk kez hayatı için endişelendiğini fark etti. Dalı ittirmeye, tırnakları ile biraz olsun parçalamaya çalıştı ancak işe yaramadı, çok güçsüzdü. Ağaç onu sallarken gözlerini sımsıkı kapattı ve dik kafalılığı için kendine içinden küfürler etmeye başladı. Gözyaşları halen akıyordu. "Lütfen yardım edin." diye fısıldadı. O an, bütün acılara rağmen yaşamak istedi genç cadı.
Gözleri halen kapalıydı genç cadının. Sesler sanki yavaş yavaş azalıyordu. Ya da genç cadı bilincini kaybediyordu. Dal onu öyle sıkıyordu ki, Ysebel'in omzu çıkmıştı. Acı daha da artıyorken kendini tutamayıp çığlık attı genç cadı. Annesini düşündü o anda. Babasının vahşice katlettiği annesini. O da bu kadar acı çekmiş miydi ölüyorken merak etti. Böylesine korkmuş muydu? Lanetli diye düşündüğü o geceyi hatırladı genç cadı. O gece, sanki annesi olacaklardan haberi varmış gibi saklanmasını söylemişti küçük Ysebel'e. Her zamanki saklambaç oyunlarından biriymiş gibi düşünmesini, ancak sobelemenin yasak olduğunu söylemişti. O zamanlar minik kalbinin temizliği ile kabul etmişti ve hemen saklanmıştı yatağının altına. Sonra alt kattan annesinin bağırışları, babasının söylediği pek hoş olmayan sözler, ona anlamsız geliyordu. Kırılma sesleri geldiğinde yavaş yavaş endişelenmeye başlamıştı minik bedeni. Alt kattan yukarıya çıkan birilerinin seslerini duydu. Babasının korkunç sözleriyle bağırışını anımsıyordu genç cadı. İçeriye deli gibi dalmasını. Annesinin yalvarmasına tanık olmuştu. Yine de iyice saklandı minik cadı. Tek düşünebildiği babasının her zamanki korkutma şakalarından birini yaptığıydı. Annesinin yere düştüğünü gördü. Şaşkın gözlerle onu izledi. Yanağında kocaman bir kırmızı el izi ile ağlaması şiddetlenmişti. Minik cadı hareketlenince annesi olumsuz anlamda başını salladı. Sonrası ise Ysebel'in hatırlamak istemediği korkunç ayrıntılardı. Annesinin her darbeyle sarsılan bedeni geliyordu gözleri önüne. Annesi güzel bir cadıydı. Ysebel ile ne zaman Londra'nın sokaklarında dolaşsalar herkes annesine bakardı. Güzelliğinin de farkındaydı annesi. Babası ise annesinin anlattığına göre gençken çok yakışıklıymış. Zaman geçip, annesi güzelliğini koruyup babası kaybedince, sorunlar da ortaya çıkmış tabi. Annesinin arkadaşı olarak gösterdiği kişilerin neredeyse hepsinin erkek olması ve birçok gece bu arkadaşlarında kalması Ysebel'in o zamanlarda anlayamayacağı şeylerdi. O gece ise, annesinin o güzel bayandan, çığlıklar atarak acıyla yardım dilenen kurbana dönüşmesini izledi masum gözleriyle. Babasının zevk dolu kahkahalarını duyabiliyordu. Yine de o masum düşünceleriyle babasından korktuğu için kendi ağzını kapattı sıkıca. Çünkü artık o da ağlamaya başlamıştı. Annesinin gözleri boşluğa daldı bir an. Yüzündeki bütün kaslar gevşedi. Sonrasında ise büyük bir patlama sesi duydu minik Ysebel. Babasının da kanlar içinde yere düştüğünü gördü. Anlamamıştı ne olduğunu. Babasının kalkmasından korkup saatlerce yatağının altında, ağzı kapalı bir şekilde ağladı minik Ysebel. Sonra kanların yatağın altına kadar ulaşmasıyla, sürünerek oradan çıktı. Her yeri kan olmuştu. Ağlayarak annesinin yanına gitti. Hemen yanına yatıp kolunu kendi üzerine çekti ve ağlamaya devam etti. İçerideki koku kötüleşmeye başlamıştı ancak umursamadı Ysebel. Annesinin bedeni soğuyana kadar orada ağlamaya devam etti. Birinin ona seslendiğini duyduğunda ağlamaya devam ediyordu minik cadı. Ses dışarıdan geliyordu. O gece, alt kattan teyzesinin ona seslendiğini fark ettiğinde hissettiği boşluk hissini hatırladı genç cadı. Bütün bedeninin aynen şimdi olduğu gibi karıncalaşmaya başladığını fark etmişti. Kalbi sıkışıyor, konuşmak için açtığı ağzı sessiz çığlıklarıyla doluyordu. Kemileri kırılacak gibi hissediyordu genç cadı. Arkadaşlarının onu göremediğini veya ona yardım edecek halde olmadıklarını biliyordu. Sesini duyuramadığının da farkındaydı. Ağlamak artık boşaydı, bunu biliyordu. Acı kendini daha da hissettirirken, korku bütün bedenini sarmıştı. Ölümün kaçınılmaz bir son olduğunu biliyordu artık. Zaten senelerce kendini öldürmeye çalışmıştı. Şimdi neden ölüm kapısına gelmişken bunu engellemeye çalışıyordu ki genç cadı? Çaresizliğin somutlaştığını hissetti. Acı bile çaresizlik duygusunun yanında bir hiç olmuştu. Kendini sıkmayı bırakıp, teslim oldu genç cadı. Tepinmeyi bıraktı. Bütün kaslarını gevşeltti. Annesinin sesini duyabiliyordu. Gözleri halen kapalı olduğu için her yer karanlıktı. Ancak annesini görebiliyordu. Karanlığın içinde bir yıldız gibi parıldıyordu. Yebel'e gelmesini söylüyordu. En sonunda mutluluğu hissetti genç cadı. Annesinin o gülen yüzünü görünce içindeki ölüme karşı olan bütün korkuları yok oldu. Endişesi kalmamıştı artık. Annesine gidiyordu işte. Bu arada kurt ulumasına benzer bir ses duydu.Omzunun acısı daha da artarken seneler önce hissettiği o boşluk hissi ile bayıldı genç cadı.
- Vladimir VyacheslavYönetici, Konsey Başkanı
- Mesaj Sayısı : 281
Kayıt Tarihi : 06/04/12
Geri: Sanatçı Alımları
C.tesi Mayıs 12, 2012 7:04 pm
Veriyorum tatlım benim oy lilililililil.
- Gabriel NeithanYazar, Kurtadam
- Mesaj Sayısı : 13
Kayıt Tarihi : 28/05/12
Geri: Sanatçı Alımları
Ptsi Mayıs 28, 2012 11:41 pm
Karakteristik özellikler: Umursamaz biri Gabriel. Sorunların üstünde öyle günlerce, haftalarca düşünecek birisi değil. Kolay alevlenebilen birisi. Sevmediği bir hareket karşısında tepkisiz kalamaz. Bir şekilde kendisini üstün çıkartır. Ukaladır. İnsanların kendisini ukala tavırlarına ise katlanamaz. Konuşkan biri sayılsa da herkesle yakın olan bir insan değildir. Kincidir. Kendisine karşı yapılan hareketleri, başkalarının sözlerini unutmaz. Her yapılan şeyi koz olarak kullanabilir. Sevdiklerine ve ailesine karşı oldukça duyarlıdır. İnsanları kolayca sevebilir ama kendisine yapılan yanlışlarla kolayca nefret de edebilir. Macera düşkünüdür. Sevdikleri ve yardıma muhtaçlar için hiç tereddüt etmeden hayatını tehlikeye atabilir. Çoğu zaman önyargılı bir insan ama bu önyargının yıkılması ise ufacık şeylere bakabiliyor.
Hangi dal (resim, müzik vb.): Yazar
Karakter yaşı: 25
* Yaratık rütbesinin renkleri ve rankı kalabilirse iyi olur, hoş olur.
Örnek RPG:
Hangi dal (resim, müzik vb.): Yazar
Karakter yaşı: 25
* Yaratık rütbesinin renkleri ve rankı kalabilirse iyi olur, hoş olur.
Örnek RPG:
- Spoiler:
- “Bundan eminsin değil mi? Yani Bakanlık’tan birkaç kişinin kaybolduğu yer orası..?” Büyücünün önünde dikilen, üstünde paramparça olmuş kıyafetlerinin içinde ne yapacağını bilemeyen adam kafasını hızlıca, onaylarcasına salladı. “Peki… Öldüklerine dair kesin bir bilgin var mı?” Orta yaşlarının sonundaymış gibi görünen adam bu soru karşısında, bakışlarını büyücünün çamura bulanmış ayakkabılarına indirmişti. Derin bir nefes aldıktan sonra yeniden büyücüye baktı. “Hayır mı? Tamam… Teşekkürler… Gidebilirsin…” Büyücü, elini adamı kovalarcasına salladı. Yaşlı kofti, sarsıntılar içinde ağzını açmaya çalışıyordu ama dudaklarından dökülen kelimelere anlam verebilmek için birkaç saniye düşünmesi gerekmişti Gabriel’ın. Hayatının tehlikede olup olmadığını soruyordu adam. “Ne diye başına bir şey gelecek olsun ki? Sana, gidebilirsin, dememiş miydim?” Karşısındaki heyecandan terler içinde kalan adamın hızla bir ara sokakta gözden kaybolmasını izlerken sessizce dikildiği yerde ileri geri yürümeye başladı büyücü. Aradığı şey sıradan birisi olmadığı için sıradan sorgular da işe yaramıyordu. Birilerine imza vermesi, birileriyle fotoğraf çektirmesi ya da birilerine rüşvet vermesi bile gerekmişti ama hala elinde somut bir kanıt yoktu, ortalıkta görünmeyen Bakanlık çalışanları dışında. Onlara da kaybolan demek ne kadar doğruydu, bilmiyordu ama kaybolan çalışanların hiçbir şekilde birbirleriyle alakaları yoktu. Sadece, Gabriel’ın da bir zamanlar okuduğu cadılık ve büyücülük okulu olan Hogwarts’la, ya da çevresindeki bölgelerle ilgili çalışmalar yapan üç kişi ortadan kaybolmuştu. Kaldı ki, tatile çıkmış da olabilirlerdi, aynı anda tabii. Bu ihtimali de eleyen şey, o bölgede ortadan kaybolan, birbirleriyle alakası olmayan birçok insanın olmasıydı. Kendisini bir şekilde iz peşinde koşan köpeğe benzetiyordu. Yaptığı kurtadam göndermesine iğrenerek ara sokaktan dışarı attı kendisini. Güneş neredeyse ufuk çizgisini oluşturan binaların çatılarının ardında kaybolmak üzere olsa da gökyüzünde hala turuncunun açık tonları mevcuttu.
Muggle ve büyücü ortak yaşam alanı olan sokaklar arasında birkaç dakika daha oyalandı Gabriel. İnsanların artık evlerine dağılma vakti geldiğinde, gölgelerden birine saklanıp adamdan aldığı, doğruluğuna çok da güvenmediği bilgiler doğrultusunda Hogsmeade’in görüntüsünü gözlerinin önüne getirip sadece cisimlenmeye odaklandı. Ne kadar süredir kendisini engellediğini bilmiyordu ama o sıkışma hissini yaşamadan önce hissettiği rahatlık, neden stres yaptığını sorgulatıyordu kendisine. Sağ bacağında, muggle pantolonlarının cep bölgesine yakın bir bölgede sakladığı asasına uzanıp parmak uçlarıyla dokundu. Bu kadar temas bile yetmişti. Düşüncelerini doğru düzgün bir araya getirmesine bile zaman kalmadan bedenini bir toz parçası haline getirip yeniden eski haline dönmesini sağlayan büyüyü yaptı. Kendisini önünde bulduğu hanın duvarına yaslanıp ciğerlerine temiz hava doldurdu. Bu olaydan nefret ediyordu. Zaten ayda bir dönüşüm geçirmek hayatta hiç tatmadığı bir acıyı ona tattırıyordu ve şimdi de cisimlenmenin verdiği rahatsızlık eklenince, Gabriel neden bunlara katlandığı merak etmeden duramıyordu. İntihar etmesi, bu lanetten kurtulması için tek yoldu belki de. Bu kadar acıya katlanabiliyorsa, kendisini de öldürebilirdi, değil mi? Ama kendisi bile kabul etmese de korkuyordu. Ölümden değil ama acı çekmekten korkuyordu. Elinden destek alarak yaslandığı tuğla duvardan ayrıldı. Ayakkabılarının kenarlarında biriken çamurlar şöyle bir göz attıktan sonra yüzünü buruşturup asasını ayaklarına doğrulttu. “Scourgify!” Bu büyüyü iki ayakkabısına birden uyguladıktan sonra üzerine geçirdiği siyah pelerinini düzeltip önüne cisimlendiği hana girdi.
Hanın kapısı arkasından gürültüyle kapanırken yerde bulunan toz tabakasının bir kısmı da zemini terk edip havada süzülmeye başlamıştı. Parke döşeli zeminde her adım atışında sanki yerin altında bir şeyler can çekişiyormuş gibi inliyordu parkeler. Çıkan gıcırtılar ve topuk seslerinin şiddetini umursamadan yürümeye devam edip gözden uzakta bir masaya bıraktı bedenini. İlk başta ortamı izleyecek, dedikoduları dinleyecek ve mantıklı bulduğu birkaç tanesini değerlendirmeye alacaktı. İki adamın, birkaç masa ileride, biralarını su gibi içiyorlardı, artık dolanmaya başlayan ağızlarından dökülen kelimeleri dinlemeye çalışırken hanın kapısı yeniden açıldı. İçerinin loş ışığının altında gözleri garip bir çekicilikle parıldayan kadın çekingen bir tavırla bara doğru ilerledi. Kadının hanın şu anki ortamına tezat oluşturan bir görünüşü vardı Gabriel’a göre ve daha ilk anda büyücünün dikkatini çekmişti. Bakanlık’tan olup olmadığını öğrenmesi gerektiğini düşünüyordu. Bir şekilde bunu öğrenebilirdi, lanetinin etkilediği duyuları sayesinde. Kadın bara gidip oturduğu anda yanında oturduğunu fark etmeyen bir adam hızla yerinden kalkıp kadının yanında bitivermişti. Bir şansı olduğunu düşünüyor olması Gabriel’ın sırıtmasını sağlamıştı. Ama ardından kadın adamda hiçbir sorun yokmuş gibi onun içki teklifini kabul etmiş, yanına kurulmasına izin vermişti. Yanlış bir şeyler döndüğünü düşünen büyücü masasının üzerine doğru eğildi. Derin bir nefes alıp hanın diğer tarafında bulunan bardaki konuşmaları diğerlerinden ayırmaya çalıştı, insanların dudaklarıyla eşleşen kelimeleri arayarak. Adamın asılmasına aldırmadan, ısrarla ve rahat bir tavırla, ağzından bölge ve Gabriel’ın da peşinde olduğu yaratık hakkında bilgileri alıyordu kadın.
Yeteri kadar duyduğuna inandığı anda oturduğu masadan kalktı, büyücü. Seri adımlarla hanı terk ettikten sonra yapının arkasına geçip ağaçlık alana giriş yaptı. Burada gözle görünme ihtimali sıfıra iniyordu ve sporcu oluşundan ötürü engebeli yolda zorlanmadan yürüyebilirdi. Ağaç dallarının arasından sızan ay ışığını teninde hissetmemek için üzerine geçirdiği pelerininin kapüşonunu gözlerinin önüne kadar çekti. Dolunay olmasa bile her an dönüşebileceğinden korkuyordu. Kaç sene olmuştu bu laneti üzerine alalı ama hala bazı şeyleri öğrenememişti. Ayaklarının altında kırılan dal parçasını ya da hışırdayan yaprakların çıkardığı gürültüyü umursamadan hızla yürümeye başladı.
O çarpıcı kokunun farkına vardığında olduğu yerde çakılı kaldı, büyücü. Sanki etrafını sarmış olan bu koku ağır bir cisim gibi ciğerlerine baskı yapıyordu. Daha önce böyle bir şey hissettiğini hatırlamıyordu. Maçlarda ya da düellolarda, böyle bir baskı hissetmemişti hiç. Elleriyle dizlerinden destek alıp doğrulurken ne zaman iki büklüm bir hal aldığını düşünüyordu. Ciğerleri bu acı ve ağır kokuya bir nebze de olsa alıştığında ormanın içinde yürümeye devam etti. Nereye doğru gitse, o ezilme hissi de onunla birlikte geliyordu. Bu, peşinde olduğu yaratığın bir etkisi miydi? İnsanları bir şekilde böyle mi öldürüyordu yani? Gabriel’ın kurtadam olması belki de hayatta kalmasını sağlamıştı. Normal bir insandan çok daha fazla dayanıklılığa sahipti anlaşılan. Tam o anda da ölebilirdi, hiçbir şey kaybetmezdi. Büyük ormanın içinden çıkıp ufak bir ağaçlığa giriş yaptı. Kendi çıkardığı hışırtıların dışında kulağına gelen seslerden birinde kendisine tanıdık gelen bir tını vardı. Daha bir saat öncesinde Domuz Kafası’nda “kulak misafiri” olduğu kadının sesiydi bu ve bir adamla konuşuyordu. İkiliyi bir süre izledikten sonra onlarla aynı hizada yürümeye başladı. Aralarında çok fazla konuşma geçmese de genç adamın, kadının üstü olduğunu anlayabiliyordu Gabriel. Ağaçlığın karanlığında gözden tamamen kaybolduğuna emin olmak için iyice pelerininin içine saklandı büyücü. Arayışının sonuna yaklaştığını hissediyordu ve bu noktada yakalanması, hiçbir işe yaramayacaktı.
İkiliyi izlerken daha ne kadar yürüyeceklerini düşünmeden edemiyordu Gabriel. Neredeyse kasabanın sınırına gelmişler, ağaçlığın sonuna da ulaşmışlardı. Kadının ve Gabriel’ın handa aldığı bilgilere göre yaratık buralarda avlanmıştı. Gabriel’ın aldığı o kokuysa yaratığın buralarda olduğunu kanıtlarcasına göğsüne yumruklarını indiriyordu. Ağaçlığın içine doğru hareket etmeye başladığında göz ucuyla bir hareket fark etti. Takip ettiği ikilinin üzerine doğru uçan bir karaltı gördüğünü sandı. İlk başta Ruh Emici zannetti ama burada olmaları için bir neden yoktu ve peşlerinde oldukları yaratığın kendisini gösterdiğini anladı bu sayede. Diğer ikisi kendisinden çok fazla uzak olmasa da belli bir süre gizli kalmayı tercih etti, büyücü. Doğru zamanda, yaratık ve diğerlerinin savunması yeteri kadar azaldığında ortaya çıkmak daha akıllıca olacaktı. İleride bir savaşın gerçekleşiyor olduğu gerçeği kaslarına pompalanan kanın akışı hızlandırıyor, yumruklarını sıkmasına neden oluyordu. İçinde biriktirdiği adrenalini boşaltmak için bir şeyler yapması gerekiyordu. Eğer yaratık kendisini yanlış anlarsa, tabii o kadar zekiyse, ya da kendisini bir yemek olarak görürse, savaşmadan vaz geçmeyecekti.
Yaratık kadına saldırdığında bir an için kendisini ağaçlığın sınırına oldukça yakın buldu, büyücü. Kadını koruma iç güdüsü, kendisini korumasından daha üstün gelmiş gibi görünüyordu ama en azından erken farkına varmıştı. Birisinin hayatını kurtarma fikri her zaman çekici gelmiştir Gabriel için ama artık kendisi bir katil ve karşısındaki de muhtemel bir avdı. O yüzden kadının hayatının tehlikede olması işine gelirdi, kendisi öldürmeden yaratık onu öldürebilirdi. “Evet Gabriel, tabii ki öyle…” diye söylendi, yaratık kadına doğru bir yumruk savurduktan sonra kendisi gerisin geri savrulup, kadında hiçbir hasar olmadığını gördüğünde. Şaşkınlıkla boğazından bir inilti koyuverdi. Kolay bir gece olmayacaktı bu gece. Neredeyse bir haftadır peşinde olduğu bu ölümlerin sebebiyle karşılaşacak ve şanslıysa hayatta kalacaktı, ya da şanssız. Bu duruma göre değişirdi tabii. Kadın, patronunun söylediği gibi avucunu en yakınındaki ağaca dayadı ve birkaç saniye sonra da ağacın gövdesinde oluşan gediğe bakmaya başladı. Karşısında duran ikili sıradan büyücüler değillerdi. Büyücü bile olmayabilirlerdi tabii. Yaratık bir nebze de olsa sakinleştiğinde ikili de sırayla konuşmaya başladılar. Adamda sakin bir ses tonu vardı. Nedense hiç şaşırmamış, ya da korkmamış gibiydi. Aksine, bütün bunları bekliyordu, büyük ihtimalle. Kadın ise az önce yumruk yemek üzere değilmiş gibi alaycı bir ses tonuyla konuşuyordu.
Kadının konuşması bitmek üzereyken saklandığı ağaçların arasından sıyrılıp toprak yola adım attı. Gözlerinin önüne düşen kapüşonunu arkaya atıp ay ışığının yüzüne çarpmasına izin verdi. “Kusura bakmayın, bölüyorum sanırım ama burada dönen şeyi anlamam lazım.” Kendisini topluluğa yaklaştıran her adımda göğsünde hissettiği baskı daha da artıyordu. Bu sanki dalışa geçmek gibiydi. Alıştıra alıştıra, yavaş yavaş yürümeye özen göstererek gruba biraz daha yaklaştı. Yüzünü buruşturarak yaratık olduğunu anladığı küçük kıza baktı. İnsanlar arasında dolaşmak için bu şekle bürünmüş olduğunu düşündü Gabriel. “Siz ikiniz, Bakanlık adına mı çalışıyorsunuz? Seni Domuz Kafası’nda gördüm, şu yaratık hakkında bilgi topluyordun.” Adamı, kadını ve ardından da kızı işaret etti çenesiyle, konuşmasını bitirirken. Bir yandan da ufak kızdan ayırmıyordu gözlerini. Bakanlık çalışanlarından nefret ederdi Gabriel ve yaratıklardan da. Bu yüzden kendisinden de hiçbir şeyden nefret etmediği kadar nefret ediyordu zaten. Ama neden buradaydı? Bakanlık çalışanlarını öldürsün diye yaratığa yardım etmek için mi, yoksa yaratığı öldürmeleri için Bakanlık’a yardım etmek için mi? Bu soruyu sormak için artık çok geçti anlaşılan. Bazı şeyleri daha erken düşünmesi gerektiğine karar verdi o anda, eğer sağ olarak kurtulursa.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz