Büyücü & Cadı Alımları
+8
Vivien Vaughn
Nemorino Demarco
Łucja Lesław
Ivy Litvinenko
Petre Piedmon
Claudia Chamberlain
Nona Krystyna Tomaszewski
Vladimir Vyacheslav
12 posters
- Vladimir VyacheslavYönetici, Konsey Başkanı
- Mesaj Sayısı : 281
Kayıt Tarihi : 06/04/12
Büyücü & Cadı Alımları
Çarş. Nis. 25, 2012 3:47 pm
- Kod:
[list][size=10][b]Karakteristik özellikler:[/b]
[b]Karakter yaşı:[/b]
[b]Örnek RP:[/b] [/size][list]
- Nona Krystyna TomaszewskiCadı
- Mesaj Sayısı : 23
Kayıt Tarihi : 30/04/12
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
Ptsi Nis. 30, 2012 10:13 pm
- Karakteristik özellikler: Oldukça soğukkanlı ve mantıklı bir kişiliğe sahiptir. Kararlı bir yapıya sahiptir, genelde doğrusunu verdiği kararlardan kolay kolay vazgeçmez. Pek fazla konuşmaz. Bulanıklara ve melezlere karşı bir nefreti olmamasına rağmen pek fazla hoşlanmaz. Buna rağmen genel anlamda iyi kalpli sayılabilir. Hayattan umudu çok azdır, birkaç kere intiharın eşiğine gelmiştir.
- Örnek RP:
- *RP kaldırılmıştır.
Karakter yaşı: 21
- Vladimir VyacheslavYönetici, Konsey Başkanı
- Mesaj Sayısı : 281
Kayıt Tarihi : 06/04/12
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
Salı Mayıs 01, 2012 8:27 am
Rütbe veriliyor.
- Claudia ChamberlainCadı
- Mesaj Sayısı : 7
Kayıt Tarihi : 02/05/12
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
Çarş. Mayıs 02, 2012 12:55 pm
- Karakteristik özellikler:
- Spoiler:
- En ilgi çekici özelliği aklına koyduğunu yapmasıdır. İstediğini elde edene kadar gözü bir şey görmeyecektir. Buna rol yapması gerekirse onu da yapacaktır. İstediğini elde edene kadar her yol ona mubahtır. İtiraf etmem gerekir ki muhteşem değildir, herkes gibi onunda kusurları ve hataları olmuştur, zaten hiçbir zaman mükemmeliyetçilik taraftarı da değildir. Ona göre bir insan biraz kusur sahibi olmalıdır ki gerçekte kendini Tanrı sanıp ilahlık muhabbetlerine kalkışmasın. Öyle herkesin umduğu gibi biri de değildir. Kibar olmalı ama kibar değildir. Tuttuğunu koparan biri olmalı ama değildir. Onu yönetemezsiniz. Yapması veya yapmaması gereken şeyleri söylememelisiniz. Ne olmasını istiyorsanız tam tersi olur. Kendi bildiğini yapacak ve bunun doğrultusunda gidecektir. Küçük bir gülüşe kibar bir söze her zaman içten karşılık verir ama ısrarcı olursanız sizden nefret edecektir. Yılışıklık en nefret ettiği şeydir. Onu rahat bırakın ısrarcı olmayın o zaman size tutulacaktır. Çok fazla sorulardan nefret eder. Yap dediğiniz şeylerin tam aksini yapma gibi bir özelliğe sahip. Ağladığında aradan bir iki saniye geçse gülmeye başlar ve kahkaha atar. Çok detaylı insanlardan hoşlanmaz. Görüntüde ağır başlı umursamazdır ama o bakışlarının altında sizi inceliyor ve kişiliğiniz hakkında karar veriyordur. Onu kandırabileceğinizi sanırken aslında o sizin ne yaptığınızı biliyordur. Bir nevi altıncı his veya zekâsından kaynaklanan bir şey diyelim. Biraz depresif biraz hırçın ama aynı zamanda birazda sevimli, tam kıvamında karıştırılmış sütlü fındıklı çikolata gibidir. Yediğiniz zaman sizi zevkten dört köşe eden fakat dişlerinizi çürütüp kilo almanıza sebep olan çikolata gibi. Bazen çok fazla kaçıkça tavırlar sergiler bunları bilinçsizce değil tam aksine bilinçli bir şekilde yapar o nasıl ilgi çekeceğini iyi bilen biridir. Bazen maymun kadar iştahlıdır bazense dönüp yüzünüze bile bakmaz. Biraz duygusalca diyelim bakışlarınızdan çok fazla nem kapar. İlgiye susayan şımarık bir çocuktur o duygusal dokunulmazlığı olan hırçın aynı zamanda bir dokunuşla ağlayabilecek kadar narindir. Bu yüzdendir ki düşüncelerinde dengesizliğe rastlayabilirsiniz. Onu severseniz sizi sever, onun istediğini yaparsanız sizin istediğinizi yapar. Her şeyin karşılıklı olduğunu düşünen, karşılığını almadan hiçbir şey yapmayan bir insandır. Belki sizi için birkaç şey yapacaktır, oda onun o dengesizlik anlarından birine gelip de size karşı sevgi beslediğinde gerçekleşir. Biraz fazla sinirlidir, sinirlendirdiğinizde veya herhangi bir şeye sinirlendiğinde gözü hiçbir şey görmez, kısaca önüne geleni parçalayabilecek ve yıkıp dökebilecek kadar kontrolsüz olabiliyor. Bu sinir an hemen geçebilir ya da sizinle günlerce muhatap olmayabilir. Ya da onun karşısına çıkarsanız muhakkak size bir lanet gönderecektir.
Sürekli bir şeyleri arayış içerisindedir, hiçbir şeyden tam anlamı ile tatmin olmaz. Çoğu zaman dengesiz bir yapıya sahiptir. Önüne iki seçenek sunulsa bunun üzerinde karar vermek için saatlerce düşünür, aslında bunların hangisinin daha iyi olduğunu ve hangisini seçmiş olduğuna karar vermiş olsa da yinede bir diğer seçeneğin tam aksi çıkıp daha iyi olup olabileceğini de öne sürer ve bir çeşit kararsızlık ve dengesizlik yaşar. Sürekli olasılıksızlıklar üzerinde düşünür. En iyisi ne ise onu hak ettiğini düşündüğü içindir aslında onun bu hali. Bir problem çözmede ve o problemlere sonuçlar getirmede üzerine yoktur. Çok fazla düşünür ve düşünmeden kesinlikle hareket etmez. Ne ağlamayı nede çok fazla gülmeyi sever. Çok fazla normal bir kişiliği olduğu söylenemez, yinede yerinde oturup kalkmasını bilen nadir insanlardandır. Arkadaş seçiminde tutucudur ve çok az arkadaşı vardır ama dostlukları sıkıdır. Her önüne gelenle arkadaş olmasa da benimsediği insanlara büyük bir içtenlikle bağlanabilir fakat bir yanlışını görürse, bu durumda bir saniye bile düşünmez arkasına bakmadan çekip gidebilir. Arkadaşlarından kendisine gelen en ufak bir yanlış harekette ne özürlerini kabul eder nede geçmişte yaşadıklarını. Bağlandığı kişiye çok fazla düşkün gibi görünüyor olsa da, anında unutup arkasına bakmadan gidebilir. Bu biraz nankörlük olarak düşünülse de aldatılmaya gelmeyeceği için affetmesini de kesinlikle bilemez. Bir süre muhabbet ettiğinizde karşınızda sıcakkanlı esprili cana yakın bir kişilik görebilirsiniz ama en ufak yanlış bir hareketiniz de o an olduğu yerden kalkar ve bağırıp çağırarak sinirlerini gidermeye çalışır. Aslında sosyalleşmeyi seven bir insan olduğu için arkadaşsız kalmak ona ağır gelir, yinede davranışlarını kontrol edemez, bir çeşit ruhsal dengesizliği vardır. Kitap okumaktan yazı yazmaktan başkalarıyla düşüncelerini paylaşmaktan zevk alır. Tartışma ortamlarını sever ve fikir ayrılıkları olsa da kendi fikirlerini sonuna dek savunmak ister. Hayattan çoğu zaman zevk aldığı söylenilse de bunun bazen tersini ispatlayabilir. Arkadaşlarıyla bir araya toplanıp hikâyeler anlatmaktan hoşlanır hayal gücü kuvvetli ve ne istediği iyi bilen biridir. Gururlu bazen saldırgan ve sert bir yapıya bürünebilir. Ne yapacağı o anki ruh haline bağlıdır çok fazla dengeli ve programlı yaşamayı sevmez. Program tutup hayatını robot gibi yaşayan insanlardan nefret eder. Sizinle konuşmak istediğinde randevu defterini çıkartıp boş gününüz olup olmadığına bakarsanız anında arkasını döner ve gider. Günü gününe yaşayan eğlenceyi, adrenalini seven tipik bir yapısı vardır.
Bazı zamanlarda öyle bir denk gelir ki bu gök gürültüsü, sessizlik, korku filmleri ve korkunç hikâyeler anlatıp insanları gizlice arkalarından yaklaşıp korkutmak gibi kaçık zevklere de bürünebilir. Onunla arkadaş olmak isteyen kişinin suyundan ve istediği gibi davranması yeterlidir. Bazen benmerkezci olsa da bu sadece diğer insanlarda da olduğu gibi basit bir şekilde egosunu tatmin etmek için kullanır. Çıkarcı insanlardan nefret eder. Kendisini kullanmayı denediğinizde bunu anında sezer, bir çeşit altıncı duyu gibi bir şeydir bu. İnsanların gözlerinin içine bakıp ne türden biri olduğunu anında çözebilir. Laf yarışına nefret eder, çoğunlukla kibar ve soylu bir tarzı vardır ama kızdığı zaman bu görüntüden eser kalmaz kabalaşır ve ağzına gelen bütün hakaretleri yağdırır. O an bir çeşit melek görünümünden şeytan görünümüne bürünmüş insan modelidir. Gecenin bir yarısında sıcak yatağından kalkıp sokaklarda yalnız başına gezmekten tut sabahın erken saatlerinde herkesin uyuduğu bir vakitte kalkıp hikâyeler yazmak gibi garip huyları da vardır. İlhamın ne zaman geleceği belli olmayan nadir bir insandır. Şiddetli yağan yağmuru çakan şimşeği ve gök gürültüsü içinin huzurla dolmasına yeter. Bazen yalnız başına kalmak istediğinde evden çıkar ve kimsenin olmayacağı bir yere gidip saatlerce oturup düşünür. Yalnızlık bazen huzur verici gelebilir ama bu çok fazla sürmez kafasını dinleyip kendini toparlamaya başladığında o an olduğu yerde doğrulur ve kendine muhabbet edecek birini aramaya başlar. Sürekli düşünen bir yapısı vardır. Gelecekte başına neler geleceğini hayatının nasıl geçeceğini ve yaşadığı o ana kadar geçen zamanda neler yaptığını ölçüp biçer sürekli. Bir işe yaramama duygusu en korktuğu şeydir. Ona kalkıp tembel olduğunu söylerseniz yapacağı tek şey ya sizi pataklamak ya da çekip giderek bir daha yüzünüzü görmemek olacaktır. Zamanının ve ömrünün geçen kısımlarını gereksiz yere harcamaktan nefret eder. Ağlama, acıma, affetme duygusu yoktur. Otoriter bir kişiliktir. Onu tamamlayan cümleler şunlardır: akıl, anlayış, felsefe, ileri görüş, idealist, hayalperest, ahlaklı, açık fikirli, iyimser, umutlu, kaygısız, açık yürekli, cömert, gerçeği arayan, kâşif, maceracı, gezgin, açık sözlü, doğrucu, atletik, hayvanları seven, özgürlüğüne düşkün, ukala, kendini beğenmiş. Bilmediği şeyleri araştırmaya ve keşfetmeye meraklıdır. Şansıda buna eklenince hayatta pek çok istediğini elde etmiştir ama her şeyden çabuk bıkma huyundan vazgeçip kendini disiplin altına sokmadığı için yeteneklerini hep boşa harcar. Değişikliğe ihtiyacı olduğundan aynı anda birkaç konu ile birden ilgilenir ve aynı işe bağlı kalmayı sevmez. Bu yüzden bilgisini derinleştirmeden, yüzeyde kalan biri olma tehlikesi vardır. Felsefe, ruhsal dünya ve metafizik üzerine kafa patlatır. Parlak bir zekâya sahiptir. Yeni kültürler, yeni insanlar, yeni ülkeler tanımak ister. Farklı kültürlerle ilgilenir. Nereye olursa olsun seyahat etmeyi ve gezmeyi sever. Onun için önemli olan yolculuğun kendisidir. Yolculuklar onun göçebe ruhuna iyi gelir, buna ihtiyacı vardır. Fiziksel olarak seyahate çıkamıyorsa mutlaka zihnini geliştirmesi gerekir. Geçmişin ve bu anın günlük olaylarının altında yatan ahlaki ve manevi değerleri inceler, araştırır, keşfeder, varsayımlar üzerine kafa yorar ve tartışmalar yaratır.
İyi bir konuşmacıdır. Ufukları geniştir ve büyük işler ve olaylarla ilgilendiğinden ayrıntılar üzerinde durmaz. Biraz da sabırsızdır, onun için önemli olayların ayrıntılarından sıkılabilir. Bütün açık hava sporlarından özellikle binicilikten hoşlanır. Kapalı yerlerde sıkılır; bir çeşit kapalı alan fobisi vardır , doğada, açık ve geniş alanlarda bulunmaktan büyük mutluluk duyar.Özgürlüğüne düşkündür. Kısıtlanmaktan ödü kopar. Kıskanç ve sahiplenici insan etkisi yaratabilir; nereye kaçacağını şaşırır. İşine geldiği zamanlarda dürüst olgun anlayışlı sakin, cana yakın ve sıcakkanlıdır. Asla kendisinden şüpheye düşürmeyecek güçlü bir yapıya sahiptir. Doğallığı, neredeyse çocuksu cazibesi ve gözlerinde parıldayan yaşam sevinci, birçoklarında reddedilemez etki bırakan bir çekim gücüne dönüşebilir. Seçkin yeteneklere sahip düzgün bir yapısı vardır. Bunun yanında kibirli gururlu küstah ve bencil birine de dönüşebilir ve kötü huyları artarsa iyilik meleği olmayı bırakıp çekilmez bencil bir şeytana aniden dönüşebilir. Damarına basılmasından hoşlanmaz suyundan gittiğiniz müddetçe sizinle candan öte bir dost olur . Canlıları anlama ve dikkatini her şeyin özüne yöneltme yeteneği vardır. Bir dere başına oturup saatlerce suyun akışını çimlerin ve çiçeklerin nasıl var olduğunu düşünür ve tartar bu özelliği onu korkulan bir eleştirmen yapabilir. Gözüne batan her şeyi acı alaylar, yaralayıcı sözler ve en iyi durumda kırıcı bir imayla acımasızca eleştirir. Eleştirileriyle bir insanı kırıp kırmadığı onun için önemsizdir. Başka bir fikrin doğruluğunu kabul etmemekte direnir. Kararları "hatasızdır." Genellikle doğru olan öğütlerini severek paylaşır birisinin bunu isteyip istemediği önemsizdir. Tamamen iyi yüreklilikle buna teşebbüs eder, ama bazen bu öğütler, bazılarına fazla gelebilir ve bu yönüyle sevilmeyebilir. Öte yandan çok duygusaldır. Eğer karşısındaki ondan şüphelenmeye veya yeteneklerini sınamaya kalkarsa, hemen yakıcı cevaplarına maruz bırakabilir o kişiyi. Bu tür bir yaklaşım onu çok derinden yaralar ve tepkisi herkesi şaşırtacak kadar sert olur. Sevdiği ve kendisini sevdiğine gönülden inandığı sadık insanı ortada bırakmaz. Dürüsttür, eğilimlerini bilen birisi, ona güvenebilir. Karşısındaki insansın hakkında ne düşünüyorsa açıkça yüzüne söyler söylediği sözlerin onu kırıp kırmadığını bile düşünmez, bunu doğruluğundan yaptığını söyler. Bu hareketlerindeki felsefesi. "Dost acı söylerdir” . Kendini feda etme derecesine varabilen iyi kalpliliği, verdiği sözlerden anlaşılabilir. Sakinlik kaynağı olan kendine güveni, bazen kendine fazla değer verme ve kibre dönüşebilir. Bunun için onu ciddiye alan ve eleştirme cesareti olan arkadaşlar, seçmekte iyidir. Kibrinin ve gururunun tehlikeli sınırlarını aşmayı biliyorsanız, uzun tartışmalardan sonra yanına yaklaşabilirsiniz. O zaman daha mantıklı biri olabilir ve size karşı sert davranmaz. Birisi ona yardım teklifinde bulunursa, gururu yüzünden reddeder. Böyle bir olay onun için yerin dibine geçmek gibidir.
Karakter yaşı: 20
Örnek RP:
- Spoiler:
- Otto'nun kız kardeşi
Gökyüzü kapkaraydı yine, ruhuna eşlik edercesine. İçindeki anlamlandıramadığı sıkıntının kaynağı neydi bilmiyordu, merak ettiği ortadaydı fakat bu sıkıntı içini öyle bir kaplamıştı ki yerinden kolunu kaldırabileceğini dahi sanmıyordu, bu yüzden yavaşça esnedi, sol köşede müzik setinde çalan Shamrain'de ruhuna eşlik eder gibiydi. Gözlerine uykunun gölgesi düştüğünde gün henüz yeni batmıştı. Sallanan sandalyede ritmi tutturmuş gibi bir ileri bir geri gidip geliyordu, çalan müziğe eşlik eder gibi hareketleri bu müzik içerisinde bir ahenk ve uyum sağladı. Bir süre sonra bu ritm içerisinde kolu sandalyenin kenarında hafifçe kaydı ve başı yana düşüp huzurlu bir uykunun kollarına teslim oldu. Nefes alıp verişleri düzenli ve sakindi bu da onun o gün o kabuslardan birini görmediğini gösteriyordu ve o gün o cam kenarında güneşi son görüşü olduğunu bilmiyordu. Nereden bilebilirdi ki bunun için bir kahin olmalıydı. Uyurken o kadar masum ve savunmasızdı ki küçük kız kardeşinin yanına geldiğini ve üzerine bir battaniye örttüğünü bile hissetmedi. Küçük kız o çilli sevimli yüzü ile uyuyan ağabeyine gülücük attı ve en az kendininki kadar koyu kumral saçlarını okşayıp alnına bir öpücük kondurdu. Bunu hissetmiş gibi genç delikanlının dudak kıvrımlarında uykuda olmasına rağmen bir gülücük izi belirip geçti kısa bir an. Birbirlerini seven iki kardeş biri yirmi birine henüz girmiş genç bir delikanlı diğeri ise on bir yaşlarında küçük sevimli bir kız çocuğu, hayatta sadece ikisi kalmıştı, bu yüzden birbirlerine o kadar sıkı bağlanmışlardı ki ayrı oldukları zamanlarda kendilerini mutsuz ve yalnız hissetmeye başlamışlardı. Küçük kız odada ağabeyini yalnız ve uykusu ile baş başa bırakıp mutfağa yöneldi, boyunun bu kadar kısa olmasından kendi kendine şikayet edip bir sandalye aldı ve aslında gereğinden fazla yüksekte yapılmış tezgaha yaklaştı, yiyecek bir şeyler hazırlamalı ve son günlerde bitkin görünen ağabeyine biraz yardımcı olmalıydı, üstelik bu sene büyücülük okuluna başlayacak ve ağabeyi yalnız kalacaktı, kendisi olmadan ne yapardı acaba? Büyük bir ihtimal canı sıkılacaktı yine de başının çaresine bakabilecek biriydi ağabeyi, güçlüydü ve dayanıklıydı. İren tezgaha biraz daha eğilip daha önceden çıkarttıkları sebzeleri yıkadı, o yaşlarda bir kızın en azından kendine oynayacak bir şeyler bulması gerekirdi ama yapamıyordu, ağabeyi hastalanmış ve son zamanlarda bitkin düşmüştü bu yüzden gidip oyunlar oynamak yerine ona yardımcı olmalıydı. Sebzeleri yıkadı ve Otto' dan daha önce milyon kez gördüğü gibi onları bir tahtanın üzerine dizip eline çekmecelerden birine uzanarak bıçak aldı, bunları güzelce kesmeyi başarabilirse aklında kalan tarife uygun bir yemek hazırlayabilirdi, bunu başarabilirse Otto'ya kendini ispatlamış olacak ve böylece artık yemek yapmasına izin verecekti, böylece onun yükünü de azaltacaktı, becerikli olduğunu düşünüyordu, en azından kendinden emindi. Eline bir patates alıp dışını soymaya başladı fakat bir türlü Otto gibi soymayı beceremiyordu, o hep hızlı hızlı ve çabuk yapardı bunları, yüzünü ekşitti, demek ki ağabeyini yeterli derecede izlememişti yemek yaparken. Küçük kız patatesi nasıl ve hızlı bir şekilde soyacağını düşünürken tezgahın üzerine bir gölge düştü ve bu İren'in korku ile yerinde sıçramasına sebep oldu, arkasını dönüp baktığında bunun ağabeyi olduğunu fark edip sakinleşmek için yutkundu. “Beni korkuttun.” dedi o sevimli, küçük, çilli burnunu küçük sevimli bir cadı gibi büktü ve renkli gözlerini kısarak ağabeyine baktı, bir gölge gibi hareket etmesine gerek yoktu. Genç delikanlı kız kardeşinin elindeki bıçağı aldı ve solgun yüzüne zoraki bir gülümseme katarak. “Bunun için yaşın daha çok küçük, bırak da ben yapayım.” dedi. Tezgahın yanında sandalye üzerinde dikilen İren ağabeyine endişeli gözlerle baktı, bir şifacıya görünmesi gerekiyordu, onun son zamanlarda neden bu kadar solgun ve hasta olduğunu bilmiyordu, belki biraz iksirle kendine gelebilirdi. Bu konu hakkında yan komşuları ile konuşmalıydı, o yaşlı ve emekli bir kadın olsa da bu işlerden çok iyi anlardı, üstelik zamanında şifacılıkta yapmıştı. Elini bir havlu ile kuruladı ve sandalyeden yavaşça indi. Otto nasıl olsa ona yemek yapması için artık izin vermeyecekti bu yüzden en iyisi yine öncesinde de olduğu gibi bir köşeye çekilip onu izlemekti. Genç adam İren'in elinden aldığı bıçak ile seri, hızlı şekilde sebzeleri doğradı ve onları bir tencerenin içine boşaltıp baharatlarını ve birazda suyunu ekleyip ocağa koydu. Asası ile küçük büyüler yapıp mutfağı temizledi ve yorgun bir halde tezgaha yaslanıp soluklandı, gözlerinin altına gölgeler halinde morluklar düşmüş ve alnında küçük ter damlacıkları belirmeye başlamıştı. Dudağı ise susuz bir çölde kalmış gibi kuruyuvermişti. Dili ile hafifçe ıslattı dudağını ve alnındaki teri elinin bir hareketi ile silip kardeşine baktı. “Yemek bir saate pişer, Marie'ye söyleyeceğim birazdan yanına gelip sana yardımcı olur, benim dışarı çıkmam gerek, geçenlerde sattığım tablonun parasını henüz alamadım, onu alırsam senin okul eşyalarını rahatlıkla karşılayabilirim.” dedi kız kardeşinin herhangi bir cevap vermesine fırsat vermeden komodinden ceketini aldı ve kapıyı hızla çekip çıktı. Boş sokağa çıkmadan önce yaşlı komşuları Marie'ye kardeşine yardım etmesi için ricada bulundu, neyse ki kadın bu iki yetimi de çok fazla seviyordu ve onların isteklerini aksatmadan yerine getiriyordu, üstelik oda bu iki kardeş kadar yalnızdı. Otto sokağa adımını attığında hava çoktan kararmış ve gökyüzünde ay o her zamanki ihtişamı ile yerini almıştı, bitkin adımlar ile yürümeye başladı, ellerini ceketinin iç ceplerine soktu ve o mutsuz yüzüne biraz renk getirebilmesini sağlayacak herhangi bir şey aradı etrafta, yürüdüğü o boş sokakta ruhu gibi bomboş ve kimsesizdi. Şimdi kendini daha fazla yalnız hissediyordu, ceketin yakasını kaldırdı ve yürümeye devam etti, fakat içinde takip edildiğine dair bir his uyanmıştı ve bu da onu gereğinden fazla rahatsız etmişti. Boş sokak arasında döndü ve geri baktı, görünürde kimseler yoktu boş binaların çevresini sarmalayan gölgelere baktı gözlerini kısarak ama kimse görülmüyordu bu yüzden hafifçe omuzlarını silkti ve yürümeye devam etti.
Ailemin katili
Birinin kendisini takip ettiği hissinden bir türlü kurtulamamıştı, bir iki adım daha attı ve geri bir kez daha dönüp. “Kimsen çık ortaya, bu hiç eğlenceli değil.” dedi. Rahatsız olmuştu ve bu rahatsızlık ile kaşları çatılmıştı, peşindeki bir manyak olsa dahi kendini nasıl savunabilirdi ki? Hastaydı, yorgundu ve güçten düşmüştü, üstelik aptallık edip asasını evde unutmuştu, geri dönmeli miydi? Bu düşünce ile yerinde kıpırdayıp evin yoluna doğru hamle ettiğinde o koca sokakta karşısında bir gölge belirdi sokak lambasının altına doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı ve Otto geri adım atmaya başladı. Bu bir kadın siluetiydi. Kızıl saçları omuzlarından aşağı dökülüyordu, bembeyaz teni onu bir ölü gibi gösterse de gözlerindeki o amber rengi bunun aksini ispatlıyordu. Bir gece tanrıçası olacak kadar güzel olsa da o şeytansı kızıllıktaki saçları bunun aksini ispatlıyordu. “Ne istiyorsun.” dedi genç kadına bakarak geri adımlar ile yürümeye devam etti, korkutucu bir tip olduğu aşikardı. Genç kadın üzerine doğru yürüdü ve adının Xenia olduğunu bunu aklında iyi tutması gerektiğini söyledi. “Derdin ne senin?” dedi kızmıştı Otto, bir kadının üstelik bu kadın bu kadar ürkütücü ve itici iken kendisini kıskıvrak sıkıştırmasından hoşlanmamıştı. “Annen ve baban her şeye burunlarını sokuyorlardı, onlara bu kadar meraklı olmamalarını söylediğimde ve canlarını yaktığımda yüzlerinin aldığı o hali görecektin.” dedi burada öyle sesli bir kahkaha atmıştı ki, kahkahası gecenin içinde yankılanmış ve onu gereğinden daha fazla ürkütücü kılmıştı. Otto onun bu sözleri üzerine kaşlarını çattı. “O iğrenç yaratık sensin.” dedi bağırarak, ailesini öldüren kişiyi hayal meyal hatırlıyordu. Babası kardeşini de alıp hemen kaçmasını söylemişti , o zamanlar Otto henüz on beş küçük kardeşi İren'de on yaşlarındaydı. Geriye dönüp son bir kez bakmış ve annesinin bağırtılarını duyup bedeninden acımasızca çekilip alınan kanın rengini görmüştü. Yüzü kireç gibi kesilip kolları cansız bir beden halinde iki yana düşmüştü ve babasınında sesini son bir kez duymuştu. Nasıl saklandığını ve kaçtığını dahi hatırlamıyordu. İren'in ağlamaması için elinden gelen her şeyi yapmıştı fakat o an kendi ellerinin titremesine engel olamamıştı. Sonuçta babası ve annesi iğrenç bir katilin ellerinde hayata gözlerini yummuş Otto ve kardeşi kaçıp saklanarak yeni bir hayata başlamışlardı, uzun zaman travmadan çıkamamıştı kardeşine nasıl baktığını ve aç kalmaması için nasıl uğraştığını dahi hatırlamıyordu, tipik bir robot gibiydi o dönemlerde. Geçmişinden sıyrıldı ve gerçeklere döndü, şimdi o kadın bir kez daha izini bulmuş ve onuda anne ve babası gibi öldürmek için karşısına dikilmişti. “Anlamıyorum, sana ne yaptığımızı dahi bilmiyorum, neden bizi rahat bırakmıyorsun?” dedi geri birkaç adım daha attı ve cevabını beklemeden koşmaya başladı, o kadar halsizdi ki onun bu hareketi bir işe yaramamış ondan kurtulmak yerine tam aksine daha fazla kışkırtmıştı. Birkaç darbe aldı ve bu yere yığılmasına sebep oldu, vücudundaki o basıncı hissedebiliyordu, kendini öldürmeye o kadar azmetmişti ki kadının gözleri artık başka bir şey görmüyordu. Onca acının arasında ise Otto'nun tek düşündüğü kardeşinin iyi olup olmadığı idi, kendisinin artık daha fazla gücü kalmamıştı ve bir süre sonra öleceğini biliyordu, her şey için artık çok geçti. İren'in gülen yüzünü hissetti Marie'nin anlayışlı anaç tavırlarını.
Vasya kim?
Her şey karanlığa gömülmek üzereyken başka bir siluet belirdi ne olduğunu anlamaya çalışmak için gözlerini açmaya zorluyordu. Çok derin yaralar almıştı ve kurtulması imkansız gibi görünüyordu. Diğer kadın kaçmış ve onu orada öylece bırakmıştı, bir el vücuduna yaklaştı ve genç delikanlıyı tutup kendisi de yere oturduktan sonra dizlerine yasladı başını. Gözlerini gölgeleyen kirpikleri son bir kez açıldı ve Otto yeşil gözlerini yeni gelen kadının gözlerine dikti. “Kimsin sen? Kurtarıcı melek mi? “ dedi gülümsemeye çalıştı, onun diğer kadın gibi olmadığını hissedebiliyordu. Başını dizleri üzerine almış kendi yaşlarına yakın olduğunu düşündüğü genç yüzde anlayışlı bir gülümseme belirdi ve “Kurtarıcı melek değil sadece Vasya.” dedi kendi bileğine bir çizik attı ve kanını içmesi için onu zorladı. Anlamıyordu, neden içecekti ki? Yinede gittikçe bulanıklaşmaya başlayan düşüncelerini daha fazla zorlamadı, karşı çıkmamıştı, dediğini yaptı ve atan kalbi artık bir son buldu. Şimdi tamamen karanlığın esaretindeydi, ölmüştü ama o bahsettikleri ışığı bir türlü göremiyor gibiydi, ruhu bedenine hapsolmuştu, Otto artık dünya cehennemini tatmaya hazırdı, bu koca gezegene bir lanetle sıkışıp kalmıştı. Gözleri kapanıp da karanlığa hapsolduktan sonra hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Son anda boğulmaktan kurtulmuş bir adam gibi hızla nefes aldı. Bembeyaz bir odada açmıştı gözlerini bembeyaz bir örtünün altındaydı, gözlerini hızla açtı ve yüzündeki örtüyü çekti. Burasıda neresiydi? Önce boş beyaz tavana baktı sonra gözlerini birkaç kez kırpıştırdı, bu yoğun ışık demetine alışmaya çalışır gibiydi onca karanlık geceden sonra, buz tutmuş parmak uçları yavaşça kıpırdadı. Aynı uyuşuklukla başını oynattı, böyle uyuşuk hissetmesine rağmen kendini çok daha güçlü hissediyordu, sanki tüm hastalığı üzerinden çekilip alınmış gibiydi, öksürmüyordu, ağzından kan gelmiyordu artık, başını yana çevirdi ve yanında birkaç sedye daha gördü, çıplaktı, elbiseleri neredeydi? Hızla doğruldu ve içini bir endişenin kaplamaya başladığını hissetti. Bir rüya görüyor olabilir miydi? Gözlerini birkaç kez daha kırpıştırdı, hayır rüya değildi, ayak parmak ucuna takılmış o küçük etiketi gördü, Otto Juhasz ve ölüm tarihi yazıyordu, korkmaya başladığını hissetti fakat korktuğu zamanlardaki gibi kalbi artık atmıyor gibiydi. Açlık hissediyordu, eskiden ağzından gelen kan'ın tadından hep nefret etmişti, oysaki şimdi kokusunu o kadar derinden alıyordu ve bu koku ona o kadar güzel geliyordu ki bu açlıkla gözlerinin yeşilinin kan rengini aldığından haberi dahi yoktu. Etiketi parmağından hızla çıkardı ve sedyeden inip yan sedyedeki örtüyü açtı, bir başka ceset daha. Diğer sedyeye gitti ve aynı şeyi yaptı, bir ceset daha sırası ile hepsinin örtüsünü üstünden çekip aldı. Çıldırmak üzereydi, geri birkaç adım attı ve içinde neşter ve plastik eldivenlerde dahil bir kutuyu yere düşürdü. “Ne işim var benim burada?” kendi kendine bu soruyu birkaç kez tekrarladı delirmiş gibi bağırmaya başladığının farkında değildi, cesetlerle dolu odayı terk etmek için kapıyı hızla çekti, o eski güçsüzlüğünden eser yoktu, kapının menteşesi yerinden oynamış ve kırılmış kapı ileri savrulmuştu, üzerinden az önce ittiği örtüyü aldı ve beline sardı, morgun koridorlarında bir sarhoş gibi savsak adımlarla yürümeye başladı, boğazı yanıyordu, açlığı gittikçe artmaya başlamıştı. Tamda zamanlanmış gibi morg hademelerinden biri karşısına çıkıp büyük bir şoku atlatmak istercesine silkelendi ve Otto bağırdı. “Neden buradayım?” dedi adam korkmuş gibi görünüyordu. “Öldüğünden emindik.” dedi Ottoya bakarak, gözleri korkunçtu daha önce hiç böyle bir göz rengi görmemişti. Bir muggle olarak görmesi de imkansızdı zaten. Mitlere ve diğer doğa üstü hiçbir şeye inanmayan diğer sıradan insanlardan biriydi oda. “Neden buradayım?” diye tekrarladı, orta yaşlarında ve kısa boylu, kilolu adamın üzerine yürümeye başladı. “Sakin ol lütfen.” dedi ve Otto çıldırmış gibi sorusunu tekrarladı. “Neden buradayım ben?” dedi ve adam arkasındaki telefona uzandı son bir kez , genç adamı yatıştırmak istiyordu ama korkmuştu, görevlileri çağırması gerekiyordu. “Ölmüştün.” dedi. Sonra ne olduğunu hatırlamıyordu, delirmiş gibiydi, açlık hissediyordu ve adamı köşede savunmasız bir halde sıkıştırıp kanını içmiş, ölümüne sebep olmuş ve üstünü alıp giyinmişti. Cisimlenmeye çalıştı, yapamıyordu, asasını aradı ama oda yoktu, neden büyü yapamıyordu? Yerdeki yığılıp kalmış cesede son bir kez baktı ve kimsenin görmesine fırsat kalmadan oradan çıktı.
- Petre PiedmonSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 209
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
Çarş. Mayıs 02, 2012 1:35 pm
Rütbe veriliyor.
- Ivy LitvinenkoCadı
- Mesaj Sayısı : 6
Kayıt Tarihi : 05/05/12
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
C.tesi Mayıs 05, 2012 5:41 pm
Karakteristik özellikler:Kibrin hayat bulduğu damarlarında hayat ona göre dönmektedir. Her zaman fazlasıyla sinsidir. İnsanları küçük düşürmekten, düşüncelerini pat diye söylemekten çekinmez. İnsanların neredeyse tümünden nefret eder. Tabiri caiz kindar bir yapısı vardır. İnsanlar onun için bir araçtır. Arzuları için yapamayacağı şey yoktur. Canını yakan kişilerden intikam almak için herhangi bir cesarete ihtiyacı yoktur. İçindeki kötülük onu yönlendirecektir. Aç gözlü olduğu zamanlarda olur. Özellikle erkekler konusunda. Yalan söylemekten de çekinmez. Gerekirse hep yalan söyler. Alaycı, soğukkanlı ve şımarık olarak ta bilinir. Karakter yaşı: 21.
- Spoiler:
- Örnek RP:
Ilık, sitemkar bir ayaz. Güneş bulutların arasından cüretkar bir biçimde yükseliyordu. Güneş mavi gözlü kızın ipeğimsi kadar yumuşak olan kahverengi saçlarında dans etmeye başladığında sanki gökyüzünden anaç biri doğuyordu. Yumuşak edasıyla baş gösteriyor, minik yavrularını kolları arasında ısıtıyordu. Gülümseyerek baktı gökyüzüne ve sonra ardından çevresinde döndü. Kar tanesi kadar beyaz elbisesi hafifçe havalandı. Sokağın şen şakrak coşkusuna kahkahaları karışırken gözleri sadece tek bir kişiyi arıyordu. Çocuk aklı ona nasıl hitap edeceğini bilmiyordu. En yakın arkadaşımı demeliydi yoksa tek arkadaşımı. Bilmiyordu. Tek arkadaşı o olduğuna göre en yakın arkadaşı da o olmalıydı.
Karma karışık düşüncelerle elindeki son şekerlemeyi de yedikten sonra oyun oynamakta olan bir grup çocuğa göz gezdirdi. Bir kaçını tanıyor ama onlar hakkında oralı olmuyordu. Zaten sevdiği de söylenemezdi. Evet, beş yaşındaydı. Ama bazı şeyleri idrak edebilecek kadar büyük görebiliyordu kendini. Karakterinin bir parçası mıydı bilinmez, insanlara kolayca güvenemiyordu. Dişlerine yapışan şekerlemeyi dilinin yumuşaklığında tamamen ezmişti. Çileğimsi tadı hafif ekşi idi. Bu yüzden minik suratı bir kese kağıdı gibi büzüştü. Ekşiyi pek sevdiği söylenemezdi. Annesinin ufak bahçesindeki yeni yetişmekte olan limonları sırf bu yüzden dalından koparıyor ve yumuşak yaz toprağının altına gömüyordu. Fazlasıyla fesat olacak ki domateslere de aynı şeyi uyguluyordu. Ah, eğer annesi şimdiye kadarki yaramazlıklarından birini görmüş olsaydı o an orada oturamazdı. Dalgalı saçları sinsi bir gülümsemeyle omuzlarının üstünde sallandı. Verandalı evlerin olduğu küçük sokaklarındaki tüm çocukların anneleri onu sevmezdi. Yaptığı yaramazlıklardan dolayıydı elbet. Tuhaf tavırlarla omuz silkti. Onun kafa yoracak başka şeyleri vardı. Mesela iki saat sonra televizyonda yayınlanacak çizgi filmleri veya da babasının akşamleyin getireceği minik sürprizleri düşünüyordu. Gözlerine çizgili çorapları, yazlık sandaletleri ve lekeli tişörtü ile ona doğru koşturarak gelen biri ilişti. Gelen tabiî ki de Auden idi. Doğum günü çocuğu. Sanırım sabah kahvaltısını her zamanki gibi büyük bir iştahla yemişti. Yani tişörtüne bakılacak olursa durum buydu. Yirmi sekiz dişini birden göstererek gülümsedi ve küçük kızın yanağına sulu bir öpücük kondurdu. ‘’ Günaydın Marg ‘’ Ardından kahkaha attı ve elbisesinin askını kavrayarak onu çekiştirdi. Margaux’un söylebileceği tek şey ‘’ Sana da günaydın ‘’ olmuştu ince ses tonu ile. Sokağın taş zemininde iki çift ayak sesi yankılandı. Eğlence yeni başlıyordu. Tüm gün oyun oynamışlardı ve daha sonrasında ise Audren’in evlerinde bir grup anne ve çocuğu ile doğum günü kutlaması yapılmıştı. Margaux doğum günü hediyesi olarak koskocaman bir ayıcık almıştı en yakın arkadaşına. Bu konuda pek bir zahmete giriştikleri söylenemezdi annesi ile. Ama doğum günü çocuğu Audren ayıcığı fazlasıyla sevmiş olacak ki onunla oynarken ayıcığın yüzüne pastayı bulamış, hatta sırf bu yüzden adını krema koymuştu. Margaux bunun için tüm gururu ile seviniyordu. Çünkü Auden mutluydu. Ve ona tüm gün boyunca gülümsemişti.
Evet, yine o yazlardan birindeydiler. Oyun oynadıkları, mutlu oldukları en önemlisi de çocuk oldukları. Birbirlerini tarif edemedikleri çocuk duygularıyla sevdikleri. Evet, o yazlardan birindeydiler. Güneş tüm edasıyla gülümserken Audren’lerin bahçelerinde piknik yaptıkları, kum havuzunda korsancılık oynadıkları. Sonrasında ise on iki yaşına kadar böyle kalabilmişlerdi. Mutlu ve gülümseyerek.
Xxx
Evin köşeli verandasına büyüklü küçüklü bahçe saksıların hemen yanına iskemleye çökmüştü. Elindeki Stephen King kitabı artık ona fazlasıyla sıkıcı geliyordu. Sürekli aynı satırları okumuş olacak ki içinden sonraki satırları sayabiliyordu. Baştan geldiği yere kadar iki kez okumuştu. Sırf anlayabilmek için. Ya kafası kalındı, okunabilecek türden olan bir kitabı bile anlayamıyordu. Ya da kitap anlaşılamayacak kadar ağır bir üslup ile yazılmıştı. Kitabın yazarının ağır kitaplar yazdığını biliyordu. Ama önceki kitapları için aynı şeyi söyleyemiyordu. Sanırım sıkıntıdan dolayı kitap gözüne fazla gelmişti. Bahçe işleri için eline bir çift bahçıvan eldiveni geçiren annesi verandaya çıktığında ‘’ Ağustos ayı geldi diye sevinemiyorum, sıcak yüzünden bitkilerim yine kurumuş ‘’ diye söylenmişti. Ağustos ayı mı? Aha, bugün ayın ikisi olmalıydı. Tabi ki de artık hatırlamaya yüz tutan bir tarih değildi ağustosun ikisi. En son dört sene önce gereksiz bir önem taşıyordu. ‘’ Burada bir gönderme mi seziyorum? ‘’ diye sitemkarla söylendi. Aynı annesi gibi. Annesi duymuş olacak ki ona doğru göz kırptı ve hiçbir şey söylemeden ortalıktan kayboldu. Sinirlenmişti. Kitabı bir daha bulamayacağı bir yöne fırlattı ve hızlı adımlarla odasına yöneldi. Komedin çekmecesindeki fotoğraf albümüne göz gezdirecekti. Çekmeceyi sert hareketlerle açtı ama fotoğraf albümünün kapağını açmak yerine odasındaki çöp kutusunun içine attı. Odasının açık camından arka bahçeye doğru bağırdı. ‘’ Daha fazla sömürülmek istemiyorum anne, benimle uğraşmayı kes ‘’ Rahatlamaya ihtiyacı olduğunu sezerek soğuk bir duş aldı. Saçlarını kuruttuktan sonra yarım at kuyruğu biçiminde topladı. Aynada kendini incelerken artık eski canlılığını kaybeden mavi gözlerini inceledi. Sinirli ve fütursuz bakıyorlardı. Peki ama neden? Duymak istemediği cevaplar arasında yapabileceği tek şeyin kitabına dönmek olduğunu fark etti. Ama kitabı fırlatmıştı ve aynen tahmin ettiği gibi onu bulamayacaktı. Kitaplıktan başka bir kitap alarak sabahki yerine verandaya döndü. Sıkıntılıydı. Kitap okumak istemese de bazı şeyleri unutmaya ihtiyacı vardı. Mesela bugünü. Ağustosun ikisini.
Tatlı yel esintisi beyaz teninde dans etmeye başladığında gökyüzü pastel renklere bürünmüştü. Beyaz bulutlar artık güneşi arkalarında saklıyorlardı. Hollanda’nın erken saatlerde karanlığa bürünme zamanı çoktan gelmişti. Tahta iskemlenin üzerinde yeni araladığı gözleri, karmakarışık zihninin birer yansıması olmuşlardı. Biraz önce gördüğü rüyayı anlatıyor olmalıydılar. Olduğu yerden doğrulmaya çalıştı. Pembe yanaklarından hafif bir ıslaklık hissediyordu. Bel kıvrımının bittiği yerden başlayan acı kürek kemiklerine kadar yayılmıştı. Elini beline götürdü ve ayağa kalktı. Kitap okurken uyuya kalmıştı. Arkasındaki pencereye doğrulttu yüzünü. Hollanda akşamının saydamlığında kendisini pek seçemese de saçlarının dağınıklığını ve bir tutam göz yaşı ile akan göz kalemini fark edebilmişti. İrkildi. Uykusunda ağlamış olamazdı değil mi? Net bir şekilde görmeye ihtiyacı vardı.
Alt kattaki banyonun parıldayan aynasının önüne geçti. Birkaç saniye öylece kalakaldı. Yazları babasının tişörtlerinden birini giyerdi, bu yüzden kolları dirseklerine kadar geliyordu. Dirsek kısmının bir iki santim aşağısında yeni açılmış yara izini görmüştü. Ne yani, uykusunda kendini mi tırnaklamıştı? Evet, tırnakları oval ve keskindi. Bu zamanlar bilerek uzatıyordu. Uykusunda ne görmüştü de hem ağlamış hem de kendini tırnaklamıştı. Hatırlayamıyordu. Tek hatırladığı bir dizi kutup tilkisiydi. Mutfağa yöneldi. Buzdolabının kapağını açtı, biraz bekledi. Üflediği serin hava tenine temas ettikçe İskandinav ülkelerinden birinde yaşama hayali artıyordu. Belki de Fransa’ya anneannesinin yanına gitmeliydi. Hollanda ona iyi gelmiyordu. İnce parmakları buzdolabının kapağında asılı, ölü bir ceset gibi duran çikolata kırıntılarına gitti. Diğer eli ise annesinin içine organik portakal suyunu bocaladığı sürahiyi kavradı. Kalçasıyla kapağı iteledi ve mutfak mermerinin üzerine çıkarak ikindilik atıştırmasını yaptı. Çikolatayı küçüklüğünde de yaptığı gibi dilinin sıcaklığında yaydı. Ona göre yediği şekerlemelerin, çikolataların vs tadı böyle daha hoş oluyordu. Ambalajı çöpe tıktıktan sonra ağzına kadar dolmakta olan çöp torbasını olduğu yerden çıkardı, ağzını düğümledi ve arka bahçeye yığılmış olan diğer torbaların yanına bıraktı.
Tatlı krizinin tuttuğu o saatlerde aklına akşam yemeğini hazırlama fikri geldi. Hazır annesi yokken ona bir sürpriz yapabilirdi. Ama bugün ki çıkışından sonra annesi ile konuşmak istemiyordu. Mutfak saatinin hemen yanına asılmış duvar takvimini görmemek için başka bir tarafa kaldırdı. Her yaz aynı acılarla yüz tutan genç kalbi bunları kaldıramayacak duruma gelmişti. Kollarını çiçek pozisyonuna getirmiş, akrep ve yelkovanın amansız yarışını izliyordu. Canı acıyordu ve kolunda açılan yaraya gerekli müdahaleyi yapmamıştı. Ecza dolabının raflarında yarasına sürebileceği bir krem bulamadı. Küfürler yağdırarak kolunu soğuk suya tuttu. Sonrasında ise yara bandı ile kapattı. Kutup tilkileri… Bu iki kelime aklında fır dönüyordu. Ormanlık bir alan, çevresine toplanan tilkiler. Bundan başka anımsayabildiği bir şey yoktu. Hayal ürünlerine kafa yormaktan ziyade bahçe çimenlerinin, hala esmeye devam eden tatlı yelin ve kaybolan güneşin tadını çıkarmayı tercih etti.
Yeni yetme limon fidanlarının, ortalığa hoş kokular yayan portakal ağaçlarının, üzüm dallarının arasında gezdi. Aynı zamanda koltuk altına sıkıştırdığı örgü sepetin içine olgunlaşmış olan meyveleri uzun uğraşlar sonucunda içine yerleştiriyordu. Yukarıdaki dalları süsleyen meyveler genellikle daha erken olgulaşırdı ve bu yüzden sık sık merdivene çıkıyordu. Aşağıda ki dallarda istediği türde meyveler olmuyordu. Hepsi yeni yeni yetişmeye başlamıştı. Bu işi severek yaptığı aşikardı. Ama bir süre sonra sıkılıyor, erkenden bırakıyordu. Yine öyle yapmıştı tabii. Yarısına kadar doldurduğu örgü sepetteki meyveleri buzdolabının meyveliğine yerleştirdikten sonra kendisini bomboş hissetmişti. Yapacak daha neyi kalmıştı? Bugün kendisine çok soru soruyordu.
Ön kapı bir çekişle açıldığında bakışları heyecanlandı. Göz ucuyla baktığında ise gelenin babası olduğunu görmesi onu huzura kavuşturmuştu. Yerinde bir nefes verdi. Babası uzun iş stresinden kurtulduğuna göre şimdi bir şeyler yiyecek ardından kanepeye uzanıp akşam haberlerini seyredecekti. ‘’ Hoş geldin baba ‘’ diyiverdi. Babası artık yaşlı bakan mavi gözleriyle ona tebessüm etti, kollarının arasına alarak sıkıca sarıldı. ‘’ Hoş bulduk, annen nerelerde? ‘’ Kulaklarına fazla gelen bir iç çekişle bilmediğini, uyuya kaldığını ve o sırada annesinin gitmiş olabileceğini açıkladı. Babası tatlı bir kahkaha eşliğinde yukarı çıkıp annesi gibi ortalıktan kaybolmayı tercih ettğinde her zamanki gibi yalnız kalmıştı. Birden ortalıklarda dolaşma fikri ona cazip gelmişti. Adımlarını yirmiden fazla evin bulunduğu, merkezden uzakta olan şirin sokağa yöneltti.
Yazı evde oturarak geçirdiğini biliyordu. Sadece temmuz ayının ortasında güney Fransa’ya denize girebilmek ve güneşlenebilmek adına gitmişti. Ama anneannesini daha fazla çekemediği için erkenden evine dönmüştü. Katlanılmaz insanları sevmiyordu ve katlanılmaz olmayı da. Aksine insanlara karşı anlayışlı olma yönündeydi hep. Anneannesine çekmediği için sevinmeden edemiyordu kimi zaman. Ya onun gibi olsaydı, o zaman kendinden fazlasıyla nefret edebilirdi. Bir an için suratı botoks panayarına dönen anneannesini anımsadı. Annesinden çok farklı idi. Şimdiye kadar beş koca eskitmişti ama iki kızı vardı. Zengin adamlar onun ilk hedefiydi. Sırf bu yüzden şimdiki nişanlısının İngiliz olmasını tercih etmişti. İngiltere’de yaşayan büyücülerin mal varlığından bahsedip durur, ileride Margaux’un da öyle biri ile evlenmesi gerektiğinden bahsederdi. Babasından sırf bu yüzden hoşlanmıyordu. Ve eğer sevgili torunu babası gibi biri ile evlenirse annesi gibi onunla da konuşmayabileceğini de söylemeden edememişti. İki bin sekiz yazının bir kısmını dolduran o komik anılar eşliğinde sırıtarak ön kapıyı kapattı ve taşlı yolda yürümeye başladı.
Komşularının rengarenk boyalı evlerine göz gezdirmeyi severdi. Onların evleri biraz köşesede çocuk parkının hemen dibinde kalıyordu. Görkemli çam ağaçlarının yükseldiği, çiçeklerle bezenmiş taş kaldırımlı sokaklarında küçükken oynayabildikleri tek yer orasıydı. Evet, yine sebepsiz yere bilmediği işlere yöneliyordu. Yalnız kalmak istemediği bir ortam ararken kimsenin olmadığı parkta ne arıyordu ki? Paslanmış kaydırak yüzünden gözünün önüne gelen anıları kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. Onu hatırlamak için mi buradaydı? Onu özlediğini tekrardan hatırlamak için mi? Evet, onu özlemişti ve bu yüzden yaşadıkları o berbat güne lanet etmekten başka yapabileceği bir şey yoktu.
İkinci sınıfın başlarındaydılar. İksir dersinde hatırlayamadığı bir nedensen dolayı ceza almışlardı. Profesör fikrin kimden çıktığını öğrenmek istiyordu. Auden yaptığı yaramazlıklarla profesörün sevmediği bir öğrenci haline gelmişti. Zindana atılma korkusuyla tahtanın başında dikiliyorlardı. Margaux korkmuştu, Aud’un koluna kolunu yaslamış, sanki ondan bir yardım bekliyor gibiydi. İksir dersinin asabi profesörü bir yılanın gözlerini anımsatan gözleriyle onları süzüyor ve verecekleri cevabı bekiyordu. Elleri arkadan birleşmiş halde sağa sola gidiyor, iksir zindanının zemininde adımları yankılanıyordu. Belli bir süre sonra Margaux’a yöneldi.
‘’ Söyle bakalım evlat, sen beni şaşırtmazsın. Sevdiğim bir öğrencimsin ve bana doğruyu söyleyeceğini biliyorum. ‘’ Küçük dilini yutacaktı. Yavaşça yutkundu, korkak olmamalıydı. Doğruyu söylemese bile profesörün anlayabileceğini seziyordu. Ama Audren’i bu işte yalnız bırakamazdı. Sessizlik içinde kalmaya devam ettiler. Beyaz saçları havaya kalkmış olan profesör kaçık gibi gözüküyordu. Ağzından tükürükler çıkarak ‘’ Konuş seni bücür ‘’ Margaux’un ravenclaw cübbesine yapıştırdığı elleriyle onu beş santim kadar havaya kaldırıp, sarsaklamıştı. ‘’ Doğruyu söyle dedim ‘’ Artık olan olmuştu. Ağlıyordu. Auden avazı çıktığı kadar ‘’ Bırakın onu ‘’ dese de profesör ağlamakta olan küçük cadıyı odasına götürdü. Ağzına zorla bir şeyler tıkamaya çalışıyordu. Bir süre sonra bunun doğruyu söyletme iksiri olabileceğini düşündü. Minik dilinde acımsı bir tat yayılırken göz yaşları arasında suratını sıktı. Minik vücudu havada yalpalanıp yere düştüğünde ‘’ Ben hiçbir şey yapmadım, herşey Auden’in başından çıktı. İksir malzemelerini birbirine karıştırdı ‘’ diyerek itiraf etti. Yerden kalkmaya çalıştığı sırada profesör daha fazla dinlemeyerek küçük ve yaramaz öğrencisinin yanına gitti ve onu çekiştirerek ceza zindanına attı. Arkalarından bakakaldığında pişmanlık duygusu tüm vücudunu sarmıştı. Elinden bir şey gelmeyerek zindandan çıktığında göz yaşları yanaklarını ıslatmaya devam ediyordu.
Aud ceza zindanından çıktıktan sonra onunla konuşmadı. Olanları açıklamak için ilk fırsatta yanına gittiğinde ise gördüğü ilk şey soğuk bakışları olmuştu. Ağzını bile açamamıştı. Profesörün onu zorladığını anlatamamıştı. Olduğundan daha çaresiz hissetmişti. İlk zamanlar barışabileceklerine dair umutlar taşırken sene sonuna kadar küs kalmaları onu şaşkınlığa sokmuştu. Hatta bir keresinde olanları harfi harfine açıkladığı bir mektup yazmıştı. Ama kütüphane'de mektubu yırttığını görmüştü. Kaç kez özür dilediğini bilmiyordu. On mu on beş mi? Hiç biri fayda etmemişti. Arkadaşlıkları kuru bir ihanetle son bulmuştu. Aslında ihanet bile değildi. Auden öyle sanıyordu. Dört senedir de durum buydu. Olanları hatırlamak kalp atışlarını hızlandırdığından dolayı başının hafifçe döndüğünü hissetti. Elleri terlemişti. Cilası çıkmaya yüz tutmuş olan salıncağa attı kendini. Arkasını yaslayabileceği bir yer olmadığı için zincirlere kafasını yaslamıştı. Acınası duygular içerisinde o günkü gibi ağlıyordu. Suratını ellerinin arasına gömdü. Çığlık atmak, o durumdan kurtulmak istiyordu.
Kulakları çakıl taşlarının çıkardığı ayak seslerini işittiğinde olduğu yerde irkildi. Birinin geldiğini düşünerek göz yaşlarını sildi. Ayağa kalkmaya çalışmasıyla olduğu yere tekrardan çökmesi bir olmuştu. Derin bir fısıltıyla söyleyebildiği tek şey onun adıydı. Ayağa kalktı. Mesafeli mi durmalıydı yoksa gidip boynuna mı sarılmalıydı? Tabii ki ilk şıkı uygulaması gerekiyordu. Parkın çıkışına doğru yönelirken yanından geçip gidiyormuş gibi yapacaktı ki durdu. Bugün ayın ikisi olduğunu hatırlayarak soğukkanlı olmaya özen gösterdi. Yine de nezaketi elden bırakmak istemiyordu. ‘’ Doğum günün kutlu olsun Auden ‘’ diyebildi sadece. Bir an konuştuğu için pişman hissediyordu ki gerektiği gibi bir davranış sergilediği konusunda kendini ikna edebilmişti. Adımlarını hızlandırdığında ise dört senedir hiç bu kadar şaşırdığını hatırlamıyordu.
Yuvarlanıyordu. Derinlerde bir yerlere, ama nereye olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Parkın çıkışında yıkılıp kalacağından son ana kadar emindi. Ama adımları onu eve götürdüğünde kapının girişinde ayakları tutmaz oldu. En son hatırladığı şey kopkoyu bir karanlık ve babasının sıcak kollarıydı.
Özlem… Bu kelimenin anlamı vücudundaki tüm enerjiyi çekiyordu. Duyguları sıklaşmıştı. Bir şeyi yeni yeni fark etmeye başladığında kendinden utanıyordu. Dördüncü sınıftan itibaren onu daha sık düşünmeye, aralarında yaşanan sorunun bitmesini istemeye başlamıştı. Onu her gördüğünde eskisi gibi gülemiyordu. Üçüncü sınıfta onu görmesi için elinden geleni yapar iken son sene onu görmemesi için elinden geleni yapmıştı. Çoğu ortamda karşılaşıyorlardı. Bir keresinde ona sarılmamak için kendisini zor tutmuştu. Aynı bugün olduğu gibi. Gururuna yenileceği günü sabırla bekleyeceğine söz vermişti. Ama bu sözü bozduğunda ise ters bir cevap buna sebep olmuştu. Hayatın onlara getirdiklerinin son bulmasını o kadar çok istiyordu ki. Ama yapabilir miydi? Yapardı. Onu seviyordu. Belki hala arkadaş olarak ya da başka bir şekilde. Ne olursa olsun yeniden yanında olmasını diliyordu. Geçmişe dönseler ne güzel olurdu. İksir faciasını önlerdi. O anıları tekrardan yaşardı. Bunca geçen sene gururlu taraf hep Auden olmuştu. Kırılgan taraf ise Margaux. Gün geçtikçe onun gururu artarken karşı tarafın özlemi artmış olabilirdi. Bazen belli anlarda karşı tarafında onu özlemiş olabileceği düşüncesine kapılıyordu. Sonrasında ise bu düşünceler gizli bir kutuya giriyor, bir daha da uğramıyordu genç cadıya. Yaşadığı onca küçük hevesler. Hepsi hayal kırıklıklarıyla son buluyordu. Bugün de öyle olmuştu elbette. İki şık arasında kaldığında soğukkanlı görünerek onun gibi görünmeye çalışmıştı. Yenik düşmek istemiyordu. Çünkü olumlu bir yanıt alamayacaktı. Artık tamamen unutulmuştu. Unutulmasa şimdiye barışırlardı. Olanları anlatmaya çalıştığı her geçen gün çaresizlik içinde olduğunu bilmek de onu yormuştu. Şimdi ise kat be kat artan özlem duygusundan dolayı yoruluyordu. Özlem aşka dönüşmüştü. Emin değildi. Yinede böyle hissettiği zamanlar olmuştu. Hele ki bu yaz. Hele ki bugün. Suratını yastıklara gömmüştü. Tek yaptığı şey ‘ sadece ‘ ağlamaktı. Yarı baygın olduğu dakikalarda usulca odasına girmişti annesi. Elini sıkıca sarmalayıp bir şeyler fısıldadığını hatırlıyordu ardından. Sevgili kızının neden böyle bir durumda olduğunu merak etmişti ama cevap alamamıştı. Biraz daha dinlenmesi için ona zaman tanıyarak sessizce odadan çıkmıştı.
Kalbi yuvarlandığı derin boşluğun en dibindeydi. Düşünmeye yorulan beyni, nefes almakta zorlanan ciğerleri ile ölüm döşeğinde yatmakta olan bir hastayı andırıyordu. En azından kendine göre. Odasının defalarca rengi değiştirilmiş, şimdilerde ise krem rengi tonlarında olan duvarlarına baktı. Hiçbir tablo bu duvarları süsleyememişti. Ama şimdi nedense boş duvarlara bakmaktansa birkaç tabloya bakmak daha iyi kaçabilirdi. Ellerini karnına dolamıştı. Ayaklarını da yukarı doğru çekmiş, boylu boyunca uzanan aynasına dönük bir biçimde uzanıyordu. Böylece nasıl berbat bir halde olduğunu da görmüş oluyordu tabii. Kalp ritimleri her yerdeydi. Ağzının içinde, gözlerinde, kulak zarının dibinde, midesinde. Uyumak istiyordu ama uyuyamıyordu.
Akşam yedi civarında annesi tekrardan yanına gelmişti. Sevecen bir ses tonu ile ‘’ Neden böyle olduğunu bilmiyorum ve anlatmıyorsun. Baban ile eğlenmen gerektiğini düşündük. Önce aklımıza bir fikir gelmedi. Auden’in annesi bizi doğum günü partisinden haberdar etmeseydi öylece kalacaktık. Haydi kalk, eğlenmeye gidiyoruz. ‘’ Bayan Beauchon, 42 yaşında. Genel vücut hatlarına sahip. Omuzlarına kadar düşen kahverengi saçları ve ela gözleri var. Fransız. Muggle. Peyzaj mimarı. Bahçe işleriyle uğraşmayı sever. Margaux odanın içine tünemiş olan serin hava ile karşılaşıp, yorganından kurtulurken annesinin analizini yapıyordu. Sıkıca tuttuğu yorganını bırakmaya imkanı yoktu. Biraz önce annesinin söylediklerine bakılırsa iki sene önce zorla götürüldüğü doğum günü partisine tekrardan götürülüyordu. Ah, hiç ağlamamalıydı. Ağlamasaydı eğer anne ve babası eğlenip, kafasını dağıtmaya ihtiyacını olduğunu düşünmezdi. Kendine ve sonra Auden’e lanet okudu. O partiye gidemezdi. Onun yüzünü göremezdi. Lütfen der gibi bir bakış attı ve düğümlenen boğazını kuruladı. Sesi çıkmıyordu. Pembe rengindeki yorganını annesinin ellerinden kurtarıp duvara doğru döndü ve uyumaya çalıştı. ‘’ Kurdeşen dökeceksin ‘’ Yorgan geri çekildi. Vücudu titremelerle baş gösteriyordu. Yazın ortasında bu iyiye işaret değildi. Hemen bu durumdan yararlanmaya çalıştı. ‘’ Hastayım, iyi hissetmiyorum ‘’ Sert, ciddi bakışlar. Bu bakışlara maruz kalmayı sevmiyordu. Çünkü bu tarz bakışlar onu hatırlatmaktan başka bir işe yaramıyordu. İç geçirdi. Babası odaya geldiğinde hala yataktaydı.
‘’ Margaux tatlı kızım. İyi görünüyorsun. Lütfen, benim için kalk ve partiye gel. Hem Auden’in partisinden bahsediyoruz. Onu seversin. Annen ve ben de severiz ‘’ Koz kullanılmasından nefret ediyordu. Babasına hayır diyemezdi ki. Aynı gözlere sahiptiler. Gökyüzünün mavisinden kat kat koyu mavilikteki iki çift göz birbirlerine bakışlar fırlatırken evin sabırsız hanımı onları bekliyordu. Bir bakış yetmişti, hayır diyemeyecekti. Yine de son bir kez şansını denedi. ‘’ Hala başım dönüyor. Bırakın ben uyuyayım. Auden’in doğum gününü kutladım bile. Siz gidin ‘’
Anne ve babası ikisinin arasında geçen kavgadan habersizdi. Eskisi gibi bir araya gelmemelerini büyümelerine yormuşlardı. Kimi zaman Auden’in annesi ev ziyaretine geldiğinde aşağı inmezdi. Çünkü ikisinin de gözleri aynıydı. Bir şekilde her şey onu hatırlatıyordu. Sokak, okul, park, bir çift göz. Bıkmıştı. Hogwarts bittikten sonra Fransa’ya olan yolculuk kesinleşecek gibiydi.
‘’ İstemiyorum ‘’ Ve babasının kolları arasında ayağa kaldırıldı. Babası odadan çıktığında ise pijamalarından kurtarıldı ve yazlık çiçekli bir elbise geçirildi kafasından. Ellerini kollarını havada savurmak, elbiseyi çıkarmaya çalışmak yerine son olarak annesinin saçlarını düzeltmesine hatta makyaj bile yapmasına izin verdi. İstese annesini odadan çıkartır, arkasından kapıyı kitlerdi. Ama yapmadı. Babasının sözü mahkeme kararı gibiydi onun için. Madem babası için gitmesi gerekiyordu, gidecekti. Koz kullanılmıştı bir kere. Hem aklına şöyle bir fikir gelmişti. Aynı okulda ki gibi. Auden’den uzak dur. Onu gör ama uzak dur. Bu taktiği uygulayacaktı. Onca kalabalık arasında konuşacak başka arkadaşlar bulabilirdi. Artık beş yaşında değildi. Annesi onu zorla aynanın önüne getirdiğinde bir iki dakikalığına şaşkınlığa uğradı. Dağınık topuz saçları ve pancar suratı gitmişti. Gayet iyi görünüyordu. Açık pembe parlatıcı, simsiyah ayrık kirpikler, ince detaylı bir kalem. Makyaj konusunda becerikli bir anneye sahip olduğunu biliyordu ama bu kadarını da beklememişti. Doğruyu söylemek gerekirse kendisini güzel hissediyordu. Ama gereksiz yere süslenme fikri tüm sevincini uçup götürdü. Doğum günü partisi için süslenmemişti. Bir nevi işkence partisi içindi bu süs.
Merdivenlerden inerken yeni bir pişmanlık dalgası ile sarsılmak istemiyordu. Sakin olması gerekiyordu. Evin kapısından çıkarken babasının koluna girdi. Beş ev ötede sarı verandalı ve tahta panjurlu ev gözükmüştü. Merdivenleri bile aynı gözüküyordu. Tek farkı kireç renginden yoksun olmasıydı. Artık koyu bir eflatuna boyanmıştı. Bugün amma çok renklerin üzerine yoğunlaşmıştı. Sanırım ilgisini başka yönlere çekmek için bir bahane oluşturuyordu kafasında.
Kapının girişini gören herkes bu evde bir parti verildiğini hemen anlayabilirdi. Kocaman harflerle ‘ İyi ki doğdun Auden ‘ yazısı parlak neon bir tablo ile girişi süslüyordu. İçeriye adım atar atmaz yirmiden fazla kişi sayabilmişti. Her zamanki gibi gözlem yeteneği yerindeydi. Roderick ailesinin akrabaları ve tanıdığı tüm mahalle sakinleri buraya tünmüştü. Küçükken sevmediği bir grup çocuk, anneleri, babaları hatta büyükanne ve babaları bile buradaydı. Tabii onun büyükannelerinden biri ölmüş biri de böyle partileri kaldıramayacak kadar sosyetikleşmişti. Aud’ların evi fazlasıyla büyüktü. Yaklaşık beş sene önce eve bir kat daha çıkmışlardı. Gelen misafirler için yatacak yer bulamıyorlardı. Onların misafirleri her zaman çok olurdu. Margaux sırayla onları karşılayan misafirleri öptü. Önce Bayan Roderick sonra Bay Roderick. Doğum günü çocuğu ortalıklarda yoktu. Büyük bir rahatlama hissiyle birlikte yerini gayet iyi bildiği tuvalete yönelmişti ki annesi şen şakrak bir ifadeyle aşağı yeni inmekte olan yakışıklı delikanlıya – ki annesi böyle seslenmişti – sarıldı. Tam onlar geldiğinde aşağı inmesi sadece bir tesadüf müydü? Arkasını dönmek istemiyordu. Annesinin onun ismini telaffuz edeceğinden emindi. Bu yüzden yarı koşturur bir edayla tuvalet kapısının tokmağına yapıştı. Açamadı. Bir iki kere tıklattı. Doluydu. Yukarıda ki banyo dedi kendi kendine. Merdivenleri birer ikişer çıktı. Neyse ki boştu. İçeri daldı ve oradan çıkmak istemezcesine kapıyı ardından kilitledi. Belki belli bir süre orada kalabilirdi. Yokluğunun fark edilmemesi için dua ederken on dakikadan fazla orada kaldı. Sonra kapı çalındı.
‘’ İçeride olduğunu biliyorum. Pasta kesilecek, aşağı. ‘’ Annesi gözlerini ondan ayırmamıştı elbette. Farenin deliğinde yakalanması misali hemen yakalanmıştı. İstemeyerek de olsa dışarı çıktı. Sitemli bir bakış attıktan sonra aşağı indi ve kalabalığın arkasında durdu. Açık büfedeki onca hazırlanan hiçbir atıştırmalık ilgisini çekmiyordu. Midesi uçuşan kelebeklerin gazabına uğramıştı. Bir şey yerse kusabilirdi. Bu ihtimal yüksekti. Elinde beyaz şarap bardağı ile koyu sohbetlere dalan babasını izlediğinde gülümsüyordu. Ondan daha değerli kimseyi göremiyordu gözleri. Annesi bile bu kadar değerli değildi. Bu kalabalıkta ki hiçbir insan babası kadar önem taşıyamazdı onun için. Ta ki onu görene dek bu fikir beyninin en ücra köşesinde belirmişti. Kareli gri gömleği ile kalabalığın ortasındaki masanın ucunda duruyordu. Gözleri soluk ve her zamanki gibi ciddi bakışlar atıyordu çevreye. Sanırım parktaki karşılaşmalarından sonra oda kötü olmuştu. Işıklar söndürüldüğünde dışarıdan gelen loş ışık yüzünden yüzünün sadece yarısını seçebilmişti. Nedense onu netçe görebilmeyi istemişti birden. Gözlerindeki o görünmez perdeyi kaldırmayı. Ben buradayım diyebilmeyi. Beni affet diyebilmeyi. Ama olmamıştı. Pastanın mumları küçük meşaleler gibi parıldarken ağlamamak için sol kolunu sıktı. Işıklar geri açıldığında ise annesi tarafından kalabalığın en önüne getirilmişti. Şimdi ise tam onun karşısında duruyordu. Ama o fark etmedi. Pastanın mumlarını üfledi. İyi ki doğdun diye bağıran kalabalık sustuğunda Auden’in annesi ona bir dilek tutması gerektiğini vurguladı. Bu işi ciddiye almıyorum edasına bürünen bakışları ile meraklı bakışları birleştiğinde dileğinin ne olduğunu çok merak ediyordu. Auden olduğu yerde irkildi. Onu görmekten rahatsızlık duyuyor gibi baktıktan sonra bin bir türlü ifadeye bürünen bakışları yine eski duygulu ifadeye büründü. Ve ona bakarak içinden bir şeyler fısıldadı sanki. Annesi dileğini tutup tutmadığını sorduğunda bakışlarını ondan ayırmayarak kafasını yavaşça salladı. İşte o an dünya durmuş gibiydi. Dördüncü sınıftan önce daima hissettiği o çocuksu heveslerden birine büründü yine. Dileğinin ne olduğu konusunda hala bir fikri olmasa da kalbi ondan yana nameler mırıldanıyordu sanki ritimleri ile birlikte. Gerçekten ona bakarak bir şeyler geçirmiş gibiydi aklından. Bakışlarını son dakikada kaçırdığında tekrardan kalabalığın arkasına dönmüştü adımları. Korkmuştu. Yine o delici bakışları görmekten korkmuştu. Ama bir an için bakışlarının yumuşadığı konusunda ant içebilirdi. Ama aldatıcı heveslere kapılmayacaktı. Oradan gitmeliydi. Parkta yaptığı gibi duraksamadan gitmeliydi. Derin bir nefes aldı ama kapıya yönelemezdi. Annesi yanı başında belirmişti bile. ‘’ Haydi gel nice yaşlar dileyelim ‘’ Kaçıncı kez kolundan tutulup sürüklendiğini bilmiyordu. Annesi en içten dilekleriyle doğum gününü kutlarken oda eşlik etti. Sesi mırıldanır gibi çıkmıştı. Auden teşekkür ettikten sonra ‘’ E, sarılsanıza’’ diye bir yorum geldi birilerinden. ‘’ Siz en yakın arkadaşlarsınız ‘’ Bu Bayan Roderick’ti. Kadınlar kırkını geçtikten sonra fazlasıyla tuhaflaşıyordu. Böyle bir sevgi küpüne dönüyorlardı sanki.
‘’ Hadi ‘’ düşüncelerini yeni bir ısrarla toparladı. Ama kolları hareket etmiyordu. Yere doğru kayan gözleri delicesine koşmak isteyen ayakları. Bir iki dakika sadece bunlar vardı. Sonrasında ise birine doğru çekildi. Sıcak iki kol. Babasınınkiler değildi. Onunkiler kadar güçlü değillerdi çünkü. Ama onunkilerden daha sıcaktılar. Belki de daha tanıdık. Soğuk bir sarılma değildi bu. Evet, dört senenin özleminin giderilemeyeceği bir sarılma olsa da yetebilmişti. O an için. Bütün gece öyle kalabilirdi. Bütün gece o kollar arasında özlem giderebilirdi. ‘’ Teşekkürler ‘’ Aud mesafeli ses tonu ile konuşmaya başladığında hissettiği tüm o sıcaklık kayboldu. Kollarından uzaklaştı, başını hafifçe eğdi ve babasının yanına gitti. Taktiği uygulamaktan başka çaresi yoktu. Uzak dur, gör ama uzak dur. Kelimeler beyninde fır dönerken yaşadığı onca küçük hevesleri bir kenara bıraktı. Duyduğu mesafeli ses tonu yüzünden beynindeki tüm olumlu düşünceler bin bir parçaya bölündü ve kendini yeniden umutsuzluk çukurunda buldu.
Eve döndüklerinde yaptığı ilk şey uyumak oldu. Gördüğü rüya sabah ki rüyaydı. Ormanlık bir alan ve çevresine toplanan kutup tilkileri. Bazılarının bakışları yumuşak ama bazılarının ki öfkeli. Marg yakınlaşmak ve uzaklaşmak arasında kalıp kalıp duruyor. Yüreği umutla dolarken tekrar eski yerine dönüyor. Ağlıyor, ağlıyor ve ağlıyor. Ta ki bakışları yumuşak olan tilkiyi görene dek…
- Łucja LesławCadı
- Mesaj Sayısı : 37
Kayıt Tarihi : 12/05/12
Nerden : Lehistan.
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
C.tesi Mayıs 12, 2012 8:59 pm
Hayalperest, sanat ve doğaya bağımlı. Fotoğraf çekmeye bayılır. Duygusal ve kırılgan.
Narin, hassas yapılı bir kız.
22
Phaedra A. Xentia
Narin, hassas yapılı bir kız.
22
Phaedra A. Xentia
- Nemorino DemarcoZorunlu Kamu Hizmeti Mağduru
- Mesaj Sayısı : 73
Kayıt Tarihi : 12/05/12
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
C.tesi Mayıs 12, 2012 10:10 pm
Rütbe verildi.
- Vivien VaughnCadı
- Mesaj Sayısı : 13
Kayıt Tarihi : 13/05/12
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
Ptsi Mayıs 14, 2012 5:55 pm
[list]Karakteristik özellikler: Vivien, ağırbaşlı, serin kanlı bir kadındır. Dik duruşundan ödün vermez. Onun kalıplaşmış tabuları vardır ve henüz hiçbirini yıkmamıştır. Hoşgörülüdür. Resmiyeti, aralarda mesafe buludurmayı sever. Pek nadir izin verir insanların hayatına karışmasına.
Karakter yaşı:28
Örnek RP:
Karakter yaşı:28
Örnek RP:
- Spoiler:
- Sicil adasından, Venedik'e doğru uzanan yolculuğu, beraberinde birçok mücadeleyi de getirmişti. Şu dönemde, aforoz edilmiş ve amazon kadınlarına sığınmış bir topluluğun yegane amacıydı zaten verdikleri mücadele. Böyle düşünmek mantıksızdı. Mücadelenin açık adresi belliydi; Vatikan. Ve insanların güçlü inanç duvarları arasına sinmiş, sözde tanrı ve onun dünyada vücut bulmuş hali ; papa. İnsanların kanını içen, iliklerini kemiren bir canavardan farksızdı papa. Yine de fazla zorlayıcı bir iş olmasa gerekti. Karanlığa gömülmüş bir yığın beyni, gerçek olmayan bir inanç ışığı etrafında toplamak, fazla uğraş gerektirmiyordu Helen'in fikirlerine göre. Asıl uğraş, gözlerini körlemesine gerçeklere kapatmış, örümcek ağlarına bürünmüş milyonlarca zihniyete gerçekleri göstermekti. Bu mücadele uğruna çırpınan topluluğun faaliyetleri, hem dinden hem de insanlıktan aforoz edilmeye sebebiyet vermişti.
İnsanların gözlerini açmak boynumuzun borcudur bundan böyledüşüncesi, yol boyunca güç vermişti Helen'e. Vaziyeti gereği, farklı rollere bürünmek onun için artık basit bir uğraştı. Uzun zaman önce tanıştığı tüccar bir ailenin, sözde kızı rolüne bürünmüştü bu defa. İtalya yakınlarındaki adalardan, Venedik'e doğru yol alan tüccar gemilerinden birinde yaptı yolculuğunu. Yolculuk sırasında, tüccarın asıl kızıyla uzun bir söyleşi yapmışlardı. Aslında bu kız, belki de bünyesinde monarşiye karşı derin bir nefret besleyen, fakat papanın dayatmalarından, tehditlerinden ve keskin zekasından korkup, tüm bu duyguları sineye çeken halkı temsil ediyordu. Papaya ve tanrıya gönderdiği her yakarış, içinde isyanı da öfkeyi de barındırıyordu beraberinde. Bu kızda ve şu zamana kadar tanıdığı halkın büyük bir kısmında umut ışığını görmüştü Helen. Tek gereken, korku zincirlerini kırmaktı zavallı halkın. Bu zincirleri kıracak mutlak güç, kardeşliğin avuçları arasındaydı. Nefes aldığın sürece, umut vardır sözlerini geçirdi aklından.Gücünü kaynağı, kendine ve kardeşliğe olan sarsılmaz güveniydi. Helen'e umut aşılayan bizzat bu kardeşlikti. O da bir zamanlar, zavallı sığıntı halktan farksızdı.
Ufak gemi, Venedik kıyılarına yaklaştıkça, Helen de yavaş yavaş toparlanmaya başlamıştı. Tüm eşyalarını, beyaz cüppesinin görünmeyen bir dolu cebine tıkıştırmıştı. Saklamaya gerek duymadığı tek parça, abanoz odunundan yapılma, cilasız ve şekilsiz bir asaydı. Bu asayı, seneler önce Sri Lanka'da tanıştığı bir marangoz tarafından yaptırmıştı.Fakat asasında güçlü bir büyü ruhu saklanmaktaydı. Asanın ucunda belli belirsiz, kristal bir top mevcuttu. Helen'in sesiyle söylenecek büyü sözleri tarafından asıl işlevine kavuşurdu. Fakat asa şimdilik, Helen'in topal bacağına destek olmak amacıyla yanında bulunuyordu. Başka bir deyimle , tüccarın topal kızının bastonuydu.
Limanlardan birine nihayet yaklaştılar ve malları kıyıya indirdiler. Limanda bir düzine kadar devriye askeri mevcuttu. Kafasına örttüğü keten kumaşı, burnunun üzerine kadar çekti ve aksak adımlarla kıyıda biraz yürüdü. Devriye askerlerinden epeyce bir uzaklaşınca, kafasındaki kumaşı ve cüppesi altına gizlediği bel çantasını çıkardı.Askerleri görüş alanından tamamen çıkarınca adımlarını sıklaştırdı. Devriyelerin olmadığı, terk edilmiş gibi görünen bir mahalleye saptı. Sokaklarından ve her köşe başından yayılan pis kokular, yolculuk sırasında yediği tüm yiyecekleri ağzına kadar getirmişti. Kendini toparladıktan sonra, dar bir sokağa saptı ve on adım kadar ilerledi. Sokağın sonlarına doğru, harap olmuş , derme çatma bir evin, çürümüş ahşap kapısını tek bir tekmeyle yere serdi. Sanki mahalledeki tüm kokunun sebebi bu evmiş gibiydi. Öyle ki, içerideki çürümüşlüğün kokusu bayıltacak türdendi. Evin ortasında bulunan odanın sağ duvarına yerleştirilmiş, üzeri tozla kaplı ve kara is lekeleriyle dolu sömineye doğru yöneldi. Şöminen sağ kısmında kalan beyaz bir tuğlaya bastırdı eliyle ve geri çekildi. Bir kaç saniye sonra, şömine büyük bir gıcırtıyla ikiye ayrıldı ve üzeri kare şeklinde bir tahta parçasıyla kapanmış, demir kapak gözler önünde belirdi. Ağır tahtayı tek bir hareketle yana fırlattı ve demir kapağı kaldırdı. Karanlığa doğru inen ve ucu kesinlikle buradan gözükmeyen bir merdiven çıktı kapağın hemen altında. Asasını sıkı sıkı tuttu ve 'Shirak!' dedi. Büyülü sözün hemen ardından, asanın ucunda bulunan kristal küreden gümüşî bir ışık yayıldı ve karanlığa doğru kıvrılan merdivenlerin başlarını aydınlattı. Sessiz adımlarla merdiven basamaklarından birer birer indi. Yer altı dehlizlerini andıran bir hol çıktı ortaya merdivenlerin sonunda. Duvarlar koyu griydi ve yosun tutmuştu. Asasından yayılan ışık sayesinde holün sağ tarafına doğru yöneldi. Yedi metre kadar ilerledikten sonra, zar zor görülen, koyu ahşaptan yapılma kutuyu andıran , duvara sabitlenmiş bir nesne gördü. Bu, kutsal kasenin soğukluğunu teninde hisseden her beden için yapılmış büyülü bir kilitti. Helen, zarif elini kutuya yerleştirdi ve bir iki adım geriledi. Birkaç saniye sonra, duvar ikiye ayrılıp, geniş bir salona doğru açıldı. Salona en son gelen Helen'di. Çünkü çoktan Ezio ve Selahadddin gelmişti ve geniş masanın iki ucuna yerleşmişlerdi. Yüzüne geniş bir gülümseme konduran Helen, masanın hemen yanında durarak"Selam olsun size kardeşlerim" dedi gür bir sesle. Selahaddin ve Ezio, ayağa kalkarak selamına karışılık, yumruklarını göğüslerine bastırdılar ve hafifçe eğildiler.Selamlarına karşılık, o da başını biraz öne eğdi.Şu selamlaşma faslı son bulduktan sonra Helen, beyaz cüppesini, maun ağacından yapılma, uzun askılığa bıraktı ve asasını aynı büyülü sözleri tekrarlayarak, kapattı. Geniş masanın, ona ayrılan sandalyesine yerleşti. Yüzüne ciddi ve aristokratik bir ifade yerleştirdi. Ardından otoriter bir sesle;"Sicil adasından size selam getirdim kardeşlerim. Kadim dostlarımızdan. Fakat orada bulunduğum süre içerisinde, kötü haberlerin fısıltısı ulaştı kulaklarıma. Kulağıma çalınan haberlere göre,küçük çapta bir Haçlı Filosu, adanın sınırlarına kadar yaklaşma cesaretini göstermiş.Amazonlar tehditkar biçimde savunmaya geçince, kıyılardan uzaklaşmışlar. Aradıklarının neler olduğunu biliyoruz kardeşlerim. Tedbiri sıkılaştırmanın zamanı geldi."sözlerini sarf etti. Sesi ister istemez, sonlara doğru yükselmişti. Gözleri her kelimenin ardından daha da büyüdü, daha da korkunç bir hal aldı. Masaya, yumruk şeklinde sıktığı ellerini sertçe koydu ve diğerlerinin cevap vermesini bekledi. Bu bekleyiş sırasında düzenli nefeslerle, sinirini yatıştırmaya çalıştı.
Eh, üç sene önceki rp ancak bu kadar olur
- Charlotte D. De'LauthéHayat Kadını, Destiny's Women Sahibesi
- Mesaj Sayısı : 325
Kayıt Tarihi : 13/05/12
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
Salı Mayıs 15, 2012 4:05 pm
- Karakteristik özellikler: Hareketli bir yapısı vardır.Çekicidir. İstediği erkeği hemen etkisi altına alabilir. Gerek hile ile-aşk iksiri,amorthentia yahut başka yollarla hiç fark etmez-. İksirler konusunda oldukça güçlüdür. Asası da zaten iksir yapımı için ideal bir asadır. Yardımseverdir,aslında bu özelliğini günahlarından arınmak için de sergilemektedir. Dışarıdan bakanlar onu çok masum birisi zannedebilirler fakat aslında öyle değildir. Slytherin mezunudur zaten. Tek ayak üstünde kırk tane yalan uydurabilmektedir. Ve aslında genelevine gelenler dışında onun hayat kadını olduğunu bilen hiçbir kimse yoktur.
- Spoiler:
- Genç cadı, sarı buğday tarlalarını andıran renkteki saçlarıyla derslikten çıkmış ve bir ceylanı andıran adımlarla koridorda yürüyordu. Yanından geçen genç cadı ve büyücülere bir anne şefkatiyle gülümseyerek ilerlerken ayak bastığı zeminde bir tuhaflık hissetti. Yavaş ve meraklı bir şekilde eğilip yerdeki parşömen kağıdını aldı. Tanıdık bir el yazısı ile karşı karşıyaydı, hem de oldukça tanıdık. Kağıdı okumaya başladı gözlerini kısarak. Okudukça kanın beynine sıçradığı hissediyordu. Bu, kendi ince kalem darbeleriyle yazdığı el yazısıydı. Sinirle etrafına bakındı. Bu da ne demek oluyordu? Bu mektubu kim nereden bulmuştu? Ellerinin titrediğini hissetti. Tam o anda biraz ileride bir parçömen kağıdı daha gördü. Koşup onu da aldı sinirle. Biraz ileride bir tanesi daha da vardı, bir tanesi daha, bir tane daha… Odasına kadar gelmişti parşömen kağıtlarını yerden toplaya toplaya. Bunu yapan her kimse, bedelini ağır ödeyecekti. Bu ne saygısızlıktı böyle! Odasına giren, izinsiz girmekle kalmamış üstelik Payton’un en gizli, en özel yerini bulup, içindekileri ifşa etmişti. Odasının kapısını açtı sinirli bir şekilde. Gözünden kızgınlığın, öfkenin ve de mektubu okumanın verdiği hüznün ürünü akıyordu; göz yaşı. Masasına geldiğinde bir not buldu.
‘Profesör Ramolino, mektup yazdığınız kişiye mektupların ulaşmayacağı aşikardır. Eh ben de mektupları okudum ve bu güzel, aşk dolu satırların insanlar tarafından paylaşılması gerektiğine inanıyorum profesör! Bir şair bile sizin kadar güzel, bu hisleri yazıya dökemezdi. İzniniz olmadan bunları Hogwarts’daki öğrenciler ile paylaştığım için dilerim kızmazsınız bana, kaldı ki bu şahane sözlerin gelecek nesillere aktarılması lazım, insanlar sizden Feyzalarak sevdiklerine yazılar yazmalılar.
Saygılarımla’
Payton not kağıdını eline alıp hırsını çıkarırcasına buruşturdu buruşturdu buruşturdu. Bu el yazısını tanıyordu. Daha önce kaç defa onunla cezaya kalmış bir öğrenciydi bu el yazısının sahibi; Dimitri Kristopulos’undu. Artık boyunu aşmıştı bu genç büyücünün yaptıkları. Her seferinde odasına gelirken yeni bir kötü sürprizle karşılaşmaktan bıkmıştı Payton, hadi onlar affedilebilir şeylerdi, fakat bu! Bu affedilmesi mümkün olmayan bir durumdu. Payton derin derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. Sakin olmalı, sakin bir şekilde karar vermeliydi. Her ne kadar öğrenciye kızsa da yine de onunla ilgili yanlış bir karar vermek istemezdi. Kaşının üstündeki damarı iyice belirginleşmişti. Bu çocuğu cezaya bırakmaktan yorulmuştu. Daha başından yapması gerekeni yapmaya karar verdi; vasihini okula çağırıp bu çocuğun nasıl bu hale geldiğini öğrenmesi gerekiyordu. En azından çocuğun geçmişini öğrenmeliydi, onu bu hale getiren sebebi ya da sebepleri. Masasına oturup hipogrif tüyünden kalemini hokkasına batırıp mürekkeple doldurduktan sonra parşömene hızlı ve sinirli bir şekilde;
‘Sayın Damaskinos;
Derhal Hogwarts’a gelmenizi sizden rica ediyorum. Vasihi bulunduğunuz Dimitri Kristopulos ile ilgili sizinle görüşmek istiyorum. Bu akşam 4. kattaki odamda sizi bekliyor olacağım.
Payton A. Ramolino
Mitoloji Profesörü ‘
Notu düzgün bir şekilde katlayıp odasının bir köşesinde duran baykuşunun yanına gitti. Boz baykuş ona meraklı gözlerle bakıyor gibiydi. Hayvancağız deminden beri Payton’ın en korkunç hallerine tanık olmuştu. Payton sakin olmaya çalışır bir şekilde hayvanın ayağına notu bağladıktan sonra ‘ Diogenis Damaskinos’a götürmeni istiyorum bunu! Hemen, mümkün olduğunca hızlı bir şekilde’ dedikten sonra baykuşun zarif bir şekilde kanatlanarak uçmasını ve gözden kaybolmasını izledi, ardından masasına geçip beklemeye başladı.
Karakter yaşı:30
Örnek RPG:
- Renée LaënnecCadı
- Mesaj Sayısı : 102
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
Salı Mayıs 15, 2012 5:59 pm
Zekâsı ile ön plana çıkan Renée'nin aldığı kararlar her daim mantık yolundan geçer ve yeri geldiğinde, babasını bile tanımaz olur. Başkalarının düşüncelerine pek önem vermez ve doğru kararlar verdiğini düşünerek kafasının dikine gider çoğu kez. 'İmkânsız' diye bir şey onun lugatında yoktur ve her mesele için mutlaka çözüm yolu arar.
25.
Önceki rütbem Esrar Dairesi Başkanı idi, bakabilirsiniz.
25.
Önceki rütbem Esrar Dairesi Başkanı idi, bakabilirsiniz.
- Petre PiedmonSlytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 209
Kayıt Tarihi : 08/04/12
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
Perş. Mayıs 17, 2012 5:31 pm
Rütbe veriliyor.
- Leonard MatthewsBüyücü
- Mesaj Sayısı : 16
Kayıt Tarihi : 27/05/12
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
Paz Mayıs 27, 2012 10:00 pm
- Karakteristik özellikler: Zengin bir ailenin çocuğu, para içinde yüzdüğü için çalışmak gibi bir niyeti olmadı hiç, en azından legal olarak. Babasından eskisi kadar para almasına da gerek kalmıyor gerçi, emlak alıp satarak epey para biriktirdi, biriktirmeye de devam ediyor. Bağımsız olmayı seviyor. Ravenclaw'da okudu. Muggle doğumlu olmasına rağmen kimsenin bu durumla dalga geçmesine fırsat vermez, gerçi dalga geçmeye kalkanı da kaile almaz. Zeki bir adamdır. Sinir bozacak derecede umarsız olabilir. Kendine fazlasıyla güvenir, yakışıklı bir adam olduğunun da farkında, isteyip de elde edemediği kadın olmadı hiç.
Karakter yaşı: 32
- Kısa bir örnek:
- Yüzüne yerleştirdiği zoraki gülümseme babasının yeni işe aldığı hizmetçiyi süzerken biraz olsun gerçeğe dönüştü. Yarı çıplak bir düzine insanın arasında giydiği hantal hizmetçi kıyafetinin içinde ne bunalmış gibi görünüyordu ne de gülümsemeden iş yapıyordu kız. Tabii Leonard’ın kıza ilgisi bu durumu takdir etmesiyle alakalı değildi; daha çok o kıyafetin içinde bile nasıl olup da bu kadar ateşli görünebildiğiyle ilgileniyordu. Bir yolunu bulup çıplakken nasıl göründüğünü de öğrenecekti elbette. Bu güne kadar isteyip de elde edemediği tek bir kız yoktu, hizmetçilerse en kolay olanlarıydı. Gerçi hiçbirinin zor olduğunu düşünmüyordu; onunki gibi yakışıklı bir yüze ve yapılı bir vücuda, arsızca gösterdiği ilgi de eklenince hangi kadın hayır diyebilirdi ki? Bütün ailesinin içinde basit bir hizmetçiye kur yapamayacağı için ilgisizi oynayıp gövde gösterisi yapması gerekecekti. Uzandığı şezlongda hızla kalkıp mükemmel bir atlayışla havuzdaki kız kardeşine katılırken vücudunu tüm haşmetiyle ve yeterince gösterişli sergilediğini biliyordu. Genç hizmetçi biraz olsun erkeklerden hoşlanıyorsa beğeniyle göz ucuyla da olsa bakmış olmalıydı.
Henüz 21’inde olan küçük kız kardeşi en sevdiği ağabeyinin suda kendisine katıldığını görünce küçük bir kuş gibi cıvıldayarak yanında bitiverdi hemen. “Birileri gösteriş yapmayı seviyor.” Bir kahkahanın eşliğinde uzanıp güçlü kollarıyla kız kardeşini kavradı ve zorlamadan havaya kaldırdı. Kız bir anda havuzun dışına çıkarılmış olmaktan rahatsız olmadı, kaçmak için bir çabada bulunmak yerine kollarını iki yana açıp gözlerini yumarak gülümsedi ve keyifle kıkırdadı; çocukluğundan beri ağabeyi tarafından göğe kaldırılmaya bayılırdı zaten, bu ikisi arasında çok eskiye dayanan bir oyundu. Kardeşleri arasında en çok küçük Elizabeth’i sever bir tek onu kendisine benzetir, yakın görürdü; kızın da aynı hisleri paylaştığını biliyordu. “Küçük kuş fazla yüksek sesle cıvıldamamalı.” Derken kardeşine göz kırpmayı ihmal etmedi. Kıza küçüklüğünden beri Elizabird ya da kısaca kuş demeyi alışkanlık edinmişti; her zaman o kadar küçük, o kadar tatlı ve o kadar hayat dolu olmuştu ki lakabın bu kadar yakışacağı başka bir insanın var olduğunu dahi düşünmüyordu genç adam. Elizabeth tabii ki ağabeyinin gösterişi sevdiğini biliyordu; fakat aynı zamanda ne için gösteriş yaptığını ayırt edebilecek kadar da iyi tanıyordu. Kız kıkırdarken ağabeyinin arkasına geçip ayaklarını beline, kollarını da omuzlarına dolayarak adamın sırtına rahatça tünedi. “Kız İspanyol” diye fısıldadı ağabeyinin kulağına, dudakları adamın kulağına oldukça yakın olduğu için normal bir konuşmadan farksızmışçasına netti sesi. Bu bilginin eşliğinde hizmetçi kıza çaktırmadan bir kez daha baktı, Latin olduğu belliydi diye düşündü. Beğeni dolu bir ses çıkarınca kız kardeşi devam etti “sevgilisi yok ya da bir taneden fazla aşığı var” Leonard kızın bu yorumuna ve kendini beğenmiş sesine kahkahayla karşılık vermekten alamdı kendini. “Peki bu kanıya nerden vardın küçük kuş?” kız ağabeyinin sırtından biraz öne doğru kaykılarak kaşlarını hafifçe çatıp adamın yüzüne baktı “Bakınca net bir şekilde görülebiliyor bence” dedi. Ağabeyinin tek kaşını kaldırmış muzırca gülümseyerek kendisine baktığını görünce yenilgiyi kabul ederek kısacık bir oflamanın ardından eski pozisyonuna döndü “Tamam! Ben sordum, o da olmadığını söyledi, aşka da inanmıyormuş!” sesinde hala bariz bir kendini beğenmişlik mevcuttu. Leonard tekrar güldükten sonra beğeni dolu bir ıslıkla kardeşini ödüllendirdi “Dünyadaki bütün baykuşlardan daha yararlı bir kuş olduğunu söylemek zorundayım.” Kız sahte bir sinirle ağabeyinin omzuna vurduktan sonra bacaklarını ve kollarını çözüp adamın sırtından destek alarak kendini suya doğru itti. Genç adamın bedeni bu itiş sonucunda azıcık bile sarsılmadı, tek bir hamlede geriye dönüp, fazla uzaklaşamadan kızın ayak bileğini yakalamayıverdi ve kardeşini kendine çekti. Kız boşta kalan ayağını çırparken neşeyle kıkırdıyordu, ağabeyi yakalayıp başını suya batırdıktan sonra da gülmeye devam etti...
- Vladimir VyacheslavYönetici, Konsey Başkanı
- Mesaj Sayısı : 281
Kayıt Tarihi : 06/04/12
Geri: Büyücü & Cadı Alımları
Ptsi Mayıs 28, 2012 2:27 pm
Petre Piedmon demiş ki:Rütbe veriliyor.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz