- DaphneOndine
- Mesaj Sayısı : 64
Kayıt Tarihi : 25/04/12
Yaş : 32
Nerden : Ben bilmem beyim bilir u.u
Adını Daphne Koydum
Cuma Nis. 27, 2012 11:15 pm
DaphnexxxCristobal
Elbet dalmak isteyenin iconu da koyulur u__u
- DaphneOndine
- Mesaj Sayısı : 64
Kayıt Tarihi : 25/04/12
Yaş : 32
Nerden : Ben bilmem beyim bilir u.u
Geri: Adını Daphne Koydum
Cuma Nis. 27, 2012 11:16 pm
Metres hayatı yaşıyordu yalnızlığında, kendisini seyrettiği mat aynanın tüm çıplaklığını gözler önüne seren hallerinde. Acılar bakışlarının ta derinliklerinden bir çığ gibi kopup geliyor, yaklaştıkça önüne çıkanları da kendine katarak büyüyor, gözlerine oturuyor, oradan kâğıda akan su misali yüzünün her yerine yayılıyordu. Çıkık elmacık kemikleri daha da keskinleşiyor, çenesinin sivri ucu her soluk alıp verişinde aşağı yukarı kontrolsüz olarak hareket ediyordu. Yılların sert darbelerine dayanamayan avurtları içeri doğru iyicene çökmüştü.
Çocukluğunda güneş vurduğu zaman yıldızların oynaştığı saçları ormanın ışık görmeyen kuytu köşelerine dönmüştü, solgun, cansız... Umutları; odalarının lambaları arka arkaya söndürülen çok katlı bir otel gibi karanlığa gömülmüştü. Hüzün artık onun için yanından ayıramadığı, arka cebinde taşıdığı kirli bir mendildi. Sivri bıçak darbelerinin kanattığı yüreğinde ise her kımıldanışta henüz kabuk bağlamamış derin yaralar kanıyordu. Kim bilir geçmişin naftalinsiz saklanan anılarında ne darbeler almıştı, kimse bilemezdi o batışların bir türlü kendisinden ayrılmadığını. Ne aldanışlar, ne tükenişler yaşamıştı bile bile lades dercesine, tutmamıştı ya da tutturamamıştı.
Sakin ve durgun denizler ile duru göllere benzeyen yüreği, her darbede kaşı açılan boksöre dönmüş, tüm saklamalarına rağmen, derinliklerinde kopan siyah fırtınalara an gelip dayanamamış ve ne zaman aldığını hatırlamadığı son darbeyle de nakavt olmuştu. Hayata her sarılışı onda daha büyük cam kırıklıkları yaratmıştı. Şimdi... Aynası ile metres hayatı yaşıyor, sabah güneşin doğuşuyla aynasının karşısına geçiyor, soyunuyor, anlatıyordu aldanışlarını, kaybettiklerini, yakalayamadıklarını, hayal kırıklıklarını, tükenişlerini, hüzünlerini anlatıyordu gözlerinden iki damla yaşın ayak başparmağına düştüğünü hissetmeden.
Daphne... Tanrıların lanetlediği basit bir ondine, sürekli onlar arasında olan ama asla onlar gibi olamayan... Ondinelerin en güzellerinden doğan, gösterişsiz ama hırslı biriydi Daphne. Yetenek olarak türünün en iyilerinden olmuştu hep. Gücünü geliştirme konusundaki hırsı takdir edilesiydi. Diğer ondinelerin yanında farklı olduğunu bilmesine, herkesin bunu bilmesine rağmen dayanmaya çalışmıştı. Farklılığı görünüşünden dolayı da değildi. Onlardan tamamen farklıydı. Yaradılışı farklıydı bir kere; ruhu saf, dokunulmamış değildi. Aksine, ona göre ruhu damgalanmıştı. Kapkaranlık görünmez bir el doğduğu, hatta annesinin rahmine girdiği gün, elini içine sokmuş ve onu, ruhunu lanetlemişti. Belki, sadece belki, türdeşlerinin aksine zekası olmasaydı, onlar gibi katıksız bir saflıktan oluşsaydı, farklılığını önemsemezdi. Ancak, farklı olanlar farklı olduklarını bildiği için isyan ederlerdi ya; Daphne'ninki de o hesaptı. Farklı olduğunu tüm hücrelerinde hissedip biliyorken, kendini nasıl kandırabilirdin? Yaptıkları şeyin saçma olduğunu düşünüyorken nasıl onların yaptıklarını yapabilirdi? Böyle başkaldırdı. Aslında bir başkaldırı değildi. Zira diğerleri anlam veremiyordu buna. 'Kardeşlerinin' bunu yapma nedenini anlayamıyordu. Onları uyarmak istemişti. Güçlerini aptalca nedenlerle kullanmalarına gerek yoktu sonuçta. Ne olacaklardı, yeni evcinleri mi? Tanrılar aşkına! Evcinlerine bile haklar verilirken Ondineler hiç düşünülüyor muydu? Elbette bunun cevabı hayırdı! Zira kendi türünün o pis evcinlerinden bir farkı yoktu. Sorgulamadan, büyük bir saflık ve iyi niyetle kendilerinden istenen her şeyi yapardı onlar. Ve bu Daphne'yi deli ediyordu. İnsanlar, hayır, büyücüler tarafından kullanılmak! Bu onu hasta ediyordu! Ruhuna bulaşmış o kara leke su doldurulan bir balon gibi zaman geçtikçe büyüyordu. İçinde kocaman bir boşluk vardı ve bu boşluk büyük bir kara delik ile doluydu; sadece onun ruhunu günden güne yutup yok oluşa sürükleyen bir kara delikle...
Alacakaranlık gittikçe artıyordu. Güneş, aşağılarda uzanan ovadan tamamen çekilmişti. Yalnız arkasındaki büyük ormandan, ağaçların üstüne atılmış kırmızı bir çuha gibi rüzgârla hafif hafif kımıldıyordu. Biraz sonra büstütün kayboldu. Ve o anda her şey değişiverdi. Şimdiye kadar yaşayan, kımıldayan, ses çıkaran ova artık ölüydü ve beyaz ince bir sisle örtülmeye başlamıştı. Buna karşılık orman canlanıyordu. Sabahten beri ancak mırıltıları duyulabillen ağaçlar konuşuyor, bağırıyor, sallanıyor ve ellerini birbirine uzatıyordu. Yalnız, ağaçlar değil, yerdeki otlar, kuru yapraklar, çalılar, ağaçların gövdesine sarılan sarmaşık soyundan bitkiler, hatta kahverengi mantarlarla koyu yeşil yosunlar bile canlanmıştı. İnsanlar her zaman ormanın gündüzleri daha güzel olduğunu sanırdı. Ancak, Daphne biliyordu ki, orman ve ormandaki her canlı geceleri daha 'canlı'ydı. Ormanı arkasında bırakıp şehir merkezine yönelmeden hemen önce bir ağacın gövdesine dokundu. Ağacın pütürünü, sertliğini ve hafif ıslaklığını avcunun içinde hissederken, ondan istediği bilgiyi almaya çalışıyordu. Hiçbir bitki Daphne'ye dayanamazdı. En azından kalın gövdeli olmayanlar... Meşe gibi ağaçlar daha dayanıklıydı ve genç bir ondine olan Daphne'ye dayanabiliyorlardı. Ama elbet onun güçleri sonsuzdu ve gün gelecekti, o sonsuzluğun tamamını kullanabilecekti. Şamarcı Söğüt bile tek bir sözüne bakacaktı. İstediği bilgiyi aldıktan sonra ağacı kutsadı ve gülümseyerek elini çekti. Pek çok büyücü efsanesinin aksine ağaçlarla direk konuşulmazdı. Bu dahaçok içten içe, ruhların bağlantıya geçmesiydi. Ruhların GSM operatörü ise sadece ondinelerdi ve varolan her şeyin bir ruhu vardı. Bu durumda varolan her şeyle konuşabilir, iletişime geçebilirdi. Gülümsedi. Yine de kutsamadan sonra teşekkürünü şehir efsanesi halinde yapmayı tercih etti. "Teşekkür ederim, sevgili kardeşim!" Elbette bir ağacın onun kardeşi olması imkansızdı. Ama tipik bir ondine olarak varolan her şeyi kardeşi olarak görmek... Tamam, evet, bunun bir saçmalık olduğunun o da farkındaydı.
"Nereye gittiğini öğrendim." dedi sakin bir ses tonuyla. Haftalarca onun izini sürdükten sonra, açıkçası kısa denilecek bir zaman zarfında izini bulması... Takdiri hak ediyordu. Ancak 'onlara', onu neden bu kadar istediğini söylemiyordu ısrarla. "Anlayamıyorum." ses deri pardesü giymiş olan kadından gelmişti. Tok ve duygusuzdu. "Söyleseydin onu bulup sana getirebilirdik." Ağzını açıp bir şey diyecekti ki, araya bu karanlık topluluğun gizemli adamı girdi. Uzun siyah paltosu, diz kapağı yırtılmış kahverengi pantolonu ve bileklerine kadar çamura bulanmış ayakkabısıyka öylece duruyordu. Onu hiç bu kadar yakından görmemişti, uzun boylu omuzları geniş, saçları uzun, sakalı bir hayli uzamış, elleri toprak gibi yarılmış ve çok tuhaf kokan birisiydi. Adını, nereden geldiğini, ne iş yaptığını, neden De Vries olduğunu kimse bilmiyordu. Gizemli adam, başını kaldırdı ve Daphne'ye uzun uzun baktı; bakışları sanki onu çok yakından tanıyormuş gibiydi. Bir an titrediğini hissetti. O an, onun içinden geçenleri sanki duyuyormuş gibiydi. İçinden “Planını biliyorum, çocuk.” diyordu. Ancak daha sonra gerçekten sesi duyuldu. “Onunla özel bir işi vardır belki. Onu zorbaca kaçırıp dikkatleri çekmeyi gerektirmeyecek bir iş...” Hemen ardından gizemli adamın gidişini izledi. "Ben de gidiyorum. Bir sonraki buluşmada görüşürüz."
Saatler sonra 'onu' uzaktan izliyordu. Ancak bu çok da uzun sürmedi zira kararlı adımlarla onun şu anda bulunduğu yere doğru ilerledi. O gün, bugündü. Etrafındaki insan kalabalığına bir göz attı önce. Ne kadar da yapmacık görünüyorlardı. Hemen hemen hepsi, en kötü gününde, ölmek üzere olan birinin tepesine üşüşen akbaba gibi olacaklardı. En yakınlarıda ilk sırada yer alacaktı. Onun yanına vardığında yüzünde herhangi bir ifade yoktu. Gülümsemiyordu, kaşlarını çatmıyordu, şaşkın değildi. Sadece olduğu gibiydi. Hiç bakmadan aldığı bir kitabı ona uzattı. "Bir de buna göz at istersen. Aradığın bunda olabilir." Sanılanın aksine onun ne aradığını bilmiyordu. "Muhteşem bir kitaptır. Merlin'in öğrencisinin öğrencisi tarafından yazıldığı söylenen bir kitabın baskılarından biri. İçinde her çeşit büyünün olması lazım. Son zamanlarda böyle kapsamlı kitaplar bulunmuyor. Büyü dünyası sapıtmış gibi. Yani... Kitapları bile yemek kitabı tarzında olmayı başladı. Orenthia'da okutulan kitapları biliyor musun? Kesinlikle yemek kitabı denilebilir. Çocukların kafasını nelerle dolduruyorlar?!"
Çocukluğunda güneş vurduğu zaman yıldızların oynaştığı saçları ormanın ışık görmeyen kuytu köşelerine dönmüştü, solgun, cansız... Umutları; odalarının lambaları arka arkaya söndürülen çok katlı bir otel gibi karanlığa gömülmüştü. Hüzün artık onun için yanından ayıramadığı, arka cebinde taşıdığı kirli bir mendildi. Sivri bıçak darbelerinin kanattığı yüreğinde ise her kımıldanışta henüz kabuk bağlamamış derin yaralar kanıyordu. Kim bilir geçmişin naftalinsiz saklanan anılarında ne darbeler almıştı, kimse bilemezdi o batışların bir türlü kendisinden ayrılmadığını. Ne aldanışlar, ne tükenişler yaşamıştı bile bile lades dercesine, tutmamıştı ya da tutturamamıştı.
Sakin ve durgun denizler ile duru göllere benzeyen yüreği, her darbede kaşı açılan boksöre dönmüş, tüm saklamalarına rağmen, derinliklerinde kopan siyah fırtınalara an gelip dayanamamış ve ne zaman aldığını hatırlamadığı son darbeyle de nakavt olmuştu. Hayata her sarılışı onda daha büyük cam kırıklıkları yaratmıştı. Şimdi... Aynası ile metres hayatı yaşıyor, sabah güneşin doğuşuyla aynasının karşısına geçiyor, soyunuyor, anlatıyordu aldanışlarını, kaybettiklerini, yakalayamadıklarını, hayal kırıklıklarını, tükenişlerini, hüzünlerini anlatıyordu gözlerinden iki damla yaşın ayak başparmağına düştüğünü hissetmeden.
Daphne... Tanrıların lanetlediği basit bir ondine, sürekli onlar arasında olan ama asla onlar gibi olamayan... Ondinelerin en güzellerinden doğan, gösterişsiz ama hırslı biriydi Daphne. Yetenek olarak türünün en iyilerinden olmuştu hep. Gücünü geliştirme konusundaki hırsı takdir edilesiydi. Diğer ondinelerin yanında farklı olduğunu bilmesine, herkesin bunu bilmesine rağmen dayanmaya çalışmıştı. Farklılığı görünüşünden dolayı da değildi. Onlardan tamamen farklıydı. Yaradılışı farklıydı bir kere; ruhu saf, dokunulmamış değildi. Aksine, ona göre ruhu damgalanmıştı. Kapkaranlık görünmez bir el doğduğu, hatta annesinin rahmine girdiği gün, elini içine sokmuş ve onu, ruhunu lanetlemişti. Belki, sadece belki, türdeşlerinin aksine zekası olmasaydı, onlar gibi katıksız bir saflıktan oluşsaydı, farklılığını önemsemezdi. Ancak, farklı olanlar farklı olduklarını bildiği için isyan ederlerdi ya; Daphne'ninki de o hesaptı. Farklı olduğunu tüm hücrelerinde hissedip biliyorken, kendini nasıl kandırabilirdin? Yaptıkları şeyin saçma olduğunu düşünüyorken nasıl onların yaptıklarını yapabilirdi? Böyle başkaldırdı. Aslında bir başkaldırı değildi. Zira diğerleri anlam veremiyordu buna. 'Kardeşlerinin' bunu yapma nedenini anlayamıyordu. Onları uyarmak istemişti. Güçlerini aptalca nedenlerle kullanmalarına gerek yoktu sonuçta. Ne olacaklardı, yeni evcinleri mi? Tanrılar aşkına! Evcinlerine bile haklar verilirken Ondineler hiç düşünülüyor muydu? Elbette bunun cevabı hayırdı! Zira kendi türünün o pis evcinlerinden bir farkı yoktu. Sorgulamadan, büyük bir saflık ve iyi niyetle kendilerinden istenen her şeyi yapardı onlar. Ve bu Daphne'yi deli ediyordu. İnsanlar, hayır, büyücüler tarafından kullanılmak! Bu onu hasta ediyordu! Ruhuna bulaşmış o kara leke su doldurulan bir balon gibi zaman geçtikçe büyüyordu. İçinde kocaman bir boşluk vardı ve bu boşluk büyük bir kara delik ile doluydu; sadece onun ruhunu günden güne yutup yok oluşa sürükleyen bir kara delikle...
Alacakaranlık gittikçe artıyordu. Güneş, aşağılarda uzanan ovadan tamamen çekilmişti. Yalnız arkasındaki büyük ormandan, ağaçların üstüne atılmış kırmızı bir çuha gibi rüzgârla hafif hafif kımıldıyordu. Biraz sonra büstütün kayboldu. Ve o anda her şey değişiverdi. Şimdiye kadar yaşayan, kımıldayan, ses çıkaran ova artık ölüydü ve beyaz ince bir sisle örtülmeye başlamıştı. Buna karşılık orman canlanıyordu. Sabahten beri ancak mırıltıları duyulabillen ağaçlar konuşuyor, bağırıyor, sallanıyor ve ellerini birbirine uzatıyordu. Yalnız, ağaçlar değil, yerdeki otlar, kuru yapraklar, çalılar, ağaçların gövdesine sarılan sarmaşık soyundan bitkiler, hatta kahverengi mantarlarla koyu yeşil yosunlar bile canlanmıştı. İnsanlar her zaman ormanın gündüzleri daha güzel olduğunu sanırdı. Ancak, Daphne biliyordu ki, orman ve ormandaki her canlı geceleri daha 'canlı'ydı. Ormanı arkasında bırakıp şehir merkezine yönelmeden hemen önce bir ağacın gövdesine dokundu. Ağacın pütürünü, sertliğini ve hafif ıslaklığını avcunun içinde hissederken, ondan istediği bilgiyi almaya çalışıyordu. Hiçbir bitki Daphne'ye dayanamazdı. En azından kalın gövdeli olmayanlar... Meşe gibi ağaçlar daha dayanıklıydı ve genç bir ondine olan Daphne'ye dayanabiliyorlardı. Ama elbet onun güçleri sonsuzdu ve gün gelecekti, o sonsuzluğun tamamını kullanabilecekti. Şamarcı Söğüt bile tek bir sözüne bakacaktı. İstediği bilgiyi aldıktan sonra ağacı kutsadı ve gülümseyerek elini çekti. Pek çok büyücü efsanesinin aksine ağaçlarla direk konuşulmazdı. Bu dahaçok içten içe, ruhların bağlantıya geçmesiydi. Ruhların GSM operatörü ise sadece ondinelerdi ve varolan her şeyin bir ruhu vardı. Bu durumda varolan her şeyle konuşabilir, iletişime geçebilirdi. Gülümsedi. Yine de kutsamadan sonra teşekkürünü şehir efsanesi halinde yapmayı tercih etti. "Teşekkür ederim, sevgili kardeşim!" Elbette bir ağacın onun kardeşi olması imkansızdı. Ama tipik bir ondine olarak varolan her şeyi kardeşi olarak görmek... Tamam, evet, bunun bir saçmalık olduğunun o da farkındaydı.
"Nereye gittiğini öğrendim." dedi sakin bir ses tonuyla. Haftalarca onun izini sürdükten sonra, açıkçası kısa denilecek bir zaman zarfında izini bulması... Takdiri hak ediyordu. Ancak 'onlara', onu neden bu kadar istediğini söylemiyordu ısrarla. "Anlayamıyorum." ses deri pardesü giymiş olan kadından gelmişti. Tok ve duygusuzdu. "Söyleseydin onu bulup sana getirebilirdik." Ağzını açıp bir şey diyecekti ki, araya bu karanlık topluluğun gizemli adamı girdi. Uzun siyah paltosu, diz kapağı yırtılmış kahverengi pantolonu ve bileklerine kadar çamura bulanmış ayakkabısıyka öylece duruyordu. Onu hiç bu kadar yakından görmemişti, uzun boylu omuzları geniş, saçları uzun, sakalı bir hayli uzamış, elleri toprak gibi yarılmış ve çok tuhaf kokan birisiydi. Adını, nereden geldiğini, ne iş yaptığını, neden De Vries olduğunu kimse bilmiyordu. Gizemli adam, başını kaldırdı ve Daphne'ye uzun uzun baktı; bakışları sanki onu çok yakından tanıyormuş gibiydi. Bir an titrediğini hissetti. O an, onun içinden geçenleri sanki duyuyormuş gibiydi. İçinden “Planını biliyorum, çocuk.” diyordu. Ancak daha sonra gerçekten sesi duyuldu. “Onunla özel bir işi vardır belki. Onu zorbaca kaçırıp dikkatleri çekmeyi gerektirmeyecek bir iş...” Hemen ardından gizemli adamın gidişini izledi. "Ben de gidiyorum. Bir sonraki buluşmada görüşürüz."
Saatler sonra 'onu' uzaktan izliyordu. Ancak bu çok da uzun sürmedi zira kararlı adımlarla onun şu anda bulunduğu yere doğru ilerledi. O gün, bugündü. Etrafındaki insan kalabalığına bir göz attı önce. Ne kadar da yapmacık görünüyorlardı. Hemen hemen hepsi, en kötü gününde, ölmek üzere olan birinin tepesine üşüşen akbaba gibi olacaklardı. En yakınlarıda ilk sırada yer alacaktı. Onun yanına vardığında yüzünde herhangi bir ifade yoktu. Gülümsemiyordu, kaşlarını çatmıyordu, şaşkın değildi. Sadece olduğu gibiydi. Hiç bakmadan aldığı bir kitabı ona uzattı. "Bir de buna göz at istersen. Aradığın bunda olabilir." Sanılanın aksine onun ne aradığını bilmiyordu. "Muhteşem bir kitaptır. Merlin'in öğrencisinin öğrencisi tarafından yazıldığı söylenen bir kitabın baskılarından biri. İçinde her çeşit büyünün olması lazım. Son zamanlarda böyle kapsamlı kitaplar bulunmuyor. Büyü dünyası sapıtmış gibi. Yani... Kitapları bile yemek kitabı tarzında olmayı başladı. Orenthia'da okutulan kitapları biliyor musun? Kesinlikle yemek kitabı denilebilir. Çocukların kafasını nelerle dolduruyorlar?!"
- Cristobal WindsorDe Vries
- Mesaj Sayısı : 187
Kayıt Tarihi : 26/04/12
Geri: Adını Daphne Koydum
Cuma Mayıs 04, 2012 1:55 pm
- Hani siz bilir misiniz? Panolar vardır yeşil renkli, üzerinde iğneler vardır. -Bu okulda onlardan yok işte.- Duyurular için kullanılır. Bilmezsiniz değil mi? Ondan tarif ettim. O iğneler aslında kağıtları delmek, panoya iliştirmek için kullanılırdı. Ancak benim için yalnızlığımın oyuncağı olmuştu. Farklıydım, bir cadı her zaman farklıdır normallerden. Dahası, kulaklarım ağır işitiyordu, ''canım dostum'', dediğim kişi de nedense gitmişti. Bu yüzden o iğneleri sıraya dizer, resim çizerdim. O çizdiklerim beni içime götürürdü. Sanki derdimi anlatırdım panolara. İşte, orada, kalp çizmiştim. O kalp kırıktı. Şimdi gözümün önüne geldikçe... O hissi anlatamam. Dilerim siz de yaşarsınız. Yok bu aslında kötü bir dilek değil. İnsanı hayvanlıktan kurtaran, empatisini geliştiren bu, yoksa istemem inanın. İşte, geceler ondan kötü, uyutmuyor beni kolay kolay. Aklımı hayallerle doldurmazsam anılar geliyor yakalıyor beni.
Bir ara sevdiğim kişiyi düşünürdüm. Onu düşünmek, ilk başlarda ne kadar tatlıydı. Bana huzur verirdi varlığı. Ne olursa olsun yanımda olacağını zannederdim. Gerçekler yüzüme o gece vuruluncaya değin. Ben bir ara ''benim'' diyebileceğim kişiyi bulduğumu sanmıştım. Yıllar önce tanıdığım yakın arkadaşlarım gibi çevrenin önyargılarına kanmayacak, benim bir iki kusurumla benden soğumayacaktı. Ona söylemiştim, anlatmıştım işitme kaybımı. Ne büyünün, ne bilimin, ne de inancın kesin olarak çözeceği bir sorundu bu. Onda da vardı benzer sorun, her neyse. Zaten bana benzediği için, aynı kırıklıkları yaşadığı için sevmiştim onu, onun da beni sevdiğini düşünmüştüm. Ancak göremediğim şey, sevgi onun umurunda değildi. O buna inancını kaybetmişti. Ben de kaybettim işte, bu yüzden artık ikimiz de birbirimiz için yokuz. Artık kimseden beklentim yok, son kırıntıları da o sildi süpürdü. Bu yüzden nefret ediyorum ondan. Hem de öyle böyle değil, korkunç bir kin bu. Sanki geçmiştekilerin sorumlusu oymuş gibi. Hepsi sanki onun mağrifeti, hepsi. Benimle alay eden, zayıf gördüğünden eziyet etmeye çalışan, burnu büyüklükle kendi gibi beni salak sanan sanki. Bu yüzden inatla içten içe onunlayım, rahat bırakmak istemiyorum, yanında olmak, intikamımı almak istiyorum. Fakat elden ne gelir ki, çoktan gitmişti bile.
Şimdi kitapların arasındayım, güzel ve dinçleştirici bir sabah. İçimde bir kıpırtı, heyecan. Sanki çok güzel şeyler olacak gibi. Gene de her zamanki poker suratımla, nazik gülümsememi yüzümden eksik etmeden dolaşıyorum Diagon yolunda. Arkadaş ve dostlara tüm ışıltımla gülümseyerek selam veriyorum. Hangi ruh halime bürünürsem bürüneyim bu halde görünürüm insanlara. Korksam da, üzülsem de, sinirlensem de, kederlensem de... Paniğe kapılmam bile zordur benim. En korktuğum şey karşısında gene sakin davranırım. Benim duygularım, benim iç dünyam, benim benliğim bende değildir çünkü. Ruhumu eserlerime satarım. Onlara katarım duygularımı. En öfkeli anımda elime kalem kağıt almadan bunu anlayamazsınız. Ancak onlar benim yerime hislerini yansıtırlar, ben onlarla kendimi ifade ederim. Korkuyorsam eserlerim siner, öfkeliysem heykellerim saldırır, mutuysam resimlerim dans eder, kederliysem sanatım ağlar. Ben de sanki onlar insan, heykel olan asıl benmişim gibi kıpırtısız, sakin, ruhsuz dururum. Oysa iç dünyamın böyle ruhsuz olmadığını da beni tanıyan bilir. Mantıklı davranırım onların sayesinde. Ve şimdi de onları canlandırmak, gerçekten gerçek yapmak istiyorum. Tüm hislerimi alsınlar, beni yok etsinler. Yok oluş en büyük eser olacak. Bu beni ölümsüz yapacak. En az onlar kadar ölümsüz. Adil bir paylaşım bence. Kitapçıya giriyorum bu tür şeylerle ilgili yazıları, kitapları araştırmak için. Bir heykele kendimi, dağarcığımı daha ne kadar aktarabilirim öğrenmek istiyorum. Kitapçının sanat bölümünü biliyorum. Bu bölümde neler bulabileceğimi de yaklaşık olarak biliyorum. Ancak benim aradıklarım büyüler, canlandırma büyüleri. Bu konuda burada fazla bilgi bulabileceğimi sanmıyorum ama belki bana yardımcı olacak birini bulabilirim.
Bir kaç dakika burada dolandıktan sonra daha da içlere, karanlık büyülere ulaşıyorum. Sonuçta kendim dışında kimseye zararım olmayacakı. Bu yüzden bunlarla ilgilenmemin bir kötülüğü yok. Ve ansızın, suratıma doğru uzatılmış bir kitapla duraksıyorum. Ancak beklenildiği gibi irkilme olmuyor bende. Yüzümde en ufak değişiklik yok. Gözlerimi çekici bir şekilde kısarak önce kitaba, sonra kıza bakıyorum bunun yerine. Dolgun dudaklarımda gülümseme beliriyor tekrar. Bir ifade olmayan, sadece bir maske olan gülümseme bu. ''Yanılıyorsunuz hanımefendi, ben bir şey aramıyorum. Öylece bakıyorum sadece.'' İçimde büyük bir şaşkınlık var gene de. Onun kim olduğunu merak ediyorum. Fakat bakışlarımda en ufak ilgi bile yok. Sonra gülümsemem genişliyor. Anlaşılan kızın amacı sadece benimle tanışmak. Kitapçıda bir görevli olma ihtimali olmadığına göre... ''Adım Cristobal, sizin adınız?'' diyerek elimi uzatıyorum kıza. Çekici bir görüntüsü vardı doğrusu, belki de eserlerimi görmüştü, tanıyordu beni. Böyle çok hayranım oluyordu etrafta. Ünümü biraz da populer cadı ve büyücü kültlerini kullanarak almıştım. Onları aslında populer olmak için kullanmamıştım, asla. Sadece, onlar zamanla insanların bir parçası oluyordu, onlar da benim bir parçam olmuşlardı herkeste olduğu gibi. Benim bir farkım vardı, onları içimden çıkarmış, başka görüntülerle, anlamlarla yansıtmıştım. Farklı bir bakış açısı sunmuştum, kendimi. Sonra devam ediyorum konuşmama: ''Merlin aşkına, biliyor musunuz, beni cidden şaşırttınız. Pek belli edemiyorum ama öyle.'' , diye.
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz